47 Cİld yediNCİ BÖLÜM



Yüklə 2,61 Mb.
səhifə57/72
tarix30.05.2018
ölçüsü2,61 Mb.
#52083
1   ...   53   54   55   56   57   58   59   60   ...   72

Emirdağ'lı Nur talebeleri, Üstad'ın Emirdağ'daki hayatına dair diyorlarki:

"Üstad Emirdağ'ında daimi tarassud altında bulunuyordu. Açık havalarda gezmeye çıkardı. Üstad'ın bahar ve yaz mevsimlerinde mutlaka kırlara çıkmak adetiydi. Yalnız başına gider, bir kaç saat kalır, sonra evine dönerdi. Kırlara çıktığı zaman, çok defalar arkasından takib ettirilirdi. Bazen bekçiler, bazen jandarmalar takib ederdi. Hatta bir defa arkasından kurşun attırılmış, fakat isabet etmemişti. Bir gün bir resmi memur, Üstad'ın arkasından koşarak: "Dışarı çıkmak yasak! Başına bere koyamazsın, sarık saramazsın!" diye mütehakkimane ve mütecavizane ifadeler kullanmış, Üstad da geriye dönmüştür. Buna benzer muameleler çoktur.

MAKAM İLE ALAKADAR BİR İKİ HATIRA

1- Emirdağlı merhum Mehmed Çalışkan diyor ki: “ Birgün Ahmed Feyzi Efendi Emirdağ'a gelmişti. Üstadla görüştü. Üstad ona: “Çabuk bir vasıta bul ve git!” dedi. Fakat akşam bir sohbet yapması için ben onu bırakmadım. O gece çok güzel ve nurlu bir sohbet olmuştu. Sohbet geç vakte kadar devam etmişti.

Sabahleyin -birden- Üstad Ahmet Feyzi'yi çağırttı.. Halbuki onun kaldığından Üstadın haberi yoktu. Ahmed Feyzi çok korktu. beraberce - Üstadın yanına gittik. Üstad ona: “Sen akşam ne konuştu isen, ben aynen kabul ediyorum.” diyerek Ahmed Feyziye iltifat etti.

(Son Şahitler-4,Sh.62)

2- Emirdağlı Şerife Hanım (Ş.Kantarcı) kendi beyi İbrahim Kantardan duyduğu bir hadiseyi şöyle anlatır:

“Beyim kasaplık yapardı. Üstadın yanına gider gelirdi. Birgün bir camız almış, kesip sucuk yapacaktık. O günü Üstadın yanına varmış ve abdest suyunu ellerine dökerken, aklından aldığı camızı gaçiriyormuş. Ne kadar kâr edecek diye kafasında hesabını yapıyormuş. Tam bu esnada Hz. Üstad kendisine: “Keçel-i Keçel! bir camız başı olsada bizde yesek.. demiş. Beyim bu söz üzerine mahcubiyetinden kızarmış durmuş.

(Son Şahitler-4,Sh.244)

(21)Üstad Said-i Nursi, Emirdağ'ı bir dershane-i nuriye manasında kabul ettiğini söylerdi. Sav, Barla,Emirdağ, Eflani gibi nurların ekseriyetle yayılıp okunduğu kasaba ve köyleri birer dershane-i nuriye unvaniyle yad eder ve kendi Nurs köyü gibi sağ ve ölü umum ahalisine, masum çocuklar ve mübarek hanımlarına dua eder, manevi kazancına hissedar ederdi. T.H.

3-Konya'nın Kula ilçesinin Aktaş Köyünden Mehmet Erol adındaki bir zatın mühim bir hatırasıdır:

"1984'de aynı köyde bizzat görüştüğümüz Mehmet Erol'un oğlu Hasan Erol bize babasının hatırasını ve Üstad Hazretleriyle 1947 yılı içinde görüşmeleriyle ilgili, Üstad'dan selamet-i imanı için dua istemesi üzerine, Hazret-i Üstad'ın ona dua ettiğini şöyle anlatmıştı:

"Babam Mehmet Erol ile Hacı Resul, Emirdağı'na at arabasını almak üzere gitmişlerdi. Hazret-i Üstad'ın orada olduğunu önceden bildikleri için, oraya gelmişlerken, Üstadı da ziyaret etmek istemişler ve ziyaretin yolunu aramışlar. Üstad'ın evinin kapısına gitmişler,

Üstad'ın hizmetkârları Üstad'ın biraz sonra kırlara çıkacağını, ancak o zaman falanca köprünün yanında görüşebileceklerini" söylemişler.

Babam Mehmet Erol demişti ki, biz köprünün başına gittik. Aşağıdan bir hanım, elinde bir bakraç yoğurt ile üstad'a doğru geliyordu. Üstad ona bağırarak: "gelme sen maksadına nail oldun" Bize de teveccüh etti, isteklerimizin olup olmadığını sordu. Ben de hüsn-ü hatime ve selâmet-i iman için dua istedim. Bunun üzerine, Üstad "İnşallah sen iman üzere öleceksin" diyerek parmağıyla işaret ederek aynı kelimeyi üç defa tekrar etti.

Babam Mehmet Erol 15 Mayıs 1980 Reğaib gecesinde vefat ederken; gözleri yumuk olduğu halde, kendi kendine "şimdi Emirdağ'lı Hoca geldi" dedi. Bende yasin-i şerif okuyordum. ayetine geldiğimde, babam konuşarak kelimey-i şehadet getirdi ve bana kapıya doğru parmağıyla işaret etti ve ruhunu teslim etti."

Bu rivayeti ayrıca şimdi Ankara Yenimahalle'de Belediye Zabıtası olan Hasan Erol'dan bilvasıta sormamız üzerine, mektubuyla da te'yid etti.

- Üstad'ın meşgalesi- (Büyük Tarihçeden)

Üstadın Emirdağ'ındaki hizmeti ve meşgalesi, başka yerde olduğu gibi, yalnız bir vazifeye münhasır değildi. Gerek lahikalardaki mektupların, gerek ziyaretine gelen dostların ve eski ilim arkadaşları ve talebelerinin ihbarından ve gerekse de kendisiyle yakından alâkadar olmuş talebe, komşu ve halkların müşahedelerinden anlaşılıyor ki; Hakka müteveccih, hakikattan lema'en eden müteaddit hizmetleri ve vazifeleri vardı. Her günde bu vazifelerini ifaya çalışırdı. Hakaik-i Kur'aniye nurları olan "Lem'alar ve Sözler" gibi eserlerini telif, tashih ve neşir ile meşgul olmakla beraber, kelimat-ı kudret olan masnuât ve mevcudatı seyir ve temaşaya, kitab-ı kâinatı mütalaya çok müştak idi. Zemin yüzünde yazılan, bahar sahifesinde teşhir edilen Rahmet ve Hikmetin mu'cizeli eserlerini, eşcar ve nebatat ve hayvanattaki san'atı İlâhiyyenin harikalarını, simalarında parıldıyan tevhid sikkelerini okumaya ziyadesiyle meftun idi. Böylece hakaik-i imaniyenin ve ma'rifetullahın nihayetsiz fezasında hakkalyakîn mertebesinde kanat açıp geziyordu.

Esasen Kur'an'dan aldığı mesleğinin bir esası tefekkürdür. Eserlerinde insanı daima tefekküre sevk eder ve tefekkürü ders verir. İlim ve tefekkür ile kazanılan ma'rifet-i ilâhiyyenin kalb ve ruh için kâinat vüs'atinde bir genişlik te'minettiğini ve her bir şeyde sani-i vahide işaretler,

delil ve ayetler bulunduğunu ifade eder, sırrına göre hareket ederdi.(22)"

DÜNYADA OLUP BİTENLER

Hazret-i Üstad'ın Denizli hapsinden beraet edip çıktığı ve Emirdağ'ı kasabasına geldiği yıl olan 1944'den, Afyon hapsinden çıktığı yıl 1949 ve sonra 1950 yılı ortalarına kadarki hayatında;dünyada ve Türkiye'de olup biten hadiseler, değişmeler ve siyasi döğüşme ve çekişmelerden mühim bazı hadiseleri burada göz önüne getirmek icab ediyor. Çünkü Hazret-i Üstad, inkişaf eden her bir müsbet hadiseyi ve Risale-i Nur ve Kur'an ve Âlem-i İslâm ile

münasebettar her bir gelişmeyi, Risale-i Nur ölçüleri ile değerlendiriyor ve bazı mektup ve yazılarında bunları kaydediyor ve talebelerine bildiriyordu.

İşte, sene 1944:

1-9.7.1943'den, 5.8.1946'ya kadar Türkiye Cumhuriyeti C.H.P. iktidar Başbakanı Şükrü Saraçoğlu'dur.(23)

2-1930'lardan 1944'lere kadar Türkiye Cumhuriyeti Nâzi Almanya'sıyla sıkıfıkı ticaret ortağ'ı ve müttefiki görünümü içindeyken, İkinci Cihan Harbi'nde ise, İngiliz yanlısı ve siyasetinin mürevvici olarak kaldı.

3-1944'ün son aylarında Rusya'dan Türkiye'ye iltica eden -Bir rivayete göre-İkiyüz kadar Müslüman insanın, Rusların tehditkârane geri istemelerine karşı, hiç bir direniş gösterilmeden bu insanların Ruslara teslim edilmesi ve Kars-Rus hududunda Türk askerlerinin ve köylülerinin gözleri önünde bu masum insanların kurşuna dizilerek öldürülmesi hadisesi... Fakat o günün basını bu ciğer-sûz hadiseyi yazamadı.

4-22.3.1945'de Sovyetler Birliği Türkiye ile yaptığı saldırmazlık andlaşmasını yenilemeyeceğini ileri sürdü.

5-12.6.1945'de Celal Bayar, Refik Koraltan, Köprülü ve Menderesler "Dörtlü Takrir" diye adlandırılan muhtırayı meclis grubuna verdiler.

6-İnönü'nün her zaman, özellikle 1950 seçiminden sonra müşahede edilen daimi dostları bolşevik Rusya, Türkiye'yi bir kaç yönden sıkıştırması üzerine; İnönü ister istemez, fakat arkasına dönüp ümitkârane Ruslara baka-baka, Batı dünyasına yanaşmaya mecbur oldu. Amerikalılar da, Türkiye'nin demokrasiye girmesi şartıyla onu koruyacağını ileri sürdü. Bunun üzerine Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti 26 Haziran 1945'de, Birleşmiş Milletler Antlaşmasını imza etmeye mecbur oldu.

7- 7 Temmuz 1945'de İlk muhalefet partisini kurmak üzere meşhur İstanbul'lu milyoner Nuri Demirağ tarafından müracaat edildi.. Ve 18 Temmuz 1945'de bu parti resmen kuruldu.

(23) Şükrü Saraçoğlu, kendi Milli Eğitim Bakanı Hasan Aİi Yücel ile birlikte öteden beri komünist oldukları bilinmeleri ile birlikte, bilâhere düpedüz meydana çıktı. Dine ve dini terbiyeye zehir diye haykıran Saraçoğlu ve Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, kabineden atıldıkları gibi, C.H.P'lilerce de gözetim altına alındılar. (Bkz. Afyon Mahkemesi Müdafaatı S: 123)

8- 17 Temmuz 1945'de de Ruslar boğazlar savunmasına karşılık Kars ve Ardahan'ı Türkiye'den rüşvet istediler. Tabii göstermelik de olsa, Türkiye demokrasiye doğru adım attığ'ı için, batı dünyası ve Amerikalılar boğazlar veTürkiye'nin kendi garantörlüklerinde olduğunu ilân etti. Ruslar bu durumda bir şey yapamaz oldular.

9-15 Ağustos 1945'te, Türkiye Cumhuriyeti ve Millet Meclisi de Birleşmiş Milletler antlaşmasını onayladı.

9/1 17 Ocak 1946'da, Celal Bayar, Menderes ve arkadaşları tarafından Demokrat Partisi kuruldu.

10- 5-9 Nisan 1946 Amerikan filosu İstanbul'u ziyaret etti. İnönü Amerika'lıları kabul etti. Bu bir demokrasiye doğru ister istemez atılan bir adımın başlangıcıydı.

11- 31 Mayıs 1946'da, tek dereceli meb'us seçimi için kanun tasarısı meclise geldi. Menderes buna şiddetle karşı çıktı.

12- 5 Haziran 1946'da seçim kanunu tasarısı kanunlaştı. Bu kanunla, daha önceleri kararlaştırılan 1 Ekim 1947 yerine, erken seçim için 21 Temmuz 1946 şeklinde düzenlendi.

13- 21 Temmuz 1946'da Milletvekili seçimi yapıldı. Açık oy, gizli tasnif sistemiyle; CHP'li hüknmet kuvvetlerinin büyük baskısı ve propagandası altında yapılan bu seçimde Demokrat Parti yine de altmış altı meb'us aldı. Afyon Vilayetinde D.P'liler listeyi kazanmıştı. CHP'liler Afyon'u seçimden sonra cezalandırdı. Tüm me'mur kadrosunu değiştirmişti ve bunu Bediüzzaman Said-i Nursi'den biliyordu.

14- 15 Ekim 1946'da CHP, eski Dahiliye Vekili Hilmi Uran'ı,(24) Nâfi Atıf Kansu yerine CHP genel sekreterliğine getirdi.

15- 18 Ekim 1946'da Mareşal Fevzi Çakmak ve arkadaşları İnsan Hakları cemiyetini kurdu.

16- 3 Mart 1947 tarihine kadar Türkiye'yi bir çeşit garantörlüğünde tutan İngiltere, bu tarihten sonra gün be gün zayıfladı, geriledi ve tâli bir devlet oldu. Bu tarihten sonra onun yerini Amerika aldı.

17- 11 Mart 1947'de Türkiye uluslararası para fonu teşkilâtına girdi.

18- 2-7 nisan arası 1947, Amerikan donanması tekrar İstanbul'u ziyaret etti. İnönü Amerikalı amiralları karşılamak üzere Ankara'dan İstanbul'a gitti.

19- 16-17 Temmuz 1947, Hükûmet Amerikan yardım antlaşmasını imzaladı.

20- 8 Ağustos 1947 Bir Türk askerî heyeti Amerika'ya gitti.. Ve 1 Eylül 1947'de meclis, Amerikan yardım antlaşmasını onayladı.

21-Bu tarihlerde Türk Hükûmeti bilmecburiye o ana kadar kapatmış olduğu Hac kapısını nisbeten açtı ve Kur'an kursu mekteplerini ve ilkokullarına ihtiyarı Din derslerini de koydu. Aynı sene içinde Ruslar da, Hacca çok insan gönderdi.

(24)Hilmi Uran sonraları C.H.P'nin iç duıumunu iyice anlayınca partiden çekildi.

22- 10 Şubat 1948'de CHP Meclis grubu ilkokullarda ihtiyarî din derslerini okutturma kararını aldı.

23- 15 Şubat 1948'de CHP Dışişleri Bakanı beyanat vererek hükûmetinin Nato'ya doğru adım attığını söyledi.

24- 4 Temmuz 1948'de Amerikalılar birkaç yönden Türkiye'de faal rol oynamaktaydı.

25- 15 Aralık 1948'de Türkiye Dışişleri Bakanı Necmeddin Sadak, Akdeniz Savunma Birliği Konferansında görüşmelerde bulunmak üzere Londra'ya gitti.

26- 16 Ocak 1949'da Şemseddin Günaltay CHP hükûmetinde Başbakan oldu. Ve Başbakanlığı 22. 5.1950'ye kadar devam etti.

27- 23 Ocak 1949'da CHP'liler tarafindan Meclise teklif edilen Kur'an'ın Türkçe'ye çevrilmesi mevzuu muhalefetle CHP'liler arasında fırtınalı tartışmalara sebep oldu.

28- 4 Haziran 1949'da "İslam ilâhiyat" ismi altında bir fakültenin kurulmasını öngören bir kanunda değişiklik kararı alındı.

29- 8 Haziran 1949'da Başbakan Şemseddin Günaltay, CHP adına İslam dinini alet eder mahiyette beyanatta bulundu.

30- 19 Eylül 1949'da CHP'li Nihat Erim, İzmir'de Amerikan meddahlığını yapan nutuklar attı.

31- 23 Eylül 1949 Türkiye ve Irak, komünizme karşı müşterek tedbir hususunda işbirliği kararını aldı.

32- 31 Ekim 1949'da Ankara ilâhiyat fakültesi açıldı.

33- 18 Ocak 1950'de CHP Devlet Bakanı Reşad Şemseddin Sirer: "Biz Müslüman bir devletiz, amma laiklikten de vazgeçemeyiz" şeklinde beyanat verdi.

34- 21.2.1950 yeni seçim kanunu meclisten geçti.

35- 1 Mart 1950'de CHP hükûmeti; 30.11.1925 tarihli tekke ve türbe kapatılmasına dair olan kanunu yürürlükten kaldırdı.

36- 23 Mart 1950'de İnönü ilk seçim konuşmasını yaptı.. ve 25 Mart 1950'de Kırıkkale'de İnönü, Anayasadan altıoku kaldıracağını vadetti.

37- 12 Nian 1950'de Mareşal Fevzi Çakmak öldü. CHP hükümeti ne bir tören, ne bir bayrak yarıya indirme, ne de herhangi bir şey yaptırmadı.

38- 16 Mayıs 1950 Milletvekili seçimi yapıldı. DP 408 milletvekilini kazandı. 16 Haziran 1950, DP ilk ve büyük icraatlarından biri olan ezanın Arapça yasağını kaldırdı.(Bkz: Türkiye'de çok partili politikanın açıklamalı kronolojisi, s: 12-68)

Göröldüğü üzere,1944-1950 arası lTürkiye siyasetinde; Türkiye'nin eski bir dostu, yani CHP'lilerin dostu olan bir devletin dirsek çevirmesi ve tehditkârane bir şekilde Kars hududunda mültecilerini kurşuna dizmesi ve Kars ve Ardahan'ı rüşvet istemesi üzerine, batı dünyası ve Amerikan devleti; Türkiye'nin İnsan Haklarına, din hürriyetlerine ve demokrasiye dönüş yapması şartıyla kendisine sahip çıkabileceğini ileri sürmesi karşısında; diktacı ve solcu ve Rus dostu olan İnönü, zoraki ve ister istemez, neticenin öyle olacağını pek sanmıyarak, insan hakları antlaşması birliğine, din hürriyetine ve demokrasi kaidelerine dönmeyi kabullenmiş gördüğü gibi; o sıralarda, Avrupa'nın bazı devletleri (İsveç, Norveç, Finlandiya

gibi) Kur'an'ın hakikatlarını kabul ederek mekteplerinde ders olarak okutmaya karar vermeleri ve Amerika ve İngiltere'de gayet serbestçe Kur'anı ve İslâmiyeti savunan cemiyetleri ve siyasî ve ilmî büyük şahsiyetlerin meydana çıkması, hatta Amerika'da bir profesör Allah'ın kâinattaki kudret ve idaresini gösteren büyük eserleri ve delilleri,kitabında yazması ve bu kitabının Türkiye'de o sıra çıkmakta olan "Millet Mecmuası" nda neşrini istemesi... Yine aynı sıralarda Hindistan Hüknmeti resmen Türkiye'den üç milyon(25)liralık basılmış Kur'an istemesi...

Dahilde ise, Risale-i Nur talebelerinin üç büyük ve Türkiye çapındaki hapis hadiseleriyle ve Risale-i Nurun Türkiye'de ve İslâm âleminde fevkâlede yayılması, Avrupa ve Amerika'da kısmen intişarı..Ve Nur talebelerinin Türkiye'deki sayıları Ankara'ya giden raporlarda pek büyük gösterilmesi karşısında; İnönü ve CHP iktidarı, ister istemez -ilk başlarda- sahte bir şekilde olsa bile, demokrasiye dönmek ve din ile bir nevi müsalâha etmek, hatta dini kendi siyasetlerine alet etmek tarzında vaziyet almaya mecbur oldu. Bunun işaretleri de iktidarları döneminde, yani demokrasiye ilk adımın atıldığı tarihlerde, ilk okullara ihtiyarî din derslerini koymak, Kur'an kurslarının açılmasına razı olmak, ilâhiyat fakültesini açmak ve tekke ve türbelerin kapatılmasına dair eski kanunu yürürlükten kaldırmak... Ve Türk ordusunun başındaki şapkaları, Amerikan ordusu gibi kısmen kaldırmak gibi, icraatları göstermek mecburiyetinde kalmaları gibi;1950 seçimlerine yaklaşıldığı günlerde, 8 Haziran 1949'de Başbakan Şemseddin Günaltay "CHP'nin dine karşı olmadığını, bilâkis hürmetkârı olduğunu" açıkça söylemesi.. Ve 18 Ocak 1950'de CHP'li Devlet Bakanı Reşad Şemseddin Sirer'in Meclis'te açıkça: "Biz müslüman bir devletiz, amma laiklikten de vazgeçemeyiz" demesi.. İnönü ise, seçim propaganda konuşmasında, 25 Mart 1950'de Kırıkkale'de: "Anayasa'dan altıoku kaldıracağız" demesi gibi bir çeşit dindarlara ta'viz, aynı zamanda dini siyasete alet etme girişimi gibi, görünmekle ama aslında bununla siyaseti dinsizliğe alet etme taktiği içine girmiş bulunmaktaydı.

CHP ve İnönü bütün bu tavizleri ve dini siyasete alet etme politikasını yaparken; dahildeki dindar Müslümanların kendilerini ve icraatlarını sevmediklerini ve karşı olduklarını çok iyi bilmekteydiler. Bu yüzden de Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi'nin imanî ve kur'anî fikirleri neşreden eserlerinin revaç bulmasını hiç, amma hiç istemiyorlardı. Çünkü yaptıkları zulüm ve diktatörlüklerinin farkındaydılar. Aynı zamanda Bediüzzaman'ın nasıl bir dahiy-i A'zam olduğunu ve Müslüman halkın üzerindeki büyük tesirini de çok iyi biliyorlardı. Hatta bir gün Adliye Bakanı(26) Meclis'deki bir konuşmasında: "Yirmibeş senedir Said-i Nursi'nin faaliyetlerine mani' olamıyoruz(27)"açık itirafı da bunu iyi gösteriyordu. Bunun için CHP iktidarı, Hazret-i Üstad'ın Denizli Hapsinde beraetle çıkmasından sonra, ona sureten de olsa, bir nevi tarziye vermek

(25)Bugünkü parayla yani, 1992 başları hesabıyla 20 milyar lira eder. Eğer 1996 başları hesabıyla olsa 180 milyar eder ve eğer 1996 ortalarına göre hesaplansa, 220 Milyar lira eder.Çünkü o sıra bir dolar ikiyüzseksen kuruşumuz idi.

(26)Bu Adliye Bakanı, Rize Milletvekili Fuat Sirmen'dir ki,1948'de meclis konuşmasında bu sözleri söylemiştir.

(27)Konferans-Zübeyr Gündüzalp S: 36

ve müsalâha zemini aramak istemiş, yaklaşımlarda bulunmak istemiş, siyasi müfettişlerini yanına göndermişlerdi. Daha sonra Üstad'a harcırah tahsisatını çıkarmış ve bilâhare de Emirdağı'nda Üstad'a bir ev inşaasını teklif etmişler idi ise de; Bediüzzaman Hazretleri bu teklifleri; hizmetinin kudsiyetini korumak, hem hayatının daimi ve değişmez bir düsturu ve kaidesini muhafaza etmek; Hem de bunların niyetlerinin altındaki manayı sezdiği için, bütün bu teklifleri vakar ve sekinet ve ilmî izzet içinde reddetmiştir. Üstad'ın bu kesin tavrı üzerine

CHP kendilerine ve diktalı, katı ve dinsiz rejimlerine Bediüzzaman'ın dost olamıyacağının kesinlik kazanmasıyla; artık her türlü zulmü, iftirayı, kanunsuz muameleleri yeniden reva görmeye başlamışlardı. Tecrid, zehir, hatta âlenî su-i kast, iftira,tazyik vesaire her türlü muameleyi yapmakta tereddüt etmemişlerdi.

Hazret-i Üstad, bu acı ihanetlerin ve zâlimane, belki de kâfirane muamelelerinin sebeblerini bir mektubunda şöyle anlatır

"Aziz Sıddık Kardeşlerim!

Bana şimdiki tazyikatın üç sebebi var:

Birincisi: Hey'et-i vekilenin kararıyla hergünde iki buçuk lira iaşe vesair levazımatım için bir tahsisat ve istediğim tarzda bir hane inşa etmek ... Ben bunu reddettim, onlar da kızdılar...

İkincisi: Denizli'de teveccüh-ü ammenin pek ziyade olması ve her tarafta haddimden ziyade hüsn-ü teveccüh gösterilmesidir. Bundan da kuşkulandılar.

Üçüncüsü: Afyon valisinin, malum ölmüşün hesabına bana garazıdır... ve lehimde olarak Ankara tarafından gelen itaba karşı(28) bir bahane araması yüzünden tarassud etmesidir.

Ben de hiddet ettim, daha kapımı kapadım. Yoksa istersem, perdeyi kaldırabilirim...

SAİD-İ NURSİ(29)

RİSALE-İ NURLARIN RİSALE ADEDİ

Hazret-i Bediüzzaman Denizli Hapsinden beraetle Emirdağı'na geldiğinde, o zamana kadar Risale-i Nurun mecmu'u olan yüz kırk iki Risale ile beraber gelmişti. Çünkü Denizli hapsinde 11.12 ve 13. şualar da te'lif edilmiş, Risale-i Nura eklenmişti. Zira Hazret-i Üstad Eskişehir hapsine girdiğinde, Risalelerin adedi olan yüzyirmi risaleye, hapiste te'lif edilen onbir parça risale bu sayıya eklenmesiyle, yüzotuzbir parça olmuştu. Kastamonu'da ise, sekiz risale daha te'lif edilmiş ve Risale-i Nurun sayısı yüzotuzdokuz parçayı bulmuştu. Denizli hapsinde üç risale (bir cihette 14 Risale) daha te'lif edilmiş ve bu sayıya eklenmiş olmasıyla, yüz kırk iki risale olmuştu.Evet Denizli hapsinde

(28) Valiye gelen bu itab, herhalde Üstad'ın heyet-i vekileye ve meclis başkanına yaptığı kanunî şikayetler üzerine gelmiş olabilir A.B.

(29)El yazma Emirdağ mektuplar aslı, orta boy S: 209

te'lif edilen Onbirinci Şua' olan Meyve Risalesinin dokuz meyvesi, Denizli hapis müddeti olan dokuz aya tevafuk ederek hapiste te'lif edilmiş ve iki meyvesi kalmıştı. Hazret-i Üstad Emirdağı'na geldikten sonra, bu iki meyve de burada te'lif edilmiş ve Meyve Risalesinin onuncu ve onbirinci meselesi diye ilhak edilmişti

-Sair ahval

Hazret-i Üstad'ın Emirdağı'na gelmesinden, ta Afyon hapsine kadarki üç buçuk senelik hayatında; Tuğyan ehli olan kimseler tarafından ona reva görülmüş zulmün, tazyik ve kanunsuz muamelelerinin başlıcalarını şöylece sıralayabiliriz:

1- Üç defa su-i kast niyetiyle zehir verme..

2- Bir defa pusuya yatırılan jandarmalar eliyle su-i kasd için arkasından kurşunlar attırma...

3- İki defa kanunsuzca kıyafetine ve başındaki puşusuna ilişme..

4- On iki defa keyfı olarak karakola, savcılığa veya mahkemelere celbettirme..

5- Kapısını dışardan kilitleyip, kilidi de karakol komutanı yanında bulundurmak suretiyle, gayr-i resmi şekilde hapse kapatma..

6- Ziyaretçileri görüştürmemek, kimseyle temas ettirmemek ve bu niyetle onun camiye gitmesini men' etmek vesaire..

7- Yalandan, tezvirden ibaret, hakkında: siyasî maksad güdüyor” diye Müslüman halkı ondan ürkütme...

8- Bir çok defalar kanunsuz şekilde evine ânî baskınlar yaparak taharrilerde bulunma.. Hatta bir defasında kapısını kırarak içeri girme..

9- Hakkında yalandan şeni' iftiralar düzme vesaire...

NUR CİHETİNDE YAPILAN MÜSBET HİZMETLER

Bu tarafta, yani mübet iman hizmeti cihetinde yapılan hizmetler ise özetle şöylece değerlendirilebilir.

1- Yukarıda sıralanan bütün o gaddarane ve zındıkane muamelelerin arkasında gizli zındık komitelerinin plânları olduğu için; yani, bütün o bedmuamelelerle bir hadise çıkartmak, Üstad'ı hiddete getirmek ve"Artık yeter" detirterek sahte bir Menemen hadisesi gibi bir olay ihdas ettikten sonra, şiddetli bir surette bastırmak... ve nihayet Türkiye'de ayakta kalmış olan bu son bir din ışığını da söndürmek...

Hz.Üstad bütün bu gizli ve plânlı gaye ve maksadları çok iyi bildiğ'i için, son derece bir sabr-ı cemil ve azm-ı metin ile karşı duruyor, her ezaya, her cefaya göğüs geriyordu.

2- Hazret-i Üstad Emirdağı'na geldikten, ta Afyon hapsine kadar olan üç buçuk senelik hayatında; Meyve Risalesi'nin Onuncu ve Onbirinci Meyvelerini ve Yirmialtıncı Lem'anın Ondördüncü ve Onaltınca Ricalarını te'lif etti.Yine bu dönem hayatında talebeleriyle yaptığı hizmet proğramı muhaberelerinde çok kıymetli ve ilmî ve hem karışık, girift hadiselerin içinden, yağdan kıl çeker gibi hakikatlı, isabetli, doğru ve müstakim rehber hakikatları dile getiren ikiyüz elli kadar mektup ve yazılar yazdı ve talebelerine göndererek neşrettirdi.

Bu muhabere mektuplarından teşekkül eden "Emirdağ-ı Lahikası" kitabı ayni zamanda yine çeşitli vesile ve hadiseler üzerine yazılan ikiyüzyetmiş beş adet Kastamonu mektuplarını ve

Denizli hapsinde kaleme alınan yüzyirmi küsûr küçük büyük mektuplar topluluğunu te'kid, takviye ve onların bir nevi şerh ve izahları mahiyetindedir. Farz-ı muhal olarak, önceleri yazılan o dörtyüz küsûr mektupların yokluğu farzedilse bile, tek başına bu Emirdağ lahikası mektupları, bir iman hizmetinin ve onun sâlik ve hizmetçilerinin selâmet ve istikamet içerisinde yürütülmesi, yürümesi hususunda kâfî ve vâfi ve ebedî rehberdir.

3- Nur talebelerinin hizmet ve faaliyetleri de, aşağıdaki tarzda cereyan etmiştir:

A- Teksir makinası çıkmadan önce, Denizli hapis hadisesiyle başlıyan küllî ve muazzam ilanât ile; eskiden iki üç vilâyette Risale-i Nurun yazılması ve neşredilmesi ile İman ve Kur'an hizmetleri olurken; Denizli hapsinden sonra Türkiye'nin bir çok vilâyet, kaza ve köylerinde binlerce insan Risale-i Nur dairesine katılmış, Nurların hizmet şeklinin ve mahiyetinin hakikatını anlamıştır. Kimisi yazarak, kimisi okuyarak, kimisi köy köy, kasaba kasaba dolaşarak iman hizmetini ifaya, Kur'an nurlarını neşre başladılar.

Evet, Denizli hapis hadisesi bereati dinsizlerin, fermasonların başında bir bomba gibi patladığı ve neye uğradıklarını şaşırdıkları gibi, hadiseden sonra inkişaf eden Risale-i Nur hizmeti ve fütûhatı onları bütün bütün çıldırtmış gibi oldu.

B-1946 tarihinde Türkiye'ye ilk gelen teksir makinelerinden üç tanesi alınmış; İsparta ve İnebolu'da Nur neşriyatına hummalı bir şekilde çalışmaya başlanmıştır. Bu çalışma ile, mecmualar halinde Nur risaleleri binlerce nüsha çoğaltılma işi gerçekleşmişti. Denizli teksir makinası ise, Isparta ve İnebolu, mevcud ihtiyaca kâfi geldiği için çalışmamıştı.

C-1946-1947 yılında Hac yolunun açılmasıyla, Hacca giden Nur talebeleri beraberlerinde götürdükleri Nur mecmualarını oradaki Müslüman büyük dinî şahsiyetlere hediye etmeleriyle, İslâm Âleminde de Nur hizmetinin yayılması hadisesi duyulmaya başlanmıştı.


Yüklə 2,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   53   54   55   56   57   58   59   60   ...   72




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin