(4) Osmanlıca Kastsmonu-2 S: 3 ve 52
(5) Aynı eser, S: 66
(6) Osmanlıca Kastamonu -2,S:1
(7) Şualar-Envar Neşriyat,S:691
(8) Aynı eser, S: 160
1048
te'lifınden sonra, yirmidokuzuncu Lem'a-i Arabiyeden hülâsa edilen Hizb-ül-Ekber-i Nurî risalesi de tanzim edilmiş ve neşredilmiştir. Bu tarihten sonra, ta Denizli hapsine kadar Risale te'lifi muvakkat bir tevakkuf devresini geçirdiğini Üstad yazmaktadır(9).
Böylece Hazret-i Üstad Bediüzzaman'ın Kastamonu hayatının üçüncü senesi başından itibaren başladığı ve 18.8.1943 tarihine kadar sürdürmüş olduğu altı sene üç ay zarfındaki muhabere mektuplarıyla, te'lif ettiği risalelerinin mecmuu; -farz-ı muhal, diğer Risale-i Nurların ve mektuplarının yok olduğu farz edilse bile- tek başına iman, ihlâs, uhuvvet, hizmet düstûrları ve ihtiyat tavsiyeleri bakımından herşeye kâfî büyük bir Nur hazinesi mesabesindedir... Ve dünya kadar büyük, cihan kadar azametli bir davanın müstakimane yürütülmesine, yerleştirilmesine ve devam ettirilmesine kâfi bir mürşid ve ölmez bir rehberdir.
Üstad'ın Kastamonu'dan Isparta'ya gönderdiği mezkûr muhabere mektuplarının sayısı, hususî ve umumîleri dâhil ikiyüz yetmişbeş adedi(10) bulduğu gibi, Eskişehir hapsinin son günlerinde te'lif etmiş olduğu ve fakat tebyizini yapmadığı ve neşretmediği Birinci ve İkinci Şua'larla birlikte, Kastamonu'da te'lifi yapılan -Çünkü Birinci ve İkinci Şua'lar Kastamonu'da tebyiz edilip neşredildi- Risalelerin adedi de on taneyi bulmaktadır.(11) Bu sayıya Onuncu Şua' ismini alan ve talebelerine Kastamonu'da iken yazdırtılan fihristenin ikinci bölümü -ki Onbeşinci Lem'a'dan sonraki risalelerin umumi fıhristesidir- de ilave etsek, tam on bir risâle olur.
TAFSİLAT
İşte, Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi'nin Kastamonu hayatı küllî veçheleri ve ana hatlarıyla böylece tayin edildikten sonra; Onun teferruatına ve Kur'anî hizmetiyle ilgili olarak cereyan eden hadiselerin kritiğine geleceğiz. Teferruata girmeden önce, bir hususu ehemmiyetle kaydetmeliyiz ki; Üstad'ın Kastamonu hayatı, Barla hayatına nisbetle ve bir yönüyle daha çok yönlü ve renklidir. Çünkü zalim ehl-i dünya ve gizli dinsiz zındıklar burada onu daha çok sıkı bir mürakabe altında bulundurmuş ve daha çok baskı ve zulümler uygulamıştır. Hazret-i Üstad ise, hem bütün bu plânlı,
evhamlı mürakabe ve tazyiklere karşı çok ihtiyatlı ve tedbirli davranma mecburiye
(9) Osmanlıca Kastamonu-1, S: 442
(10) Bu ikiyüz yetmiş beş adet mektupların içerisinde on tane kadarı talebelerin takriz mahiyetindeki mektub ve fıkralarıdır.Mezkûr mektupların tamamıda el yazma Kastamonu Lahikalarının asıllarında mevcuttur. Onun için atıflar ona göre yepılmıştır.
(11) Bu sayıya Hizbul-Ekber-i Nuride dahildir.A.B.
1049
tindedir. Hem de Isparta ve Kastamonu'da yeni yeni gelişen iman hizmetinin selâmetle yürütülmesi için, talebelerini sık sık ikaz, irşad ve terbiye edici muhabere mektuplannı yazmak ve selâmetli yollarla ulaştırmak mükellefiyetiyle karşı karşıyadır!. Ve hâkeza, Barla hayatının bir derece sâde hizmet tarzına nisbeten çok çeşitleşen ve Nur talebelerininde bir kaç kat misli artan Kastamonu hayatı, Üstad'ı bir çok mes'elelerle ilgilendirnıeye, talebelerinin ve Nurun hizmet ehlinin meydana çıkan bir sürü problemlerini dinleyip halletmeye onu mecbur duruma getirmiştir. Bundan dolayıdır ki, Barla'da yazılan hizmet tedbirlerine dair ancak otuzotuzbeş mektuplar on sene zarfında yazılmışken, burada yedi buçuk sene zarfında ikiyüz yetmişbeş mektup yazılmıştır.
Şunu da ilâveten kaydedelim ki: Eskişehir hapis hadisesinden sonra, bilhassa ve bilhassa Isparta ve civarı, kaza ve köylerinde aşk ve şevke gelerek, Risale-i Nur hizmetine koşup el atan yüzlerce, binlerce talebe çıkmış, kaleme
sarılıp Nurları yazmaya başlıyan insanlarla dolup taşmıştır. Bu arada Kastamonu civarında da, yeni- yeni müştak talebeler çıkarak, adeta Isparta ile yarışma ahengine girmişti. Hele Kastamonu'nun İnebolu kazası faaliyet, hareket ve gayretlerinden "Küçük Isparta" ünvanını kazanmıştı. Kastamonu ve civarında Mehmed Feyzîler, Eminler, Hilmiler, Tahsinler, Sadık Beyler, Hafız Tevfik'ler, Ahmed Nazif ve Selahaddin Çelebiler, İbrahimler.. ve Denizli hapsinden sonra da, nasıl ki Eflanî'de, Safranbolu'da meydana çıkan mübarek faal talebeleriyle, gerçekten Kastamonu ve civarı bir ikinci Isparta kıymetini almıştı. Elbette gelişen bu hizmetler, yetişen bu talebe ve nâşirlerin bir çok sualleri ve problemleri olacaktı. Hazret-i Üstad da bütün o meseleleri, sualleri cevablandırmak, hizmetlerine yön vermek mecburiyetindeydi.
Bir taraftan Nur Risalelerini yazan ve neşredenleri şevk ve gayrete getirmek için okşayıp taltif etmesi, fitrî bir şekilde teşvik etmesi, iltifatlarda bulunması yanında, bir de ihlâs derslerini, uhuvvet, samimiyet ve tesanüd öğütlerini ve hizmette ciddiyet,
sebat ve dikkat ihtarlarını da veriyordu. Aynı zamanda dünyada cereyan eden hadiselere, âfakî ve mâlâya'ni şeylere ciddi alâkadar olup katılmanın çok büyük zararlarını da sık sık tekrar edip ikazlarda bulunuyordu.
İşte Hazret-i Üstad'ın Kastamonu'da te'lif ettiği veya tebyize çekip tanzim ettiği on adet risalelerinin yanında, ikiyüz yetmiş beş adet mektubuyla (12) da bu vazifeleri yerine getirmiş oluyordu. Ayrıca Nur talebeleri tarafından elle yazılıp çoğaltılan ve tashih için kendisine gönderilen bir çok Ri
(12) Bu ikiyüz yetmiş beş adet mektupların içerisinde on tane kaderı talebelerin takrez mahiyetindeki mektub ve fıkralarıdır.Mezkur mektupların tamamıda el yazma Kastamonu Lahikalarının asıllarında mevcuttur. Onun için atıflar ona göre yepılmıştır.
1050
saleleri okuyup tashih etmek vazifesini de beraber yürütüyordu. Yine bu arada bilhassa Kastamonu'da mektep talebeleri içinde ve kadınlar taifesi arasında başlıyan inkişaf ve Nurlara karşı teveccûh, şevk ve faaliyet neticesi; yani Nur hizmeti dolayısıyla genç talebeler ve hanımlarla dolaylı dolaysız ilgilenmesi, Nur Risalelerinden onların anlayacağı parçaları okutturup yazdırması ve tavsiyelerde bulunması veya ziyaretleri esnasında şifahî dersleri vermesi de beraber oluyordu.
Bütün bu hizmet ve vazifelerin yanında asla ve kat'a ihmal etmediğ'i ubudiyet, münacât, zikir ve tesbih ve tefekkür vazifelerini de son derece titizlik içerisinde ve a'zamî bir şekilde ifa ediyordu.. Ve hakeza hizmet şu'belerinin çoğalması nisbetinde, alâka ve teveccüh bekliyen işler ve vazifeler...
HİZMET ŞUBELERİ
Hizmet şubelerinden terbiye, irşad ve ikaz metodlarıyla ilgili yol ve dallarının ana kanallarını bir kaç merkezde toplamak mümkündür, şöyle ki:
1- Nur talebelerinin hizmette şevk ve gayretlerini arttıracak -hakikat olarak- Risale-i Nurun şahs-ı manevisinin kudsîliğini, büyüklüğünü ve Nur hizmetinin fevkalâde azamet derecesini zaman zaman anlatması..
2- Risale-i Nur hizmetindeki talebelerin birbirlerine karşı muhabbet, sadakat, samimiyet, tesanüd ve ihlâslı muamele ve
muaşeretlerde bulunmalarını temin edici, mıknatıs gibi tesirli dersler vermesi.
3- Gizli din düşmanlarının Nur hizmetini bozmaya müteveccih sinsi faaliyet ve metodlu, sistemli desiselerine karşı uyanık bulunup, ihtiyatlı ve dikkatli davranmayı temin edici ikaz ve irşadlarda bulunması...
4- Âlemde ve Türkiye'de cereyan eden çeşitli âfakî hadiselere kapılıp da, bilhassa ve bilhassa herhangi bir tarafa ciddi şekilde tarafgir duruma düşmemelerini temin edici ilmî, müdellel beyanlarda bulunması..
5- Zaman zaman Nur talebelerinin, hizmetin hareket tarzına dair sordukları suallerini aklî ve ilmî şekilde cevablandıran izahlarda bulunması.
6- Nur talebelerinin her halde ve0 mutlaka takva ve amel-i salih üzere bulunmalarını ve sünnet-i seniyye ve Şeriat-ı Ahmediye (A.S.M.) dairesinde olmalarını beyan eden ve yol ve şartlarını gösteren irşadlarda bulunması..
Ve bütün bunların cûz'iyyatlarını; irşad, terbiye ve ikaz diktelerini, Kastamonu Lahikası denilen muazzam ve emsalsiz ve ölmez kitapda bulabilmek mümkündür. Aynı zamanda bu eser, Üstad'ın Kastamonu hayatı için en doğru en sâğlam kaynak ve me'haz de odur.
1051
Şekil ve adları sıralanan hadiseleri ve onlara dair irşad ve terbiye metodlarını böylece kaydettikten sonra, bu sınıflara bakan ve işaret eden umum mektupları veya onlardan bölümleri tamamen buraya dercetmek mümkin değildir. Ancak her madde ve mesele için birer ikişer mektuptan, ikişer üçer bölûm ve pasaj alabileceğiz:
TENBİH:
Kaydedeceğimiz nümûnelik bölümleri, sadece Kastamonu hayatında yazılmış olan lâhika mektuplarından alacağız. Aynı mes'elelerin devamları, belki daha geniş izahları, Nur Risalelerinde ve hususiyle Emirdağ 1,2 mektuplarında da mevcuddur. O sıraya ve tarihe geldiğimiz zaman bu hususların daha genişçe olan izahlannı da ele alacağımızı ümit etmekteyiz.
DİKKAT VE İHTİYAT TAVSİYELERİ:
A- Siyasetin, daha doğrusu âfakî günlük hadiselerin tarafgirliğinin, Risale-i Nur hizmetine yaptığı zararlar hakkındaki ikazlardan bazı bölümler:
"...Üstadımız diyor ki: "Evet bu zamanda merak ile radyo vasıtasıyla, ciddî alâkadarane küre-i arzdaki boğuşmalara merak edip bakanlar, dikkat edenler; maddî ve manevi pek çok zararları vardır. Ya aklını dağıtır manevi bir divane olur.. Ya kalbini dağıtır manevi bir dinsiz olur.. ya fıkrini dağıtır manevi bir ecnebi olur.
Evet, kendim gördüm; lüzumsuz bir merak ile, mütedeyyin iken adi bir adam, biri de ilme mensubiyeti varken; eskiden beri İslâm düşmanı olan bir kâfirin (*) mağlubiyetiyle ağlamak
derecesinde bir mahzuniyet.. Ve Âl-i Beytten Seyyidler cemaatının bir kâfire karşı mağlubiyetinden mesruriyetini gördüm. Böyle âmî bir adamın alâkası bir geniş daire-i siyaset için, böyle kâfir bir düşmanı bir seyyide tercih etmek, acaba divaneliğin ve aklı dağıtmaklığın en acib bir misali değil midir?..(13)"
"Sual: Âlem-i İslâmın mukadderatıyla ciddî alâkadar olan bu cihan harbinin dehşetli zamanlarında elli gün kadar(14)" ne bizden ve ne de her gün hizmetinizde bulunan Emin'den bir defacık olsun sormadınız. Acaba bu büyük hadiseden daha büyük diğer bir hakikat mı hükmediyor ki, bunu ehemmiyetten iskat ediyor. Yahut onunla meşgul olmanın bir zararı mı var? diye Üstadımızdan sorduk, o da elcevab diyor ki:
"Evet, bu cihan harbinden daha büyük bir hakikat ve daha azim bir hadise hükmettigi için, cihan harbi ona nisbeten çok ehemmiyetsiz düşüyor...
(*) Hz. Üstadın Eskidenbari İslam düşmanından muradı,İngilizlerdir A.B.
(13) Kastamonu-1, S:50
(14) İkinci Cihan Harbi başlangıç olarak 1 Eylül 1939'dur. Ancak harbin kızışma hengamı 1940 veya 1941 seneleridir.
1052
Bu zamanda her mü'min için belki herkes için, küre-i arz kadar bâkî bir tarla ve o tarla baştan başa bahçeler ve kasırlarla müzeyyen ebedî bir mülk almak ve o mülkü kazanmak veya kaybetmek davası açılmış. Eğer İngiliz, Alman
kadar serveti ve kuvveti olsa ve aklı da varsa, yalnız o davayı kazanmak için bütününü sarf edecek...(15)"
"...Risale-i Nurun hâs talebeleri bâkî elmaslar hükmünde olan hakaik-ı imaniyenin vazifesi içinde, zalimlerin satranç oyunlarına bakmakla, vazife-i kudsiyelerine fütûr vermemek ve fikirlerini onlarla bulaştırmamak gerektir. Cenab-ı Hak bize nur ve nuranî vazifeler vermiş...(16)"
"...Sakın sakın dünya cereyanları, hususan siyaset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın. Karşınızda ittihad etmiş dalâlet fırkalarına karşı perişan etmesin. "Elhubbufillah, velbuğzu fillah" düstur-u Rahmanî yerine, eliyazübillah, "Elhubbu fissiyaset velbuğzu lissiyaset" düstur-u Şeytanî hükmedip, melek gibi bir hakikat kardeşine adavet ve elhannas gibi bir siyaset arkadaşına muhabbet ve taraftarlıkla zulmüne rıza gösterip cinayetine manen şerik eylemesin...”
"...Ben tahmin ediyorum ki, bütün küre-i arzın bu yangınında ve fırtınalarında selâmet-i kalbini ve istirahat-i ruhunu muhafaza eden ve kurtaran yalnız hakiki ehl-i iman ve ehl-i tevekkül ve rızadır. Bunların içinde de, en ziyade kendini kurtaranlar Risale-i Nurun dairesine sadakatla girenlerdir...(17) "
"...İman hizmeti, iman hakaikı bu kâinatta her şeyin fevkindedir. Hiç bir şeye tabi’ ve alet olamaz. Fakat bu zamanda ehl-i gaflet ve dalâlet ve dinini dünyaya satan ve bakî elmasları şişeye tebdil eden gâfil insanlar nazarında, o hizmet-i imaniyeyi hâriçteki kuvvetli cereyanlara tabi' ve alet telâkkî etmek ve yüksek kıymetlerini umum nazarında tenzil etmek endişesiyle, Kur'an-ı Hakimin hizmeti bize kat'î bir surette siyaseti yasak etmiş...(18)"
...Bugün namazda ve tesbihatında iken, manevî tarzda denildi ki: Küre-i arzda çarpışan, mücadele eden cereyanlar, her halde birisi İslâmiyete ve Kur'ana ve Risale-i Nura ve
mesleğimize taraftar olacak. bu noktadan ona karşı merakla bakmak gerekti. Bakmamak için bir iki mektupta yazdığım sebebler çendan kalbe, akla kâfidir. Fakat meraklı ve hevesli nefse kâfi gelmiyor diye kalbime geldi.
(15) Os. Kastamonu-1, S:108
(16) Aynı eser, S: 227
(17) Aynı eser, S: 238
(18) Osmanlıca Kostamonu-1, S: 278
1053
Aynı tesbihatta ihtar edildi ki: Ehemmiyetli sebebi ise; bakmakta bir tarafa tarafgirlik hissi uyanır. Târafgir nazarı ise, taraftar olduğu cereyanın kusurunu görmez, zulmüne rıza gösterir. Belki alkışlar. Halbuki küfre rıza küfür olduğu gibi.. Zulme rıza (razı olmak) dahi zulümdür. Elbette zemin yüzünde bu dehşetli düelloda semavatı ağlatacak zulümler ve tahribat oluyor: Çok masum ve mazlumların hukukları kayboluyor.
Mimsiz, gaddar medeniyetin zalimane düsturu olan! "Cemaat için ferd feda edilir. Milletin selâmeti için cüz'î hukuklara bakılmaz:” diye öyle dehşetli bir zulüm meydanı açmış ki; Kurûn-u Ûla vahşetlerinde de emsali vuku' bulmamış. Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyanın adalet-i hakikiyesi: "Bir ferdin hakkını cemaate feda etmez. Hak, haktır, küçüğe, büyüğe, aza çoğa bakılmaz.” diye kanun-u semavî ve hakikî adalet noktasında Risale-i Nur şâkirdleri gibi hakikat-ı Kur'an ile meşgul adamlar, zaruret olmadan lüzumsuz, yalnız hevesli merak için, netice itibariyla faidesi bulunan ve netice daha gelmeden evvel lüzumsuz bakmak ve zalimane tahribatlarını alkışlamak suretiyle; İslâmiyet ve Kur'an lehine hizmet edeceği o cereyanın hareketini fikren takib etmekle meşgul olmak münasib olmadığı için, nefis de akıl ve kalbe tabi' olup, merakını bırakmış diye anladım...(19)"
"Sual: Geçen sene sizden sormuştuk ki; "Elli gündür merak edip dünya cereyanlarına bakmadınız ve sormadınız". O zaman bize bir cevab verdiniz, gerçi o cevab hakikattır ve kâfidir. Fakat Risale-i Nur'un intişarı ve hizmeti ve âlem-i İslâmın menfaatı noktasında bir derece bakmanız lazım iken, şimdi onüç ay oluyor, aynı hal devam ediyor. Merak edip hiç sormuyorsunuz?
Elcevab: Ayetine en a'zam bir tarzda şimdiki boğuşan insanlar mazhar olmalarından, onlara değil taraftar olmak veya merak ile o cereyanları takib etmek ve onların yalan, aldatıcı propagandalarını dinlemek ve müteessirane mücadelelerini seyretmek; belki o acib zulümlere bakmak da câiz değil. Çünkü zulme rıza zulümdür. Taraftar olsa, zâlim olur. Meyletse,(21) ayetine mazhar olur.
Evet, hak ve hakikat ve din ve adalet hesabına olmadığına, belki inad ve âsabiyet-i milliye ve menfaat-ı cinsiye ve nefsin enaniyetine dayanan, dünyada emsali vuku bulmayan gaddarane bir zulüm hesabına
(19) Os. Kastamonu-1, S:304
(21)Ayetten alınan “Meyl” kelimesi, sevmek ve taraftarlık etmek demektir. A.B.
1054
olduğuna (20) kat'î bir delil şudur ki: Bin masum, çoluk-çocuk, ihtiyar, hasta bulunan bir yerde bir iki düşman askeri bulunmak bahanesiyle, bombalar ile onları imha etmek.. ve tabakat-ı beşer cereyanları içinde burjuvaların en dehşetli müstebitleri ve sosyalistlerin ve Bolşeviklerin en müfritleri olan anarşistlerle ittifak etmek(23) ve binler, milyonlar masumların kanIarını heder etmek ve bütün insanlara zarar olan bu harbi idame ve sulhu reddetmekdir:(24)
İşte, böyle hiç bir kanun-u adalete ve insaniyete ve hiç bir düstur-u hakikata ve hukuka muvafık gelmiyen boğuşmalardan, elbette Âlem-i İslâm teberri eder, yardımcılıklarına tenezzül edip tezellül etmez. Çünki onlarda Öyle dehşetli bir firavunluk, bir hodgamlık
hükmediyor; değil Kur'ana, İslama yardım, belki kendine tabi’ ve alet etmekle elini uzatır. Öyle zalimlerin kılınçlarına dayanmak, hakkaniyet-i Kur'aniye elbette tenezzül etmez.. ve milyonlarla masumların kanıyle yoğrulmuş bir kuvvet yerine, Halık-ı Kâinatın kudret ve Rahmetine dayanmak ehl-i Kur'ana farz ve vacibdir. Gerçi zendaka ve dinsizlik, o boğuşanların birisine dayanıp ehl-i diyaneti ezer. Onun tazyikinden kurtulmak, onun aks-i cereyanına taraftar olmak bir çaredir. Fakat şimdiye kadar o taraftarlık bir menfaat vermiyerek çok zararları dokunmuş. Hem zendeka, nifak hasiyetiyle her tarafa döner. Senin dostunu kendine dost eder, sana düşman eder. Senin taraftarlık cihetiyle kazandığın günahlar faidesiz boynunda kalır.
Bizzat Tahirî Mutlu Ağabeyden duyduğum bir mes'elenin burada zikri münasib görüldü. Tahirî Ağabey dedi: "Ben Kastamonu'ya Üstad'ımızı Ziyarete gittigimde, kendisinden dinlediğim ve oradaki Nur talebelerinden etraflıca duyduğum bir hadise şöyledir: Hazret-i Üstad, İkinci Cihan Harbi başlarında; İslam milletine büyük darbeler vuran İngiliz ve Rusların Alman ordusu karşısında maglubiyetlerini büyük sevinçlerle karşılamışken, hatta bir ara Alman ordusuna muvaffakiyet için dua etmye baslamışken, fakat bir müddet sonra, Almanların çok acib zulümlere başladığını ve masum çoluk cocuk demeden bombalarla imha ettiğini işitince ,dua defterinden onların ismini sildi ve sırt çevirdi . Hatta Tahirî Ağabey Alman mağlubiyetinin Üstad 'ın dua sını kesmesinden sonra başladığını da söylüyordu. A.B.
(22) Bu ibarenin birinci bölümü, nasılki Almanlar’ın zulümlü vahşetlerine işaret ediyor..İkinci bölümde Ruslarla ittifak eden İngiliz ve müttefiklerinin yaptıklarına bakmaktadır. A.B.
(23) İkinci Cihan Harbi Âlem-i İslâm'ın dışında ve tamamen uzağında iken; O harbde yapılan firavunane zulüm ve ceberûtlar ve vahşetli gadırlarla mahvolan ve ezilen milyonlarca masum insanların kanı ile yer yüzü bulandığı ve boyandığı o harpte; ve hepsi de gayr-i müslim veya Hıristiyan iken; taraflardan her hangi birisine burada İslâm memleketinde iken, taraftarlık yapmakla veya bir tarafı muhabbetle alkışlamakla, bu derece zulme adaletsizliğe ve haksızlığa düşerse; acaba bu gün (İran-Irak Harbi) İslam âleminin ortasında iki Müslüman devlet, Devlet rejimi müslüman olmasa da halkı ve ahalisi müslüman olan- bir inad ve garaz veya mülk hırsı için bu kadar İslam milletinin kanının dökülmesine sebebiyet veren, hele bunlardan bir tarafı bütün ara bulucuklukları, müsalâha tekliflerini tersleyip sulhu reddedip harbin zalimane vahşetinin idamesine sebeb olmakta olan o devlet; zalim, hunhar, azgın ve taği olduğu Kur'anca ve dinen sabit olduğu halde, bunların dışında kalan diğer Müslümanlar, bazı göstermelik laflarından dolayı ona taraftarlık gösterip alkışçılığını yaparsa, ne kadar zulme, haksızlığa, adaletsizliğe ve şarlatanlığa düştüğü anlaşılır sanırım. A.B.
1055
Risale-i Nur şâkirdlerinin vazifeleri iman olduğundan, hayat mes'eleleri onları çok alâkadar etmez ve merakla baktırmaz. İşte bu hakikate binaen, değil onüç ay, üç sene dahi bakmasam hakkım var Sizler baktınız, günahlardan başka ne kazandınız? Ben bakmadım ne kaybettim...(25)"
İNGİLİZ SİYASETİNİN PROPAGANDASINA ALDANANLARA MÜHİM BİR DERS:
(Bu dersin başında "Bu mektup bir derece mahremdir. İngiliz siyasetine taraftar olanlara gösterilmesin" diye yazılıdır.)
Aziz Sıddık Kardeşlerim!
Büyük Hafız Ali'nin hususî medresesinde bir hemşiremizin intak-ı bilhak nev'inden: "Galib cereyanın ileri gitmemesinin bir sebebini, Risale-i Nur Şâkirtlerinin siyasete bakmamaları ve çarpışmadan gelen zulümlere hissedar olmaması için merakla hareketlerini İslâmiyet menfaatı
noktasında dualarıyla takib etmedikleridir" demesi.. hem Hafız Ali'nin Hüsrev ile görüşmesi "Üstadımız bizi siyasetten men' ediyor, zarardır" demesine makabil, bir kardeşimiz "Ne ile sabittir?" diye istifsarı ve onüç aydan beri harbin vaziyetini nazara almadığımın sebebini soran buradaki kardeşlerime verdiğim cevaba Hafız Ali'nin istihsanı münasebetiyle, kaidemize muhalif olarak bir iki dakika siyasete bakıp(25) bir iki kelime beyan ediyorum(25):
Evvelâ: Buradaki bir kısım Risale-i Nur şakirtleri; Âlem-i İslâmda çok müstemlekâtı bulunan bir devlet, bu Anadolu hâricindeki Müslümanlara -yalnız kendi menfaatı için- bir derece dinlerine ilişmiyor veya ilişemiyor diye o devletin hariç İslamlara tatbik ettiği siyasete bütün bütün muhalif bir siyaseti takib ettiği, bu memlekette faaliyette bulunan propagandasına kapılıp o cereyana taraftarlıkla, Risale-i Nurun safvet ve halisiyetine zarar verdiğinden, o siyasî şâkirde dedim: "O devlet, bu memleketteki hükümete müstemlekâtındaki Müslümanlar ısınmamak ve iltihak etmemek için eskiden beri bu vatanda dinsizliği tervic etmiş.
(24) Osmanlıca Kastamonu-1, S: 435-436 •
(25)Hazret-i Üstad'ın "Bir iki dakika siyasete baktım" tabirinden anlaşılan mana o dur ki; "GazeteIeri teftiş ettim, radyoları dinledim ve bu neticeye vardım" şeklinde düşünülmesin. Çünkü bir dakikada bu işler olmaz.olsa olsa, kalb ve ruhunun rasad ve radarlarıyla âlemde cereyan eden politik mes'eleler üzerine biraz bakmış ve bu neticeyi görerek kaydetmiştir. A.B.
1056
Şimdiki ilhad dahi onun ifsad komitesinin eseridir. Hatta... yüzde beş-on dinsizlerin hatırlarını saydı. Mesleklerini (rejim) resmen takdir ederek (26) yüz milyon İslâmın hatırlarını kırdı.. ve mağlub olduğu halde, inad ve menfaatı için sulhu reddetti. Küre-i arzı ateşe verdi ve bu âlem-i insaniyetin her tarafında sönmez yangın oldu.
İşte madem siz bu vatanın evlâdısınız, burada onun propagandasına kapılmayınız ve siyasete karışmayınız. Eğer hariçte olsanız, oradaki müsaadekâr siyasetine taraftarlık gösterseniz, eğer lüzum olur ve Risale-i Nur dahi müsaade etse- belki zarar olmaz. Yoksa zarar ve hatar ve hatadır.
Amma öteki galib cereyan ise, ne vakit Kur'an'a ve Risale-i Nur'a ve bize ve İslâmlara yardım etse ve Kur'an'ın hakikatına hizmete bilfiil teşebbüs eylese, siz de o vakit Kur'an ve Risale-i Nur hesabına onun hareketine merakla bakabilirsiniz. Yoksa şimdiden tarafgirane bakmak ile, tahribatındaki zulümlere hissedar olmak ihtimali var.. Ve hariç Âlem-i İslâmın nanevî cereyanlarına muhalif olur.
Said-i Nursi(27)"
Bu mevzuda sadır olan Üstad'ın diğer ikaz ve irşadları için Kastamonu lahikasının asıllarına havale ederken; Üstad'ın şu son mektubundaki pek ince ve çok muazzam bir meselenin esasını teşkil eden mes'elelere dikkatle eğilmeye ve hedef tayin etmeye değer olduğunu düşünüyoruz.
EHL-İ DÜNYANIN DESİSE VE DOLAPLARINA KARŞI İHTİYAT VE TAHAFFUZ HAKKINDA
"Kardeşlerim, çok dikkat ediniz! Münafıklar çoktur. Mümkün o1- duğu kadar Risalelerin buradan irsal edildiğini söylemeyiniz. Tâ Risale-i Nur hizmetine zarar gelmesin. Maatteessûf ben burada bütün bütün yalnız kaldığım için, çok ehemmiyetli hakikatlar yuzılmadan geldiler, gittiler ...(28)"
"...Hüsrev'in daima isabetli ve faideli ve çok yüksek fikri Kur'an hizmetinde kıymettardır. Lâkin bu cümlesi: "İhtiyata o kadar ihtiyaç kalmamış" diye bir ihtiyatsızlık olabilir. Çünkü münafıklara karşı daima ihtiyat lâzımdır...(29)"
(26) Lozan Muahedesinde bizimkilerin takındığı tavırlanna işarettir. A.B.
(27) Os. Kastamonu , S: 449
(25) Osmanlıca Kastamonu-1, s: 11.
(29) Os. Kastamonu-2, S: 129
1057
"Aziz Sıddık Kardeşlerim! İhtiyat her vakit iyidir. Zaten Hazret-i Ali de (R.A) kerametkârane bize ihtiyatı tavsiye ediyor. Şimdi Şark tarafında bir şeyh tarafından kendi müridleri ve halifeleri vasıtasıyla, din lehinde eskiden beri meşhur olmuş Şeyh Ahmed nâmında türbedar-ı Nebevi tarafından “Vasiyetname-i Nebevi” nâmında bir eser o havalide gezmiş, intişar etmiş.. Oralarda çalışan kahraman Selahaddin'i bir derece ihtiyata sevk edip; bütün siyasetlerin fevkinde ve siyasetlere tenezzül etmiyen Risale-i Nur cereyanı öyle siyasete temas edebilen cereyanlarla iştirâki görünmemek için daha ziyade ihtiyat ve tevakkufa mecbur olmuş...(30)"
"...Sizin beraatınız ve manen galebeniz zalimleri şaşırttı, cepheyi burada değiştirdiler. Düşmanane taarruzdan vazgeçip, dostane hulul edip, hâs talebeleri Risale-i Nur'un hizmetinden geri bırakmak için memuriyet gibi bir meşgale buluyorlar.. veya terfian işi çok diğer bir memuriyete veya hayırlı bir meşgaleyi buluyorlar. Burada o neviden çok vakıalar var. Bu taarruz bir cihette daha zararlı görünüyor.(31)"
Dostları ilə paylaş: |