47 Cİld yediNCİ BÖLÜM



Yüklə 2,61 Mb.
səhifə32/72
tarix30.05.2018
ölçüsü2,61 Mb.
#52083
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   72


İşte bu iki acib ve garib ve zahirde tezat gibi görünen meselenin iki tarafinı karşılaştırdığımız da, hayret içinde kalmamak mümkün değildir. Amma her iki taraftaki netice ve gayeyi de idrak edebildiğimiz ve mukayesesini yapabildiğimiz zaman da, "Bin barekallah, Maşaallah bu irşad metoduna!" demekten kendimizi alamayacağımız da muhakkaktır.

Hazret-i Üstad'ın bu acib, üstadane ve hakîmane irşad metodundaki en garib ve en acib tarafı şudur ki: Radyo dinlemez, gazeteleri okumaz ve okutmaz, ağızlarda dolaşan günlük havadisleri de merak edip dinlemez olduğu halde; yani, cereyan eden hadiselerin hakikî malümatları için hasbe-z-zahir tüm iletişim vasıtalarından tamamen uzak ve dışında iken; fakat müteveccih olup değerlendirmesini yaptığı zaman ise, ruhu ve yağı mesabesindeki gerçek neticelerini çekip çıkarırcasına, gayet ulvî bir üslubla beyan ve ifade etmesidir. Hadiselerin adım adım takipçisi olan en dahî diplomatların da gerçek neticesine varamıyacakları, belki çok gerisinde kaldıkları bir üslup ve usûlde dile getirmesidir.

Peki acaba bunları Üstad Hazretleri nereden öğreniyor ve nasıl bilebiliyordu?..

İşte bu sualin cevabı madde âleminde yoktur diyebiliriz. Çünki, bir kere kendisi esir ve menfi idi. Karakol karşısında tarassud altında idi. Ayrıca radyo, gazete, günlük havadis vesaireyi dinlemekten ve işitmekten kat'iyen içtinab etmekteydi. Ve hâkeza, maddi sebeplerden tamamen uzak olduğu halde!..

Şimdi bu söylediklerimizin, yani ahval-i âlem ve hadisatı altındaki kaderin hikmet ve esrarı noktasından, Hazret-i Üstad'ın gayet rüsûh ile hakikatı ortaya koyan değerlendirmelerinin bir kaç örneğini vermek istiyoruz:

AHVAL-İ ÂLEM VE BEDİÜZZAMAN

İKİNCİ CİHAN HARBİNİN PATLAYIŞ SEBEPLERİ VE ASILMAHİYETİ VE KADER NOKTASINDAKİ ADALET VE HİKMETLERİ:

"... Kardeşlerim, sizin hatırınız ve askerliğiniz endişesi için hadisat-ı zamana baktım. Kalbime böyle geldi:

Menfi esasata bina edilen ve Karun gibi deyip, ihsan-ı Rabbanî olduğunu bilmeyip şükretmiyen.. Ve maddiyun fikriyle şirke düşen..Ve seyyiatı hasenatına gâlib gelen şu medeniyet-i Avrupaiyye, öyle bir semavî tokat yedi ki: Yüz senelik terakkisinin mahsulünü yaktı, tahrib edip yangına verdi.. Ve İngiliz, Fransız zulümleriyle; Avrupa'nın zalim hükümetleri

189


zulümleriyle ve Sevr Muahadesiyle âlem-i İslâma ve merkez-i hilâfete ettikleri ihanete mukabil, öyle bir mağlubiyet tokadını yediler ki; dünyada dahi bir cehenneme girip çıkamıyorlar. Evet, bu mağlubiyet aynen zelzele gibi ihanetin cezasıdır. (104)”

"... Adalet-i İlâhiye; İslâmiyete ihanet eden mimsiz medeniyete öyle bir azab-ı manevî vermiş ki; Bedevîliğin ve vahşiliğin derecesinden çok aşağıya düşürmüş. Avrupa’nın ve İngilizin yüz sene ezvak-ı medeniyesini ve terakkî ve tasallut ve hâkimiyetin lezzetlerini hiçe indiren, mütemadî korku ve dehşet ve telâş ve buhran yağdıran bombaları başlarına musallat etmiş..(105)

"... Bu cihan harbinde iki hükûmet küre-i arzın hâkimiyeti için mürafaa ve muhakeme davasında bulunmaları içinde; iki muazzam dinin musalâha ve sulh mahkemesinde barışmak davası açılarak... Ve dinsizliğin dehşetli cereyanı de semevi dinlerle mücadele-i azimesi başladığı hengâmda; nev-i beşerin sosyalist tabakasıyla, Burjuvalar Tâifesinin mahkeme-i kübralarında açılan büyük davaları... (106)”

İKİNCİ CİHAN SAVAŞINDA BİZİM HÜKÛMETİN DURUMU

"... Yirmi sene evvel tab' edilen SÜNÛHAT risalesinde hakikatlı bir rü'yada, âlem-i İslâm'ın mukadderatını meşveret eden bir meclis tarafından bu asrın hesabına eski Said'den sordukları suale karşı verdiği cevabın bir parçası şimdilik tezahür etmiştir. O zaman o manevi meclis demiş ki:

"... Bu Alman mağlubiyetiyle neticelenen bu harbte Osmanlı Devletinin mağlubiyetinin hikmeti nedir?"

Cevaben Eski Said demiş ki: "Eğer gâlib olsa idik, medeniyet hatırı için çok mukaddesatı feda edecektik. (Nasıl ki yedi sene sonra edildi) ve medeniyet nâmıyla âlem-i İslâma, hususen Haremeyn-i Şerifeyn gibi mevaki-i mübarekeye; Anadolu'da tatbik edilen rejim, kolaylıkla cebren teşmil ve tatbik edilecekti. İnayet-i İlâhiye ile onların muhafazası için, kader mağlubiyetimize fetva verdi.”

Aynen bu cevabtan yirmi sene sonra, yine gecede; "Bitaraf kalıp, giden mülkünü geri almakla beraber, Mısır ve Hindi de kurtararak bizimle

(104)Osmanlıca kastamonu -1 S: 22

(105) Aynı eser, S: 33

(106)Aynı eser S:109

1090


ittihada getirmek; (107)siyaset-i âlemce en büyük muzafferiyet kazanmak varken; şüpheli, dağdağalı, faidesiz bir düşmana (İngilize) taraftarlık göstermekle, muzaaf bir surette zararlı

bir yolu tercih etmek; böyle zeki, belki dâhî insanların nazarında saklı kalmasının hikmeti nedir?" diye benden sual oldu.

Gelen cevab: (Manevi canibten geldi) Bana denildi ki: "Sen yirmi sene evvel manevî suale verdiğin cevab, senin bu sualine aynen cevabtır. Yani eğer gâlib tarafı iltizam edilseydi, yine mimsiz madeniyet namına galibane, mümanaat görmeyicek bir tarzda bu rejimi âlem-i İslâma, mevaki-i mübarekeye teşmil ve tatbik edilecekti. Üç yüz elli milyon İslâmın selameti için bu zahir yanlışı görmediler, kör gibi hareket ettiler (108)"

"... Risale-i Nurun tam mutabık çıkan bir ihbar-ı gaybîsini beyan ediyorum: "Hüsrev ve Hulusî ve Rüşdü ve Re'fet gibi Risale-i Nurun çok şâkirtleri meslek-i askeriye ve bu ikinci harb-i umumiye münasebettar bir surette girmelerini ve ikinci bir harb-i umumi olacağını ve iştirâkimizi altı yedi sene evvel haber vermiş. Çünkü yirmi sekizinci Lema olan ikinci Keramat-i Aleviyenin, ikinci emarede: bahsinde beraber olsa,1940 küsûr oluyor.. Allahü âlem o tarihte bir harb-i umumiye iştirâkimizi, yani eski müttefikle değil, belki taraftarane onun hasmıyla iştirake işaret ediyor diye haber vermiş. İşte şimdi aynı tarihteki Risale-i Nurun erkân-ı muhimmesi iştirâk ediyor...(109)”

İNGİLİZ SİYASETİ VE BİZİMKİLER:

"... Kaidemize muhalif olarak bir iki dakika siyasete bakıp bir iki kelime beyan ediyorum:

Evvela: buradaki bir kısım Risale-i Nur şâkirtleri; âlem-i İslâmda çok müstemlekâtı bulunan bir devlet, bu Anadolu hâricindeki Müslümanlara -yalnız kendi menfaatı için- bir derece dinlerine ilişmiyor veya ilişemiyor diye, o devletin hariç İslâmlara tatbik ettiği siyasete bütün bütün muhalif bir siyaseti takip ettiği, bu memlekette faaliyette bulunan propagandasına kapılıp o cereyana taraftarlıkla, Risale-i Nurun safvet ve halisiyetine zarar verdiğinden o siyasî şâkirtlere dedim:

O devlet, bu memleketteki hükümete müstemlakatındaki Müslü

(107)Üstad Hazretleri Mısır ve Hindi de bizimle ittihada getirmek sözüyle; Hindistan İngiliz hakimiyeti altında bulunduğu müddetçe, Hind Müslümanları hep Osmanlı hilafetiyle alakadar ve taraftar bulundukları gibi,1948'de Pakistan olarak teşekkül edip ayrılan Müslümanlar da Türk Hükûmetiyle hep müttehid ve taraftar çıkmıştır. A.B.

(108) Osmanlıca Kastamonu-1 S: 27

(109) Aynı eser, S:170

1091


manlarısınmamak ve iltihak etmemek için eskiden beri bu vatanda dinsizliği terviç etmiş. Şimdiki ilhad, onun ifsad komitesinin eseridir.Hatta yüzde beş-on dinsizin hatırını saydı. Mesleklerini (rejim) resmen takdir ederek, yüz milyon İslâmın hatırını kırdı.. ve mağlup olduğu halde inad ve menfaatı için sulhu reddetti. Küre-i arzı ateşe verdi. Madem siz bu vatanın evladısınız, burada onun propagandasına kapılmayınız ve siyasete karışmayınız..(110)"

İKİNCİ HARB-İ UMUMİDE EZİLEN MASUM MAZLUMLARA ŞEFKAT HAKKINDA

"... Şefkat-ı insaniye merhamet-i Rabbaniyenin bir cilvesi olduğundan, elbette rahmetin derecesinden aşmamak ve rahmeten-lil âlemin zatın (A.S.M.) mertebe-i şefkatından

taşmamak geretir. Eğer aşsa ve taşsa, o şefkat elbette merhamet ve şefkat değildir. Belki dalâlete ve ilhada sirayet eden bir maraz-ı ruhî ve bir samak-ı kalbîdir.

Mesela, kâfir ve münafıkların cehennemde yanmalarını ve azab ve cihad gibi hadiseleri kendi şefkatine sığdırmamak ve te'vile sapmak; Kur'an'ın ve edyan-ı semaviyenin bir kısm-ı azimini inkâr ve tekzib olduğu gibi, bir zulm-u azim ve gayet derecede bir merhametsizliktir. Çünki ma'sum hayvanları parçalayan canavarlara himayetkârane şefkat etmek, o biçare hayvanlara şedid bir gadr ve vahşî bir vicdansızlıktır.. Ve binler Müslümanların hayat-ı ebediyelerini mahveden ve yüzer ehl-i imanı su-i akibete ve müthiş günahlara sevk eden adamlara şefkatkârene taraftar olmak ve merhametkârane cezadan kurtulmalarına dua etmek, elbette o mazlum ehl-i imana dehşetli bir merhametsizlik ve şedid bir gadrdır...

.. Bir zaman eski Harb-i Umumi'de düşmanların ehl-i İslâma ve bilhassa çoluk-çocuklara ettikleri kattl ve zulümlerinden pek çok müteellim oluyordum. Fıtratımda şefkat ve rikkat ziyade olduğundan tahammülüm hâricinde azab çekerdim. Birden kalbime geldi ki: O maktul ma’sumlar şehid olup Velî oluyorlar. Fâni hayatları bâkî bir hayata tebdil ediliyor.. ve zayi’ olan malları sadaka hükmünde olup bâki bir mal ile mübadele olur.Hatta o mazlumlar kâfir de olsa, ahirette kendilerine göre o dünyevî âfattan çektikleri belâlara mukabil rahmet-i ilahiyyenin hazinesinden öyle mükâfatları var ki; eğer perde-i gayb açılsa, o mazlumlar haklarında büyük bir tezahür-ü rahmet görünüp "Ya Rabbi şükür Elhamdülillah!" diyeceklerini bildim ve kat'î bir surette kanaat getirdim ..Ve ifrat-ı şefkatten gelen şiddetli teessür ve teellümden kurtuldum...(111)"

(110)Osmanlıca Kastamonu-1 S: 450 -Bu parçanın tamamı yukarıda da yazıldığı halde bu makam ile münasebeti ziyade olduğundan bir kısmını tekraren kaydettik.A.B.

(111) Osmanlıca Kastamonu-1 S: 130

1092

"Şiddet-i şefkat ve rikkatten, bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber manevî ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden biçarelere gelen felâketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime dokundu. Birden ihtar edildi ki:



Böyle musibetlerde kâfir de olsa, hakkında bir nevi merhamet ve mukâfat vardır ki; O musibet ona nisbeten çok ucuz düşer. Böyle musibet-i semaviye masumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne geçiyor.

Üç dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiç bir haberim yokken, Avrupa'da ve Rusya'daki çoluk çocuğa acıyarak tahattur ettim. O manevî ihtarın beyan ettiği taksimat, bu elim şefkate bir merhem oldu, şöyle ki:

O musibet-i semaviyeden ve beşerin zâlim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten ve vefat eden ve perişen olanlar; eğer onbeş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehid hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mukâfat-ı maneviyeleri o musibeti hiçe indirir.

Onbeşinden yukarı olanlar, eğer ma'sum ve mazlum ise, mukâfatı büyüktür. Belki onu cehennemden kurtarır. Çünkü, ahir zamanda madem fetret derecesinde din ve Din-i Muhammedîye (A.S.M.) bir lâkaydlık perdesi gelmiş.. Ve madem ahir zamanda Hazret-i İsa'nın din-i hakikisi hükmedecek İslâmiyetle omuz omuza gelecek, elbette şimdi Fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa'ya mensub Hıristiyanların mazlumları çektikleri felâketler, onlar hakkında “şehadet” denilebilir. Hususen ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zayıflar; müstebid büyük zalimlerin cebir ve şiddetleri altında musibet çekiyorlar. Elbette o musibet

onlar hakkında, medeniyetin sefahetinden ve küfranından.. Ve felsefenin cehaletinden ve küfründen gelen günahlara keffaret olmakla beraber, yüz derece onlara kârdır diye hakikattan haber aldım. Cenab-ı Erhamürrahimine hadsiz şükrettim ve o elim elem ve şefkatten teselli buldum.

Eğer o felâketi gören zalimler ise ve beşerin perişaniyetini ihzar eden gaddarlar ve kendi menfaatı için insan âlemine ateş veren hodgam, alçak insî şeytanlar ise; tam müstehak ve tam adalet-i Rabbaniyedir.

Eğer o felâketi çekenler, mazlumların imdadına koşanlar ve istirahat-i beşeriye için ve esasat-ı diniyeyi ve mukaddesat-ı semaviyeyi ve hukuk-u insaniyeyi muhafaza için mücadele edenler ise, elbette o fedakârlığın manevî ve uhrevî neticesi o kadar büyüktür ki; o musibeti onlar hakkında medar-ı şeref yapar, sevdirir ...(112)"

"Aziz Sıddık kardeşlerim! Bu şiddetli kışta ve manevî dehşetli ayrı tarz bir kışta ve nev-i beşerin içtimaî hayatında müthiş kanlı diğer tarz bir kışta

(112) Osmanlıca Kastamonu-1 S: 212

1093


çırpınan biçarelere rikkat-i cinsiye ve şefkat-ı nev'iye cihetinden gayet derece bir hüzün ve elem hissettim. Çok yerlerde beyan ettiğim gibi, yine Erhamür-rahimîn ve ahkem-ül hâkîmin olan onların Halık-ı Kerim ve Rahiminin hikmet ve rahmeti benim kalbimin imdadına yetişti.. Manen denildi ki: Senin bu şiddet-i teessürün, o Hakim ve Rahimin hikmetini bir nevi tenkid hükmüne geçer. Rahmet-i ilâhiyeden ileri şefkat olunmaz. Hikmet-i Rabbaniyeden daha mükemmel hikmet dair-i imkânda olamaz. Âsiler cezalarını, masumlar, mazlumlar zahmetlerinden on derece ziyade mükâfatlarını alacaklarını düşün. Senin dairei iktidarın hâricinde olan hadisata onun merhamet ve hikmet ve adalet ve rububiyyeti noktasında bakmalısın!.. Ben de o lüzumsuz şiddetli elem-i şefkatten kurtuldum!..(113)"

2. CİHAN HARBİNDE TARAFLARIN DURUMU VE AHVAL-İ ÂLEM

Âlemin hadisatından olan İkinci Dünya Savaşı'nın başlangıcında bir tazaf; sefih ve merhametsiz olan medeniyetin mimsiz kısmının zâlim düsturlarına göre hareket ile, kapitalizm ve emperyalizm zulmünün en gadirli ve vahşetli prensiplerini yaşayanlarla; halk sınıfına ve hıristiyanlık dininin esasatına istinad ettiklerini ilân eden diğerleri, müthiş bir şekilde bir-biriyle boğuşurlarken ve bu berikiler ilk başlarda her tarafta galib durumunda oldukları bir sırada; Üstad Hazretleri ahval-i âlem icraatında cereyan eden hadiselerin keyfiyetlerine azıcık bakmış ve ahir zamanda Hazret-i İsa'nın nüzûlü ile ilgili vurûd eden pek çok sahih hadislerin küllî manalarının bu hadiselere bazı işaretlerinin vech-i tatbikini düşünmüş.. Ve o çok çeşitli rivayet şekilleriyle gelen hadislerin bir kısmının zuhûrunun bir köşesinin te'vilini bu hadiselerle ilgili olduğunu hissetmiş ve kaleme almıştır.

Hz.Üstad ahir zaman hadisatı hakkında evvelce yazmış olduğu bazı eserlerinde de bu hakikate çok kere temas etmiş ve ilhamî ma'nalarla o gibi hadislerin hakikatlerinden bir parçacık beyan etmiştir. Bilhassa 1938'de tanzim ve tebyiz ettiği BEŞİNCİ ŞUA' eserinde çok ilmî, hakikatli ve hadisat-ı âlemin ve adetullah'ın seyri ve cereyanı istikametinde te'villi mana ve hakikatlerini izhar etmiştir.

Ancak burada şu noktayı da kaydetmek gerekir ki; Hazret-i İsa'nın (A.S.) nüzûlünü, hadis tefsir eden bazı müçtehid âlimlerin veya büyük hadis âlimi ve râvilerinin içtihadlı

istinbatlarının gösterdikleri manalar ki; "Hazret-i İsa'nın (A.S.) nüzûl hadisesini hep âlem-i İslâmın merkezlerinde ve doğrudan doğruya İslâm alemi içinde cereyan edeceği" şeklindedir. Lâkin Bediüzzaman, bu mevzuda gelen hadislerin mecmuundan istihrac ettiği

(113)Osmanlıca Kastamonu-1 S: 463

1094


bir mana ile; Hazreti İsa'nın nüzulünün en birinci sebep ve hikmetini, Hıristiyanlık dini ile münasebettarlığı cihetinde düşünmüş ve bu hikmetin esası da, çok geniş ve maddeten pek kuvvetli olan Hıristiyanlık dininin İslâmiyete iltihakını ve ona maddeten kuvvet sağlamak olduğunu anlamış ve hep bu istikamete göre mezkûr hadisleri tefsir etmiştir.

Bu noktadandır ki; Hazret-i Üstad bütün hayatında hep Hıristiyanlık âleminden İslamiyete maddî bir imdad, hir kuvvet geleceğini beklemiş ve zaman zaman bu hakikatin bazı parıltılarına ümidle müteveccih olmuştur.

İşte burada da, İkinci Cihan Harbi sıralarında, ahir zaman hadiselerinden haber veren bir hadis-i şerifi şöylece tev'il edip tefsir etmiştir:

"Küçük Hüsrev olan Feyzî'nin ve Emin'in suallerine bir cevab olarak ve haşa hurafe diye tevehhüm edilen bir rivayetin bir mu'cize-i gaybiyesidir:"

"Ahir zamanda Hazret-i İsa (A.S.) nûzulüne ve Deccalı öldürmesine ait ehadis-i sahihanın ma'nay-ı hakikileri anlaşılmadığından; bir kısım zâhiri ulemalar, o rivayet ve hadislerin zahirine bakıp şüpheye düşmüşler veya sıhhatini inkâr edip veya hurefevâri mana verip, adeta muhal bir sureti bekler bir tarzda avam-ı müslimine zarar verirler. Mülhidler ise, bu gibi zahirce akıldan çok uzak hadisleri serrişte ederek hakaik-i İslâmiyeye tezyifkârane bakıp taarruz ediyorlar.

Risale-i Nur bu gibi ehadis-i müteşabihenin hakiki te'villerini Kur'an'ın feyziyle göstermişŞimdilik nümüne olarak bir tek misal beyan ederiz şöyle ki:

"Hazret-i İsa (A.S.) Deccal ile mücadelesi zamanında, "Hazret-i İsa onu öldüreceği vakitte, on arşın yukarıya atlayıp; sonra kılıncı onun dizine yetiştirebilir" derecede, vücudca Deccalın heykeli, Hazret-i İsa'dan büyüktür diye mealinde rivayet var.

Demek Deccal, Hazret-i İsa Aleyhisselâm'dan on, yirmi misli yüksek kametli olmak lâzım gelir.

Bu rivayetin zahiri ifadesi, sırr-ı teklife ve sırr-ı imtihana münafi olduğu gibi, nev-i beşerde carî olan âdetullah'a da muvafık düşmüyor. Halbuki bu rivayeti, bu hadisi haşa muhal ve hurafe zanneden zındıkları iskât... ve o zahiri aynı hakikat i'tikad eden ve o hadisin bir kısım hakikatlerini gözleri gördükleri halde, daha intizar eden zâhiri hocaları dahi ikaz etmek için bu zamanda da ayni hakikat ve tâm muvafık ve mahz-ı hak müteaddit manalarından bir manası çıkmıştır, şöyle ki:

İsevilik dini ve o dinden gelen adat-ı müstemirresini muhafaza hesa

1095

bına çalışan bir hükümet(1) ile; resmi ilanıyla zulmetli pis menfaatı için dinsizliğe ve bolşevizme yardım edip tervic eden diğer bir hükümet(2) ki, yine hasis menfaatı için İslâmlarda ve(3) Asya'da dinsizliğin intişarına taraftar olan fitnekâr ve cebbar hükümetlerle



muharebe eden evvelki hükümetin şahs-ı manevisî temessül etse.. Ve dinsizlik cereyanının bütün taraftarları da bir şahs-ı manevîsi temessül eylese; üç cihette bu müteaddit manaları bulunan hadisin bu zaman aynen bir manasını gösteriyor.

Eğer o galib hükûmet, netice-i harbi kazansa, bu işarî mâna dahi bir manay-ı sarih derecesine çıkar. Eğer tâm kazanmasa da yine muvafık bir mana- yı işerîdir.

Birinci cihet: Din-i İsevînin hakikatini esas tutan İsevî ruhanîlerinin cemaatı ve onlara karşı dinsizliği tervice başlıyan cemaat tecessüm etseler; bir minare yüksekliğinde bir insanın yanında bir çocuk kadar da olamaz.

İkinci cihet: Resmî ilâniyle Allah'a istinad edip "Dinsizliği kaldıracağım, İslâmiyeti ve İslâmları himaye edeceğim" diyen bir hükümet, yüz milyon küsûr iken; dörtyüz milyona yakın nüfusa hükmeden bir diğer devlete.. Ve dörtyüz milyon nüfusa yakın ve onun müttefiki olan Çin'e ve Amerika'ya.. Ve onlar ise, zahîr ve müttefik oldukları olan bolşeviklere gâlibane öldürücü darbe vuran hükûmetteki muharib cemaatın şahs-ı manevisiyle, mücadele ettiği dinsizlerin ve taraftarların şahs-ı manevileri tecessüm etse; yine minare boyuda bir insana nisbeten küçük bin insanın nisbeti gbi olur.

Bir rivayette “Deccal dünyayı zabteder” manası ekseriyet-i mutlaka ona taraftar olur demektir. Ve şimdide öyle oldu.

Üçüncü cihet : Küre-i arzın dört kıt'aları içinde (114) en küçüğü olan Avrupa'nın ve bu kıt'anın dörtte biri olmayan bir hükûmetin memleketi; ekser Asya, Afrika, Amerika, Avusturalya'ya karşı galibane harp ederek; Hazret-i İsa'nın vekâletini dava eden bir devlet ile beraber;(*) dine istinad edip, çok müstebidane olan dinsizlik cereyanlarına karşı semavî paraşütlerle muhabere ve mücadele eden o hükûmet ile, ötekilerin şahs-ı manevileri insan suretine girse; ceridelerin eskiden beri yaptıkları gibi, devletlerin kuvvetlerini ve hükûmetlerin derecelerini göstermek nev'inden, o manevî şahıslar dahi ruy-i zemin ceridesinde bu asır sahifesinde insan suretinde tersim ve tasvirleri gibi temessül etseler; aynen ve tam tamına hadis-i şerifin mucizane ihbar-ı gaybîsi nev'inden beyan ettiği hadise-i ahir zamanın müteaddid manalarından tam bir manası çıkıyor. Hatta “şahs-i İsa'nın semavattan nüzulü” işaretiyle, bir mana-yı işarisi olarak; Hazret-i İsa'yı (A.S.) temsil ederek

(1) Bu hükümet İtalya ve Almanyadır. A.B.

(2) Bu ise Rusyadır. A.B.

(3) Bu da İnğiliz hükümetidir. A.B.

(114) Avusturalya dikkate alınmamış-Müellif

(*) 2.Cihan harbinde Almanlar’ın İtalyanlar ile ittifakı demektir. A.B.

1096


ve namına hareket eden bir taife dahi, şimdiye kadar işitilmemiş ve görülmemiş bir tarzda tayyarelerle, paraşütlerle semadan bir bela-i semavî gibi nüzûl ettiriyor, düşmanların arkasına indiriyor. Hazret-i İsa'nın nüzûlünün maddeten bir misalini gösteriyor.

Evet, hadis-i şerifin ifadesiyle Hazret-i İsa'nın semavi nûzulü kat'i olmakla beraber, mana-yı işarisiyle başka hakikatleri ifade ettiği gibi, bu hakikate de mu'cizane işaret ediyor... (115) ”

“... Ahmedin rü'yası çok mübarek ve güzeldir. Hazret-i İsa'nın kuvvetli sadasını işitmek, İsevîlerden kuvvetli bir imdat hizb-i Kur'an'a iltihak etmeye işaret olabilir...(116)”

“...İşarat-ı Kur'aniyenin bu zamanımıza temas eden küçük bir şua'ı bugün sure-i Vel-Asr'i nükte-i i’caziyesi münasebetiyle; Sure-i fîl'den ma’nay-ı işarî tabakasından tevafuk düsturuna istinaden bir nüktesini beyan etmem ihtar edildi, şöyle ki:

Sure-i ... meşhur ve tarihî bir hadise-i cüz'iyeyi beyan ile, küllî ve her asırda efradı bulunan o gibi ve ona benzeyen hadiseleri ihtar ve tabakat-ı işariyeden her tabakaya göre bir manayı ifade etmek, uzun asırlarda umum nev'i beşerle konuşan Kur'an-ı mu'ciz-ül beyanın belagatının muktezası olmasından, bu kudsî sure, bu asrımıza da bakıyor, ders veriyor. Fenaları tokatlıyor. Manay-i işarî tabakasında bu asrın en büyük hadisesini haber vermekle beraber; dünyayı her cihetle dine tercih etmek ve dalâlette gitmenin cezası olarak; cifir ve ebced ile üç cümlesi aynı hadisenin zamanına tetabuk edip işaret ediyor.

Birinci cümlesi: Kâ'be-i Muazzama'ya hücum eden Ebrehe askerlerinin başlarına Ebabil tayyareleriyle semavî bombalar yağdırmasını ifade eden

Cümle-i kudsiyesi 1359 edip, dünyayı dine tercih eden ve nevi beşeri yoldan çıkaran medeniyetçilerin başlarına semavî bombalar ve taşları yağdırmasına tevafukla işaret ediyor.

İkinci Cümlesi: ... kelime-i kudsiyesi, eski zaman hadisesindeki Kâ'be'nin nurunu söndürmek için, hilelerle hücum edenlerin kendileri yokluk zulümat dalâletinde aksülamel ile aleyhlerine dönmesiyle tokat yedikleri gibi; bu asrın aynen hilelerle, desiselerle, zulümlerle edyan-ı semaviye kabesini, kıblegâhını dalâlet hesabına tahribe çalışan cebbar, mağrur ehl-i dalâletin tadlil ve idlallarına semavî bombalar tokadıyla cezalanmasına aynı tarihi kelime-i kudsiyesi 1360 makam-ı cifrisiyle tevafuk edip işaret ediyor.

(115) Osmanlıca Kastamonu-1 S:146-149

(116) Aynı eser S:251

1097

Üçüncüsü cümle-i kudsiyesi Resul-i Ekrem Aleyhisselatü Vesselâm'a hitaben: "senin mübarek vatanın ve kıblegâhın olan Mekke-i Mükerreme'yi ve Ka'be-i Muazzama'yı harîkulade bir surette düşmanlarından kurtarmasını ve o düşmanları nasıl bir tokat yediklerini görmüyor musun?" diye mana-yı sarihiyle ifade ettiği gibi; bu asra dahi işaret eden o cümle-i kudsiye mana-yı işarisiyle der ki: "Senin dinin ve islâmiyetin ve Kur'an'ın ve ehl-i hak ve hakikatin cebbar düşmanları olan dünyaperest ve dünyanın menfaati için mukaddesatı çiğneyen o ashab-ı dünyaya, senin Rabbin nasıl tokatlarla cezalarını verdiğini görmüyor musun? Gör, bak!..” diye manay-ı işarisiyle bu cümle aynen makam-ı cifrisiyle tam 1359 tarihiyle aynen sfat-ı semaviye nev'inden semavî tokatlarla islâmiyete ihanet cezası olarak... diye manay-ı işarî ifade ediyor. Yalnız yerinde gelir. Fil kalkar, dünya gelir.



Bu fil lafzı kalkmasının sırrı; eski zamanda dehşetli fil-i Mahmudî azametine, heybetine dayanmış hücum etmişler. Şimdi ise, dünya servetine ve malına ve o servetle filolar teşkil edip; hatta kırk milyon bir millet, o fil gibi filolarla dörtyüz milyonu esaret altına almış.. Ve Avrupa medeniyetçileri medeniyetin mehasiniyle, iyilikleriyle, menfaatleriyle değil; Belki medeniyetin seyyiatı ile ve sefahetiyle ve dinsizliğiyle üçyüz elli milyon Müslümünların her tarafta hâkimiyetlerini imha edip istibdadına serfürû etmiş ve musibet-i semaviyeye sebebiyet vermiş.. Ve dünyaperest gaddar zalimler zulümlerine ceza olarak tokatlar gelmeye ve

masumlar ve mazlumlara fanî mallarını ve hayatlarını ahiretlerine çevirmek ve kıymettar eylemek ve dünyadaki günahlarına keffaratüz-zünub etmeye kader-i İlahi'ye fetva verdiler.


Yüklə 2,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   72




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin