Bu hadiseye de bir bahane olarak: KürtAtıf(149) nâmında bir şâkirdin varmış, rejim aleyhinde Beşinci Şua'ı neşrediyor" diye adliyeye şifre
(148) Fakat diğer kuvvetli bir ihtimal ile, ilk baskın 18/9/1943'de olduğu.. Ve o günü Hazret-i Üstadı muvakkaten serbest bıraktıkları iki üç gün içinde, bu iki son mektubu yazmış ve Isparta'ya gönderebilmiş olabilir. A.B.
(149) Hazret-i Üstad Bediüzzaman'a hayatı boyunca, bu ayrıcalık ve bölücülüğün provasını ifade eden manayı hep takmak istediler. Bu yüzden bazen Türk asıllı olan talebelerine de böyle Kürtlük isnad ettiler. Amma başaramadılar... Hakiki Müslüman Türk olan talebeleri daha çok Bediüzzaman olan Üstadlarına bağlandılar, canlannı o yolda feda ettiler. A.B.
1117
gelmiş. Ben de dedim: "Atıf Kürt değil, fakat talebemdir. O da benim gibi dünya ile alâkasızdır. Beşinci Şua'ı ben ona göndermedim. Zaten benim yanımda da yoktur, O Şua'ın aslı yirmibeş sene evvel Eski Said'den âlamât-ı Kıyametten sorulmuş, o da cevap vermiş."
Anlaşılıyor ki kardeşimiz Atıf, Hocaları ve ehl-i tarikatı gücendirmiş. Onlar da Hükümeti vasıta edip bu surete girmiş. Sonra onlara müdafaatı ve onaltıncı mektubu, Ramazan risalesini verip bu Ramazan-ı Şerifte oruçlarını tutmalarını teklif edip onlar da mahcubiyetle döndüler(150)"(*)
Bu mektup, Denizli hadisesinin başlangıcı olan 18/9/1943 baskınından sonra, 20/9/1943 baskınıyla Üstad'ı tevkif ettikleri tarihleri arasında yazılıp Isparta'ya gönderildiği kat'i’dir. Amma bu mektubun aynı muhtevasında olan ve besmele ile duasıyla başlanan mektubun Kastamonu'da Üstad'ın tevkifinden sonra yazıldığı anlaşılıyor. Ayrıca ayetinden müjdeli teminat istihrac eden mektup da, Kastamonu hapishânesi veya nezarethanesinde yazıldığı da kesin gibidir. Bundan dolayı bu ahirki mektup, hem Denizli mektupları içinde dercedilmiş, hem de Kastamonu Lahikası'nda yazılmıştır.
ÇAYCI EMİN VE MEHMED FEYZİ EFENDİNİN ŞAHİDLİKLERİ
Hazret-i Üstad'ın -Kastamonu'da iken- müteaddit defalar zehirlendirilmesine şâhid olan merhum Çaycı Emin ve Mehmed Feyzi Efendinin hatıralarından mevzua dair kısım şöyledir:
ÇAYCI EMİN'İN HATIRASINDAN
"... Üstadı sık sık zehirlerlerdi... Bir defasında ben ile Muhammed Feyzi yanında kalmıştık. Ateşler içinde yanıyordu. Sonra biraz yatağa uzandı, bayılmış kalmıştı. Biz de biraz yattık. Bir ara uyandığımda bir dua, münacât ve niyaz sesleri geliyordu. Hazin sada odayı kaplamıştı. Ben Allah Allah dedim, Üstad çok şiddetli hasta idi. Bu okuyan kim acaba?
Feyzî kardeşime seslendim, "Acaba bu okuyan kimdir?" Feyzi Efendi: "Sus kat'iyyen sesini çıkarma!" dedi. Ben kalktım, Üstad'ın yanına vardım.
(150) Ziyadat-ı Kastamoniye S: 69
(*) "İnşaallah bu acib heyecan veren bu iki elim hadise ve devam eden sevablı hastalık cihetiyle, kemal-i ihlasla Ramazan-ı Şerifı istikbal etmek, ondan büyük bir ferah-ı maneviye mazhar olmaya işarettir. Hem o taharri me'murlarını en ziyade mağlub eden ve düşmanlıklarını dostluğa çeviren; yanıma gelen casusa söylediğim ve size de evvelce gönderdiğimiz ve Hüsrev'in de çok takdir ettiği parçadır.
Said-i NURSİ”
1118
Aynen yattığı gibi baygın vaziyette uyuyordu. Sonra o ses kesildi. Sabaha bir saat kala, Üstad yine her zamanki gibi kalktı, giyindi. Abdest aldı, seccadenin başına geçti... Dua, ibadet, Cevşen ve Kur'an'la başbaşa...
Sonra bize dedi: "Ben Cenab-ı Hakk'a şükrediyorum ki; evradımı tamamlıyamamıştım, birisi benim evradımı tamamladı"
Ben ve Mehmed Feyzi kardeşim hayretler içinde kalmıştık. Üstad'dan gördüğüm bu hal, imanım gibi gerçektir, bir kelime hilâf yoktur.
Üstad, sabahleyin" Allah'a şükür hastalığım geçti, beni zehirlediler, bir meyve vermişlerdi bana... Onunla beni zehirlediler" dedi. Üstad'ın bu rahatsızlığı on-on beşgün kadar devam etti.
Üstad, sık sık kırlara teneffüs kastiyle çıkardı. Hancı Mehmed isminde bir zat, her zaman kendisine bir at verirdi. Çoğu zaman Üstad kırlara atla giderdi.
Yine bir gün atla gidiyor, Mehmed Feyzi kardeşimize de haber gönderiyor, gelip bana yetişsin diye... Dağda birisi yiyecek bir şey, parası mukabilinde vermiş. Üstad onu yiyince orada hastalanarak yarı baygın düşmüş. At da oradan ayrılıp kendi başına dönmüş, şehre gelmiş.
Tam o sırada Mehmed Feyzi kardeşimizin kapısı vurulur. "Efendi hazretleri seni çağırıyor!" diye sesleniliyor. Feyzî kardeşimiz kapıya çıkıyor, hiç kimse yok. Bu hal üç tefa tekerrür ediyor. Üçüncü defasında da kapıda kimseyi göremeyince, bunda bir iş var, diyerek kalkıyor ve atın kaldığı hana gidiyor. Bakıyor ki: at içerde, Fakat Üstad yok...
Mehmed Feyzi hemen doğruca dağa gidiyor, Üstad'ı yolda yarı baygın vaziyette buluyor. Üstad bir ara gözünü açıyor ve "Feyzî kardeşim, beni zehirlediler. Bir tanıdığım adamdı, beni o zehirledi." şeklinde ancak bir ifade-i meram edebiliyor.
Mehmed Feyzi Üstad'ı alıp tekrar atla eve getiriyor. Üstad böylece günlerce hasta yattı.” Cevşen'in feyziyle Allah'a şükür zehirler te'sir etmedi, amma kulağımda âğırlık yapıyor" diyordü(151)"
MEHMED FEYZÎ EFENDİNİN HATIRALARINDAN
"... Bir gûn dışardan bir kadın: “Hoca efendi seni çağırıyor" diye seslendi. Uykudan kalkarak kapıya baktım, kimsecikler yoktu. Hemen kalkıp Üstad'ın evine gittim. Evde de kimse yoktu. Arkadaşlarla dağa gitti dediler. Ben dağa gittim. Üstad beni görünce: "Nereden çıktın sen!" dedi. Ben de "Siz çağırmışsınız efendim" dedim. "Hayır ben çağırmadım" dedi. Dağda hastalanmıştı. At'a bindirerek eve getirdim (152)”
(151)Son Şahitler-1 S: 108
(152) Son Şahitler-2 S: 161
1119
HÜKÛMETİN TEŞVİKİYLE ÜSTADA YAPILAN EZİYETLER
Bu mevzu'da bir çok örnekler, misaller vermek mümkindir. En birinicisi ve bârizi: Üstad Hazretleri ilk Kastamonu'ya getirildiği günlerde, üç ay kadar polis karakolunda bulundurulup, çok sıkıca ve merhametsiz bir şekilde nezaret altında tutulmasıdır. Daha sonraları yedi sene üç ay karakolun hemen yanında ve tam karşısında, köhne bir evde göz hapsinde bulundurulmasıdır. Bu da yetmemişcesine en fasık ve münafık ve kalbsiz adamları vasıtasıyla sık sık kontrola ve murakabeye tabi’ tutturulup ta'ciz ettirilmesidir. Ayrıca dışardan ziyaret için gelen din kardeşleri ve eski talebe ve dostları karakollara çağrılıp ifadeye çekilmeleri, hatta dayaklar atılmasıdır.
Bu zulümlerin bir örneği olarak: "Üstad'ın eski talebelerinden Van'lı Molla Hamid, sırf ahiret faydası için, Van'dan kalkıp Kastamonu'ya kadar
1120
gelmiş.. Fakat emniyetçe farkına varılmış.. Bu mübarek, sâf, hâkiki mü'min insan, Üstad'ıyla görüştürülmediği gibi, karakolda falakaya yatırılmış ve dayak attırılmıştır. Bu hadiseyi Merhum Molla Hamid çok zaman bize anlattığı gibi, başkalarına da anlatmıştır.
Şimdi bu mevzudaki ehl-i dünyanın Üstada karşı uyguladıkları ta'ciz ve eziyet örneklerini okumak üzere, Üstad'ın Kastamonu'dan Isparta'ya gönderdiği mektuplarından bir kaç misal kaydedelim:
"Aziz Kardeşlerim! Bil-mukabele bayramınızı tebrik ederim. Sıhhatimi soruyorsunuz... Buranın şiddetli kışı ve odanın çok soğuğu ve üç hazin gurbetin te'siri ve üç asabî hastalığın sıkıntısı ve bütün bütün yalnızlık ile kabil-i tahammül olamıyacak çok zahmetlere ma'ruz olduğum halde, Halık'ıma hadsiz şükür ederim ki; her derdin en kudsî dermanı olan imanı ve iman-ı bil- kaderden kazaya rıza ilâcını imdadıma gönderdi. Tâm sabır içinde şükrettirdi.
Said-i Nursi(153)"
"Sabri Kardeş! Beni saran ve bağlıyan ağır kayıtlara ehemmiyet vermiyorsun. Halbuki buradaki evhamlı ehl-i dünya benim ile pek fazla meşgul ve alâkadardırlar. Hatta, hatta, hatta.... Her ne ise...(154)"
"... Üstadımız dedi: Bu mektupları oradan kaldıracağız. Biz onlara baktık, gerçi siyasetle alâkaları yoktur. Fakat vehham casusları, aleyhimize habbeyi kubbe yapmaya ehemmiyetli bir vesile olurdu. Biz hem onları hem de daha bahaneye medar olabilen başka şeyleri kaldırdık. O heyecanımızdan casuslar haber alıp anladılar ki hazırlandık... daha hücüm etmeden, yalnız ikinci gün Emin, elinde bir torba ile menzile girdi. Tam arkasından, karakol komiseri gizli hissettirmeden girdi. Emin'in elinde kitap yerine yoğurdu gördü, tavrını değiştirdi...(155)"
"... Bu defa kahraman Tahirîyi umumunuz namına gördüm.. ve onda bir Lütfü,bir Hafız Ali,bir Hüsrev ve bir Said, fakat genç Said müşahedeettim. Cenab-ı Hakka çok şükür ettim. Bu defa onun kokusunu alıp, o daha gelmeden benim yanıma gelen komiser ve taharri adamları münasebetleriyle benden talebeler tarafından sual edilen bir mes'ele belki de size de faydası var diye gönderildi...... (156)"
"... Aziz sıddık kardeşlerim! sizin fevkalâde sebat ve ihlâsınızın galebesi ve o musibeti def'inden sonra, ehl-i dünya cepheyi değiştirdi. Zendekanın desiseleriyle bu havalideki bizlere karşı perde altında maddi
(153)Osmanlıca Kastamonu-2 S: 21
(154)Aynı eser, S: 22
(155)Osmanlıca Kastamonu-2 S:87
(156)Aynı eser S: 272
1121
manevi tahşidatı başlamış. Gayet dikkatle ve şeytancasına şâkirtlerin hakiki kuvvetleri olan tesanüdü bozmaya çalışıyorlar. Sizlere risaleleri iade ettikleri halde, kurnazcasına dolaplar çevriliyor. Biz sizin bir şu'beniz hükmünde oldğumuz halde, bizi asıl ve merkez telâkki ettiklerinden daha ziyade desiseleri bize karşı isti'mal ediyorlar..(157)"
TOKATLAR HADİSESİ
Üstteki mevzu' ile dolaylı şekilde alâkadar bulunan tokatlar hadisesinin şekilleri çoktur. Bunlardan bir kısmı; Üstad Hazretlerinin şahsına zendeka hesabına eziyetlerde bulunan kimselerin feci' akibetleriyle, nefsinin hiylesine kapılıp da hizmet-i Nuriyede fütûr getirenlerin yedikleri şefkat tokatlarını beraber saysak, bir çok hadiseler ve vakıalar tesbit edebiliriz. Rivayet yollu ulaşan vakıalardan sarf-ı nazar edip; Üstad'ın Kastamonu hayatında talebe ve hizmetkârları onun nazareti altında kaydettikleri hadiselerin bir kaç örneğini vermekle iktifa edeceğiz. Üstad’ın Barla'daki hayatında da bu neviden çok vakıalar görülmüş ve kısmen mektubat ve lemalar mecmualarında kaydedilmiştir. Burada sedece Kastamonu hayatıyla ilgili hadiseler kısmından bir kaç örnek vereceğiz:
ZECR TOKATLARININ NÜMUNELERİ
"... Risale-i Nur ve şakirtleri aleyhinde çalışanlara şiddetli tokatlar geldiğini görüyoruz. Ezcümle Risale-i Nurun erkânından birisi kat'î bir surette haher veriyor ki: Üç dört adam, dünya servetinin hatırı için toplanıp münafikane, Risale-i Nur şakirtleri aleyhinde tedbir kurdukları hengâmda, üç gün sonra, o üç dört adamın haneleri ve birinin dükkanı yanıp, her biri binler lira zayiatlarla tokat yediler.
Hem bir dessas adam, Risale-i Nur şâkirteri aleyhinde çalışıyordu ki, onları hapse attırsın. Bir gün serbest olarak: "Ben bir ip ucu bulamadım ki, bunları hapse soksam... Eğer bir ip ucu bulsam, onları hapse sokacağım!" diye ilân ettiği vakitten iki gün sonra, bir iş yapıp Risale-i Nur şâkirtleri yerinde o adam iki sene hapse girdi.
Hem bedbaht bir muannid adam, Risale-i Nur aleyhinde hem şâkirtlerinin bir rüknü aleyhinde mütecavizâne hareketlerde bulunduğu hengâmda, bir iki gün sonra, meyhaneye gitmiş, içe içe çatlamış, orada ölmüş...
Bu neviden çok hadiseler var. Demek Risale-i Nur dostlara tiryak oldu
(157)Osmanlıca Kastamonu-2 S: 285
1122
ğu gibi, düşmanlara da saika oluyor.
Risale-i Nur Şâkirtlerinden Emin, Feyzi(158)"
".. Hem mezkûr hadisat zamanında vuku' bulması münasebetiyle Risale-i Nurun kerametkârane iki tokadını aynı anda vazifece iki mütecaviz ve muacciz iki adamın tecavüz ve ta'cizi anında, (*) birinin kafasına, diğerinin çiğerine vurması,(159)" Bizde hiç şüphe bırakmadıki; Hizmet-i Kur'aniyedeki inayet-i Rabbaniyenin bir hıfız ve himayet sillesidir. Artık yeter, durunuz, tokada müstehak oldunuz diye söylemesidir...(160)"
ÇAYCI EMİN'İN HATIRASINDA GEÇEN BİR ZECR TOKADI (161)
"... Nuri isminde bir komiser vardı. Zaman zaman Üstad'a eziyet ediyordu. Üç günde bir gelip odasını arıyor tarıyordu. Bir gün bu komiser çok şiddetli hasta olmuş, kafası kulağı ağrımış... Ne yaptılarsa, o ağrı ve ızdırap dinmemiş. Sonra komiserin kayın pederi "Sen Bediüzzaman'a eziyet ediyordun, bu sebepten bu hastalık başına geldi" diyor. Adam gelip Üstad'dan özür diledi, İyileşmesi için dua etmesini rica etti.
Sonra, komiser beni çağırarak dedi ki: "Bundan sonra Bediüzzaman'ın hizmetini sen göreceksin. Kimse sana karışmayacak. Sen istediğin zaman gelip yanına çıkabilirsin" dedi.
Ben artık rahatlıkla Üstad'ın yanına gidip geliyordum. Başka kimseyi yanaştırmıyorlardı. Havalar iyi olduğu günlerde Üstad'la beraber dağlara giderdik. Akşamları da kitapları tashih ederdi. Her gün ikindiden sonra kapısını içerden kilitlerdi. Kastamonu'nun kışı şiddetli geçerdi. Bazı günler odasındaki yer tahtalarının arasına kırağı yağmış gibi olurdu. Küçük bir sobası vardı. Odayı pek iyi ısıtmazdı. Bekçi ile bir mangal ve bir tahta kürsüsü aldırmış, yorganını kürsünün üzerine atarak, içindeki mangalla bu şekilde ısınabiliyordu.
(158)Osmanlıca Kastamonu-2 S: 418
(*) Hüsnü Bayramoğlu Ağabeyin Kastamonulu Mehmet Feyzi Efendiden naklen anlattığı bir hatıra:
26.02.1995 günü Ş.Urfada Hüsnü Ağabey şöyle anlattı: “ Mehmed Feyzi Efendi demişlerdi ki: Üstadımız Kastamonuya geldiği ilk günlerinde polis karakolunda kalıyordu. Karakolun üst katındaki odasında, evrad ve ezkârını seslice, hazinane okuyormuş. Bir komiser, Üstadın seslice evrad okumasına öfkelenmiş” Üstada :“Dualarınızı böyle seslice okumayın” demiş. Üstadda ona: “Evladım, sen kendi işine bak, bana karışma!” demiş.
Bu komiser başka birgün yine Üstadın yanına çıkmış, kabaca ve hakaretvari bir tavırla, müdahale etmiş. Sonra bu komiser tokat yiyerek karnı sancılanmaya başlamış. Neetmişlerse, çare bulunamamış. Akrabaları Üstada recaya gelmişler. “Onu affet!” diye yalvarmışlar. Hz. Üstad: “Ben affedersemde, Kur'an affetmez” demiş.. ve nihayet, o komiser müstahakını bulmuş, ölmüş gitmiş.”
(159) Biri taharri komiseri, diğeri birinci komiser idi. Birisi öldü, ötekisi de dehalet etti kurtuldu.
(160)Osmanlıca Kastamonu-2 S: 105
(161)Bu hadise Üstad'ın vefatından sonra kaydedilmişse de, Üstad'ın çok sadık ve mert bir hizmetkârı olan Merhum Çaycı Emin tarafından rivayet edildigi için mutlaka doğrudur. A.B.
1123
Bir müddet sonra, aynı komiser, tekrar Üstad'ı rahatsız etmeye başladı. Bir gün Üstad'ın odasını ararken, adam elini yorganın altına, kürsünün içine sokmuş.. Adamın eli, ateş dolu mangalını içine girmiş. Eli yanan komiser mahcub olmuş. Üstad kendisine demiş ki:
"Senin ismin Hafız Nuri'dir. Risale-i Nurun ismi de Nurdur. Bu sana tokattır. Dikkat et, bir daha bana ilişme!"
Bu komiserin başına çok musibetler ve hastalıklar geldi. Kendisini alıp Ankara ya götürüyorlardı. Fakat doktorlar bir türlü teşhis koyamıyorlardı. Orada biraz iyileşiyor, Kastamonu'ya dönünce, hastalık yine aynı şiddette başlıyordu. Ankara'ya kaç defa gitti geldi... Nihayet bu komiserin annesi ve ailesi Üstad'a gelip yalvardılar, özür dilediler. Affetmesini rica ettiler. Üstad onlara: "Ben ona birşey yapmadım. O Kur'an'ın tokadını yedi" dedi.. Ve onuncu Sözü onlara verdi. Komiser Hafız Nuri'nin onu okumasını söyledi. Fakat herhalde iş işten geçmişti. Bir kaç gün sonra, komiser Hafız Nuri müthiş ızdıraplar ve can çekişmeleri içinde öldü, gitti...(162)"
Çaycı Emin'in hatıralarını te'yideden başka bir hadise: (Motkili Nadir Baysal anlatıyor)
“... Valînin Siyasî Komiseri Avni Bey kahveye geldi, (Çaycı Eminin Çayhanesine) oturdu, Çaycı Emin Ağabeye dediki: “Bu gece başıma bir hal geldi. Ben hocanın kitaplarını,
yahut herhangi bir halini suç-üstü yakalama planını yatağımda düşünüyordum. tam o anda birden karnımın şiştiğini hissettim, nerede ise patlayacaktım. O esnada hareket ve düşüncemin yanlış olduğunu anlıyarak fikren dönüş yaptım. Derhal karnımın şişkinliği indi.
Evet, bu sözleri ben bizzat Valinin siyasi polisi Çaycı Emin beye anlatırken dinlemiştim.”
(Son Şahitler-4, Sh.285)
VE ŞEFKAT TOKADLARINDAN BİRKAÇ NÜMUNE
"... Risalet-ün Nur şâkirtlerinin hüsn-ü hizmetinde âcil mükafât gördükleri gibi, hizmetinde kusur edenlerin dahi tokat yediklerini; Isparta'da olduğu gibi, burada dahi gözümüzle gördük. Pek çok vukuattan yalnız beş altısını beyan ediyoruz:
BİRİNCİSİ: Ben Tahsin(163) bir gün,yeni açtığımız dükkanın meşgalesiyle bana emir olunan vazifeyi tembellik edip yapmadım. Aynı vakitte şefkatli
(162)Son Şahitler-1 S: 105
(163)Bu zat Tillolu Tâhsin Aydın Efendidir. Urfa'da vefat etti. A.B.
1124
bir tokad yedim. Dükkanda otururken, birisi geldi. Tebdil olmak için emanet olmak üzere, yüz lira verdi. Bu paranın sahibine Allah için bir hizmet etmek üzere, tebdil için maliye sandığına gittim. Bu parayı sayarken aralarında bir kalp lira bulundu. Bu yüzden ifadeye, sual ve cevab ve muahezeye ma'ruz kaldığım gibi, evimizi de taharri etmek icab etti. Beni mahkemeye verdiler. Fakat terbiye ve şefkat tokadı olmak cihetiyle, yine Risalet-ün Nur kerametini gösterdi. Zararsız kurtuldum.
İKİNCİSİ: Üstadımıza ve Risale-i Nura dört beş sene hizmet eden ve nurları okutturan ve cidden taraftar bulunan bir zat, birden bir gün elinde dine ait bir gazeteyle geldi. Risalet-ün Nur'un mesleğine muhalif bir cereyanın sâhiblerine taraftarane bir tavır gösterdiği zaman, Üstad'ımın canı çok sıkıldı. Bir iki gün sonra, şiddetli fakat şefkatli bir tokat yedi. Bir doktor ona dedi ki: "Eğer ameliyat yaptırmazsan, yüzde yüz ölüm var" O da bilmecburiye ameliyat yaptırdı. Fakat şefkat ciheti imdada yetişerek çabuk kurtuldu.
ÜÇÜNCÜSÜ: Bir me'mur Risalet-ün Nuru kemal-i iştiyakla okurdu. Üstad ile görüşmeye ve tam dersini almaya çok çalışıyordu. Birden bir komiser tarafından ona evham verildi. O da görüşmeyi ve okumayı bırakıp başka bir şehre giderken, sebebsiz bir tarzda bir ayağı kırıldı. Bir ay çekti. Yine şefkat yâr oldu ki, şimdi tekrar okumaya şevk ile başladı.
DÖRDÜNCÜSÜ: Ehemmiyetli bir zat, Risalet-ün Nuru kemal-i takdir ile hem okur, hem yazardı. Birden sebatsızlık gösterdi.Şefkatsız bir tokad yedi. Gayet meftun olduğu refikası vefat ile, iki oğlu da başka yere gitmesiyle acınacak bir hale girdi.
1125
BEŞİNCİSİ: Dört senedir Üstad'ın çarşı işinde hizmet eden bir zat, birden sadakatı bırakıp mesleğini değiştirdi. Birden şefkatsiz bir tokad yedi.. ve bir senedir daha çekiyor.
ALTINCISI: Bir hocaya ait hadisedir. Belki helâl etmez, biz de onu ğörmüyoruz. Tokadı şimdilik kaldı, Bu vukuat nev'inden hem çok var, hem Risâlet-ün Nura karşı kusura binaen kat`iyyen tokat olduğuna şüphemiz kalmadı.
Risale-i Nur Şâkirtlerinden
Hilmi, Emin, Tahsin
Evet ben de tasdik ederim
Said-i Nursi (164)
Mehmet Feyzi Efendinin kendi ifadesiyle, yediği şefkat tokadı:
"Üstadım bana, kardeşim Hüsrev Efendi tarzında Mucizat-ı Ahmediye risalesini yazdırıyordu. Ben (yani Feyzi) bir parça tenbellik ettim. Birden yirmisekizlilerle(165) askere istenildim. Üstadım dedi: "Git, Mu'cizat-ı Ahmediyeyi yaz! Seni şimdi vermiyeceğim."
Yazmaya başladım, bir hafta geri kaldı. Tekrar bir arıza ile yazı noksan kaldı, tekrar askere çağrıldım. Yine Üstad dedi: "Git yaz!" Ciddi çalışmaya başladım. Fevkalme'mû1 emir geri kaldı. Bir hafta sonra tekrar bir ma'zerete binaen yazıyı bıraktım.
Üstadım dedi ki: "Senin şimdi vazifen Risale-i Nur noktasında askerliktir." birden emir geldi, bir şefkat tokadı yiyip vazifeye gönderildim. Cenab-ı Hakk'a şükür Risale-i Nur’a âla kader-i takat çalıştım ve çalıştırıldım. Üstad'ımız bize söylediği gibi, yedi ay sonra terhis edilip Üstad'ıma ulaştım. İnşaallâh bu kabahatim af olmuştur...(166)
HUSUSİ İNAYET VE TEVFİKLER
Az yukarıda küllî inayet ve rahmet cilvelerinden, Risale-i Nur hizmetleriyle alâkadar olan bazı örnekler vermiştik. Şimdi de hususî tevafuk ve inayet ve hizmette teshilât gibi nevilerinden; şefkat tokatlarının aksine, nurun hizmetinde güzel hizmet edenlerin mazhar oldukları tevfik ve inayet nümunelerinden bir kaç misal verelim:
(164)Osmanlıca Kastamonu-2 S: 84
(165)İkinci Cihan Harbi sırasında ihtiyat askerliğine çağrılan 1328 doğumlular demektir A.B.
(166)Osmanlıca Kostamonu-2 S: 113
1126
"Emin ve Tahsin ve Hilmi'nin bir fıkrasıdır:
Bu günlerde ziyade bir hassasiyetle risalelere bakıldığından; İnayetin himayeti dahi bir nevi hassasiyet ile ikramını gösterdi. Gayet cüz'î bir nümûnesi şudur ki: Risalet-ün Nur şâkirtlerinin maişet cihetinde bir ikram-ı İlâhi ve küçük fakat şayan-ı hayret ve gayet lâtif bir tevafuk, bir vakıa; Risale-i Nur hizmetinin şüphesiz bir kerametidir. Evet, Risale-i Nurun bir silsile-i Kerametinin bir menba'ı olan tevafuk, bu vakıada o cinsten altı adet tevafukatın ittifakı ise, tesadüf ihtimalini kökü ile keser diye hükmettik şöyle ki:
Bir kaç günden beri Üstadımızın ziyaretine gitmediğimizden, kardeşim Emin ile beraber Üstadımızın ziyaretine gittik. İkindi vakti beraber namaz kıldıktan sonra, bize emretti ki: "Size yemek yedireceğim. Burada ta'yininiz var. Mükerreren, yemezseniz bana dokuz zarar olur." dedi. "Çünkü yiyeceğinize karşı, Cenab-ı Hak gönderecek." Yemek yemekten affımızı rica ettik ise de emretti: "Rızkınızı yeyin, bana gelir." emrini kırmamak için lütuf buyurduğu tereyağı ve kabak tatlısını ekmek ile yemeye başladık. Daha sofrada iken, ümit edilmeyen vakitte ve bir tarzda aynı miktarda, bir adam geldi, elinde yediğimiz kadar taze ekmek.. aynı yediğimiz miktarda fındık kadar tereyağı ve diğer
1127
elinde bize verilenin tam bir misli kabak tatlısı olarak kapıyı açtı. Artık taaccüb edilecek, hiç bir cihette tesadüfe mahal kalmıyarak Risale-i Nur şâkirtlerinin rızkındaki bereket-i Rabbaniyeyi gözümüzle gördük.
Üstad'ımız emretti: "İhsan on misli olacak. Halbuki bu ikram tam tamına mislidir. Demek ta'yin ciheti galebe etti. Tayin te'mini ise, mizan ile olur."
Sonra aynı akşamda sadaka ciheti dahi hükmünü gösterdi. Biz gördük ki: ekmek on misli, tereyağı tatlısı o da on misli.. ve kabak tatlısı çok sevmediği için kabak patlıcan turşusu on misli, me'mulun hilâfında Risale-i Nur'dan ikinci Şua'ın bir hafta mütalâasına mukabil bir manevî ücret olarak geldi. Gözümüzle gördük. Demek kabak tatlısının tatlılığı, tereyağı, un helvasına girdi. Kendisi turşuda kaldı...(167)"
"... Hem Risalet-ün Nurun sühûlet-i intişarının bir kerameti, bu mektubu yazdığımız zamanında ve yemekte keramet dakikasında gözümüz ile gördük, şöyleki:
Ehemmiyetli yedi sekiz risale ve İşarat-ı Kur'aniye şua'ı ve mühim bir mektupla beraber, bir torbada ehemmiyetli bir kardeşimize, bir şehre göndermiştik. Şoför o paketi düşürmüştü. Böyle bir zamanda böyle eserleri münafık casuslar haber almadan, emin bir el ile beş gün sonra elimize geçmesi, kat'î kanaatımız geldi ki; bir İnayet bizi himaye ediyor.
Risale-i Nur hakkında İnayet-i Rabbaniyenin lâtif bir himayesi de şudur ki: Karanlık bir vaziyette, korkutan bir zamanda casusların ve taharri me'murlarının evhamları ve tecessüsleri Üstad'ımızın menzilini sarması dakikasında, bir fare Üstad'ımızın bir çorabını aldı, ne kadar aradık, hiç bir yerde bulamadık. O farenin yuvasını gördük. Kabil değil, çorap oraya giremez. İki gün sonra gördük ki: O hayvan o çorabı getirmiş, öyle bir yere- saklanmış ve muhteviyatları unutulmuş olan- mahrem mektuplar ve evrakların tam yanında bırakmış. Halbuki iki defa oraya bakmıştık, görememiştik. Hem o çorabı o yere getirmek, soba borusuna çıkıp yukarıdan olur. Gayet kurnaz ve zeki adam ancak o işi yapar. Hiç bir cihette tesadüf ihtimali kalmadığından Üstadımız dedi:
"Bu mektupları oradan kaldıracağız. Biz onlara baktık, gerçi siyasetle alâkaları yoktur. Fakat evham casusları aleyhimize habbeyi kubbe yapmaya ehemmiyetli bir vesile olurdu. Biz hem onları, hem daha bahaneye medar olabilen başka şeyleri kaldırdık. O heyecanımızdan casuslar haber alıp anladılar ki, hazırlandık. Daha hücum etmeden. yalnız ikinci gün Emin elinde bir torba ile menzile girdi. Tam arkasında Karakol komiseri gizli hissettirmeden girdi. Emin'in elinde kitap yerinde yoğurdu gördü. Tâvrını
(167) Osmanlıca Kastamonu-2 S:83
1128
değiştirdi.
Elhasıl: Risalet-ün Nurun intişarına karşı gelen bütün düşman ve casuslara mukabil bir tek fare çıktı, planlarını zirü zeber etti.
Evet Evet Evet Evet Evet Evet
Dostları ilə paylaş: |