Elhasıl: Ya bu adam tam divanedir ki, bu derece dehşetli umur-u dünyaya karşı lâkayd kalıyor.. veyahut bu vatanın ve bu milletin en büyük bir saadetine ihlâsla çalışmak için, hiç bir şeye tenezzül etmez ve ehemmiyet vermez. Öyle ise bunu ta'ciz ve tazyik etmek, vatana ve millete ve asayişe bir nevi ihanettir.. ve onun hakkında bu çeşit evham etmek bir divaneliktir.(9)
- Bir ev inşasına dair teklif'in reddi
Az yukarıda bahsi yapılan iskân ve bir aylık iaşe verme meselesinde, Üstad'ın ona dair dilekçesi ve o meselede kendi hayretini ifade eden beyanı ile; Üstad'ın şu nakledeceğimiz istişare mektubundan anlaşılan, Emirdağ hükûmeti onun adına, iaşe ve iskânı için Ankara'ya müracaatta bulunmuş... Ankara'dan gelen cevapta ise, herhalde -tahmin ediyoruz- bazı şartlarla kendisine iaşe tahsisi ve bir ev inşaasını kabul etmiştir. Emirdağ hükûmeti bu yazışma sonunda teşekkül eden durumu Üstad'a bildirdiğinde, Üstad onu da reddetmekle birlikte, resmi adamları kızdırmamak, daha doğrusu Risale-i Nurun neşriyat hizmetine zarar verdirmemek için teşekkür ile beraber nâzikâne red içinde, arada ufak bir kapıda bırakmıştır. Amma sonra meseleyi talebelerine götürmüş ve istişarede bulunmuştur. İstişare mektubu şöyledir:
emri ile kardeşlerimle bir meşverete muhtacım.
(9)Emirdağ-1 S: 9
Aziz Sıddık Kardeşlerim!
Şimdi bir emr-i vaki' karşısında bulunuyorum. Benim iaşem için her gün ikibuçuk banknot, hem yeniden benim için bir hane- mobilyasıyla beraber ve istediğim tarzda- yaptırmak için emir gelmiş. Halbuki, elli altmış senelik bir düstur-u hayatım bunu kabul etmemek iktiza eder. Gerçi Dar-ül Hikmet-il İslamîye'de bir iki sene maaşı kabul ettim. Fakat o parayı kitaplarımın tab'ına sarf ederek ve ekserisini meccanen millete verip milletin malını yine millete iade ettim. Şimdi eğer mecbur olsam ve size ve Risale-i Nura zarar gelmemek için kabul etsem, yine ilerde millete iade etmek üzere saklıyacağım. Zaruret-i kat'iye derecesinde kendime yalnız az bir parça sarfedeceğim.
İşittim ki: Eğer reddetsem onlar, hususan lehimde iaşem için çalışanlar gücenecekler. Ve aleyhimde onlar diyecekler: "Bu adam başka yerden iaşe ediliyor." O bedbahtlar, iktisadın harikulade bereketini bilmiyorlar ve iki günde beş kuruluşluk ekmek bana kafi geldiğini görmemişler ki, bütün bütün asılsız bir evhama kapılıyorlar
Eğer kabul etsem, yetmiş senelik hayatım gücenecek.. ve bu zamandan haber verip, tama' ve maaş yüzünden bid'atlara giren ve ihlâsı kaybeden âlimleri tokatlıyan İmam-ı Ali (Radıyallahü anhü) dahi benden küsecek, ihtimali var... Ve Risale-i Nurun hakikî ve sâfî olan ihlâsı, beni de ihlâssızlıkla ittiham etmek ciheti var!.. Ben hakikaten tahayyürde kaldım.
Ben işittim ki: Eğer kabul etmezsem, beni daha ziyade sıkacaklar ve belki Risale-i Nurun tam serbestiyetine ilişecekler. Hatta şimdiki tazyikleri, beni o iaşe tekliflerine mecbur etmek için imiş. Madem hal böyledir:
kaidesi ile zaruret derecesinde olsa, inşaallah zarar vermez. Fakat ben reddettim. Reyinize havale ediyorum...(10)"
Üstad'ın bu istişare mektubundan sonra, iaşe ve iskân tahsislerinin bir daha teklifi yapılmadığı anlaşılmakla beraber, artık o günden itibaren Üstad'a karşı ihanetlerin, gadirlerin ve tazyiklerin başladığı görülmüştür.
ÜSTAD'IN EMİRDAĞ'INA GELDİĞİ İLK GÜNLERİNE DAİR
BİR İKİ ŞAHİDİN İFADESİ
Birinci Şahid: O sıra Emirdağ hükûmet tabibi, aynı zamanda iskân işlerine de bakan Doktor Tahir Barçın Bey, şunları söyler: (Mealen ve kısım kısım alacağız)
"... Yorucu bir yaz mesai gününde, daireden çıktıktan sonra, akşama yakın hükümet konağının önünde bir kahvede oturmuş, bir iki arkadaşla çay içiyorduk. Güneş gruba yaklaşmakta idi. Afyon tarafından bir vasıtanın Emirdağ'a doğru toz duman kaldırarak geldiği görüldü. Az sonra gelen vasıta, Emirdağı yol kavşağındaki hükûmet binasının yanında durdu. İçinden yetmiş yaşlarında, başında sarık, sırtında cübbesi olan bir zat acele indi, arkasından da vazifeli memurlar... O yaşlı zat, elinde seccadesi, acele namaz için temiz ve müsaid bir yer arıyordu. İkindi namazını kılmamıştı anlaşılan... Kıbleyi sordu ve hemen
(10)Emirdag-1 S: 23
namaza durdu. Beraberinde gelen vazifelilerden birisi masamıza yaklaştı. Arkadaşlar bu yaşlı zatla gelen Tâhir isminde(11) ki memura: "Kimdir bu zat? Nereye gidiyorsunuz? Nereden geliyorsunuz?" diye merakla sormaya başladılar.
Gelen vazifeli memur; "Bu zat büyük bir Hoca imiş, derin bir alimmiş... Türkiye'de bunun gibi bir âlim yokmuş, İsmi Bediüzzaman Said-i Nursi... Buraya gönderdiler, burada kalacakmış." dedi.
ÜSTAD'I İSKÂNA KAYDEDİYORUZ
Emirdağı'nda hem hükûmet doktoru hem iskân işleri müdürüydüm. Bize yazı geldi, bu yazıda: "Bediüzzaman Said-i Nursi Emirdağ'a gönderilmiştir, oraya iskân edilmesi..." diye yazıyordu.
Biz bu yazı üzerine Üstad'ı Emirdağ'ı nüfusuna kaydettik. Sonra Üstad beni çağırmıştı. Gittim, görüştük, bana Denizli hapishanesinin bir meyvesi olan eseri verdi. O zaman maalesef bu kıymetli eseri okuyamadım. Daha sonra yine beni çağırmıştı, yine gidip görüşmüştüm.
- Halk partililer Üstad'la uğraşıyorlardı
Emirdağı'na ilk geldiği zamanlar, onu sevenler daha çoktu. Fakat sonra Halk Partililer Üstad'la uğraşmaya başladılar. Bir takım asılsız şeyler uyduruyorlardı. Milleti korkutup Üstad'ın yanına yaklaştırmak istemiyorlardı. Biz kalben Üstad'ı sevdiğimiz için, bu iftiralara aldırış etmiyorduk. Çekinmeden yanına gidip geliyorduk.
-Bir sene sonra Bitlis'e gönderildim
1945'de beni Bitlis'e sağlık müdürü olarak tayin ettiler. Ben gitmek istemiyordum. Yanımızda sağlık memuru olan Hayri Dinçer Üstad'a hizmet ediyordu. Benim tayin haberimi Üstad'a o vermiş, gitmek istemediğimi de söylemişti. Üstad: "Gelsin de bir görüşelim" diye yine beni
çağırtmıştı. O sıralarda risalelerden bazılarını okumuştum. Üstad'a karşı muhabbetim daha da artmıştı. Eserleri Hayrî Dinçer getirip veriyordu.
Gidip görüştüğümde, gitmek istemediğimi söyledim. Üstad: "Git, Git!.. yine gelirsin sonra..." diye gitmemi uygun buluyordu.
- Bir rüya gördüm
Bitlis'e gitmeden önce, hemşiremin hastalığı dolayısıyla İstanbul'a gittim. Hemşiremin Fatih'deki evinde iken, halen te'sirinden kurtulamadığım şöyle bir rü'ya gördüm:
Daha önceleri Mısır'da bir buçuk sene kadar tahsil yaptığım için, rüyamda Mısırda'yım. Kendimi Seyyide Zeynap camiinde görüyor, namaz kılıyordum. Namazdan sonra bir zat ayağa kalktı, ayakta konuşmaya başladı. Bende şemail-i şerif kitabı vardı. Onu okudum... Tasbit ettim, o konuşan zat, Hazreti Peygamber
(11)Ne şirin bir tevafuktur ki:1921'Ierden beri Bediüzzaman'ı tanıyan Doktor Tâhir Barçın, Üstad'ını yirmiüç sene sonra Emirdağ kasabasında ihtiyarı dışında, herkesten önce şuuru taalluk etmeden geIip istikbal ettiği gibi, Bediüzzaman'ı Denizli'den getiren polis mumurunun ismi de Tahir idi. Demek bir Tahir, Tahir ve mutahhar bir insanı getirip, öbür tahire, Doktor Tâhir'e bir nevi teslim edip emanet ediyordu.A.B.
Aleyhisselatü Vesselâmdı. Camiin son cemaat yerinde de başka bir zat konuşuyordu. O da Bediüzzaman'dı. Rüyada kendi kendime “Herhalde bu zat “Peygamberimizin vekilidir” diye düşünürken uyandım.
Bu rüyadan sonra, Nur risaleleriyle yakından alaâkadar olmaya başladım. Sonra Bitlis'e gittim, eserleri okuyordum. Bitlis ve kazalarını dolaştım.
- Şark Üstad'ı ölmüş biliyordu
Şark'ta on ay kadar kaldım. Hizan'ın köylerinide dolaştım. Üstad'ın hemşehrileri onu ölmüş biliyormuş. Onlara Üstad'ı anlattım, eserlerinden dağıttım... Eserler Şark'ta çok hizmetlere vesile oldu. Dokuz ay kaldıktan sonra, tekrar Emirdağı'na döndüm. Dönüşümde Üstad bana çok iltifat etti ve “Sen Şarkın kapısını açtın” diyordu. Halbuki bir iş yaptığım yoktu. Fakat Üstad yine de iltifat ediyordu...(12) ”
İKİNCİ ŞAHİT
(Üstad'a Emirdağı'nda ilk ev kiralayandır)
Bu şahidimiz, Simavlı, emekli uzatmalı jandarma onbaşısı İbrahim Mengüverli'dir. Şöyle der: (Mealen ve hülâseten alıyoruz)
“Başka yerden Emirdağı'na tayinim çıkmıştı. Jandarma uzatmalısı olarak vazife görüyordum. Birgün komutanımız beni çağırttı. Komutanın odasında Osmanlı kıyafetli, sarıklı, cübbeli, ayakta dimdik duran bir zat vardı.
Komutan yanındaki adamı bana göstererek: “Kim bu,biliyor musun?” dedi.
Ben ise; aklıma, işittiğim Türkiye'de meşhur din alimi (Yani Bediüzzaman) geldiyse de, birşey diyemedim: “Hayır bilmiyorum... Kim ki bu?” dedim.
Komutan: “Bediüzzaman'dır” dedi.
Ne?... diye bağırdım ve hemen ellerine sarılıp öptüm. Dünyada meşhur diye işittiğim din âlimi meğer karşımdaymış. Komutan: “Bu zata bir ev tutulacak... Sen bul ve tutuver. Senin tanıdığın vardır. Yalnız ev, muhakkak karakolun karşısında olacak” dedi.
Çarşıda Karakolun karşı sırasında bır bakırcı Hasan vardı. Onun alt katı dükkân üst katı ev olan biryeri vardı. Orası kiralıktı. Bakırcı Hasan akşam, sabah içerdi. Ona arasıra bende katılırdım. Sarhoş adam, içmeden edemezdi. Aslen bu Hasan Trabzon'lu idi.
Çarşıya gittim. Bakırcı Hasan'ın dükkanına vardım. Ona: “Hasan Usta! Şu üst katı bize kiraya ver de, Hoca Efendi'yi oraya koyalım" dedim.
Hasan Usta: "Kardeşim ben sarhoş, o ise Hoca... Nasıl geçiniriz" dedi. Öyle ya, Hoca Efendi'ye bu evi tutmak belki de yanlış bir şeydi.
Sonra gittim Hoca Efendi'nin yanına... meseleyi anlattım. Ev sahibi sarhoş dedim. Üstad kızacak zannediyordum, amma hiç kızmadı. "Varsın sarhoş olsun" dedi. Hemen koştum Hasan ustaya, evi tuttuk dedim. Aynı günde Üstad'ın eşyası denilen şeyleri -ki bir ekmek çıkını, bir abdest ibriği falan gibi şeyler-taşıdık eve. Hasan da bizi bekliyordu zaten...
(12) Son Şahitler-2 S:126
Hoca Efendi Hasan Ustaya: "Gel bakalım Hasan Usta!" dedi.
Hasan, ezile büzüle yanına vardı ve: "Buyur Hocam!" dedi.
Üstad: "Sen içer misin?.." diyerek sordu.
Hem de sabah akşam, dedi Hasan Usta.
Üstad Hasan'ın sırtına elini koydu, üç kez sıvazladı. "Haydi oğlum, bundan sonra vazgeçersin" dedi.
Bu ne iştir Yarabbi! Sabah akşam demeden içen bu adam, ertesi günü Üstad'la beraber sabah namazını kıldı. Ondan sonra da içkiyi ağzına hiç almadı. Her günde Üstad'la beraber namazlarını kılmaya devam etti.
- Onunla uğraşanlar belâsını bulurdu
Onunla uğraşmaya gelmezdi. Uğraşanlar, ona zulmedenler mutlaka belâsını bulurdu. Ya ortalıktan kaybolur, ya da kudura kudura, delire delire ölür giderdi.
Evi kendisine tuttuktan sonra, İnönü hükûmetinin emriyle kapısına nöbetçi konuldu. Ben de bekledim. Kimseyi yanına sokmıyacak, görüştürmeyecektim. Amma ben kaçamak olarak onun ile bazılarını görüştürür, yanına bırakırdım.
Üstad'ın, zengin halıcı bir talebesi vardı. Bir'gün Üstad'ı kırda yaya gezerken görmüş, ona bir taksi almıştı. Sonra bu mesele adliyeye intikal etti. Hâkim, taksiyi alana: "Ona sen mi bu taksiyi aldın?" dedi.
O da: "Evet aldım.. Sen de benim gönlümü fethet, sana taksi değil, teyyare alayım. Milyonları sana vereyim" dedi.
Sonra Üstad ayağa kalkarak, uzunca bir konuşma yaptı, derken iki saat zaman geçmişti.
Hâkim, yeter dedi. O zaman Üstad celâllandı, eliyle bir daire çizerek, işaret parmağını hâkime uzattı ve "Benim sekiz saat söz söylemeye hakkım var, istediğim kadar konuşurum." (13)dedi.(14)
ÜÇÜNCÜ ŞAHİD: Emirdağı eşrafından, Üstad'ın sadık talebesi Tüccar Hamza Emek'tir. Üstad'ın o günkü hayatıyla ilgili hatıralarını şöyle anlatır: (Mealini ve hülâsasını alıyoruz).
Emirdağlı merhum Hamza Emek (Üstadın hizmetkarlarından) amcası Hasan Efendiden naklen demiştiki:
“Amcam Hasan Efendi, Üstadımız Emirdağına gelmeden on iki sene evvel bir rüya görmüş. Rüyada Hz.Ali (RA) kendisine bir sandık vermiş ve “Bu sandığın içinde Hz. Mehdi vardır. Bu sana emanettir” demiş.
Oniki sene sonra, Hz. Üstad Emirdağ'a geldiği zaman, amcama demiş: “sende bir emanet var. İşte o emanet benimdir” der.
(Son Şahitler-4, Sh.264)
(13)Bu şahidin ifadesindeki taksi meselesi ve mahkeme hadisesi, herhalde 1945'lerde, başta Konyalı Sabri Halıcı ve bir kaç Nur talebesinin müştereken satın aldıkları araba hadisesidir. Araba Üstad'ın haberi olmadan alınmıştı. Fakat yalnız birgün ve bir gece Üstad'ın evinin önünde kalabildi. Sonra Üstad kabul etmedi ve reddetti. İlerde izahı gelecektir. A.B.
(14)Son Şahitler-3 S:121
Şimdi bizzat Hamza Emeğin hatıraları:
"Üstadımız Emirdağı'na geldikten sonra, ilk başlarda onun hususi hizmetlerini görmek için bir kaç arkadaştan her gün birimiz nöbet alıyorduk. Kardaşlarım bana dediler ki: "Senin dükkanın var, yalnızsın. Sen yalnız pazar günleri hizmet nöbetini al... Dükkânın kapalı kalmasın."
Ben de, yalnız pazar günleri nöbet alıyordum. Her pazar, Üstad'ın tashih edeceği kitapları, çay takımını alır Üstadımız'la birlikte kıra giderdik. Üstad kırda yalnız oturur, tashihatla meşgul olurdu. Biz kendisinden biraz aralıklı dururduk. Çay yaptığımızda, alır kendisine götürür, verirdik.
- Sen bugün gelme
Bir pazar günüydü, beraber evden çıktık. Üstad çarşı camiinde abdestini tazeledi. Hiç bir sebeb yokken, bana: "Kardaşım sen bugün gelme!" dedi.
Peki efendim dedim, eve gittim. Bir müddet sonra, kaymakam emir vermiş... Konyalı jandarma başçavuşu Ziya, yanına iki jandarma ile bekçi Halil'i almış (Bu bekçi Halil daha sonraları perişan bir durumda öldü, gitti.) gitmiş, kırda tenha bir yerde Üstad'ın sarığını almışlar ve Üstad'ı karakola getirmişlerdi.(15) Sonradan benim haberim oldu. O günde Eskişehir'den binbaşı Reşad bey gelmiş, Üstad'ı ziyaret etmek istiyordu. Ben "Üstad'ı karakola götürmüş, vaziyet böyle böyle... ve ben oraya gidiyorum" dedim. Hemen karakola doğru koştum, baktım ki Üstad karakoldan başında bir takke ile dışarı çıkıyor. Beni görünce, "Gel kardeşım gel, gidelim" dedi.
Eve döndük, Üstad karyolasına oturdu. Ben sobayı yaktım. Üstad pencereyi açtırdı. İçerde soba yandığı halde havalandırıyordu. Bir ara ben bir fırsatta "Efendim Eskişehir'den Binbaşı Reşad Bey gelmiş, ziyaret etmek istiyor" dedim. Getir! dedi. Ona bir sandalye verdi, oturttu. Geçmiş hatıralarından ona anlattı... Divan-ı Harbte Hürşid Paşa'ın suallerine şiddetli cevablar verdiğini, Rus başkumandanına ayağa kalkmadığını, Hutuvatt-ı Sitte eseriyle İngiliz Başkumandanının başına vurduğunu anlattı. Daha sonra uzun bir ders yaptı. Dersin sonunda, başı ucunda asılı bulunan Kur'an-ı Kerimi göstererek:
"Kardaşım Reşad Bey, şu Kur'an hakkı için; Üstad'ım İmam-ı Ali'nin şu Celcelutiyesi var ya, otuz seneden beri virdimdir." dedi.. ve aniden Celcelutiyeyi açtı, dedi ki: "Fakat şu iki satırı hiç okumamışım... diyeceksiniz ki: "Neden şu iki satırı okumuyorsun?" Çünkü, Üstadım İmam-ı Ali Radıyallahü anhü burada bana diyorki: "Ya Said, Sen bunaldığın zaman bu iki satırı oku, Cenab-ı Hak ifritlerden sana iki hadim gönderecek... Ben de bunu tabiî bir hiddetli zamanımda okuyacağım, karşıma geldikleri ve "Emret!" dedikleri zaman, emredeceğim...
(15)C.H.P devrinin azgın zulüm ve kanunsuzluğuna bakılsın ki; Bediüzzaman gibi bir din âlimi, bir milli kahraman kırda tek başına, tenha bir yerde otururken, başına koyduğu puşusuna taarruz ediliyor, arkasından da bir jandarma çavuşu eliyle karakola getiriliyordu. Neden şapka giymiyoısun diye ifadeye çekiliyordu. Bir din alimine, mücahid bir kahramana frenk şapkasını giydirmeye zorlamak olan bu muamele neyin manasını ifade ediyordu acaba?!... A.B.
Hayır!... bizim vazifemiz hizmettir. İhlâsla vazifemize devam etmektir. Ben bunu okumamışım ve okumuyorum... Yoksa bu zalimlerin bin tanesinin canını cehenneme gönderirim. Hiç bir talebemin de elini kana bulamam.
Evet, kuvvet var. Fakat isti'mal etmek yok....(16)"
DÖRDÜNCÜ ŞAHİD:1944'de Emirdağı'nda jandarma onbaşısı iken, bir ara Bediüzzaman'ı takib etmekle vazifelendirilmiş, 1925 doğumlu, Gaziantep'ten Halil Gönülalan diyor ki:
"Benim onbaşı hemşehrim Hayri Özhelvacı izinli olarak Anteb'e gitmişti. O zaman bana: "Bediüzzaman'ı sen takib et" dediler, vazifeyi bana verdiler. Kumandanımız İsmail Güneybölük'tü. Bediüzzaman'ın kıyafetine bile müdahale etmemizi istiyorlar, başındakini bile çıkarttırmamızı emrediyorlardı.
Oturduğu evin karşısında bir kahvehane vardı. Oradan takib ederdik. Kendisi "Ben şapka giymem" diyerek şapkayı başına koymazdı. Hem de sarık sarardı.
Bölük kumandanı sarığını yırttı. Amma o işi yaptığı için karısıyla beraber geceleri yatamıyorlar, devamlı olarak kâbus basıyor... bir gece saat üç sıralarında Bediüzzaman'dan özür dilemeye gittik, rica ettik, af diledik... Bana: "Sen git, benim suçum nedir? Varsın rahat yatsın?" dedi.
Benim gedikli başçavuşu olarak orduda kalmaya niyetim vardı. Bediüzzaman bana: "Bu meslekte kalma! Memleketine git, ev sahibi de, zengin de olacaksın" diye dua etti. Allah'a şükür ev sahibi de oldum, rahat hayat da geçiriyoruz.
Camide örtülü bir yeri vardı. Namazları orada kılardı. Bir gün hep beraber yağmur duasına çıktık. "Hepimiz Halıkımızdan yağmur isteyeceğiz" dedi. Hakikaten çok miktarda yağmur geldi.
Sırtındaki cübbesi ve başındaki sarığıyla eski hocalara benzerdi. Gözleri heybetliydi...
Vefatından birkaç gün önce kendisini Anteb'de gördüm. Eski postahanenin önünde, sabahın erken vakitlerinde yabancı bir araba gidiyordu. Baktım ki Bediüzzaman... Hemen koşarak elini öptüm. "Ben Urfa'ya gidiyorum" diye dua istedi. Yanında talebeleri vardı.
İşte böyle... Allah büyük bir insanı görmek nasib etti bana...(17)"
BEŞİNCİ ŞAHİD: Aslen Yunanistan muhacirlerinden olup, Bediüzzaman Hazretleri Emirdağ'ında bulunduğu sıralarda o da orada askerliğini jandarma eri olarak yapmış olan Hasan Ergen'in hatıralarında, hükûmet adamlarının Üstad'a karşı nasıl bir tarz-ı muamelede bulunduğunu göstermesi bakımından dikkate şayandır. Hasan Ergen'in hatıralarından mealen ve hülâseten bazı bölümler alacağız:
"Ben Emirdağı' jandarma birlik komutanlığı kaleminde, hafif hizmetlerde çalışıyordum. Afyon'da iken , tanıştığım Bahrî isminde bir arkadaşımın kardeşi bir gün Emirdağına bizim karakola geldi. Komutanın odasına girdi. Odadan komutanın bağıra bağıra konuşma sesi gelmeye başladı:
(16)Bilinmeyen Târaflarıyla Said-i Nursi 6. Baskı S: 342
(17)Son Şahitler-3 S: 119
“Sende mi Kürtsün? Said-i Nursi ile neye görüşeceksin? Nereden tanıyorsun onu?" ve sonra çok iyi tanıdığım Afyonlu Bahri Beyin kardeşini odasından kovdu, çıkarttı. Bu durumu görünce misafiri odama çağırdım, teselli ettim. Yer gösterdim ve kiminle görüşmek istediğini sordum.
O da bana: "Burada Said-i Nursi isimli büyük bir din alimi vardır. Onunla görüşmeye geldim. Amma kumandan izin vermedi."dedi.
Ben kendisine biraz oturmasını söyliyerek, jandarma komutanının yanına girdim. Komutana teminat verdim. Gelen adamı Afyon'dan iyi tanıdığımı söyledim. O ana kadar da Emirdağı'nda öyle din âlimi, büyük bir insanın varlığından haberim yoktu. Bu vesileyle ilk defa bunu öğreniyordum.
Komutan bana: "Sana karşı i'timadım çoktur. Buyur al anahtarı" diyerek çekmecesinden bir anahtar çıkardı, bana verdi ve "Mes'uliyet sana aittir, götür adamı görüştür" dedi.
Teşekkür ederek anahtarı aldım... Arkadaşı alarak bize tarif edilen evi bulduk, dışardan kilitli olan kapıyı açtık. İçerden de kendisi kapıyı kilitliyormuş,(18) çaldık kapıyı... Az sonra açıldı, bembeyaz pamuk gibi nuranî bir insan karşımıza çıktı. Hemen ellerine sarılıp öptüm.
- İsmimle bana hitap etti
Bana "Hasan oğlum bu yaptığın hizmet, Allah indinde çok makbuldur. Allah senden razı olsun. Çok büyük bir iyilik yaptın" dedi. ve teşekkür etti.
Az sonra, yine bana ismimi söyliyerek: "Hasan oğlum, sen Allah'ın temiz kalbli iyi bir kulusun. Yalnız iki kusurun var." dedi.
Ben de, hocam çok affedersiniz benim kusurlarımı söyler misiniz. dedim. Üstad: "Aslında bu iki kusur, senin kalbinde mevcud değil... Fakat sen te'sir altında kalmışsın. Bunlardan birisi orucunu tutmuyorsun. Bir de namazını kılmıyorsun" dedi.
Bu konuşmamızdan sonra getirdiğim misafirle ilgilenmeye başladı ve "Beni görmek için bu kadar zahmet edip neden geldin" dedi.
O arkadaş da: "Ben küçük iken, siz Kars'a babamla görüşmeye gelmiştiniz. Sizi o zaman görmüştüm. Şimdi burada olduğunuzu işitince, sizi görmek ve duanızı almak arzu ettim. Fakat jandarma komutanı çok zorluk gösterdi. Allah razı olsun, Afyon'dan tanıdığım Hasan Bey vesile oldu." dedi.
Biraz oturduktan sonra, Üstad misafire: "Başka bir arzun var mı?" diye sorunca, arkadaş da "size maddî bir yardımda bulunmak istiyorum " dedi.
Bunun üzerine, mübarek insan: (Üstad) "Oğlum benim dünya malına hiç bir ihtiyacım yoktur. Amma sen mutlaka birşey niyet etmişsen, bir küçük bozuk paran var mı?" dedi. O da cebinden bozuk paraları çıkarttı. Hoca efendi içinden
(l8) Anlatılan bu durum, yani Üstad'ın kapısının dışardan, hükümet ve kaymakam tarafından.. İçerden de kendisi tarafından kilitlenme hadisesi, yani gayr-i resmî ve kanunsuz şekilde tecrid ve hapis muamelesi doğrudur ve gerçektir. Bu katmerli zulüm hadisesinden Üstad Hazretleri de çok defa söz etmektedir. Amma bu hal, Üstad'ın Emirdağ hayatı boyunca değil, tahmin ediyoruz Afyon hapsine yakın günlerde bir müddet için uygulanmış, gayr-i insanî ve gayr-i kanuni emsalsiz bir muamele örneği idi. A.B.
bir beş kuruşu aldı ve "Allah kabul etsin alıyorum" dedi. O parayı yere koydu. Sonra aldı "Tekrar bunu sana hediye ediyorum" diyerek gönlünü aldı:(19)"
Jandarma Hasan Ergen'in hatırasının diğer bölümlerini, şahidlerden yazılmayan ifadeleriyle birlikte, ileride sırasında kaydetmeye çalışacağız inşaallah.
Şimdi de Üstad Bediüzzaman'ın, kendisi ilk Emirdağı hayatı hakkında Yirmi Altıncı Lem'anın Onbeşinci Rica'sında az temas etmiş olduğu fihriste gibi kısacık bir kısmını burada kaydetmek
istiyoruz. Bu kısımdan sonra, Büyük Tarihçe-i Hayat kitabının hülâsa ederek yazdığı hayat şeklini dercedeceğiz.
Onbeşinci rica diyor ki:
"Bir zaman Emirdağı'nda ikamete me'mur ve tek başıma menzile, âdeta bir haps-i münferid ve bana çok ağır gelen tarassudlar ve tahakkümler ile bana işkence vermelerinden hayattan usandım. Hapisten çıktığıma teessüf ettim. Ruh-u canımla Denizli hapsini arzuladım ve kabre girmeyi istedim.. ve "Hapis ve kabir bu tarz hayata müreccahtır" diye ya hapse veya kabre girmeye karar verirken; İnayet-i İlâhiyye imdada yetişti. Kalemleri teksir makinesi olan Medreset-üz Zehra şâkirtlerinin ellerine, yeni çıkan teksir makinasını verdi. Birden Nurun kıymettar mecmualarından her tanesi bir kalemle beşyüz nüsha meydana geldi. Fütûhata başlamaları, o sıkıntılı hayatı bana sevdirdi, hadsiz şükür olsun dedirtti.
Bir miktar sonra, Risale-i Nurun gizli düşmanları fütûhat-ı nuriyeyi çekemediler. Hükûmeti aleyhimize sevkettiler. Yine hayat bana ağır gelmeye başladı. Birden İnayet-i Rabbaniye tecelli etti; En ziyade Nurlara muhtaç olan alâkadar memurlar, vazifeleri itibariyle müsadere edilen Nur risalelerini kemal-i merak ve dikkatle mütalâa ettiler. Fakat Nurlar onların kalblerini kendine taraftar eyledi. Tenkid yerine takdire başlamalarıyla Nur dershanesi çok genişledi. Maddî zararımızdan yüz derece ziyade menfaat verdi. Sıkıntılı telaşlarımızı hiçe indirdi...(20)"
(Onbeşinci Rica'nın kalan kısmını Afyon hapis faslında yazmayı düşünüyoruz, orayla ilgilidir.)
-BÜYÜK TARİHÇE-İ HAYAT İSE DİYOR Kİ:
"Daimi tarassud altındadır. Mahkemden beraet etmesi ve eserlerinin iade edilmesine rağmen, serbest bırakılmış değildir. Eskisinden daha ziyade kontrol ve mütemadiyen pencere ve kapısından nezarete ma'ruzdur. Denizli hapsinin bir aylık sıkıntısını bazen bir günde Emirdağ'da çekiyordu. Üstad'a yapılan bu bed-muamele ve tavırlar, Emirdağ ahalisince yakından bilinmektedir. Denizli mahkemesinin beraatı üzerine, mahkeme eliyle Nurların intişarına ve Said-i Nursinin hizmet-i imaniyesine sed çekemiyen gizli dinsizlik komiteleri, bu defa başka yollardan, idarî makamları evhamlandırıp aleyhe geçirerek, hatta imhasına kadar çalışıyorlardı. Bu plân kat'î idi.
(19)Son Şahitler-1 S: 180
(20)Bugün Emirdağ halkı umumiyetle Nurlara dost ve taraftardır. Pek çok talebesi vardır. Emirdağ'ında ve civar köylerde Nur dersleri okunmaktadır.T.H.
Bir bekçi kapısı önünden ayrılmazdı. Üstad'la görüşebilmek pek müşkildi. Emirdağ'da ilk defa Üstad'la yakından alâkadar olmaya başlıyan Çalışkanlar hanedanı; kasabalarına nefyedilen bu âlim ve fâzıl ihtiyar zata yakından dostluk göstermişler, hizmetine koşmuşlardı. Sırf Allah için olan bu iltifatlarını su-i tefsir edenlerin yalan ve tezviratına aldırmıyarak, alâkalarını gevşetmemişlerdi. Çalışkanlarla beraber Emirdağ'da bir çok sadık müminler Nura talebe olmuşlar, Üstad'ın hizmet-i nuriyesine iştirak etmişlerdir. Nur risalelerini okuyup yazmaya ve etrafa neşretmeye başlamışlardı. Üstad'ın Emirdağ'da ikamete başlamasından sonra, Risale-i Nurun dersleriyle halkın mühim bir kısmının ilim, iman, ahlâk ve fazilet bakımından terakki ettiği herkesçe ma'lum olduğu gibi, resmi zatların ikrarıyla da sabittir(21).
Dostları ilə paylaş: |