47 Cİld yediNCİ BÖLÜM



Yüklə 2,61 Mb.
səhifə6/72
tarix30.05.2018
ölçüsü2,61 Mb.
#52083
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   72

Gerçekten merhum Hüsrev Ağabey Üstad Hazretlerinin vefatından sonra tam on yedi sene daha yaşadı.. Ve bir nevi kendi vazifesi olan Kur'an'ın hattını muhafaza etme hizmetini bihakkın ifa eyledi. Ancak üzülerek söyliyelim ki; Üstad'ının ikinci vasiyeti ve emri olan onun vazifesini tamamiyle yapamadı ve göremedi. Nur talebelerinin en çok muhtaç oldukları bir hengâmda, herkesin ona karşı hüsn-ü zannı ve muhabbeti varken; Üstad gibi ve Üstadın yerinde Nur cemaatinin arasındaki birlik ve beraberliği, uhuvvet ve muhabbeti te'mine medar davranış ve hareket göstermesi mümkün iken; hususi meşreb galebesinden ve vazifesinin muhabbetinden onu yapamadı. Risale-i Nurun bir çok vazife ve hizmetlerinden birisi ve her zamanda da geçerli ve hak bir da'vası olan Kur'an hattını muhafaza hizmeti içerisinde, diğer çok mühim ve pek büyük hizmet ve vazifeleri ihmal etti. Her ne ise Allah bin rahmet eylesin amin...

Şimdi merhum Ahmet Hüsrev Altınbaşak Ağabeyin, Hazret-i Üstad'ın Barla ve Isparta hayatında Risale-i Nur'a ve Üstad'a karşı yazılı samimî kanaât ve telâkkilerinden sadece örnek vermekle iktifa edeceğiz:

804

1- "Risalelerin yüksekliğine ve güzelliğine ve lâtifliğine aciz lisanımla, kısa aklım ile ve zaif idrâkimle, hayrette kaldığım şöyle dursun, bilâ-kayd her okuyanı bizzarure tahsine sevk



ediyor. Cenab-ı Hakk'a ne kadar hamd eylesem, şükür eylesem, bu lüufların hakkını ödeyemem. Hüsrev(58)”

2- "Sevgili ve muhterem Üstad'ım efendim!

Bizi maddîve manevîtenvir eden, yükselten ve erişilmez feyizlere müstağrak kılan Risalelerinize mâlikiyetimden ve lâyık olmadığım halde, bu şerefe nâiliyetimden dolayı, Cenab-ı Hakk'a bînihaye teşekkür etmekteyim. Gerek bu şerefe nail olmaklığıma vesile olduğunuzdan ve gerekse âtiyen bu hususta üzerimize terettiıb eden vazife-i Kur'aniyede muvaffakiyet kazanacağımızı tebşir etmekte olduğunuzdan dolayı, duyduğum pek büyük bir sürûrla müftehirim üstadım. Hakkınızda hatırımıza gelmiyen ni' metlerin en güzeliyle dünyevî ve uhrevî mes'ud olmanızı her vakit için dua etmekteyim..!(59)"

(58) Barla Lahikası,(1.baskı) Envar Neşriyat, S: 40

(59) Barla Lahikası, Envar Neşriyat, S: 46

805


ISPARTA'NIN BEŞİNCİ BÜYÜK NUR HADİMİ TAHİRİ MUTLU:

Evet, Isparta Nur talebelerinden Kur'an ve İman hizmetinde hadim-i Nur olmuş büyük ve mümtaz simalardan birisi ve belki bir cihette birincisi de, Atabeyli Merhum Tahiri Mutlu dur. Umum Nur talebelerinin gülü, sevgili ağabeyisi, gerçek samimi insan, hakiki mü' min, sadık, sıddık ve masduk Nurcu ve büyük velâyet sahibi iken, şuuren hissettirilmemiş büyük Veli insan Tâhiri Ağabey, her ne kadar üst tarafta isim ve unvanları ve kısacık hayat ve hatıraları kaydedilen Nur talebelerinin saff-ı evvellerinden görünmüyorsa da, lâkin saff-ı evvel cemaatinin en hayırlı âhiri ve hatemidir denilebilir. 1935 yılından sonra Risale-i Nur'un hizmetine giren ve Nur fabrikasının büyük rükünleri arasına katılan ve Hazret-i Üstad'ın Denizli ve Afyon hapishanesinde beraber bulunan bahtiyar ve kahraman bir ruhtur.

Merhum Tahiri Mutlu, Üstad'ının pek çok takdir, taltif ve teveccühlerine mazhar olmuş, efrad-ı ailesiyle birlikte Risale-i Nur'un yazılmasına, intişarına hizmet etmiş mes'ud ve mutlu bir mü'mindir. Denizli ve Afyon hapishanelerinde (Bilhassa Afyon hapsinde) Nur talebelerinin uhuvvet ve hizmet hususunda merkeziyetini teşkil etmiş ve bu noktadan da ayrıca Üstad'ının hususî nazar-ı istihsanını kazanmış büyük bir insandır.

Denizli hapsinde, Hazret-i Üstad'ın Şark'tan beraberinde getirmiş olduğu mübarek abasını, Merhum Hafız Ali'ye teberru' etmeyi niyet etmişken, fakat Hafız Ali'nin vefatiyla, o mübarek cübbe ve maşlahı onun yerine, Hazret-i Üstad'ın eliyle yazılmış bir senedle Tahiri Ağabeye verilmiştir.

Benim şahsen merhum Tahiri Ağabeyle uzun arkadaşlığım vardır. Şam'da, Beyrut'da, Hicaz'da beraber uzun günlerimiz geçti. Şam'da iken, bir gün büyük bir alimin ziyaretine beraber gitmiştik. O günü Tahiri Ağabey, Hazret-i Üstad'ın kendisine hediye etmiş olduğu müarek kırmızı abasını giymiş, sarığını da sarmıştı. Ziyaretine gittiğimiz o büyük alim zat; Tahiri Ağabeyin hal ve etvarına dikkat ile bakıyordu. Onun oturuşu, tevazu'u, mahviyeti, edeb ve nezaketi gibi kâmilâne hareketlerine hayran olarak demişlerdi ki: "Bu zatın emsali ancak selef-i salihin asrında bulunabilir. Gerçekten Bediüzzaman gibi büyük bir zata lâyık bir talebesi ve yetiştirmiş olduğu kâmil bir insandır."

Tahiri Mutlu Ağabey hakkında, çok zaman Mustafa Sungur Ağabeyin Hazret-i Üstad'dan rivayet etmekte olduğu bir hatırası vardır ki, çok mühimdir ve Tâhiri Ağabeyin kemalâtını gösteren büyük bir delildir. Hatıra şöyledir:

806

"Bir gün Üstad'ımızın huzurunda Risaleden okunuyordu." İnsan olan bir insan diyebilir ki: "Benim Halıkım bu dünyayı bana hane yapmış, güneş bir lambamdır. Yıldızlar benim elektriklerimdir. Yeryüzü çiçekli-miçekli halılarla serilmiş benim bir beşiğimdir" der Allah'a şükreder." cümleleri okunurken, Hazret-i Üstad, Tahiri Ağabeye teveccüh ederek: "Tahiri! İşte sen böyle diyebilirsin.." dedi. "



Bu hatırayı te'kiden benim de şahsen şâhidi olduğum bir hadise de şöyledir:

1955 senesi sonbaharında Isparta'ya, Üstad Hazretlerinin ziyaretine gitmiştim. Bir sabah dersinde hazır olan herkesin eline birer Siracun-Nur kitabı verildi. Sıra ile her biri bir miktar okuyor, sonra Üstad'ımızın emriyle yanındakine veriliyor ve o da okuyordu. Okunan risale Dördüncü Şua olan ayet-i hasbiye risalesiydi. İmanın yüksek mertebelerinden bahseden bir yer geçti. Hazret-i Üstad tam o esnada, Tahiri Ağabeye: "Tahiri! Senin imanın bundan aşağı değildir." dedi. Tahiri Ağabey ise, boynunu bükerek elhamdülillah dedi.

Tahiri Ağabeyin ebediyen unutulmaz pek büyük bir hizmeti de, tevafuk mu'cizesini izhar eden Kur'anımızın tab'ı hususunda gösterdiği gayret, yaptığı fedakârlık pek azim ve çok büyüktür. Köydeki tarlalarının tamamını ve evini sattı, getirdi, Kur'anın tab' masrafı için ortaya koydu. Onun gösterdiği bu acib fedakârlık halen hatırlarda yaşamaktadır.

Tevafuklu Kur'anı, ilk evvela merhum Hüsrev Ağabey yazmaya muvaffak olduğa gibi, Tahiri Ağabey de onun ilk olarak tab' edilip Müslümanların eline geçmesine en büyük vesilelik şerefini aldı.

Hülâsa: Tahiri Mutlu Ağabeyin hizmeti, fedakârlığı, cesareti, feragatı, ihlâsı, sadakatı ve ubudiyetinin evsafı ta'dat ile bitmez, kemalâtına erişilmez, hakiki mü'min bir insandı. Allah ü Zülcelâl Hazretleri Tahiri Ağabeyin ruhuna dünyalar durdukça, saatlerin aşireleri birbirine darb edilmesi sayısınca rahmetler, nurlar indirsin amin!..

Tahiri Ağabeyimizin hizmet hatıralarını bu kitapta diğer büyük Nur talebeleri gibi, her sırası ve tarihi geldikçe yâd etmeğe çalışacağız. Onun bir kaç parça mahkeme müdafaalarından başka lahikalarda takrizli mektup ve fıkraları yoktur. Nur talebeleri kardeşlerinin fıkralarını kendi hissiyatı ve malı olarak addettiği için idi belki...

Eskişehir hapsinden sonra yazılan Kastamonu ve Emirdağ lahika'larında, Hazret-i Üstad onun isminden ve kıymettar, yüce hizmetlerinden çok defalar bahsetmiştir. Amma bu makamda merhum Tahiri Ağabeyin yazılı fıkralarından söz edemiyeceğiz,çünki dediğimiz gibi onun yazılı bir fıkrası yoktur. Fakat onun şifahî olan bazı hatralarından azıcık bahsedeceğiz.

807


İşte Tahiri Ağabey diyorki:

"Üstad Hazretleri Barla da bulunduğu yıllarda, yani 1930 senesinde ismini duymuştum. Fakat bilfiil Risale-i Nur hizmetine girmemiştim. Risale-i Nur hizmetine başlamam 1935'ten sonra olmuştu. O yıllarda (Üstad Barla'da iken) bizim Atabey'den ve civar köylerden Üstad'ın

yanına giden ve ona talebe olanlar vardı. Küçük Lütfü, Mes'ud, Hafız Ali ve küçük Zühdi gibi...Bu arkadaşlar daha sonra Eskişehir hapsine de girmişlerdi.Küçük Lütfü Eskişehir hapsinden döndükten sonra vefat etmişti. Kendisi Hafız Ali'nin de akrabası olurdu. Cenazesine biz de gitmiştik. Definden sonra, merhum Hafız Ali Efendi, İmam, Hafız Mustafa'ya beni göstererek: "Lütfü'nün yerini boş bırakmıyalım... Tahirî, Lütfü'nün yerini alır."demişti. Demek kısmetimiz varmış, Cenab-ı Hak nasib etti. (60)”

Merhum Tahiri Ağabeyin diğer hatıraları, Hazret-i Üstad'ın 1936 yılında Kastamonu'ya gitmesinden sonraki yıllara aittir. İnşaallah onlarıda yerinde ve zamanında kaydedeceğiz.

İşte Hazret-i Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi'nin 1926-1935 yılları arasında, Barla ve Isparta hayatında ona talebe olmuş, manevî cihad-ı diniyesi safında asker olmuş, hizmetkâr olmuş, ilmine fazlına ve kemaline hayran olmuş, Nuruna pervane olmuş çok bahtiyar insan vardır. Bunların birçoğu da Hazret-i Üstad ve Nur Risaleleri hakkında hissiyatlarını ifade eden takriz mektupları kaleme almışlar, fıkralar yazmışlardır. Barla Lahikasında -Bilhassa eski yazı asıllarında- bu fıkraların bir çoğu kaydedilmiştir. Saff-ı evvel ve sabikîn-i evvelîn olan bu bahtiyar nurlu zümrenin içinde büyük âlimler, şeyhler, hafızlar ve zabitler çoktur. Ceberut ve tuğyan dönemi olan o devirde bu zatların her tehlikeyi göze alarak, Bediüzzaman Hazretlerinin Nur dairesine, Kur'an kal'asına, iman gemisine dahil olmaları ve onunla birlikte ve onun manevi ordusunda mücahid birer asker olmaları, Asr-ı Saadet'teki sahabelerin kudsî hallerini andırır bir tarzdadır. Belki bu noktadan denilebilirki, şimdiye kadar ümmet-i Muhammedde (A.S.M.) din için, iman için, Kur'an için hizmet ve cihad yapanların içinde, bunların yaptıkları hizmet ve ettikleri fedakârlıktan dolayı -zamanın ve asrın dehşetine

(60) Son Şahitler-2, S: 89

808

binaen- Rahmet-i İlâhiyyeden alacaklan ecir ve mükâfât, sahabelerden sonra ikinci derecede gelir.



Nasıl ki, sahabelere, bilhassa Bedir harbinde bulunan sahabelere.. ve sonra ikinci derecede Uhud harbinde savaşanlarına sair sahabeler yetişmediği gibi; Ümmet-i Muhammed'de (A.S.M) yetişen en harika kutublar, müçtehid ve allâmeler de, nasılki ecir ve mükâfatta ve küllî fazilette sahabelerin en küçüğünün derecesine yetişemiyorlar. Öyle de Nur talebelerinin bu saff-ı evvellerine de sair Nur talebeleri yetişemez ve ulaşamazlar denilebilir. Bilhassa bunların Eskişehir hapsinde bulunanlarına... Sonra ikinci ve üçüncü derecede olarak Denizli ve Afyon hapsinde bulunanlarına...

Belki olabilir ki; Hazret-i Üstad'ın 1960'lara kadar yazdığı risalelere, tetimmeler, zeyiller, haşiyeler ve umum lahika mektupları vasıtasıyla bazı Nur talebeleri ilim ve malûmatta ileri de olsalar; fakat fedakârlık, ihlâs ve sadakatta, safvet-i kalb ve samimiyette, o saff-ı evvellerin sabıkîn-i evvelinlerine ulaşamaz ve erişemezler. Hele onlara karşı rüçhaniyeti ise, asla da va edemezler. Her ne ise...

İşte bu nokta için, bizim gibi nâehillerin yazacakları tarihçe, -ne kadar tafsilâtlı da olsaÜstad'ın hayatıyla birlikte o bahtiyar zümre olan saff-ı evvel Nur talebelerinin hayatlarını da kâfi derecede içine almadığından aslında kısa ve noksan olur. Zira istikbal ve nesl-i atî bizlerden bu saff-ı evvel olan sadık ve bahtiyar Nurcular hakkında geniş ma'lumat isteyeceklerdir.Tek tek her birisinin kısacık da olsa hayat tarihçelerini soracaklardır. Neden o

kâmil ve mücahid ve bahtiyar insanların hayatlarına dair kâfi ma'lumât hazırlayıp bırakmadınız? diye bizleri tevbih edeceklerdir. Hakları da vardır.

Evet, henüz zaman ve fırsat tamamen elden kaçmamışken; N.Şahiner kardeşimizin yaptığı kismen çok kısa, kısmen iyi araştırmasının tamamlayıcısı olacak geniş bir taharrînin yapılması behemahal lâzımdır kanaatindeyim. Hiç olmazsa Eskişehir, Denizli ve Afyon hapsinde Üstad'la beraber bulunmuş olan zatların her birisinin ismini, babasının ismini, doğum ve vefat tarihlerini, Risale-i Nura karşı yaptığı hizmetlerinin özetini, nerede doğup büyüdüğünü, hususi mesleğini,Risale-i Nur'a hangi tarihte intisab ettiğini ve Bediüzzaman Hazretleriyle birlikte hangi hapislerinde bulunduklarını ve Risale-i Nur'a ve üstad'a nasıl ve ne gibi hizmetleri sebkat ettiğini gösterir kısacık birer biyografilerinin mutlaka hazırlanması lazımdır, belki de zarurîdir kanatindeyim.

Lakin bu kitapta - Üst tarafta da arz ettiğimiz gibi - adı ve ünvanı belli ve lahikalarda takriz yazıları mevcut zatların bile herbirsinin, yanlız takriz fıkralarındaki hatraları gibi, birer kısacık hal tercümelerini de derc etmiş olsak; o fasıl tek başına büyük bir kitap kadar olacaktı. Bunun için bu kitapta o zatlardan ancak bir kaçının telâkî ve takrizlerinden nümunelik bazı bölümler seçerek dercedebildik. İnşaallah bir meraklı ve mevzuun ehmmiyetini müdrik bir kardeşimiz veya bir hey'et bu işi üzerine alır da, bu pek büyük işi ve çok ehmmiyetli vazifeyi imkânların elverdiği ölçüde yapmasını bütün kalbimle niyaz ediyorum.

809

BARLA HAYATI İKİNCİ KISIM



810

BARLA HAYATI

İKİNCİ KISIM

Bu bölümü, ehl-i dünyanın, daha doğrusu gizli dinsiz ve zındık komitenin desiseli zâlimane planlarını şuursuzca uygulamaya koyulmuş ehl-i hükmün ve idarecilerin Hazret-i Üstad'a ve onun Kur'ani ve imanî hizmetlerine vicdansızca ilişmelerine ve Üstad'ın da, onlara karşı mecburiyet tahtında kaldığı zamanlarda verdiği cevabî mukabelelerine hasredeceğiz.

Hazret-i Üstad'a ilişmeler ve ta'cizlerin aşikâre bir surette başlama tarihi Risale-i Nurdan edindiğimiz malûmata göre 1928 yılıdır diyebiliriz. Üstad Bediüzzaman da 1928 yılı için Tuğyanların zuhuru(61)" diye tavsif ettiği gibi; aynı yıl içinde Nur mücahitlerinin giriştikleri mücahedelerin de Hak, doğru ve istikamette olduğunu beyan eder.

1929 yılı için de: "Dine tağiyane hücûm(62)" diye kaydetmektedir. 1935'den 1945'e kadarki on yıl zaman için de: "Dalâletin savlet tarihleri(63)" diye zikretmiştir.

Buna göre, kendisinin tamir ettirip, elindeki vesika ve belgelere dayanarak imamlık ettiği mescidine ilk ilişme tarihinin de 1928 olduğunu yazar.(64) Hem ayni tarih, Bitlisin Motki ve Sason bölgesinde şapka ve harf inkılabına karşı ayaklanma hadisesi oldu. Tepeleme ve imha harekatı diye adlandırılmış 2.Tümenin ayaklanmayı kanlı ve geddar bir şekilde bastırmış ve arkasından tehcir ve tenkil işlemleri başlatılmıştı.

Halbuki 1928'de hükûmetin çıkardığı hususî af kanunu ile; bazı istisnalar hariç, bütün Şark menfileri memleketlerine iade edildiler, Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi ve bir iki zat daha istisnalar içinde bırakıldı. Göstermelik olarak da, müstesna bırakılan bu bir iki zat ise,(65) bunlardan birisi, İstanbul'da binlerce hemşehrilerinin ve İstanbul'un zengin Müslüman

tüccarlarının içinde gayet müreffeh bir hayat yaşamaktaydı. Öbürü de yine bir vilâyette resmen müftülük yapıyor, Doğu vilâyetleri hariç her yere gidebiliyordu.

(61) Şualar, Envar Neşriyat, S: 656

(62) Aynı eser, S: 660

(63) Aynı eser, S: 661

(64) Osmanlıca Sikke-i Tasdik, S: 75

(65) Mektubat, S: 373

812

Böylece Şark'ın meşhur şeyhleri, aşiret reisleri ve ağaları bir iki istisna hariç herkes kendi memleketlerine, aşiretlerinin başına döndü. Fakat Bediüzzaman'ın istisnalığı çok başka idi. Kasaba, kaza ve vilâyetlere, hatta Barla'nın bitişiğindeki bir köye dahi gitmek münhasıran ona yasaktı. Tek başına bir köyde iskana tabi' tutulmuş, hiç kimseyle bilhassa Şarklı olan bir hemşehrisi ile görüşmesi kesinlikle yasak edilmişti. En yakın bir yere gidebilmesi dahi nahiye müdürünün iznine bağlıydı. Bütün bunlar yetmemiş gibi, hususi üç dört kişilik mescidindeki ibadet şekline de, mescid içinde hususi Ezan-ı Muhammedisine de ve yine iki üç kişilik cemaatle namaz kılmasına da müdahale ediliyordu. Hatta 1930'lardan sonraki yıllarda sırf imanî ve uhrevî ve dinî bir meseleyi öğrenmek için yanına gelen herkese dikkat ediliyor, bazan karakola celb edilip sorgulamaları yapılıyordu. Yine bütün bunlar yetmiyormuş gibi, Hazret-i Üstad'ın imanî ve Kur'anî olan risalelerine karşı duyulan alâka ve muhabbeti kırmak ve bozmak için çeşitli iftira ve yalan kampanyası da resmî ellerle yürütülüyordu. Bunlardan birisi, birinci derecede Hazret-i Üstad'ın Kürtlüğü işa'aya çalışılıyordu. Bundan maksat, ta ki onunla bağlanan ve Türk olan talebelerinin millî asabiyetleri tahrik olsun diye... Bu işde eğitilmiş vicdansız bir muallim Barla'ya yerleştirilerek, hem MIT hesabına Üstad'ın tüm hareketleri rapor ediliyor, hem de gençler arasında Üstad’ın Kürtlüğü menfi bir şekilde propaganda ediliyordu. Bundan bir şey çıkarmayınca, bu defa aynı muallim kanalıyla ve onun aldatılmış Müftü babasının yardımıyla, Barla'da Bediüzzaman'a karşı "Türk Yurdu" namı altında bir fesat ocağı açtırılıyordu. Barla'lı gençlere, Risale-i Nura karşı rekabet olsun diye Cengiz ve Hülâgu gibi keferelerin hayat hikayeleri anlatılmaktaydı. Güya bu bir Türk milliyetçiliğ'iydi. Bir taraftan da Hazret-i Üstad'ın geçim meselesi dedikodu yapılıyordu ve hakeza...



O aziz insan, o kahraman kumandan, o büyük hamiyetkâr insan, o en keskin ferasetli vatanperver, o en hakiki milliyetçi.. Ve o ilimde sultan, ma'rifette hakan, o dinde en müstakim rehber, en hakikatlı allâme olan Bediüzzaman -ki o tarihlerden altı sene önce, Ankara'da Millî Hükûmetin ileri gelenleri ve başta Reis-i Cumhuru, orada beraberlerinde çalışması için maddî olan herşeyi, her ikbali ayaklarının önüne sermişlerken, her mevkii bezl etmişlerken ve tüm arzularının yerine getirileceğini ta'ahhüd etmişlerken;- şimdi ise, aynı adamların emriyle, fasık bir nahiye müdürünün, bir jandarma çauuşunun eliyle böylesi tazyiklere ve sıkıntılara maruz bırakılıyordu.

Evet, o vicdansızca taarruzların, o alçakça keyfi muamelerin, o zendeka hesabına küfrî uygulamaların başlangıcı da, Barla hayatı itibariyla 1928'den 1934'lere kadar çeşitli suret ve şekillerde uygulanıyordu. 1934'de ise, bu muameleler en vicdansızca ve katmerli bir zulüm suretini almış, hususi mescidinin kapısı kilitlenip mühürlenmekle kendini göstermişti.

813

Bediüzzaman'ın Barla'daki hususi mescidindeki ibadetine ve hususî surette iman dersi sohbetlerine, 1929-1932 ve 1934'te olmak üzere, üç defa fi’ilî tecavüzler yapılmıştı. Son defasında mescidini kapatmak ve kapısını mühürlemek suretinde olmuştu. Menemen hadisesinden bir sene sonraya rastlıyan ikinci tecavüz ve tahrik hadisesi zamanında, Isparta'daki Nur talebelerinin bazıları da karakollara çağrılmış ve tehditlerde bulunulmuştu.(66)Anlaşılan odur ki; plân aslında genişçe hazırlanmıştı. Çünki nihayette Hazret-i Bediüzzaman'ı 1934 senesi yaz aylarında Barla'dan alıp Isparta merkezine getirmişlerdi.



Hazret-i Üstad'ın, bu keyfi, küfrî muameleler karşısında rahatsızlığı ve sıkıntısı çok ziyade idi. Bu alçakça bed-muameleler onun izzetine, şehamet-i fıtriyesine çok fazla dokunmuştu. Hayatında en cebbar ve zalim kumandanlara karşı tezellüle tenezzül etmemiş olan Hazret-i Bediüzzaman gibi bir insanın, böyle bir kaç fasık ve vicdansız me'murlar tarafından ta'ciz edilmesi şüphesizki, onun asabına çok dokunmuştu. Maddî kuvvetle karşı koymak ise, onun hayatında ve mesleğinde yeri yoktu. 1929 dan 1934 de kadar zaman zaman ona reva görülen bed muamelelere karşı münafıkların başını dağıtacak nitelikte; İlim, akıl, hikmet ve hakikat meydanında elmas kılınç gibi kuvvetli ve cerh edilmez birer cevabî mukabele yazmakla yetiniyordu.

Bu risaleler ve cevablar Onüçüncü Mektub, Onaltıncı Mektup ve onun zeyli, Yirmisekizinci Mektub'un Dördüncü Mes'elesi, Yirmidokuzuncu Mektub'un Altıncı Kısmı olan Hücumat-ı Sitte ve onun zeyli olan Es'ile-i Sitte risalesi ve Yirmiikinci Lem'a gibi risalelerdir.

Bu risaleler; hakikat, ilim ve mantık sahasında onları ağız açamıyacak şekilde susturuyordu. Evet susturuyordu amma, hakikat noktasında mağlub oldukları zaman, bu defa hükûmet kuvvetine dayanarak, maddî kuvvete müracaat ediyorlardı. Halbuki, hak ve hakikat maddi kuvvette değil, ilimde, akılda ve hukukta idi.

Bu yüzden, Hazret-i Üstad'ın bu zulümlü keyfi işkencelere, tâğiyane taarruz ve bed muamelelere karşı izzet-i imaniyesi ve şehamet-i fıtriyesi dahilden heyecana gelmiş, asabına şiddetle dokunmuştu. Bir sene zarfında, yani 1934 senesi içinde dokuz tane mübarek dişlerinin düşmesiyle(67) kendini göstermişti. Bu zulümlü, tecavüzlü sene içinde İzmir zelzelesi de vuku' bulmuştu(68). Hazret-i Üstad, o zelzele münasebetiyle küçük bir risale te'lif etmiş(*), dinsiz maddiyunların o zelzeleyi tesadüfî ve tabiî diye yorumlama

(66) Osmanlıca Lem'alar, S: 151

(67)Osmanlıca fihrist risalesi S:87

(68) Osmanlıca lemalar S:154

(*)Ondördüncü Söz’ün hatimesi olan “gafil kafaya bir tokmak ve bir ders-i ibret” risalesidir.

814

larına karşı ağızlarına tokmak gibi ilmî bir şamar olarak vurmuş ve kapatmıştı.



Az üstte temas ettiğimiz 1928'de çıkan af kanununda Hazret-i Üstad müstesna bırakıldığı gibi, 28 Temmuz 1933 yılında çıkan ikinci ve umumi bir af kanunu da ona yine isabet etmiyordu. Üstad yine müstesna idi. En canî kimseler bile bu umumi af kanunundan yararlanırken, Hazret-i Bediüzzaman bunun dışında idi.

Üstad'ın bazı dostları ve talebeleri hatta resmi bazı zatlar, çıkan bu yeni umumi af ve önceki af münasebetiyle: "Neden vesika için müracaat etmiyorsun?" Yani çıkan af kanunundan

yararlanarak serbestlik belgesini almak için neden baş vurmuyorsun?" şeklindeki istifham ve istifsarlara karşı, Hazret-i Üstad özetle: "Ben ehl-i dünyanın mahkûmu değ'ilim. Çünki hiç bir şeylerine karışmadım. Bilâkis onlara yardım edecek davranışlarda bulundum. Beni zulmen haksız yere nefyettiler. Nefyettiler ne ise de, diğer umum menfiler usulü ve kanunu ile benimle muamele yapmadılar. Beni özel muamelelere tabi' tuttular. Öyle ise, benim bu durumda onlara müracaatım demek, zulümlerini, haksızlıklarını okşamak ve onlara dalkavukluk etmek demektir. Hem bana karşı yapılan bu bed muameleler, benim din âlimi olmam hasebiyledir. O ise, bu muameleler odurum da bir zendeka hesabına olmuş oluyordu. Öyle ise, benim onlara müracaat etmemle, zındıklık mesleğini okşamak ve dinden (Bin Kere Haşa) pişmanlık göstermek demektir." diye az üstte isimleri yazılan risalelerde tafsilâtiyla cevabları mevcuttur.

İKİ GAYE İÇİN TAZYİK

Evet, Hz. Üstad'ın da kaydettig'i gibi, gerçekten ehl-i dünyanın Hazret-i Üstad Bediüzzaman'ı maddeten, gayet sebebsiz bir şekilde sıkıştırmalarının iki gayesi vardı.

Birincisi: O katmerli zulümlere, o vahşiyane bed muamelelere, o zındıkça uygulamalara karşı Bediüzzaman'ın da, mazlum olan Menemen hadisesinde olduğu gibi, maddi topuza el atıp karşı koymasını ve bir hadise çıkarmasını te'min etmeye ma'tuftu. Ta ki, Türkiye'de dinin ve hakikatlerinin son hâmisi ve bekçisi ve son ışığı olan Bediüzzaman'ı ve talebelerini de o bahane ile imha etsinler, artık karşılarında hiç bir engel kalmasın...

İkinci gayeleri: Birinci gayedeki maksat te'min edilmezse; kendisini tazyiklerle, vicdansızca keyfî muamelelerle sıkıştıra sıkıştıra, sabrını tüketip kendilerine dahalete mecbur eylemek.. ve onu da bazı biçare ulema namı altındaki hocalar gibi saç sakal metruş, Londra papazlarının giydikleri serpuşu başına koydurup ve sütre pantolon giydirerek teslim almaktı.. Ve artık ondan sonra istedikleri her fıskı, her dinsizliği gayet serbestçe ve müma

815


naatsız icra etmekti. Evet bunların gayeleri münhasıran bunlardan ibaretti.

Fakat milyonlarla defa heyhat!.. Hazret-i Bediüzzaman, yüce dağlar gibi dik ve vakur olan başını hiç bir vakit eğmedi, eğmeye tenezzül etmedi, teslim olmadı. Vahşice olan zulümlerini, dinsizliklerini her vesileyle yüzlerine çarptı. İmanından, dininden, vicdanından zerrece taviz vermedi. Allah’a dayandı, ona tevekkül etti.. Ve imanıyla Allah'ın hikmetlerine i'timat etti.Yirmi sekiz sene zulüm, eza ve cefalarına göğüs gerdi. Her belâyı, her musibeti gülerek karşıladı. Başındaki sarığını, sırtındaki cübbesini, ayağındaki şalvarını çıkarmadı, indirmedi. İzzet-i imaniyyesinden, ilmî vakarından bir zerre dahi feda etmedi. Sünnet-i seniyye yolundan bir saniye dahi şaşmadı. Müfsit zındık komitelerinin Bediüzzaman hakkında takib ettikleri o iki gaye ve maksadların gibi, tüm plan ve projelerini hakikat noktasında, ilim meydanında tar ü mar etti. Onların güvendikleri ve en akıllı zannettikleri Avrupa'nın dinsiz ve materyalist felsefesini ve feylosoflarını ilmen, aklen hayvandan yüz derece aşağı düşürdü. Hakikat ve ilim meydanında bütün dünya kâfirlerini dize getirdi. İman kal'asını korumaya muvaffak oldu ve hakeza!.. Evet Onun sayılan bu hizmetlerinin şahitleri olan Risale-i Nur eserleri ve sadık nur talebeleri meydandadır.

İşte, Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi'nin Barla hayatı, hususiyle 1929'dan sonraki hayatının elemli, musibetli ve sıkıntılı olan hal ve durumunu şu fezleke ile bağladıktan sonra; cereyan eden hadiselerin teferruatına da bakmaya çalışacağız. Ama maalesef hadiseleri tam olarak, tarihi sırasına göre kaydetmek zor olacaktır. Çünki bir hikmete binaen yazılan risale ve


Yüklə 2,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   72




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin