ve ma'zuriyetim ve inzivama binaen tebdil-i kıyafetime hiçbir ihtar olmadığı halde; böyle
keyfî, kanunsuz, cebren ahalî içinde başıma şapkayı giydirmeye çalışmak, kırk seneden beri
bu vatanda, hususan iman-ı tahkikî dirsinde kardaşâne alâkadar olan yüzbinler adam, pek
büyük bir heyecan içinde zemini hiddete getirip, emsalsiz ağlamaya vesile olacaktı. Zaten
ecnebî parmağıyla hakkımda teveccüh-ü ammeyi kırmak fikriyle; damarlarıma dokunacak
kanunsuz muamelelerin mezkûr maksad için yapıldığını çok emarelerle kat'î kanaâtımız geldi.
Fakat Cenab-ı Hakk'a hadsiz şükür olsun ki; benim gibi kabir kapısında alâkasız, dünyadan
usanmış, hürmetten ve teveccüh-ü âmmeden kaçmış ve şan ve şeref ve hodfuruşluk gibi
riyakârlıklara hiç meyli kalmamış bir vaziyette iken; bunların bana karşı kanunsuz
ihanetlerinin hiçbir ehemmiyeti kalmadı. Cenab-ı Hakk'a havale ediyorum. Bana lüzumsuz
evham yüzünden eziyet edenlere, yakında ölümle i'damı ebediye giriftar olacaklarını düşünüp,
hakikaten acıyorum: "Ya Rab onların imanını Risale-i Nur'la kurtar. İ'dam-ı ebediden sırr-ı
Kur'an'la terhis tezkeresine çevir" diyorum. Ben de onlara hakkımı helâl ediyorum.
SAİD-İ NURSİ(199)"
"Haşiye: Yirmi senede kaç vilâyetin zabıtaları kıyafetime ilişmedi. Yalnız beş sene evvel
Ankara valisi Nevzat Bey cebren ilişmek istedi. Hem muvaffak olamadı, hem kendi kendini
intihar etmekle tokadını yedi. Hem Afyon valisinin büyük bir me'muru cebren kıyafetime
(ilişmek için) emir vermesine mukabil, Emirdağ'ının küçük bir adliye memuru ona mukabele
edip, "Kanun haricinde hiçbir şey yapamayız" demiş.. Kanun perestliğini göstermiş. Hem
buranın kaymakamı (200) evham etmeyip bana zulmetmediği için, o vicdanlı zatın tebdiline
çalıştılar. Hem hatta camiye, Cum'aya gitmeye beni men' eden merdüm-girizlik hastalığı ile
beraber maddî bir kaç hastalığa binaen bir hafta rapor verip beni, ifade
(199)Elyazma Emirdağ-1 S: 509
(200)Bu kaymakam ilk sosyalist olan Abdülkadir Uraz ismindeki kaymakam değil, ondan
sonra gelen ve 1946-47 arasında Emirdağ'ı kaymakamlığı yapan Üstad'a dost ve vicdanlı bir
zattır. A.B.
1518
mi almaya sevketmemek için doktorluk kanunu ile amel ettiğime binaen, ta Afyon'dan iki
doktor gönderip, onun raporunu bozmak, onu da mahkemeye vermek derecesinde keyfi
kanunlara ma'ruz olmuşuz.
SAİD-İ NURSİ (201)"
Bu istidadan sonra, bir zeyl şeklini de ikinci bir istidayı Hazret-i Üstad adliye ve dahiliye
vekâletine gönderdi. Bu da çok şayan-ı ibret bir husustur; ve iste o istid'a budur:
ADLİYENİN ŞAHS-I MANEVİSİNE VE DAHİLİYE VEKİLİNE BERAY-İ MALUMAT
TAKDİM EDİLEN VE EMİRDAĞI'NDAKİ İSTİNTAKTA VERDİĞİM İFADENİN
HAŞİYE YE LÂHİKASIDIR
Bu yirmi beş seneden beri hiçbir gazeteyi okumayıp, dinlemeyip; dünki gün bana hizmet eden
bir adam, gazetenin bir parçasını bana okudu. İçinde, Ankara maarif dairesi (İki milyon
zararla) hem yine Ankara'da otomobil garajı binası, aynı vakitte İzmir'de ehemmiyetli bir
fabrika, hem aynı vakitte Adana'da büyük bir binanın tamamen yandığını işittiğim vakit, pek
çok te'essür ve yazıklarla, bu fakir millete acımakla; aynı zamanda bütün ömrümde
çekmediğim bir sıkıntı içinde, hiçbir mahkemede benim gibi ihtiyar ve hasta halimde dört
buçuk saat mütemadiyen ifademi, sual cevaba mecbur olduğum bir zamanda, eğer bura
adliyesinin insaniyeti ve bir derece şefkati olmasaydı, kat'iyyen dayanamadığım gibi; kat'î
karar vermiştim ki; Sert bir sözle bu soğukta, bu hastalığımda hapse girmeyi gözüme
almıştım. Hatta bana hizmet edenin birini odamda yatırmak, birine bir tokad vurup benim
hizmetim için hapse, yanıma gelmek için karar vermiştik. Fakat bura adliyesinin insaniyeti ve
inayet-i ilâhiye bana sabır verdi, tahammül ettim.
Bu acib vaziyetim ve asılsız evhamın sebebini merak ettim. "Gençlik Rehberi"nin resmen tab'
edilmesi ve intişarı, pek çok mekteplileri tenvir etmiş, hatta Ankara Dar-ül Fünûndaki ve
İstanbul Dar-ül Fünûndaki kıymettar gençlerin Risale-i Nur'un esasatını; bu vatan milletinin
saadetine bir vesile olduğunu bilmeleri ve pek çok muallimler, hamiyet-i milliye ve vataniye
ve hissiyat-ı ilmiye cihetiyle, Risale-i Nur'a tamam-ı iştiyak ile alâkadar olmaları, maarif
dairesinin nazar-ı dikkatini celbetmiş, Nurlar'a karşı bir derece beğenmemek tarzında bir
ilişmek istemişler... Hatta burada "Gençleri elde ediyor, matbu' Gençlik Rehberi'yle mektep
talebelerinin nazarlarını dine çeviriyor" diye ihbar edilmiş. Bunun üzerine
(201) Elyazma Emirdağ-1 S: 512
1519
hem bana, hem ekser Risale-i Nur şâkirtlerine bazı vilâyetlerde ilişilmiş. Halbuki ben
medreseden çıktığım için hocalardan istimdad etmek lâzımken, bütün kuvvetimle maârif
dairesine ve mekteplilere itimad edip, onlara dayanmak istiyordum. Çünki Nur dairesine
girenlerin çoğu mekteplilerdir, hocalar azdır. Çoğu çekindiği halde, mektepliler kemal-i takdir
ile Nurlar'a sahip çıktığından kalbimden derdim: İnşaallah maarif dairesi Nur şâkirtlerini
himaye edecek.. Ve yardımlarını beklerken, birden bize bu yeni taarruzun sebebi matbu'
Gençlik Rehberi'nin ahirinde "Nur şâkirtleri hükûmetin müsaadesine binaen, mümkin olduğu
kadar Nur dershaneleri açılmak münasibdir" diye bizim gizli düşmanlarımız maarif dairesini
aleyhimize çevirmeye çalışması bir vesile oldu.
Şimdiye kadar o düşmanlarımız desiselerle kaç defa adliye cihetiyle bizi perişan etmek
istediler, muvaffak olamadılar. Bir şey de çıkaramadılar. Sonra müteassıp ve enaniyetli ve
resmî makamlardaki hocaları aleyhimize sevketmeye çalıştılar. Onda da bir şeye muvaffak
olamadılar. Şimdi en ziyade bana yardıma güvendiğimiz maarif idaresini aleyhimize isti'mal
etmekle, bu hükûmetin bazı me'murlarını üç mahkemede kat'î beraet kazandığımız
cemiyetçilik ve tarikatçılık bahanesiyle geniş bir dairede biçare masum Nur şâkirdlerine ve
beni Risale-i Nur'un mütalaasından mahrum etmeye çalıştıkları bir zamanda ve benim
acınacak dört buçuk saat istintakımın aynı vaktinde maarif dairesinin yanması ve
söndürülmesine hiçbir imkân bulunmaması ve tamamen yanması, tesadüfe benzemiyor.. Bir
eser-i hiddet görünüyor.
O ifademin ahirinde ve aynı zamanda demiştim ki: Beni bu gurbette, yalnızlıkta kitaplarımın
mütalâasından mahrum etmeyiniz. Yoksa hem bana hem bu vatana yazık olur.(202) Belki
zemin yine zelzele ile hiddet eder.. dediğimden üç dakika sonra, üç saniye devam eden zelzele
ve o fıkrayı mahkemede tekrar ettiğim aynı zamanda-Ya gece veya gündüzünde- zemin ateşle
maarif dairesine saldırması.. ve mahkemece dört defa ispat edilen çok defa zelzelenin Risale-i
Nur'a ve şâkirdlerine taarruzun aynı zamanında gelmesi.. elbette bunda tesadüf olamaz.
Demek bu vatanın ve milletin ve asayişin büyük bir temel taşı olan Risale-i Nur'un
hakikatlarıdır ki; böyle vukuatlı tokadlarla, bu milletin nazar-ı dikkatini Kur'an'ın hakikî ve
hakikatlı ve kuvvetli bir tefsiri olan Risale-i Nur'a çeviriyor, milleti ona teşvik edip
muarrızlarına şefkat tokadı vuruyor.
Şimdi nasıl sadaka belâyı def ediyor.. Öyle de Risale-i Nur'un bu memlekette belânın def'ine
vesile olduğu çok hadiselerle tahakkuk et
(202)İşte yazık oldu.S.N.
1520
miş. Bu defa da Risale-i Nur'a hücum edilmesiyle aynı zamanda bu yangın belâsının gelmesi,
Risale-i Nur belânın def'ine vesile olduğunu ispat ediyor ...(203)”
Hazret-i Üstad bu arada hadisenin mahiyetini ve taarruzun şeklini bir de talebelerine küçük bir
mektupla bildirmiştir. Aynen şöyle:
"Aziz Sıddık Kardeşlerim!
Cenab-ı Hakk'a hadsiz şükür olsun ki; bu yeni taarruz'da ve çok geniş ve çok evhamlı taarruz,
yüzden bire indi. Dünkü gün dört saat mahkemede ifademi aldılar. Evvelce size gönderdiğim
ifadenin aynını ve izahatıyla cevab verdim. Allah Isparta adliyesinden çok razı olsun ki;
onların buraya lehimizdeki iş'arı bize çok yardım etti. Yoksa Afyon'daki evham ve burada
bazı resmiler gizli düşmünlarımızın da yardımlarıyla pek çok zahmet çekecektik.
Müsadere ettikleri Kur'anımızı Diyanet Reisine göndermişler. Biz de İstanbul'a gönderdiğimiz
iki cüz'ler ve baştaki cüz' ile beraber, bir mektup, Diyanet reisine yazdık: ” Bunu fotoğrafla
tâb' etmeye çalışmak istiyoruz. Diyanet Reisinin tensibi ve muavenetini ümid ediyoruz" diye
mektup yazdık.
Bu defa bana mahkemede sordukları pek çok manasız sualler içinde "Ne ile yaşıyorsun?"
dedim ki; iktisad bereketiyle... Hatta bir vakit Isparta'da bir Ramazanda bir ekmek, bir kilo
torba yoğurdu, bir kilo pirinç ile yaşıyan bir adam, maişet için dünyaya tenezzül etmez ve
hediyeyi de kabul etmeye mecbur olmaz (204)”
Hazret-i Üstad'ın bu ifadeleri, istidaları ve arzuhallerinden sonra dahi, kurdun keçiye bahanesi
nev'inden türlü türlü ta'zib, ihanet ve keyfî muamemeler devam ededurdu. Afyon hapsinden az
önce bir sürü iftira ve bühtanların yanısıra, ifadesini verdiği, herşeyi söylediği halde; yine
mahkemeye yahut zabıtaya çağrılmış ve yeni yeni suallerle ifadeleri alınmak istenmiştir. Bu
son keyfi muameleler Hazret-i Üstad'ın canını çok sıkmış ve huzursuz etmiştir. Afyon hapis
hadisesinden önceki evinin son aranması 16.12.1947 gününde oldu. Zabıt tutanağındaki
ifadeye göre, bu arama, Afyon valisi ve Emniyet müdürünün Emirdağ'ına gelerek, Üstad'ın
kapısının kilidini kırmak suretiyle içeriye ani baskın hadisesidir. Bu aramada Üstad'ın
tevafuklu Kur'an'ını ve ârabî levhalarını ve dua kitabını bile alıp götürmüşlerdir.
(203)Yeni yazı Emirdağ-1 S: 282
(204)Aynı eser S: 277
1521
Taharricilerin Üstad'ın evini aramalarından sonra tuttukları tutanağın metni şöyledir:
ARAMA ZABTI
Emirdağ C. Savcılığının 16.12.1947 günki yazısına atfen, Sulh Ceza Yargıçlığı'nın
16.12.1947 günlü arama yapılıp 16.12.1947 günü bir de Emirdağ' ında ikamet eden Said-i
Kürdî'nin Bolyadin caddesindeki evi arandı.
Yapılan aramada bir muzır neşriyata ait vesaik görülmediği ancak duvarda teneke mahfaza
içinde mahfuz bulunan yirmi sekiz cüz el ile yazılmışı Kur' an görülerek, tetkik edilmek üzere
muvakkaten alınmıştır. Bundan... (205)”
(205) O sıralarda herhalde Üstad'ın evi ile birlikte bir çok evler de aranmış ve bazı kitaplar
bulunarak mahkemeye getirilmiştir. A.B.
1522
Az üstte de kaydedildiği gibi, son aramadan sonra, Üstad ın verdiği ifade, yazdığı istidalardan
sonra da, yine tekrar Hazret-i Üstad ifadeye çağrılmış ve keyfice ta'ciz edilmiştir. Bunun
üzerine Hazret-i Üstad Emirdağ'ındaki talebelerine hitaben şu çok mühim yazıyı kaleme
almıştır:
"Bir ma'ruzat:
Beni tekrar ifadeye çağırmamak için mümkin olduğu kadar çalışınız. Çünki daha bir ifadem
kalmadı. Tam dört saat ifademi vermişim. Mahkemeye gelen kitaplar (206) Denizli
mahkemesinde mevkuf ve beraet kazanan arkadaşlara iade edilmiş, onlarda buradaki bazı
dostlara vermişler. Hatta ben de onlardan bazılarını paramla aldım. Daha o kitaplara ait
kanunca ifade vermeye hakkım yok. Benden aldıkları ârabî evrak ve levhaların ise, dünyaya
bakacak ciheti yokki ifade vereyim. Eğer ifadesiz vermezlerse, onlarda kalsın.
Ben bir parça telâş ediyorum.. şiddetli rahatsızlığımla beraber böyle kat'î lüzumu olmıyan
resmi yerlere gitmeye alışmadığım için, beni çok üzüyor. Hem benim gizlı düşmanlarım,
kendini bana dost gösterip ahalinin heyecanı içinde bir velvele çıkarmak ihtimalinden
çekiniyorum. Çünki sebebsiz o sıkıntıyı resmî adamları iğfal ile bu sıkıntıya vesile oldukları
gibi, o düşman fakat dost suretine giren adam kalabalık içinde diyebilir ki: "Üstad'ı-ma
kanunsuz bu sıkıntı ne için veriliyor?" bu suretle heyecanlı bir mes'ele çıkarması ihtimali var.
Eğer münasib görürseniz, sorgu hâkimine selâmımla beraber ona denilsin ki: "Daha bir
ifadem yok.. ve gizli bir sırrım kalmamış. Bütünü mahkemelerin elinden geçmiş. Onun için
Macid Bey gibi pek ciddi, kanunperest ve kanunu hiç bir şeye feda etmiyen bir hâkim benim
için ne yapsa razıyım.
SAİD-İ NURSİ(207)”
(Haşiye): Bu defa Osman'ın, taharride elinize geçen Denizli hem Eskişehir
müdafaanamelerim benim ifademdir. Onun hâricinde daha bu mes'ele-i Nuriyede ifadem
olamaz. Çünki beraetten sonra bu üç senede hiçbir cihetle kanunca bir suçumuz olmamış ki,
yeni bir ifadeye lüzum kalsın "
(206)Denizli Dosyası-1 2. Kısım S: 36
(207) Denizli Dosyası-2. kısım S:37
1523
1524
Aynı mealde Hazret-i Üstad'ın bir de resmen sorgu hâkimliğine yazdığı tarih numaralı
istidasını da okuyalım:
"Emirdağ'ı Sorgu Hâkimliği yüksek katına!
8.1.1948 Perşembe günü ifademi almak için bir davetiye aldım. Evvelce dört saat müdde-i
umuminin dairesinde ifadem alınmış, daha bir ifadem kalmadı. Eğer lüzumlu kısaca sual ve
cevab varsa ve kanun müsaade ederse, lütfen birisi buraya gelsin ve kısacık sualinin cevabını
alsın.
Ben otuz seneden beri merdum-giriz hastalığı ile kalabalık yerlerde dayanamıyorum. Hatta
Bayram gününde namaz kılıncaya kadar pek çok sıkıntı ve zahmet çektim. Zaruret-i kat'î
olmazsa, resmi yerlere gitmeye dayanamıyorum. Hatta memleketime gitmediğimin bir sebebi,
ahbab ve akrabalarım ile görüşmemek ve insanlarla görüşmeye mecbur olmamak içindir. Bu
manevî hastalığım ile beraber kulunç, sinir, sancı ve pek çok iştahsızlık gibi maddi
hastalıklarımı benimle temas edenler bütün biliyorlar. Ben istesem başka yerlerde birkaç rapor
alabilirim. Fakat madem lüzum-u kat'î yok, kanunun müsamahası var.. vicdanlı ve hakperest
sorgu hâkiminin re'yine havale ediyorum. O nasıl münasib görse razıyım. Ne kadar da
sıkılsam, hasta da olsam, onun re'yini kırmamak için lüzum olursa gelmeye çalışacağım.
Hasta Said-i Nursi(208)”
MAHREM BİR YAZI
Ve nihayet Afyon hapis hadisesinden çok az önce Hazret-i Üstad'ın sorgu hâkimi Fethî Bey'e
mahrem ve hususi şekilde gönderdiği çok mühim ve tarihî bir istidası da şöyledir:
MAHREMDİR
Ehemmiyetli bir şekva
İnsaniyetli, kanunlu kardeşim Fethi Bey Hazretleri! Gayet mahrem bir hakikatı size beyan
etmek lâzım geldi. Çünki emniyet müdürünün kanunsuz bir tavsiyesi için beni mahkemeye
celbetmek, ifademi almak hususunda sizden bir defa haber geldi. Eğer ehemmiyetli hastalığım
ve büyük mazuriyetim olmasaydı, senin hatırın için gelecektim. Fakat insaniyetli ve hakikatlı,
kanunlu bir dostuma gayet mahrem bir meseleyi beyan ediyorum ki, Kanunca üç mahkemede
bana beraet kazandırmış şapka meselesidir.
(208) Aynı dosya S: 38
1525
Evet, ben bu yirmi iki senede üç mahkeme, çok defa huzurunda ve üç aya yakın
Kastamonu'da komiser ve polis dairesinde misafir kaldığım halde, hiçbir defa şapkayı başıma
koymadım.. ve dehşetli mahkemede başımı açmadım.. ve yetmiş kardeşimle beraber büyük
bir tehlikeye ma'ruz olduğumuz halde, mahkemede dedim: "Ma'zeretim var, başımı açamam.
Şapkayı giyemem. Bu kanunla amel etmem. Fakat o kanunu da reddetmek vazifem değil,
karışmam. Dünyada hangi kanun var ki, herkes onunla amel etsin? Bu kanunu reddetmenin
cezası ne kadar büyük olursa, onunla amel etmemek, bir mazuriyete binaen en cüz'î bir suç
kanunca medar-ı mes'uliyet olamaz. Halbuki bu şapka kanunu münzevilere, çölde kendi
kendine gezenlere ve hayat-ı içtimaiyeye girmiyenlere hiç şümulü yoktur ki, üç mahkeme
ittifakla şapka meselesini bana beraet ettiler. Hem Eskişehir ve hem Denizli müdafaalarımı
okuyabilirsiniz.
Şimdi bütün bütün kanunsuz cebren bana şapkayı teklif etmek niyetiyle, beni mahkemeye
lüzum olmadan çağırmanın pek ehemmiyetli bir meselenin açılmasına sebep olmak için, gizli
düşmanlarım her nasılsa Emniyet Müdürünü kandırmışlar. O mesele de budur:
Manen beni aldatmıyan hissiyat-ı kalbiye ile ve maddeten ve çok emarelerle ve kat'î bir ihbar
ile bildim ki; kırk seneden beri benim imhama çalışan gizli düşmanlarım komünistlerle teşrik
i mesaî edip, bu vatanda bir ihtilâl çıkarmak, bolşevizme girmek ve anarşiliğe zemin hazır
etmek için: Beni, ya imha veya hiddete getirip bir karışıklık çıkarmak.. Ve konuşmalarında bir
Nurcu işitmiş ki: "Said'e şapka icbar edilse, o tahammül edemiyecek. Ya ölecek, ya
karıştıracak(209)” demişler.
Biri de aynı cemiyette demiş ki: "Onun hemşehrileri bu meselede yüzbin telefiyat verdiler.
Yüzbinlerde muhaceretle perişan oldular Bu hoca dedikleri adam, yirmi iki sene nefy, hapis,
ta'zip, ihanet çekmiş..." Nurcu işitmiş, bize mektupla bildirdi.
Madem şimdi şapka askerin yarısının başından kalkmış ve ekseri çok köylerde yasak yoktur.
Demek cezası da ve cebir de kalmamış.
Sabıkan yazılan ihtilâlcilerin plânıyla bu meseleyi tazelememek ve medar-ı niza' ve
münakaşaya medar etmemek için; asayiş, idare-i maslahat ve kanun ve adliyenin şerefi
namına senin gibi insaniyetli, kanunperest hâkim-i âdil bir Müslüman kardeşime bu mahrem
meseleyi beyan ediyorum.
Said-i Nursi (210)”
(209)Hazret-i Üstad'a karşı bu sinsi plân ve metod çoğu zaman din düşmanları tarafından
kullanılmıştır. Çünkü kesin biliyorlardı ki; O onu giymez. Zor kullanılarak giydirilmeye
çalışılsa, belki bir hadise çıkarır da emellerine ulaşırlar diye ... A.B.
(210)Denizli Dosyası-1 2.Kısım,s: 43
1526
İşte Hazret-i Üstad'ın üç sene zarfındaki toplam yirmi adedi bulan dilekçe ve arzuhallerinin
mecmuu gösteriyor ki; ehl-i dalâlet ve zendeka komiteleri Bediüzzaman'a karşı hükûmet
eliyle veya hükûmetin bazı beceriksiz idarecileri eliyle tatbik ettikleri muameleler, bunların
bir son kozları olduğu görülmektedir. Zira, üst taraflarda da arzettiğimiz vecihle, Üstad'ın
Emirdağ'ından evvelki iki hapis hadisesi hariç, on sekiz sene içinde hükûmete ve resmî
makamlara tek bir istidası vârid olmamışken; şu Emirdağ'ında üç sene zarfında yirmi iki adet
istidasının resmî makamlara gönderilmesi, burada hazret-i Üstad'ın nasıl zâlimane bir çember
ve bir tazyik ve ta'zib altına alındığını göstermeye kâfidir. Bütün bu elim ve zalim hadiseler
ve Üstad'a karşı takbik edilen sinsi plân ve desiselerin uygulama tarihi, en çoğu komünist olan
başbakan Şükrü Saraçoğlu'nun dönemindedir.
Evet Türkiye Cumhuriyeti hükûmetlerinin onbeşincisi olan Saraçoğlu'nun ikinci hükûmeti
5.8.1946'da sona ermesiyle, onaltıncı hükûmet olan başbakan Recep Peker'in hükûmeti
7.8.1946'da kurulmuş ve 9.9.1947'de sona ermiştir. Bunun akabinde ilk Hasan Saka hükûmeti
10.9.1947'de kurulmuş ve ikinci hükûmette 14.1.1949'a kadar devam etmiştir. Ondan sonra
Şemseddin Günaltay'ın hükûmeti kurulmuştur.
1527
İşte Üstad Bediüzzaman'a karşı uygulanan bu zulümlü, azgın bed muamelelerin hepsi, bu üç
başbakanın hükûmetleri sırasında olmuştur diyebiliriz.
AFYON HAPİS HADİSESİ ÖNCESİNİN BİR FEZLEKESİ
Afyon hapis hadisesinin ihdası, din düşmanı gizli komitelerin ellerinde kalmış son çare ve son
bir oyundur. Evet Hazret-i Üstad Bediüzzaman bilhassa Emirdağ'ına getirildikten sonra, din
düşmanı gizli komiteler onun hakkında üç tane olanlarca pek mühim ve büyük ana projeler
hazırladılar ve uyguladılar.
Bunlardan birincisi: Onun vücudunu gizli su-i kastıla zehirler ve ilaçlarla ortadan kaldırmak..
İkincisi: Ona yönelen Müslüman halkın büyük teveccühlerini ürkütme ve iftiralarla kırmaya
çalışmak...
Üçüncüsü: İhanet ve âdî muamelelerle Üstad'ı hiddete getirip bir hadise çıkartmak...
Evet bu üç plan Üstad'ın Emirdağ'ı hayatı boyunca ona uygulanan bâriz ve âşikâr
muamelelerdir, ki çok örneklerini arzettik.
Fakat bu üç ana projelerin hiç birisi de tutmadı ve tüm çabaları hoşa gitti. Gele gele,1947'nin
ortalarına geldiler.. Bu sene içinde, en son çare olarak, ne yapıp yapıp Üstad Bediüzzaman'ı
hiddete getirmek ve karşı koydurtmak olan plânlarını son bir kez daha en adî şekilde
uygulamaya koydurttular.
Hatta Reis-i Cumhur İsmet İnönü bile, tuzaklanan bu plânın o sene içinde tahakkuk edeceğine
inanarak, aynı senede Afyon'da yaptığı konuşmasında sinyaller veriyordu.
Lâkin az üstte kaydedilmiş Üstad'ın istida ve arzuhallerinde görüldüğü üzere; o, bu plânı çok
iyi seziyor ve biliyordu. Ona göre, bütün izzet-i imaniyesi ve şehamet-i fıtriyesi ile; ve zulüm
ve hunharlıklara karşı bütün hayatında tahammülsüzlüğü ile beraber, sabır ve sekinet ile
tahammüle karar verdi ve muvaffakda oldu
Mezkûr üç ana projeleri fiiliyatta beş para etmediğini gören zındık komiteler, bir döndüncü
plân - ki zaif ve en son uygulanacak bir şey idi- düşündüler. Şöyle ki:
1- Isparta teksir makinesini ve elde ettikleri Zülfikâr ve Asa-yı Musa kitaplarını..
2- Eskişehir'de resmen tab' edilen Gençlik Rehberi'ni..
1528
3- Balıkesir civarında Tabancalı Hüseyin ve İmam İbrahim Ethem Talas'ın Risale-i Nur'u
neşir faaliyetlerini..
4- Kütahya'da cesur bir vâizin sert konuşmaları ve evinde Üstad'a ait imzasız bir mektubun
bulunmasını..
5- Ahmet Feyzi Efendi'nin yazdığı Maidet-ül Kur'an eserinin umumî neşir sahasına çıkarıldığı
evhamını..
6- Kütahya'da Şeyh Said'in bir oğlunun bulunmasını, vâizin konuşmalarıyla münasebettar
olduğunu ve bu münasebetin bir ucu da Üstad'a dayandığını yalan ve iftiralarla propaganda
yapmaları...
Evet en son ve en zaif plânlarına bu altı maddeyi esas ve sebeb göstermişlerdi. Zamanın
hükûmeti de, Üstad'ın hapsi için yine kesin karara varmıştı. Afyon'da aradıklan tipte bir savcı
ve bir sorgu hâkimi de bulundurulmuştur ki; Mutlaka Üstad ve Nur talebeleri haklanda ağır
bir mahkümiyet kararı alınsın diye..
İZAHLAR VE VESİKALAR
İzah ve vesikaların ibrazı için, azıcık geri dönerek,1947 yılındaki hadiselere bakmamız icap
edecektir. Şöyle ki:
Üstte bahsi geçen üç planın uygulanması yanında, mevcut kanunlara göre suç niteliğini
taşıyabilecek her türlü hallerin araştırılması ve bu arada Nur talebelerinin isimlerinin tesbit işi
de yürütülmekte idi. Ma'hut üç çeşit plânlar tutmadığı takdirde, şu talî plân hazır olsun diye...
İşte, Afyon hapis hadisesinin başlangıç noktası içinde, önceki hapis hadiselerinde olduğu gibi,
yine Isparta'dan başlandı.
Casus sivil polisler Isparta ve çevresini taradı. Eğridir'de Asa-yı Musa ve Zülfikâr kitabından
yüz yetmiş kadarı zabıta eline geçti. Bilâhere Isparta'da da teksir makinesi bulundu ve
zabıtaca el konuldu. Daha sonra Hüsrev Altınbaşak ve arkadaşları mahkemeye verildi. Tabiî
bu hadiselerin her birisinde daima Üstad'a da sirayet ediyor, O da isticvab ediliyordu.
Bir defasında Emirdağ'ında, Üstad'ın ifadesini almak üzere kaymakam, savcı vesaire yanına
gelerek, sualli ve cevablı şekilde Üstad isticvab edilmişti. Üstad'ın kaleminden dinliyoruz:
"Bugün Isparta'dan gelen bir sual- cevabı tebliğ etmek için Kaymakam, Ceza hâkimi, Müdde-i
umumî, Jandarma kumandanı ve bir yazıcı geldiler. İfadeden evvel tam iyi bir ders-i nuriyeyi
teslimkârane dinlediler. Sonra Hüsrev'i sordular. Dedim: "O ne demişse doğru söylemiş..."
O senin akraban mıdır, neyindir?”
1529
Dedim: İlerde Türk milletinin medar-ı iftiharıdır. Yüz akrabam da olsa onunla değişmem.
- Sonra dediler: "Bu eserleri sen mi gönderdin?”
Dostları ilə paylaş: |