İnsanların fiil işlemeye güçlerinin olup olmadığı ve bunların ne kadarından sorumlu oldukları sorunu kelâmda önemli bir tartışma alanıdır. Konu, özellikle kader ve kaza kavramlarının farklı şekillerde yorumlanması ve onlara değişik anlamlar yüklenmesine bağlı olarak tartışılmakta olduğundan ilk önce bu kavramları ele almak gerekmektedir.
Arapça bir kelime olan “قدر” kökünden gelen kader kelimesinin pek çok sözlük anlamı bulunmaktadır. Takdir, hüküm verme, yaratma, gereklilik, güç yetirme, bildirme, kaza, rızkı daraltmak, planlamak, ölçerek ve takdir ederek belirleme, hikmete göre yapmak, her şeyin olduğu gibi kılınması, bir şeyin miktarını ve değerini açıklamak, bir şeyin şeklini ve niteliğini belirtmek, kıymetini bilmek, bir şeyin kendisiyle son bulduğu sınır bunlar arasındadır. Genel anlamda kader, "Allah'ın bütün nesne ve olayları ezeli ilmiyle bilip belirlemesi" diye tarif edilir.
Yine Arapça bir kelime olan “قضي” kökünden türeyen kaza kelimesi ise sözlükte hüküm, emir, yaratma, bildirme, haber verme, fiil, yargı, fasıl, icap, gibi anlamlara gelmektedir. Kazanın," Allah'ın nesne ve olaylara ilişkin ezeli planını gerçekleştirmesi" şeklinde genel bir tanımı da yapılabilir.
Kader ve kazaya iman, Allah-evren ilişkisinde etkili olan sübûtî sıfatları ilgilendiren bir konudur. Yaratılma hadisesinin ilim, irade, kudret ve -Mâturîdîlere göre- tekvin sıfatlarıyla ilişkili olması, yaratılmış bir varlık olan insanın davranışlarının belirlenip belirlenmediği sorusunu gündeme getirmektedir. Bu ise klasik anlamda kader sorununun en can alıcı noktasıdır. Bu anlamda insanın davranışlarını hür bir iradeyle gerçekleştirip gerçekleştiremediği, zamanla kayıtlı insanın, zamandan bağımsız Allah’ın fiilleriyle nasıl bir bağlantı içinde olduğu gibi sorular, meselenin karmaşıklığını ortaya koyar niteliktedir.
Necip Fazıl’ın;
Kader, beyaz kâğıda sütle yazılmış yazı;
Elindeyse beyazdan, gel de sıyır beyazı!..
dizelerinde de anlatıldığı gibi neyin kader olduğu, neyin olmadığı çok da kolay belirlenebilen bir durum değildir. Bu bakımdan meselenin çözümü için kelâmcılarca çok çaba sarf edilmiş ve çok emekler verilmiştir.
Kader ve kaza konusunda farklı görüşlerin ortaya çıkmasının sebeplerinin başında konuyla ilgili ayet ve hadislerin bağlamlarından kopartılarak parçacı bir okumayla ele alınmaları gelir. Nasların ruhu iyi kavranmaz ve bütünlük içerisinde ele alınmazsa insanı tefvize1 ve cebre2 götürebilecek ipuçları bulmak hiç de zor olmaz. Mesela sırf insana fiil isnat eden nasları dikkate almak, kişiyi insanın fiillerinde Allah’ın hiç etkisinin olmadığı sonucuna (tefviz) ulaştırabilir. Diğer taraftan sadece Allah’ın mutlak ilmini, iradesini ve kudretini vurgulayan nasları esas alan birinin, her şeyin Allah tarafından belirlenmiş olduğu ve insanın bu belirlemede her hangi bir etkisinin olmadığı (cebr) sonucuna ulaşması da mümkündür.
Kişinin geçmiş tecrübeleri, mizacı, eğitimi, sahip olduğu Allah tasavvuru gibi birçok psikolojik etken de bu konudaki nasların yorumlanmasında ve görüşlerin oluşmasında belirleyici olmuştur. Gerek küçük yaşlardaki aile eğitiminden gerekse yetişkinlik dönemindeki formal din eğitiminden elde edilen Allah tasavvurlarının kader algısının oluşmasında etkili olduğu bir gerçektir. Mesela Allah’ın mutlak iradesine vurgu yapan Eş’arî anlayıştaki bir kimsenin tefvize yakın bir kader anlayışı geliştirmesi beklenmemelidir. Bunun tersi olarak da Allah’ın adaletini ön plana çıkarak Mu’tezilî anlayıştaki bir kimseden cebrî bir kader algısı beklenmez. Yine hayatta sürekli olarak başarılar elde etmiş bir kimsenin kaderci olmadığı, buna karşın her tuttuğu dalın kırıldığı insanların, kimi zaman cebrî anlayışa varan aşırı teslimiyetçi bir tavır takındıkları bilinmektedir. Kadere ve kazaya iman konusu ele alınırken bu gibi hususların da göz ardı edilmemesi gerekmektedir.
7.1.1. Kur’an’da Kader ve Kaza
Kur’an’da kader kelimesinin farklı anlamlarda kullanıldığı görülmektedir. Bunlardan biri “ölçü/miktar” anlamıdır.
“Hiçbir şey yoktur ki hazineleri yanımızda olmasın. Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz.”3
“Biz gökten belli bir ölçüde su indirdik de (faydalanmanız için) onu yeryüzünde tuttuk. Bizim onu tamamen gidermeye de muhakkak gücümüz yeter.”4
“Eğer Allah kulları için rızkı (bol bol vererek) geniş tutup yaysaydı, yeryüzünde mutlaka azarlardı. Ancak O (kullarına rahmet edip, rızkı) dilediği ölçüde indirir. Muhakkak ki O her şeyden haberdar olandır, her şeyi hakkıyla görendir.”5
“Muhakkak ki Biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık.”6
Kader kelimesi Kur’an’da rızkın daraltılması, kısılması anlamında da kullanılmıştır.
“Allah rızkı dilediğine bol verir, (dilediğine de) kısar. …”7
“Allah kullarından dilediğine bol verir ve (dilediğine) kısar.…”8
“Onlar, Allah’ın dilediğinin rızkını genişlettiğini ve dilediğinin de rızkını kıstığını (daralttığını) bilmiyorlar mı?…”9
Kur’an’da kader kelimesinin takdir/belirleme anlamında kullanıldığı da görülmektedir.
“…Her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş ve mukadderatını (gidişatını, belli bir ölçüye göre) takdir etmiş/belirlemiştir.”10
“Ay için de (size her gün farklı gözükeceği) menziller belirledik…”11
“Ve onlarla bereketli kıldığımız ülkeler arasında, arka arkaya (birbirine yakın) beldeler kıldık. Ve orada yolculuk yapılacak yollar belirledik. …”12
“Lut’un ailesi hariç, muhakkak ki; Biz onların hepsini mutlaka kurtaracağız. Onun hanımı hariç. Çünkü onun mutlaka geride kalanlardan (helâk olacaklardan) olmasını takdir ettik.”13
Kader kelimesinde olduğu gibi Kaza kelimesinin de Kur’an’da birden fazla anlamda kullanıldığını görüyoruz: Yaratma, hüküm verme, dileme, emretme, bildirme, tamamlama bunlardan bazılarıdır. Şimdi bunlara örnekler verelim:
“Böylece onları, iki evrede yedi gök olarak yarattı…”14
“…Bir işin olmasına hükmedince (olmasını dileyince) ona ol der ve o da olur.”15
Mâturîdî, kazanın hüküm verme anlamındaki kullanımlarından hareketle kadı kelimesiyle kaza kavramı arasında bağlantı kurar. Ona göre Allah, fiiller hakkındaki hükmünü geçirmiş ve onları yaratmıştır. Kadıya kadı denmesinin nedeni de, her hakkı sahibine döndürmesi ve kendisine iletilen problemde hak olanı açıklamasıdır. Ayrıca kaza kelimesinin hüküm anlamında kullanılması, Allah’ın olacağını bildiği bir şeye hükmedip karar vermesi olarak da açıklanabilir.
Diğer yandan “Biz, Kitap'ta İsrailoğullarına ‘sizler, yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız’… diye bildirdik.…”16 ayetinin açıklamasında Mâturîdî, kaza kelimesinin “haber verme, bildirme” anlamında Allah’a nispet edilmesini mümkün görür. Bu durumda kaza, Allah’ın bildiğini haber vermesi esasına dayanır.
Mâturîdî’nin anlayışında kaza kelimesi “emretmek” anlamına da gelmektedir. Nitekim, “Rabbin, yalnız Kendisine tapmanızı ve ana babaya iyilik etmeyi emretti…”17 ve “Allah ve Peygamber'i bir şeye hükmettiği (bir şeyi emrettiği ) zaman, inanan erkek ve kadına artık işlerinde başka yolu seçmek yaraşmaz. …”18 ayetlerinde bu anlamda kullanılmıştır. Ancak kaza bu anlamda kullanıldığında yalnız iyi olanları emretmek manasında kullanılabilir.
Mâturîdî’ye göre kaza kelimesinin “tamamlama” anlamı da vardır. “Musa süreyi tamamlayınca…”19 ayetinde bu anlamda kullanılmıştır. Bununla birlikte “tamamlama” anlamının Allah’a hakiki manada izafesi doğru değildir. Zira bu durumda Allah’a bir işle meşgul olma veya onu yapıp bitirme gibi bir fiil nispet edilmiş olur. Bundan dolayı tamamlama anlamını, Allah’a ancak bir şeyin oluşum sürecini sona erdirmek anlamında lügavî bir mecaz anlam olarak vermek mümkündür.
Kaza kelimesinin bu tür kullanımları olmakla birlikte, hangi anlamda kullanıldığının kesin olarak söylenmesi zor görünmektedir. Zira Fussilet suresinin 12. ayetinde “hükmetmek” anlamında kullanıldığı söylenebileceği gibi “dilemek” anlamında kullanıldığı da söylenebilir. Aynı şekilde Âl-i İmran suresinin 47. ayetindeki kullanımına hem “hükmetmek” hem de “emretmek” anlamı verilebilir. Bununla birlikte kelimenin Allah ile ilgili kullanımlarında “kesin gerçekleşme durumu”nu ifade ettiğini söylemek mümkündür.
7.1.2. Kelâm İlminde Kader ve Kaza
Kader ve kaza meselesi, İslam’ın ilk dönemlerinden itibaren tartışılagelmektedir. Hz. Ömer’in veba salgını yüzünden Şam'a girmeyip geri dönmesini kaderden kaçış olarak değerlendirenlere, hiçbir fiilin kaderin kapsamı dışında kalmadığını ve dolayısıyla bulaşıcı hastalık bulunan bir beldeye girmemenin de bir kader olduğunu söyleyerek Hz. Peygamber'in kader hakkında yaptığı açıklamayı tekrarladığı bilinmektedir. Hz. Ali de bir soru üzerine her şeyin kaza ve kadere göre gerçekleştiğini ve hiçbir olayın bunun dışında kalmadığını belirttikten sonra kaderin insanları zorlama altında bırakmak olmadığını ve insanın fiillerini hürriyet içinde gerçekleştirdiğini söylemiştir. Aksi takdirde mükâfat veya ceza uygulamasının adalet ilkesiyle bağdaşmayacağını, son tahlilde ise kaderin ilahî bir sır olma özelliğini koruduğunu bildirmiştir.
Emevî hanedanı, icraatını meşrulaştırmak amacıyla kader inancını cebir doğrultusunda yorumlayarak kendilerini devlet başkanı yapanın ve icraatlarını yaratanın Allah olduğunu savunmuşlardır. Daha sonra bu cebirci görüşün Cehm b. Safvan ve Ca’d b. Dirhem tarafından savunulduğu bilinmektedir. Hasan Basrî, kaza ve kaderi inkâr etmenin mümkün bulunmadığını, fakat kaderi kulları günah işlemeye zorladığı şeklinde anlamanın Allah'a yapılmış en büyük iftira olduğunu belirtmiştir.
Ma'bed el-Cühenî’nin Emevîler'in bu tavrını eleştirerek Cebrî görüşün alternatifini ürettiği ve alın yazısı anlamında kaderin kabul edilemeyeceğini savunduğu görülmektedir. Ma'bed’in ardından Vasıl b. Ata ve Gaylan ed-Dımaşkî de onun görüşünü benimsemiştir. Sorumluluk doğuran fiillerle ilgili kaderi inkâr ettiklerinden dolayı kendilerine kaderiyye denilen fırkanın fikirleri zamanla Mu’tezile tarafından sistemleştirilerek varlığı biraz daha sürdürülmüştür.
Mu’tezile’ye göre kader kelimesi “beyan” anlamına gelmektedir. Neml suresinin 57. ayetinde20 bu anlamda kullanılmıştır. Kaza ise Fussılet suresinin 12. ayetiyle21 Kasas suresinin 29. ayetinde22 “tamamlama”, İsra suresinin 23. ayetinde23 “gerektirme/emir”, yine İsra suresinin 4. ayetinde24 ise “bildirme” anlamında kullanılmıştır.
Kader ve kazanın “yaratma” anlamında kullanılmasına kesinlikle karşı çıkan Mu’tezile, bu konuyu insanların fiilleri açısından değerlendirmektedir. Kadı’ya göre kulların fiillerinin kader ve kazaya bağlılığı hususunda bununla yaratma kastediliyorsa böyle bir şey söz konusu değildir. Zira bu fiiller kulların kusur ve gayretlerine bağlıdır. Hem kullar bunları dilerlerse yaparlar, dilemezlerse yapmazlar. Yine bunlar, Allah tarafından yaratılmış olsalardı övgü, yergi, sevap ve günaha müstahak olmazlardı. Ayrıca bu fiiller Allah’ın kaza ve kaderi ile olacak olsaydı, onların tümünden razı olması gerekirdi. Hâlbuki bu fiillerin arasında küfür ve ilhad da vardır. Küfre rıza ise küfürdür. Onlara göre insanın eylemlerinin Allah’ın kazası kapsamında olduğunu kabul etmek, insanlarca yapılan küfür ve zulüm gibi eylemlerin de bu kazanın kapsamına girdiğini kabullenmek olacaktır. Bu durum küfür, zulüm ve şirke rıza göstermek anlamına gelmektedir ki bu durum aklın ve dinin kabul edeceği bir şey değildir.
Mu’tezile’den ayrılarak kendi sistemini kurmuş olan Eş’arî kazayı, ezeli yazgı anlamında kullanmış ve emir, bildirme ve yazma anlamına gelen kazanın tümüyle hak olduğunu beyan etmiştir. Cürcanî ise kazayı ezelden ebede kadar varlıkların kendi yapılarındaki bütün hallerini bildiren küllî ilahî hüküm olarak tanımlamıştır.
Bâkıllânî kaderi takdir ve yaratma olarak tarif etmekte ve bu görüşüne ayetlerden deliller getirmektedir. Cürcanî kaderi, ilahî iradenin özel zamanlarda eşyaya taalluku olarak tanımlar. Bu tanımda, kaderin, ilahî sıfatlarla ilişkilendirilmesi söz konusudur. Böylece kader, fiilin, belli bir zaman ve sebebe bağlı olarak ortaya çıkışını ifade eder ki Mâturîdî düşüncede buna kaza denir. Eş’arîlere göre önce kaza, sonra kader varken, Mâturîdîlere göre ise önce kader, sonra kaza vardır.
Mâturîdîler’in Allah tasavvurları çerçevesinde, insanın kaderini ezelî bilginin taallukuna aldıkları bilinmektedir. Mâturîdî’de kader iki anlam ifade eder. Birincisi yaratılan şeyin değer hükmünün belirlenmesi, diğeri ise her şeyin oluşacağı zaman ve mekânını, hak veya batıl oluş vasfını, doğuracağı mükâfat ve cezayı belirlemektir. Aslında bu ikinci anlam birinciyi de kapsamaktadır. Sâbûnî, kaderi, “mahlûkatın iyilik-kötülük, fayda-zarar gibi yönlerinin zaman ve mekân açısından belirlenmesi” diye tarif ederken Mâturîdî’nin ikinci kader tanımını benimsemiştir.
Mâturîdîler, kaderi bir yandan Allah’ın eşyanın hüsün ve kubuh yönünden ne olacağıyla birlikte yaratmak olarak anlarken diğer yandan Eş’arîler’in kaderin yaratma olarak değerlendirdiği yaklaşıma yakınlık gösterdikleri görülmektedir. Ayrıca eşyanın var oluş zaman ve mekânın belirlenmesini kabul etmek, ilahî iradenin kaderdeki rolünü göz önünde bulundurmak anlamına gelmektedir.
Mâturîdî, kazayı bir şeye hükmedip karar vermek, layık olduğu sonucu belirlemek ve hakkında son söz söylemek olarak tanımlar. Mâturîdî’nin anlayışında kaza, eşyayı yaratma, eşyanın mahiyeti çerçevesinde oluşmasını gerçekleştirme demektir. Bunda Allah’ın ilim ve hikmet sıfatlarıyla nitelenmesinin etkisi vardır. Zira hikmet, her şeyin gerçekliğine isabet etmeyi ve her şeyi yerli yerine koymayı gerektirmektedir. Bu tanıma çok yakın kaza tanımlamaları Mâturîdî takipçilerince de yapılmaktadır.
Mâturîdî, kaza ile ilgili söylemlerinde de kaderde eşyanın iyi ve kötü olma vasıflarının belirlendiği tezini sürdürmektedir. Şöyle ki, kaderde neyin iyi neyin kötü olduğu belirlendikten sonra kaza ile de bu belirlemeye uygun olarak yaratma söz konusudur. Aslında ilahî sıfatlar açısından bakıldığında burada ilahî ilimde vasfı belirlenen eşyanın, irade ile zaman ve mekânının kararlaştırılması, tekvin ile de yaratılması söz konusu olmaktadır.
Mâturîdî gelenekten gelen Lamişi’ye göre kaza, yaratmak ve meydana getirmek; kader ise bir şey hakkında hüküm koymak ve onun sınırlarını belirlemektir. Bu bağlamda kaza, Allah’ın takdir ettiği şeylerin kulun başına gelmesi demektir. Lâmişî, kazanın yaratma manasına geldiğini vurgular. Ona göre kaza, Allah’ın kulların fiillerini yaratması demektir. İhtida fiilini yaratmasıyla hidâyet verici olması, dalâlet fiilini yaratmasıyla dalâlet verici olmasıdır. Ancak o kaza kavramının daha farklı anlamlara gelecek şekilde kullanılabileceğini de kabul eder. Fakat söz konusu insan fiilleri olduğunda kaza kavramının geldiği anlam sadece budur.
Mu’tezile’nin, kaderin beyan anlamına geldiğini iddia etmeleri bir yandan ezelden bir belirlemenin olmadığını vurgulama amacına yönelikken, diğer yandan kazanın yaratma anlamında kullanılamayacağını ısrarla vurgulamalarında ise kötü fiilleri de içeren insan fiillerini Allah’ın yaratmadığına dair iddiaları etkili olur. Oysaki Mâturîdîler kazayı yaratma ile alakalandırmakta sakınca görmemişlerdir. Zira Mâturîdî anlayışta kulların fiilleri yaratma yönünden Allah’a aittir. Eş’arîler’in kaza için kullandıkları takdir ve tayin etme manası, Mâturîdîler’in kader için kullandıkları bir tanımlamadır. Yani Mâturîdîler bir eylemin varlık sahasına çıkmasında son sözün kaza olduğunu ifade ederken, Eş’arîler ise kavramın sadece Allah’ın geçmiş, şu an ve gelecek hakkındaki bilgisine delalet eden kader manasında olduğunu dile getirmektedirler.
Eş’arî ve Mâturîdî kelâmcılarının kader ve kazanın tanımlarını birbirlerine zıt olarak yapmalarına rağmen her iki tanımda da ortak olan nokta, bütün varlıkların, meydana gelmeden önce Allah tarafından bütün vasıflarıyla bilinmiş ve belirlenmiş olmasıdır. Bu belirleme kulun sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Çünkü ilim sıfatının her şeye nispeti eşittir. Diğer bir deyişle bir şeyi bilmek, o şeyin var olmasını gerektirmez. Allah’ın ezelî olan bilgisi ister mevcut, ister ma’dum olsun bütün bilinmesi mümkün olanlara taalluk eder.
Dostları ilə paylaş: |