köküt- , et. kökü- ’den; ukuruktu körsötüp kökütüp iydik: (ata)kemendi gösterdik, şimdi ona yanaşmanın imkânı yoktur (o, artık kendine yaklaştırmıyor) ; men anı kökütüp koydum: ben onu kızdırdım (şimdi ona yanaşamazsın).
köl. 1. göl; köz caşın köl kılıp: iki gözü iki çeşme; köl- şal bk. şal II; köl baka: kurbağa; köl buu: hastalar için yapılan basit sıcak banyo; 2. Issıkköl gölü; 3. Issıkköl vadisi; 4. bent, baraj, havuz.
kölbö- , deprenmek, bir yandan bir yana sallanmak; töö kölböp catat: dişi deve (doğururken) sallanıyor; kumğa kölböp catat: kumda ağnıyor.
kölböörü- , geniş olmak (başlıca, şalvar hakkında).
kölböörüt- , et. kölböörü’den; şımın kölböörütüp cüröt: bol şalvarıyla geziyor.
kölböt- , salınmak, ağır ağır sallanmak.
kölçönğdö- , bir kocaman şeyin hareket ettiği gibi hareket etmek, yürümek; kölçönğdöp conğ ötük kiyip alıptır: kocaman çizme giymiş.