sıranğke = siranğke.
sırastı, bir efsanevî yılanın adıdır.
sıray-, kütleden ayrı bulunmak, tek başına kalmak.
sırçı, boyacı.
sırda-, boyamak, boya sürmek, cilâlamak.
sırdal-, boynmak; cilâlanmak.
sırdana, a – f. malûm, etraflıça tetkik edilmiş olan; sırdana at: bütün adetleri ve tabiatı gereği gibi bilinmiş ve tetkik edilmiş olan at.
sırdaş I, sırdaş, sır arkadaşı.
sırdaş- II, biri birine sırlarını söylemek.
sırdaştır-, et. sırdaş-‘ den.
sırdat-, et. sırda-‘ dan.
sırdığaç, sırdığaş, kaşı boyalı olan (eyer hakkında).
sırduu, 1. boyalı; cilâlı; 2. bir sırduu: ayrıca bir hususiyete malik olan.
sırga = sırğak; kulağına sırğa kılabız mec.: kendisini malûmattar ediyoruz, kulağında küpe. olsun (harfiyen: kulağına küpe takıyoruz).
sırğak, küpe.
sırgana-, kaymak.
sırğanakta- = sırğana-.
sırkoo, 1. hastalık; 2. hasta.
sırkoola-, hastalanmak.
sırkooluu, hastalıklı.
sırmak, önceden suda ıslatılmaksızın kabuğundan ayıklanmış olan darı.
sırt-, 1. dış taraf, dış görünüş; sırttan okutuu yahut sırttan okuu: muhabere ile tedris; sırttan kes-: gıyaben hükmetmek: sırttan kesil-: gıyaben mahkûm olmak; sırt sal-: hasmane ve beğenmiyerek muamele etmek, surat asmak, küsmek; sen mağa emne sırtınğdı salıp kalgansınğ?: sen bana neden küstün!; at kuyruğun sırtına salıp (yahut basıp) oynoktop ketti: at kuyruğunu dikerek ve kıç atarak gitti; 2. sırt (bıçağın, palanın); bıçaktın sırtı: üzerindeki düz ova, yayla.
sırtkı, haricî, dıştaki; sırtkı körünüş; haricî görünüş; sırtkı okuu yahut sırtkı okutuu: muhabere ile tedris.
Dostları ilə paylaş: |