kabık I. kabuk; ceviz, fındık ve s. kabuğu; ağaç kabuğu; kızıl kabık: yabanî soğan.
kabık- II: cel kabığıp ketpesin: rüzgâr dokunmasın.
kabıl I, a. kabûl; muvafakat; kabıl tuttunğbu? es. kabul ettin mi? (nikâh kıyan kimsenin nikahları kıyılmakta olan kimselere soracağı sual); men şartınğa kabılmın: ben senin şartlarına razıyım; kabıl kıl- yahutkabıl al-: 1) muvafakat etmek; 2) kabul etmek; kabıl emes: kabul edilemez; kabıl emes, Akbermet, uşu kılgan tileging folk. : bu arzun yerine kelsin.
kabıl- II, 1. rastgelmek; karşılaşmak; birleşmek, kişiye kabılğan coksunğarbı? : kimseye rastgeldiniz mi? kimse ile karşılaşmadınız mı? 2. düşmek, kapılmak; men balaketke kabıldım: ben felâkete düştüm, tutuldum; çıtırmanğa kabıldım: çıkralığa düştüm.
kabılan (bununla Kırgızlar muayyen bir yabanî hayvanı değil de, genelce iri ve kaplana benzer bütün hayvanları kasdederler) pars, kaplan, bebr; kabılan tuuğan (bahadırın Destanda sık sık karşılaştığımız sıfatıdır) kaplan doğmuş.
kablda- I, muvafakat etmek; tasvip etmek; kabul eylemek.
kabılda- II, katmerleşmek; kuvvetlenmek; şiddetlenmek; oorusu kabıldap ketti: hastalığı şiddetlendi; ihtilatlar yaptı.