kul, 1. köle; kul kıluuçu: köle eden, köle yapan; erte süylögöndün kulu mec. : “acem kılıcı” yaltak, dalkavuk; cakşı bolso – biyden, caman – bolso – kuldan ats. : iş iyi çıkarsa, beye isnat edilir, kötü çıkarsa kuldan görülür; kulda kulak cok oturdu: işitmiyen köle gibi oturdu (onu sövüp- saydıkları halde) sesini çıkarmadı; kul- kutan tar. küç. avam takımı; 2. mec.= = bende.
kula I, 1. kula (at donu) ; ala- kula bk. ala I; kula ceerde: 1) koyu- kula 2) aşırı derecede kızarmış olan; kula ceerde bolup oturat: ıstakoz gibi kızarıp oturuyor (çakır- keyif adam hakkında) ; ak kula 1) beyaza çalan kula; 2) bahadır Manas’ ın atının adıdır; 2. es. ilk harmandan ruhanîlerin hissesine ayırılan kısım; 3. taş kula: dayanıklı, yiyecek hususunda kanaatkâr iş atı.
kula II, yuvarlanmak, düşmek, yıkılmak; cardan kuladı: yardan düştü; oozunan kulağan koppoyt, butunan kulağan kobot ats. sözden yıkılan kalkmaz, ayakta duramayıp düşense, kalkar.
kulaalı, ala doğan: Buteo ve Arehibuteo (ormanda yaşıyan yırtıcı kuş) ; ak kulaalı: bozkır ve ovada yaşıyan Circuz kuşunun erkekleri.
kulaç, 1. kulaç; kulaç ur- : 1) geniş adımlarla sekerek koşmak (dört ayaklı hayvanlar hakkında) ;2) kollarını geniş açarak ilerlemek (yüzücü hakkında); kulaç cayuu: iki kolu gereği gibi açma; 2. açılan iki kolun birinin ucundan ötekisinin ucuna kadar olan mesafe (uzunluk ölçüsü) ; kere kulaç: gerilmiş kulaç.