elenğdet, et. elenğde-den; at kulağın elenğdetet, bir deme körüp turat ko: at kulaklarını kımıldatıyor: bir şey görüyor, galiba.
elep: elep-celep bol-: heyecan içinde bulunmak, sabırsızlıkla beklemek; cürögü elep-celep bolup alıp uçup toktolbodu: kalbi endişe ile çarptı ve o, sükûnet bulamadı.
eles, silüet; vazıh olmayan çizgiler; hayalet; timsal (image); eles-bulas közümö körünö tüştü: bana bir lahza için hayalmeyal gözüktü; eles-bulas bilem: hayalmeyal hatırlıyorum; elesi çok elder: çok uzaklarda bulunan halklar; kağeles (kak + eles) yazıfça (insan hakkında).
eletse-, hayalmeyal görünmek; tahayyül edilmek; közünğö elestey kalat: gözünün önüne geliyor (hatırlanıyor); tün içinde attın elesteginen kişinin kele catkanın bilgen: karanlıkta atın silüetinden bir adamın gelmekte olduğunun farkına varıyordu.