kaldalanğda- , 1. telâşçı olmak; 2. saf, saf dil olmak.
kaldalasta- , telâş etmek; bir işi acele, telâşlıca, şaşkın bir halde yapmak.
kaldanğda- , biçimsiz ve ağır hareket etmek; coru kaldanğdap uçup kaldı: akbaba (kanatlarını geniş açarak) biçimsiz ve ağır uçtu.
kaldasta- = kaldalasta- .
kalday I, Şarkî Türkistan Moğollarının idarî rütbelerinden biridir.
kalday II, öne doğru çıkı olmak; kabarmak; biçimsiz şekilde bulunmak; kaldayğan kara börük: yüksek siyah kalpak; köktö kaldayğan kara bulut; gökte kocaman kara bulutlar; kaldayıp catkan kara tün: aşırı karanlık gece; teri kaldayıp katıp kaldı: deri kurusu ve tümseklenip kabardı; bürküt kaldayıp uçup kele atat: kara kuş ağır ve kabasaba uçup geliyor.
kaldayınğkı, bir parça çıkık, kabarık; bir parça biçimsiz şekilde olan.
kaldayt- , et. kalday- ’dan; tonun kaldaytıp kele atat: bol kürkünü giymiş halde geliyor.
kaldık, kalıntı, bakiye; eski adat kaldığı; adet bakiyesi; kötü inanç; talkalanğan taptardın kaldıktarı: tarumar edilmiş olan sınıfların kalıntıları.
kaldır, gümbürtü ve şakırtı sesini taklittir; eşik kaldır etip açıldı: kapı gürültü ile açıldı; kaldır- kuldur: paldır küldür.
kaldıra- , gürlemek; gümbürdemek; kaldırap tüştü: gümbürtü ile düştü.