daş, f.yahut daş kazan: şölenlerde yemek hazırlamak için kullanılan kocaman kazan; ak boz beye soydurup, daş kazanğa saldırdı folk.: beyaz kısrak kestirerek, kocaman kazana attırdı.
dat ı, pas (madeni eşyada, bitkilerde); dat baskan yahut dat alğan: paslanmış; dat küçösö, dan aldırbayt: pas fazlalaşırsa tane dolgunlaşmaz.
dat ıı, f., 1. imdat isteyip seslenme; şikayet; 2. yukarı mahkemeye başvurma, istinaf.
dayek, koşularda kazanan ata verilen mükafat; öndül.
dayekçi, öndüllere bakan memur; koşularda jüri.
dayım= dayıma; dayım dayar: daima hazır.
dayıma, a. daima; her zaman; ebediyen.
dayın, a. muayyen; tavazzuh etmiş; tayin edilmiş; dayını cok: belirsiz; meçhul; hakkında hiçbir mevşuk haber bulunmayan; bizge dayın: bize belli; bizce bu hususta şüphe yoktur; dayını uğuldu: onun hakkında haber duyuldu; onun hakkında malumat edindi; dayının taptırbay ketti: onun hakkında hiçbir haber yoktur; nam nişan bırakmadan kayboldu, gitti.
dayında-, 1. meydana çıkarmak; tarif etmek; tayin eylemek; 2. hazırlamak.
dayındal-, 1. açılmak; belli olmak; tayin edilmek; 2. ihzar edilmek.
dayındaş-, müş. dayında-dan.
dayındat-, et. dayında-dan; şeker şerbet, şirin aş dayındatıp berdirip folk.: şeker, şerbet ve tatlı hazırlatarak ve sundurarak.
dayınsız, bellisiz; na muayyen; dayınsız kişi: meşhul, belirsiz adam.
dayra= darıya.
dayrı, kanatları germek; uçmaya alışmak; kuş dayrıt: (yavru) kuş, kuvvetini deneyerek daldan dala uçuyor; 2. mec. (elinden gelmiyecek) teşebbüslerde bulunmak.
dayrıt-, et. dayrı-dan.
de-, 1.demek; söylemek; emne dedinğ: ne dedin?; deeli yahut deyli: diyelim; degen menen: ne dense densin lakin...; öylesi öyle, amma…; bununla beraber; kün, tün debey (yahut debesten): gece gündüz demeden, geceli – gündüzlü; yirmi dört saat; çaş, karı debey: genç ihtiyar demeksizin: hem gençler, hem ihtiyarlar; enğ köp degende: en çoğu; azami beş gün; hiç de beş günden fazla değil; on kün degende: on gün geçer – geçmez; enğ çok degende: topu topuna; en azı; asgarisi; a degende: 1) olduğı anda; 2) durup – dururken; esaslı bir sebep yokken; ana - mına degende (yahut degiçe) cönöy turğan ubakıt kelip kaldı: şöyle - böyle derken, yola çıkma zamanı da geldi; a dep kelgenimde: ben gelir-gelmez; ben ilk defa geldiğimde; aytayım degenim: demek istediğim; bak ben ne demek istiyorum; alamın degendey kıldı: güya alacak gibi davrandı; öl dese ölüp, tiril dese – tirilgen: her şeyi itirazsız yaptı (harf.: öl! deseler- öldü; dirildi! deseler- dirildi); akılduu dese- akılduu çıyrak dese – çıyrak: akıllı istersen- akıllı, atik istersen- atik; ooy, desenğçi, al kündör esten çıkpayt!: ah efendime söyliyeyim, o günler unutulamaz!; emnege(yahut nege) deseng: bu, ondan, dolayıdır, ki… 2. tesmiye etmek; ad vermek; tesmiye edilmek; adlanmak; tesmiye edilmiş, adlanmış olmak; değen: denilen; adlanan; (adet olduğu üzere, tesmiye edilen şey dinleyene meçhul olduğunda yahut taaccup, memnuyetsizlik ifadelerinde kullanılır); oş degen şaarda: oş denilen şehirde; yenot degen ayban: yenot denilen hayvan; üç kün değende ürümçö degen şaarga kirişti: üç gün geçince ürümçö denilen şehre girdiler; bul emne degeb kep-: bu nasıl söz!; bu da ne demek-; 3. düşünmek; niyet etmek; bir gaye gözetmek; emne dep keldinğ? : ne maksatla geldin? ; okuymun dep keldim: okumak maksadıyla geldim; aytayın degenderimdi ayta albay kaldım: söylemek istediklerimi söyliyemeden kaldım; biz attanalı dep catkanda: biz atlara binmek üzere iken; şamal bastayın dedi: rüzgar dinmek istiyor, dinmeye başlıyor; baray desem, butum ooruyt: gitmek isterdim, fakat bacaklarım ağrıyor.
debder ı= depter.
debder ıı= kepkir.
debilge, hamle; gayret; çabalama; cakşı ele debilge kıldı ele, bolboy kaldı: o gereği gibi çalıştı, ancak bundan bir iş çıkmadı.
dedek, dedek bolup cür: didinmek, adamakıllı meşgul olmak; fazla gayret sarfetmek; çabalamak; bütün işterge calğız özü debek bolup cüröt: her iş hususunda kendisi bizzat çalışıp – çabalıyor: didiniyor.
dedekte: dedektep kaç-: sakınmak, içtinap etmek.
dedil, f. gayretli; faal; bir işi büyük bir gayretle kovalayan; dedil bolup cüröt; şiddetli arzu gösteriyor.
dedir- et. de–den; kıl dedirmeyinçe kılbayt: yap demedikçe yapmıyor; kendi teşebbüsü ile yapmıyor; dedirbey barat: emretmeden varacak.
dedirt-, et. dedir-den; balp dedire suğunup, kurk dedire cuttu ele folk.: hırsa kapanarak, gürültü ile yuttu.
deel-= del ıı; deelgen: denilmiş; söylenmiş.
deene= dene.
deer, 1. şuur; akıl; düşünceler; dalaylardın deerinde bar: (bu hususta) bir çokları düşünüyor; deerinde cok bolğondon kiyin aytkan menen baydasız: mademki o doğuşundan akılsızdır, ne söylesen faydasız; 2. istidat; deeri cok, kantip okuyt! istidadı olmayınca nasıl okuyacak!
deerlik, hemen- hemen; denilebilir; cok deerlik: yok denilebilecek kadar.
degde-, şiddetle arzu etmek; okuuğa degdep kaldım: tahsil arzusuyla yandım; tündö catsam canınğda, körsöm dep kündüz degdeymin folk. eğer seninle beraber gece yatarsam, gündüzün seni görmek arzusu beni üzüyor.
degdel-, mut. degse-den: könğül degdelet: gönül arzusu ile yanıyor.
dendenğde-, hızlı - hızlı hareket etmek.
degdenğdet-, et. degdenğde-den; anı degdenğdetip süyröp keldi: onu arkasından dürte – dürte sürüklediler; onu zorlayıp sürüklediler.
degdeşe-, müş. degde-den; tamaşanı körüügö degdeşip, tegeretegi ayıldardan el köp keldi: şenlikleri görmek arzusuyla civardaki avullardan (köylerden) çok halk geldi.
degdet-, şiddetli arzu uyandırmak; cürök degdet – yahut könğül degdet-: arzu uyandırmak; cürögömdü degdetip, cürölü deysinğ kalıspay folk.: yüreğimi arzu ile hareket getirerek, «biri – hepimizden ayrılmaz olalım» diyorsun.
degee, çengelli zıpkın.
degele= degi (bk.) + ele (bk. ele ı); degele katuu süyünüp: aşırı sevinerek.
degi, mutlaka; tamamen; degi kördünğbü! hiç gördün mü? degi aytınğızçı! nihayet söylesene; degi emine bolso da: ne olursa – olsun; degi oyunğda bir deme barbı?: fikrinde, hiç olmasa, bir şey var mıdır!; degi uşunday bolso dağı: öyle olsa dahi; isterse, bin kere öyle olsun, fakat…
degiz-, et. de-den.
dekabr, r. ilkkanun.
dekada, r. dekat (decade) on gün.
deke, f.: deke – duka: galeyan; çırpınma; şiddetli arzu; deke – duka bolup cüröt: büyük heyecan içindedir; sabırsızlıkla bekliyor.
dekebir, kon. dekabr.
deki-, tehdit etmek; korkutmak; gözünü yıldırmak.
dekilde-, sabırsızlık göstermek; bir işi acele, üstünkörü yapmak; ivmek; cöö dekildep gazeta taşıyt: koşa – koşa gazete dağıtıyor; al kaçan kelet dep, dekildep turduk: o ne zaman gelecek diye sabırsızlıkla bekleyip durduk.
dekildet-, et. dekilde-den; kitepti ciber dep, dekildete beret: kitabı gönder diye sıkıştırıyor.
dekilet, kon.= doklat.
dekiret, kon.= dekret.
deklaratsiya, r. deklarasyon: beyanat.
dekret, r. dekre (inkilap günlerinde sovyet hükümetinin çıkardığı ve çokluğu muvakkat mahiyette olan kanun ve karar).
del ı= dal ıv.
del- ıı denmek, denilmek.
dela, r. kon. br. («delo») dosya, dava; delada dalildar cok: davada deliller yok; delasın berçi!: şunun dosyasını versene!
delbe, meczup, aklı başında olmayan; anormal.
delbelekte-, acele yürümek.
delbelen-, meczup olmak.
delbelent-, et. delbelen-den.
delbenğde-, telaş etmek.
delbire-, dalgalanmak (mes. bayrak hakkında).
deldegey= deldek.
deldek, dim – dik duran (mes. kulaklar hakkında); kabarık (mes. burun kanatları hakkında); deldek tanoo: kanatları kabarık olan burun; burun kanatları kabarık olan kimse.
deldekte= deldenğde-.
deldelekte-, boşuna telaş etmek; dolaplı kafeste dönen sincap gibi çabalamak; bir tiyin tappay, cayı – kışı deldelektep cürgönüng cürgön: kışın – yazın on para kazanmadan boşuna çabalıyorsun (didiniyorsun).
deldenğ= deldek; deldenğ kulak: sarkık kulak.
deldenğde-, 1. dim – dik durmak: sivrilip durmak; 2. şaşkın – şaşkın hareketler yapmak; deldenğdep cüğürüp cüröt: şaşkın bir halde koşuyor, çırpınıyor.
deldenğdet-, et. deldenğde-den.
deldey-, 1. dim – dik durmak (mes. kulaklar hakkında); kulağı deldeyip turat: kulakları dim – dik duruyor; 2. afallamak; apışmak; dona kalmak; emine kıların bilbey, öz közünö işenbey, deldeyip kaldı: ne yapacağını bilmeyip, kendi gözlerine inanmayıp, afalladı kaldı.
deldeyt-, et. deldey-den.
dele ı= (da + ele) ve; keza; ğene; mında dele: burada da; gene burada; ötkön cılkının baarı bugün dele oydo: geçen sen olup – bitenlerin bugün de hepsi hatırımdadır; böböktörübüz dele, ağalarıbız dele: hem küçük kardeşlerimiz, hem büyük kardeşlerimiz; andan dele, mından dele: hem oradan, hem buradan.
delebe heyecan; alaka; ilgi; delebesi kozğoldu: o heyecan içinde; onun alakası uyandı.
delpilde-, dalgalanmak; (rüzgarda herhangi bir büyük kumaş parçası hakkında).
delpildet-, et. delpilde-den.
dem, f. 1. nefes; dem al- 1) teneffüs etmek; solumak; 2) dinlenmek; dem alış: istirahat; izin; tatil günleri; kezektüü dem alış: sırasında verilen izin; dem aldır-: nefes aldırmak; istirahat ettirmek; dem ber-: kuvvet vermek; ilham vermek; kürüç dem cedi: prinç (pilav) yumuşayıp kabardı; demin içinen alıp turat: nefesini kısıp duruyor; deminğ içinğde bolsun: nefesini kıs; sus; esrarını söyleme;barına dem kirgen: hepsi geniş nefes aldılar; herkes kendini rahat hissetti; kur ele dem kılışat: boşuna cehdediyorlar; dem sal- es.: bir hastayı, okutmak suretiyle tedavi etmek; dem ur-: niyet etmek; dem bas- burnunu kırmak (kibrini gidermek); dem bayla-: cesarret taslamak; 2. ân; bir demde yahut demge kalbay: dakkasında; bir lahzada; dem – bedem: ikide birde; 3. kuvvet; kudret; 4. cesaret; şecaat.
demagog, r. avam aldatan, demagoji yapan.
demagogiya, r. demagoji.
demci-, arkadan itmek (kalabalıkta arkadakilerinin öndekilerini sıkıştırması gibi); ileriye yürümek; kerkim çapkan sayın demcip tiydi: baltacığım her vuruşta daha yukarı değiyor (bir diğneği dik tutarak yontarken).
demde- haşlamak, kaynamış suya atmak ve öyle bırakmak; çay demde-: çay demlemek; kürüç demde-: pirinç demlemek: kaynar suda bırakmak; pilav pişirmek; oor balkanğdı, işçi, demdep ker: işçi, ağır çekicini yüksek kaldır!
demden-, kuvvet toplamak; sağlamlaşmak.
demdet-, et. demde-den; çay demdet-: çay demletmek; paloo demdet-: pilav pişirtmek.
demdüü-, pervasız; cesur; kur demdüü: boşuna, faydasız yere gayret sarf eden, didinen (işi yerine getirmek için henüz uygun şartlar meydanda yokken).
deme ı= neme: bir deme: bir şey; azıraak bir demeni estegendey boldu: bir parça bir şeyi hatırlar gibi oldu.
deme- ıı, (hububati mayileri) ilave etmek katmak; küç deme-: kuvvet toplamak; üstünö suu deme-: üzerine su ilave etmek; seni demep kelgemin: senin yardımına güvenerek gelmişim; demep – demep: bir daha; tekrar – tekrar.
demek, hulasa; sözün kısası; demek; demek, al kelbeyt: demek o gelmiyecek.
demeyde mutat, gündelik şartlar içinde;demeyde kıyın söylösünğ, direktordunğ aldında söylösönğ bolboybu? şimdi mükemmel söylüyorsun, bunu müdürün önünde söylesen olmaz mı?
demik-, 1. ağır ve sık – sık solumak (kapalı ağızdan); nefes darlığından muztarip olmak; at demigip turat: at sık-sık soluyor 2. cehdetmek, gayret etmek, istihdaf etmek; temayül göstermek; ilgeri karay demigip: ileriye doğru gayret ederek.
demilge= debilge.
demit- 1. kuvvetle ileriye doğru atılmak; toodan aktı taşkın sel,cılğa menen demitip: dağdan taşkın sel aktı, dere boyunca atılarak; it etegin culup alçuday demite berdi: sanki eteğini yırtmak ister gibi, köpek şiddetle saldırdı; 2. göğüsle dayamak, itmek (başlıca,üzerinde bulunduğun atın göğsüyle).
demokrat, r. demokrat
demokratiya, r. demokrasi; partiyanın içki demokratiyası: parti içindeki demokrasi.
demokrattık, demokrasiye ait, ilişiği olan, demokratik.
demöö, zorlama; teşvik.
dempinğ, r. dampinğ (dumping).
den, f. 1. ten;deninğ soobu? :sıhhatte mısın? ; den sooluk? : sıhhat; sağlık; deni soonunğ canı soo ats, : sağlam vucudun ruhu da sağlam olur; deninğdi bağışladınğbı? = kabıl tuttunğbu? (bk. kabıl I); 2. alt olan; bizge den bize ait tir; den al üzerine almak deruhte etmek; tanımak.
dene, f. gövde; ten; beden; dene tarbıyası: bedene bakma, beden terbiyesi; geometriya denesi: hendesî cisim.
denğdaroo, mütereddit; denğdaroo bolup turam: ne seçmesini, neyi üstün tutmayı, neye karar vermesini bilemiyorum.
denğdarıooluk, tereddüt; fikirlerde ve arzularda ikilik:
denğge, enğge sözünün tekidir.
denğgeel, seviye; madaniy denğgl: kültür seviyesi; tak denğgeel tuşuna keldenge: tam önüne geçip durduğunda.
denğgeldeş- I, müsavi, denk; eköönün küçü denğgeldeş: ikisinin gücü denktir.
denğgeldeş- II, rekabet etmek; boy ölçüşmek, asman menendenğgel deşken deşken uçsuz too: gökle boy ölçüşen, ucu-bucağı olmayan dağ.
denğgene, f. arifâne esası üzerine verilen bir ziyafettir, ki bunun için koyun kesilir (karş. coro, şerne, ülüş).
denğiz, deniz,
denğkiy- , aşırı uzun boylu ve çirkin olmak (başlıca, kadınlar hakkında); u denğkiygen! : vay, seni, ızbandıt!
deniy-, düm-düz olmak; pürüzler giderilmek.
deniyt-, düzletmek; pürüzler gidermek.
depkir I= tekbir.
depkir II, ruhî muvazene (cesaret, maneviyat); depkiri kaçıp kaldı yahut depkirin tappay kaldı: korktu, şaşaladı; depdir tappağır! : rahat yüzü görmeyesin! depkirin aldı: (herhangi bir şey) onu korkuttu; depkirin taptırbadı: onu çok fena bir duruma soktu.
depkir III= kepkir.
depkir- IV, öksürmek; atım depkirin kalıptır: atım öksürüyor.
depkirt-, et. depkir-IV’ten.
depo, r. depo, ahbar.
depozit, depozito: rehin olarak bırakılan akçe.
depter, f. defter; yazıhane, büro defteri; cekelik uçot defteri: zatî işler defteri; çığış defter: çıkan evrakın kaydedildiği depter: gelen evrakın yazıldığı defter: varide.
depterçe, küçük defter; yazıhanede, büroda kullanılan küçük defter; hatıra defteri, bloknot.
deputat, r. mebûs, saylav; Coğorku Sovyet depudatı: Yüksek Sovyet meclisi azası, saylavı.
deputattık I, mebusa ati, mütaallik. deputattık mildet. mebus vecibesi.
debutattık II, mebusluk, saylavlık durumu, mevkii; debutattıkka körsöt- : mebus adayı olarak göstermek, ileri sürmek.
dercabl, kon.= dirijabl.
derdenğde-, 1. kabarmak (burun kanatları hakkında); attınğ tanoosu derdenğdep, teri zirkireyt: atın burun kanatları kabarıyor ve teri akıyor; 2. (küçücük birisi hakkında) heyecanlı ve döğüşmeye hazır bir halde bulunmak; canlanmak; 3. gururlanmak; sen emne derdenğdep kalıpsınğ? : sen neden bu kadar gururlanıyorsun?
derdey, kabarmak; şişmek.
dere, f. dar boğaz, dar geçit, derbent.
derek= darek.
derektip, kon.= direktiva.
derektir, kon.= direktör.
dert= dart.
dertüü= dartuu.
des, f. kuvvet; kudret; camandınğ koluna des tiyse, onğdurbayt ats. kötü adam kuvvetlenirse, kimseye rahatlık vermez; desi kayttı yahut desi suudu: yavaşladı, dindi, şaşaladı.
destep, f. yahut destepte: başta; en baştan; her şeyden önce.
destiyer, f. muavin; çırak; destiyer bala: çırak oğlan.
deş I, deyiş; deme; tesmiye; anday deş carabayt: öyle demek doğru, caiz değil.
deş- II, (bazen deşiş-) hep beraber söylemek; demek; sözleşmek; antlaşmak, anlaşmak.
deviz-, r. şiar (devise).
deyilda, deyilde (destanda) 1 bir bahalı kumaşın adı;deyilda çapan: deyilda kumaşından yapılan çepken (kaftan); 2. bu gibi bir kumaştan dikilen üst giyim.
deyire= deyre.
deyre, (haddi, sınırı ifade eden bir ektir): değin, kadar; cüz somğo deyre: yüz rubleye kadar; alige deyre: şimdiye kadar; oktyabrge deyre: Oktobore (İlkteşrine) kadar; saat 12-den 2-ye değin; çonğdordon baştan bardarğa deyre: büyüklerden tut da çocuklara kadar; soyuzdan çıgaruuğa deyre: birlikten çıkarmaya kadar.
dıbıra-, 1. takırtı yapmak (diyelim, bir sert nesne üzerine dökülen taneler hakkında) 2. çisemek, sepelemek; kün dıbırap caap turat: yağmur sepeliyor; sicim gibi yağmur yağıyor.
dıbırat-, et. dıbıra-dan.
dıbırla= dıbıra-.
dıbırtta-= dıbıra; kün bürkölüp, kiçine dıbırtap turat: hava kapanıktır ve yağmur sepeliyor.
dıbış, ün; ses.
dıbışsız, sessiz.
dıbıştuu, sesli.
dıdaar= dıdar.
dıdar, f. çehre, sima: didar; ak dıdar: beyaz yüzlü; dıdarı suuk yahut dıdarı buzuk yahut dıdarı caman: nâhoş, sevimsiz çehreli.
dığdıy-, 1. pek tıknaz olmak; kan Kurmanbek dığıyıp, colborstoy catat mıkıyıp folk. tıknaz han Kurmanbek kaplan gibi büzülerek yatmış. 2. ileriye doğru çıkık durmak; iyni dığdıyıp kötörülüp turat: omuzları kalkık duruyor.
dır: ünü-dımı cok: sessizlik; sükûnet; tam bir sessizlik; dımı çıkpay coğoldu: nam bırakmadan kayboldu; dınınğdı çığarbay bar! sesini çıkarmadan git! ; dımınğdı çığarbay tap! : hemen bul! ; çok suylenmeden bulacaksın!
dımak, f. arzu; düşünce; tama; kap, dımağınğa taş tiygir! : boğazına taş tıkansın! ölçüsüz açgözlülüğün yüzünden canın çıksın! ; dımağı çonğ: tamaı büyük; akılsız değil! ; dımağınğ dalay cerde ğo! : bak ne istiyorsun, ha! ; cügü uyda bolso da, dımağı töödö ats.: bütün yükü inek üzerine ise de gözü devede.
dımı-, 1. süzülerek ve görünür-görünmez bir tarzda akmak; 2. ağır, yavaş kaynamak.
dımık-, sıkıntılı, boğucu olmak (hava hakkında); aba dımığat, asman kara sur: hava sıkıntılı, gök kurşunî renkte.
dımıktıtr-, örtmek; sım-sıkı kapamak.
dımıt-, et. dımı-dan; kazandı dımıtıp ele koy! : öyle yap ki kazan yavaşça kaynasın.