A I, taacüp haykırması; taaccüp veya memnuniyetsizlik edasiyle sual; 3



Yüklə 6,96 Mb.
səhifə69/90
tarix29.10.2017
ölçüsü6,96 Mb.
#19558
1   ...   65   66   67   68   69   70   71   72   ...   90

saksay- II, tüy veya kılları karışık bir hale gelmek; sakalı saksayıp turat: sakalı perişan bir haldedir.

saksayt-, et. saksay- II’den.

saksayuu-, saksay II’den.

saksılan-, sakınmak, korkmak; saksılanbay ele koy: kuşkulanma, merak etme. (senin için korkulacak bir şey yok.).

saksın- ═ saksılan-.

sakta-, muhafaza etmek, korumak; sarı mayday sakta-: göz bebeği gibi korumak (harf.: eritilmiş tereyağı gibi saklamak); can sakta-: hayatı korumak. yiyecek içecek bulmak, ekmek parası kazanmak,

saktal-, muhafaza edilmek, korunmak.

saktaluu, işs. sakatal-‘dan.

saktan-, korunmak, kendini muhafaza etmek, saktansanğ, soo kalarsınğ ats. korunursan, sağ kalırsın.

saktanuu, ihtiyat, uyanıklık, saktıkta korduk cok ats. ihtiyatta horluk yoktur; saktık kassası: tasarruf sandığı.

saktıyan, f. sahtiyan.

saktoo, korunma, muhafaza etme.

saktooçuu, koruyan, muhafız.

sal I, 1. sal; 2. sal ile nakil; sal ağız (kütükleri) sal yaparak nakletmak.

sal II: sal-manap: mumtaz gençler.

sal III ═ saal I.

sal- IV, 1. salmak, komak; kapkasal-: çuvala komak; ımaret sal-: bina inşa etmek; prezidiumğa sal-: riyaset kurulunun kararına vazetmek (harf.: rıyaset kuruluna salmak); köpçülüktün aldına sal-: ekseriyetten hükmüne nırakmak, kütlenin mahakemesine komak, baştarın cerge salıp: başlarını iğerek (atlar hakkında); kişi sal-: (müzakereler, kız isteme, barışma için) adam yollamak; kuş sal-: alıcı kuşu salıvermek, alıcı kuşla avlanmak; solğo sal-: yola çıkarmak ; işin yoluna koymak; bazarga sal-: pazara, satılığa çıkarmak; bardık ünümö salıp: bütün sesimle; kol sal-: -bk. kol I; zındanğa sal-: hapsa atmak; 2. çocukl düşürmek; bala sal-: çocuk düşürmek; kozu sal-: yavru düşürmek (koyun hakkında); koy arık bolsa. bat ele kozu salıp koyot: koyun zayıf olursa, çabukcak kuzu düşürür; kulun sal-: bk. kulun; 3. yapıştırmak, çalmak (şiddetle vurmak); kamçı menen bir saldı: kaçı ile bir defa çaldı: başka bir saldı: kafayı bir defa yapıştırdı; 4. hareket etmek, yönelmek;üydü küzdöy saldı: ev istikametinde yürüdü; attanıp aldı da, tömön karay salıp ketti: ata bindi ve aşağıya doğru gitti; Aksuunu közdöy ketken kara colğo saldım: Aksu istikametinde giden yol boyunca yürüdüm; 5. önceden tayin ve takdir eylemek; kudaydın salğanı folk. alın yazısı casağan salga: folk. kısmet olur sa; 6. (datif kılığındaki mış’lı şekille): yalandan göstermek, tecahül ve tegaful etmek; körmömüşkö salıp: görmemezlikten gelerek; 7. ala sal-: (uzunca nesne hakkında) bir yandan bir yana çevrilmek: dönmek; eki-üç ala salıp kettim: iki üç kere (yanımla) döndüm; 8. salğan cerden yahut salğandan: durup dururken, ansızın, ortada hiçbir esas ve sebep yokken; meni salğan cerden tildeyt: bana duruo dururken (birden işi tetkik etmeden) dil uzatıyor; salğandan könö koyboyt: bırden bire muvafakat etmiyor; 9. bir şeye güvenmek, bir şeyi tatbik etmek; köptügünö güvenerek; çeçendigine salıp cenğip ketti: belâğetini tatbik ederek yendi; küçünö salıp: kuvvetini tatbik ederek; 10. birinen sala biri: biri ardından biri; biri ötekisinin sözünü keserek; birinin sala biri çukuraşıp: biri birinin sözünü keserek mırıldandılar; 11. sala sal kıl-: başkasına yükletmek; işti biröögö sala sal kılbay, özünğ bütün: işi başkasına yükletmeyip, kendin bitir; 12. sala koymo salağoymo; 13. yardımcı fi’l sıfatiyle hareketin bittiğini yahut aniliğini ifade eder ; alar eşik aldına kele saldı: onlar kapı önüne geliverdiler; sımıbızdı coon sanğa çeyin türüp salıp: şalvarlarımızı butlarımıza kadar sığınarak; caza salbastan murun: yazıvermezden önce; ayta saldı: söyliyiverdi, baklayı ağzından çıkardı; kızımdı bere salayın folk. kızımı (kocaya) verivereyim; kele sala gelir-gelmez; körö sala: görür görmez.

sala ═ salaa.

salaa, 1. çukur, küçük çukur, yer yarığı, nehrin yatağı, dere, çay; 2. parmaklar arasındaki açıklık; parmaklar arsındaki zar.

salaala- ═ salala-.

salaalan- ═ salalan-.

salaaluu ═ salaluu.

salabat a. 1. saretlik; salâbat, iğilmezlik; 2. azamet, liyakat.

salabat II, a. salevat.

salabattuu, 1. salâbetli; 2. azametli, heybetli.

salağoymo, kadın “ sarıgı” nın uzun bir şerit halinde arkaya sarkan kısmı.

salak, tembel, pasaklı, sünüpe, perişan kıyafetli.

salaka, zararlı hareket, hileli iş, hasar, zarar; tap düşmandarının salakası: sınıf düşmanlarının şüpheli faliyetleri; salakası tiydi: zararı dokundu.

salakta-, sallanmak, sarkmak.

salaktat-, et. salakta-‘dan.

salakılık, itanısızlık, parişanlık, inzibatsızlık, ihmalcilik.

salala-: salalap kuçakta-: ellerinin parmaklarını kavuşturmak suretiyle

salalan-, çukurları, dereleri mebzûl olmak; kucaklamak.salalanğan kapçığay: çukurları, kazıntıları mebzûl olan dağ geçidi.

salaluu, çukurları, dereleri, kazıntıları çok olan mahal.

salam, a. selâm; kommunistik salam: komünistçe selâm; salam ber-: selâm vermek; salam ayt-: selâm söylemek; aleykima salam, aleykümselâm (verilen selâmın karşılığıdır.

salamat, a. sağ, sıhhatı yerinde olan, sağ ve selâmet (ziyan ve zarara uğramamış olan).

salamattan, iyileşmek, sıhhat kesbetmek.

salamattandır-, iyileştirmek, sıhhat kesbettirmek.

salamattandıruu, iyileştirme, sıhhat kesbettirme.

salamattık, sıhhat selâmet; salamattık saktoo bölümü: sıhhiye şubesi.

salamçı, rasgele ziyaretçi; salamçıdan berip ciberdi: rastgele bir yolcu ile gönderdi; 2. mec. tufeylî.

salamdaş-, selâmlaşmak.

salanğ, ilenğ sözünün tekidir.

salanğda-, 1. sallamak; 2. mec. kuvvetten düşmek.

salanğdat-, et. salanğda-dan; salanğdatıp asıp koy-: bir nesneyi serbestçe sallanacak ve başka bir nesneyi dokunmıyacak tarzda asmak; kursak salanğdat-: yağ bağlamak suretiyle karın sarkıtmak.

salanğdoor, 1. yuvarlak, küçük çıngıraklar; 2. madalyon.

salavat ═ salabat. II.

salbar, kocasının iltifatına ve itinasına mazhar olmıyan karı (zevce).

salbıra-, sarkmak, asılı durmak (diyelim, salkım söğüdü dalları hakkında); mögödöy salbıra bk. mögö.

salbırak, 1. sarkan, sallanan; üstü başı sarkık; 2. (Rad. V.) saadak.

saldar, fena tesir, kötü netice; eski turmuştun saldarı: eski hayatatın kalıntıları.

saldat, (r. “soldat”) asker, er.

saldır-, et. sal- IV’ten; zındanğa sadır-: zindana attırmak.

salğıç, bir şeyi toplayıp koymak için aygıt; darı salgıç: barut kabı; tabak salgıç: kap kaçak için (keçe) raf.

salğıla-, 1. mükereren, bir çok defa salmak; 2. tekrar tekrar vurmak.

salğılaş- I. pataklama.

salğılaş-: II, bir birini dövmek.

salğılaşuu, pataklama; muharebe.

salık I. 1. vergi, haraç; salık sal: vergi tahretmek; öz ara salık: kendi aralarında vergi tarhetme; 2. emanet, vedia; amanat salık: itenildiği zaman alınmak şartıyla bırakılan emanet; salık kâğazı: depozito kâğıdı , senedi; 3. kırgızların kendileriyle birlikte yaylağa almayıp, oradan dönünceye kadar bıraktıkları keçe ev, ve ev eşyasının bir kısmı; salık sal-: yaylaya giderken, bal ev eşyasına denk yaparak bağlamak ve kitleyip , kışlakta bırakmak; 4. tar. Yoğaşları ve şenlikleri tertip eylemek için manapır tarafından ahaliye tarhedilen olağanüstü vergiler.

salık II, sarkık, sallanan ; asılı duran; kardı salık: karnı sarkık, şişman karınlı; salık kursak: sarkık karınlı; kabağı salık: abûs somurtmuş; salık cüktü-: denki çok aşağı sarkıtarak yüklemek; kara salık: Triticum repans bitkisi.

salıkçı, para yatıran.

salım: bir salım et: bir defa pişirilecek kadar et; bir salım bot. yabanî keten; kiyim-salım: her nevi elbise ve yatak gereçleri; alım salım: her nevi vergiler, resimler.

salın-, 1. konulmak, vazedilmek; kol salınğan: hucuma çarpan; kol salınğan poyuz: hucuma maruz olan tiren; tıyuu salın-: menedıilmek; tıyuu salınbasa: menedilmazse; 2. koymak, kendi üzerine, altına komak; cooluk salın baş örtüyle örtünmek, baş örtüsü taşımak; köz aynek salın-: gözlük takmak; çapanın salındı: çapanın altına serdi; kim salındı çeninğdi, kim bildi senin epolitlerini, kim idare etti senin elini?

salındı ═ salbar.

salındır-, et. salın-‘dan; eginder calbıraktarın salındırıp, soluyt: ekinler yapraklarını sarkıtarak soluyorlar.

salınğkı, hafifçe sarkık; hafif tertip asılı duran; kabağı salınğkı: kaşları çatık, muteessirdir, kederlidir.

salınış, işs. salın-‘dan; tertipke salınış kerek: tanztm edilmesi lâzım.

salınuu, konulmuş, üzerine konulmuş; batunda kişen salınuu folk. ayaklarına bukaği, köstek vurulmuş.

salış I, 1. hep beraber salmak; 2. biri birini dövmek; eki kişi salıştı: iki kişi dövüştüler; at salış-: 1) koşularda atları yarıştırmak; 2) mec. müsabakaya girişmek; corğo salış-: yorga atları yarışa çıkarmak.

salıştır-, 1. karşılaştırmak; mukayese etmek; oorduğun salıştır-: ağırlık yonunden karşılaştımak; 2. müsabakaya icbar etmek; corğo salıştır-: yorgatları yarıştırmak, koşularda yorgaları koşturmak.

salıştırma, mukayeseli, nisbî; salıştırma çındık: nisbî hakikat; salıştırma anatomiya: mukayeseli anatomi.

salıştırı-, karşılaştırmak, karşılaştırma.

salışuu, dövüşme, tutuşma, muharebe.

salıt (kaşr. Salt I), 1. nizam, adet,resim; mutunku salıt menen: eski usul ve adetler üzerine; 2. es. mihrin (ağırlığın) sıkı bir surette tayin tesbit edilen kısım.

salkı, ilki sözünün tekidir.

salkın, serinlik, serin; küzgü konğur salkın: sonbahardaki hafif serinlik; salkın köz menen kara-: ihtimamsız, dikkatsiz davranmak; işke salkın kara-: işe ehemmiyet vermemek, üstünkörü yapmak.

salkındık, 1. serinlik; 2. dikkatsizlik, itinasızlık.

salmak, ağır çeken, ağır, davranan; salmak ölçümü: izafî sıklet; almak-salmak yahut almaktan-saklamak : munavebe ile; ekööbüz almak salmak iştedik: ikimiz munavebe ile çalıştık.

salmaksız, ağır olmıyan; hafif.

salmakta-, 1. bir şeyin ağırlığını takriben oranlamak; 2. halsizlik hissetmek; bütkön boyum salmaktap turat: rahatsızım.

salmaktan,- 1. ağırlaşmak, ağır çekmek; 2. ağır, tembel davranmak.

salmaktaş-, 1. (kuvvetçe, akılca ve s. ce) denk olmak, yarışmaya mustait olmak; 2. kapışmak, muharebe etmek.

salmaktat-, et. salmakta-‘dan.

salmaktuu, 1. ağır çeken, ağır; iş salmaktuu bodu: iş ciddi (güç) bir şekle döküldü; 2. ciddi, musbet (adam).

salmaoor, sapan.

salooma, bk. saloomaleykim.

saloomaleykim, salooma aleykim, (müslümanca selâm): selâmun aleykim.: size barış olsun.

salpakta- ═ salpanğda-.

salpaktat- ═ salpanğdat-: terdigin salpaktatıp, bir at kaçıp bara atat: teğeltisini sallayıp, bir at kaçıp gidiyor.

salpanğda-, 1. didinmek, sallanmak; 2. biçimsizce yürümek.

salpanğdat-, et. salpanğda-,dan.

salpayak, sakat, acayip.

salpıda-, 1. ağır ağır kışmak; salpıldap celip kele catkan arık saralanı kördü: ağır ağır koşan sarı benekli atı gördü; 2. sallanmak; eski tondun eteği salpıldayt: eski kürkün eteği sarkık dunuyor.

salpıdat-, et. salpılda-‘dan; arkan, cibin kancığasına boş baylanıp, salpıldatıp kele catat: urganını, ipini terkisine bağlayıp, sallandırıp gelmektedir.

salpıy-, 1. sarkmak; erdi salpıyıp turat: dudağı sarkık duruyor; 2. gevşek ve sünepemsi olmak; salpıyğan: sünepe.

salpıyt-, et. salpıy-‘dan.

salt, (krş. salıt) 1. adet, itiyat, maişet, yaşayış; ata saltı: ata saltı menen: dedelerin adetlerine göre; salt sanaa: ideoloji; cakelik mülk salt sanaası: hususî mülkiyet ideolojisi; salt sanaalaş bk. sanaalaş; 2. ehemniyet, kurum, güzellik, parlaklık, şa’şaa, 3. mâna; sözünğdün saltın karağın: sözünün manasına dikkat et.

salt II, yüksüz, ağırlıksız (atlı hakkında).

saltanat, a. 1. liyakat, itibar; 2. şa’şaa; debdebe.

saltanattuu, dabdebeli, parlak, tantanalı; saltanattuu çoguluş (ciynalış): mutantan toplantı.

saluu I, işs. sal- IV’ten; kol saluu, bk. kol I; bala saluu bk.

saluu II: oozunun saluusu bar: yemek hususunda çok hassastır (her ziyaretinde ziyafete tesadüf eden adam hakkınada söylerler).

saluuluu, konulmuş, sokulmuş, serilmiş; kilem saluuluu töşek: serilmiş yatak.

sayut, r. selâm topu, tüfek selâm atışı.

sama-, şiddetle arzu etmek; samağanınday boldu: arzu ettiğini aldı; istediği yerine geldi.

saman, saman.

samık, r. (“zamok”) top kaması, tüfek sürgüsü.

samın, sabun; samın çöp: çöven, çöğen (ot); samın taş: suyun aşındırmış olduğu taş.

samınçı, sabunçu.

samınçılık, sabunculuk, sabuncu sanaatı.

samınnda-: sabunlama, sabun sürmek.

samındal -, sabunlanmak; sabun sürülmek.

samından-, kendi kendine sabunlanmak, kendi kenine sabun sürmek.

samındat_, et. samında-‘dan.

samındoo, sabunlama.

samolyot, samolöt, r.tayyare, uçak.

samoor, r. 1. semaver; 2. çayhane.

samoorçu, 1. çayhane işleten; 2. çayhaneye bakan.

sampağay, pasaklı, sünepe.

sampalanğda-, ağır, biçimsizce hareket etmek (diyelim, puhunun uçuşu hakkında).

sampanğda-, hereket etmek (fakirce giyinmiş, yırtık-pırtık esvap giymiş kimse hakkında).

samparla- ═ anadaalı; samparlap kar tüşüp turat: lapa lapa kar yağıyor,

sampay-, gevşek ve muattal bulunmak; her şeye lâkayit kalmak.

sampır, yırtık pırtık esvap giymiş olan adam; perişan kıyafette olan.

samsa, f. bir nevi börek: samsa.

samsaala-, aşağıya doğru sarkarak sallanmak.

samsaalat- et. samsaala-‘dan; etek samsaalat-: yırtık etekleri sallayıp (yürümek.)

samsala-═ samsaala-.

samsı-, kesilmeyen bir akıntı halinde yürümek; bir dalga şeklinde yığılaşmak; uşu coldon samsıp ele kişi üzülböyt: bu yolda geçenlerin arkası gelmiyor (her zaman çok halk geçiyor); arkasında samsıp köp el bara cattı: peşinden kalabalık halk gidiyordu.

samsıt-, yormak; takattan düşürmek.

samtır: samtır sumtur: yırtık pırtık, pare pare olmuş; üstü başı samtır: üstü başı yırtık pırtık.

samtıra-, pare pare olmak, yırtılıp parça parça olmak; samtırağan: 1. yırtılmış, yırtılıp pare pare olmuş; 2. perişan kıyuafetli: yırtık pırtık esvep giymiş olan.

san I, but, kalça; şimdi coon sanğa çeyin türüp: şalvarı kalın butlara kadar sıvayarak; serke san yahut kuuray san: 1) incecik bacak; 2) incecik bacaklı; altı sanım aman bolso: sağ esen olusam.

san II, 1. sayı, miktar, hesap; sayda sanı, kumda izi çok yahut sayda sanı, kumda kunu çok: hiçbir belirtisi yok, iz bırakmadan kayboldu; san cana sapat cağınan: kemmiyet ve keyfiyet yönünde; sanda cok caman yahut sanğa koşulbağan caman: hiçbir işe yaramıyan (adam); tirüü dese, sanda cok, ölük dese, kördü cok folk. diri desen, hesapta yok (diri insanlar arasında sayılmaz), ölü dersen, mezarda yok; kılğan iştin sanı cok: yapılan iş görünmüyor, işin hiçbir neticesi yok; bütün san: mat. adedi sahıh, tam sayı; tak san: mat. tek adet, sayı; karama karşı san: mat. mukabil, zıt sayı; cay attuu san: mat. basit mütecanis sayı; çamaa san: mat. takribi sayı; eerçime san: mat. muteakip sayı; onğ san: mat. musbet adet (pozitif sayı); teris san: mat. menfi adet (negatif sayı); başkı san: mat. iptidaî adet; atuu san: mat. mutecanis sayı; bir tamğaluu san: tek haneli sayı; köp tamğaluu san: çok heneli sayı; belgisiz san: mat. meçhûl adet; bölçöktüü attu san: mat. mütecanis kesir; tügöl bölünüüçü san mat. misil; oylonmo san: mat. mevhum sayı; izdelgen san: mat. aranan meçhul sayı; belirgen san: mat. verilmiş mâlum sayı; cekelik san: gram. teklik (müfret); köptük san: gram. çokluk (cemi); iret san: gram. rütbı adet ismi; cay san: gram. aslî adet ismi; 2. hesapsız çok; (bazan da) on bin.

san III: sandı saa kim berdi?: nasıl cesaret ettin ? bu hakkı sana kim verdi?

sana-, 1. saymak; münöt sanap: dakika sayarak (her dakika); cıl sanap: her sene; cıl sanap ösüp kele catat: seneden seneye büyüyör; 2. düşünmek, tefekkür etmek,tasarlamak; kara sana ═ karasana; kamsanaba: merak etme. kederlenme!; 3. özlemek, canı sıkılmak; cerin sanap: memleketini özleyerek.

sanaa, 1. çuur, fikir, düşünce; 2. keder tasa, meşgale; sanaam bölö aldı boldu: çok merak ediyorum; sarı sanaa: keder, kaygı; sanaa tartpay kün çıktı: derken güneş de doğdu.

sanaadar, k-f. kederlenmiş olan, kaygılı olan.

sanaalan-, 1. düşünceye dalmak; 2. özlemek, tsalanmak.

sanaalaş, yahut saltasanalaş: fikirdeş: fikir ortağı.

sanaaluu, 1. düşünen; 2. meşgul olan, uğraşan.

sanaarka-, düşünmek, düşünceye dalmak, tasalanmak.

sanaasız, ahmak, düşüncesiz.

sanaasızdık, hamakat, düşüncesizlik.

sanak, hesap, sayım; sanak başkarması: istatistik idaresi; sanaktan ötkür: saymak, hesabını almak.

sanalaş ═ sanaalaş.

sanaluu, sayılmış, sayılı, hesaplı.

sanaş-, hep beraber saymak, hesaba katmak, hesaplasmak; künsanşıp köböy-; günden güne büyümek, artmak; 2. hep birlikte düşünmek; aynı şeyi düşünmek.

sanaşuu, et. sanaş-‘tan

sanat I, 1. nasihat, ibret, misal, örnek nümune olacak şey; sen bir sanatı kılğalı turasinğ: sen bir kötülük yapmayı düşünüyorsun; sağa kalbağan sanatı kılayın: sana öyle bir şey yaparım, ki çok uzun zaman unutamazsın; 2. bir yığın kıyafeli vecizelerden düzülmüş olan şarkı; şarkı kalıbına dökülen tekerleme.

sanat II, 1. hesap, sayı; sanatcetkis yahut sanatı sandan ötüptür: hesapsız çok: sanattan ötkör-: hesabını almak; saymak 2. gram. es. adet ismi.

sanat- III, et. sana- I’den; naktay sanıp al-: nakten almak.

sanatay: kara sanatay ═ karasanatay.

sanatçı, hesaplıyan saaat, sayaç.

sanatıluu, sayılmış, tam okadar; sanatıluu altı ay folk. tam altı ay.

sanatsız, hesapsız çok.

sancıra, a. şecere, soy sop.

sancıraçı, şecereler uzmanı.

sancırğa 1. süs (başlıca, göç zamanında yük hayvanlarına takılan süsler); 2. alıcı kuş için eğere takılan köstek.

sancırğaluu 1. süslenmiş; sancırğaluu köç: yük hayvanları süslenmiş 2. köstekli ( alıcı kuşar hakkında).

sanda I: anda-sanda: şurada-burada bazı yerlerde, bazan, zaman zaman (nâdiren).

sanda- II, pek çok olmak, hesapsız bulunmak; sandağan: bihesap.

sandaala- ═ andaala-

sandal I. mangal.

sandal II, r. sandal denilen ayakkabı.

sandal- III, avare dolaşmak, maksatsız gezinmek; sandalıp ele cüröt: maksatsız aare dolaşıyor.

sandalt-, et. sandal- III’ten.

sandat-, et. sanda- III’den; sandatıp türdüü cılkını, aydabay turğan cer beken?: orası hesapsız çok hergeleyi sürmeye elverişli yer değil midir?

sandık, sandık.

sandıkça, 1. küçük sandık; 2. mat. es. küp, mikâp; sandıkça metr: mikâp metre.

sandıra- ═ sandırakta-.

sandırak, 1. boş sözler söyliyen geveze; 2. boş söz, herze, yave.

sandırakı: sandırakı söz: boş yere çene çalma, lâklâkiyet.

sandıraktı-: oozune kelgenin sandıraktay beret: ağzına ne gelirse, onu söylüyor; manasız ve faydasız şeyler söylüyor; sandırakta bay otur.: boş lâflar söylemeden otur.

sandırğa ═ sancırğa.

sandırğaluu ═ sancırğaluu; sandırğaluu cigit: temiz giyinmiş olan delikanlı.

sanğoor, kanadın büklümündeki yelekler.

sanğsanğ, bir parça büyümüş olan kuzunun derisi, (krş, körpö); sanğsanğ tebetey: sanğsanğdan yapılan kalpak.

sanitar, r. hasta bakıcı.

sanitariya, hasta bakıcılık, sıhhiye.

sanoo, zihnî hesap.

sandoluu, sayılmış; malûm bir şekle konmuş.

sansan: sansan bolup ket: hiçbir türlü haberi bilmeksizin kaybolmak, yok olmak; çapanı sansan bolup cırtılğan: paltosu yırtılıp pare pare olmuş.

sansı-, pek çok, hesapsız bulunmak; sansığan: hesapsız çok; sansığan bay: serveti hesapsız olan zengin; sansığan koy: hesapsız çok koyun.

sansız, sayısız.

sansızdık, sayılsızlık.

sap I. sap; baltanın sabı: balta sapı.

sap II a. 1. sıra, sakol (askerî); sap tart-: sıraya dizilmek; 2. ═ sabak I, 2.

sapaa ═ sapat; sanı bar, sapaası cok ats. kemmiyeti var, keyfiyeti yok.

sapalak, çok tüylü; sapalak kuyruk: çok tüylü kuyruk.

sapar, a. yolculuk, seyahat, sefer; sapart tart- yahut sapar çek-: yola, seyahata çıkmak; kelbes sapar tart- mec. “dönülmez yolculuğa çıkmak” (ölmek).

sapat, a. sıfat, keyfiyet, iyi vasıf.

sapattan-, avsafça iyileşmek

sapattandır evsafla iyillştirmek.

sapattandıruu, işs. sapattandır-‘dan.

sapattuu, iyi evsaflı; sapattuu kurç: iyi evsaflı çelik.

sapattuuluk, iyi evsaflılık; iyi neviden olmaklık; coğuru sapattuuluk: iyi nviden olmaklık.

sapkoz. kon. ═ sovhoz.

sapsalğa. 1. hayvan iğdiş edilirken kullanılan tahta kıskaç; 2. çiy (bk. çiy I) saplarında yapılan kıskaçtır, ki çocukları sünnet ederkan kullanılır.

sapsay- apsay.

sapsım, r. kon (“sovsem”) büsbütün, tamamiyle.

sapsıy-, büyük ve karışmış olmak (sakal hakkında).

sapsıyt, et. sapsıy-‘dan.

sapta- I, arzu etmek; talep ve iddiada bulunmak.

Yüklə 6,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   65   66   67   68   69   70   71   72   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin