surma, 1. sürme; surma tart-: sürme çekmek; 2. atın suratına, yakmak suretiyle, vurulan damga (karş. bışanğ II, tamğa) ; 3.üst göz tabağındaki güzel bükümler.
surmanluu, 1. sürmeli; surmaluu köz:1) sürme çekilmiş göz; 2)ü üst göz tabağında güzel bükümleri bulunan göz; 2. suratında yakmak suretiyle vurulan damgası bulunan; surmaluu at: bu gibi bir damgası bulunan at.
sus, f. sukuti, abus, akşi yüzlü, kapalı tabiatlı, muzlim, sus çöl: muzlim sahra, çöl; irenği sus kişi: muzlim çehreli adam; sus tarta tüştü: kaşlarını çattı, somurttu; sabırı sus bk. sabır I.
sustay-, düşünceli, somurtkan ve sukuti olmak; sustayıp kara-: hazin ve somurtarak bakmak.
sutka = sötkö.
suu I, 1. su, nehir; cemiş suusu: meyva suyu; kaşka suu: duru, beraak su; kara suu: yer altı sulariyle beslenen çay; sarı suu: 1) süt kesildikten sonra kalan suyu; 2) pisliklere karıştırılan su; cügörünün sarı suusun aldı: (< yüreğinin sarı suyunu aldı>) fena surette korkuttu; sudan kal: sulanmadan kalmak; pakta bir suudan kalıp oturat: pamuk bir defa sulanmadan kaldı; buuday eki suu içti: buğday iki kere sulandı; suu alğan: su basmış, su götürmüş; suuğa al-: (ölüyü) yıkamak; bir suunun eli: bir ırmak vadisinin halkı; aynı çayın kıyısında yaşıyan ahali;meni suu kıldı: o bana çektirdi (bitap bıraktı); suu boldum: canım çıktı (ıstıraptan bitkin hale geldim); oozunan kara suu keldi: fena halde acıktı; suu cürök: yüreksiz, korkak; kıtay tilin suuday bılet: çin dilini su gibi biliyor; suu salık: su vergisi; bel suu: meni; 2. yaş, nemli; suu ciğaç: (yaş) yeşil ağaç; suu kir: ıslak çamaşır; 3. tav; temirdin tasuusun bilgen usta: demirin tavından anlıyan usta: mahir demirci.
suysal I, saç örgüsünü uzatmak için ona karıştırarak, siyah yünden örülen şeritler.
suysal- II, kırıtarak yürümek; suysala bas-: işve yaparak yürümek.
suysalma = suysal I.
suyuk, 1, sıyık mayi; 2. seyrek ( koyu değil); suyuk sakal: (kadın hakkında) hafif meşrep, (at hakkında) başı boş dolaşan; eteği suyuk (Rad.) = ayağı suyuk.
suyul-, 1. cıvıklanmak; 2. seyrekleşmek (kuyuluğu bitmek); ak sakalı suyulğan folk. beyaz sakalı seyrekleşmiş.
suz I. = sus; sabırsız bk. sabır I. çekmek, kepçelemek.;kırman suz-: harman yerinden savrulmuş, ayıklanmış hububatı toplamak
suzdan-, somurtmak, surat asmak.
suzğu, büyük tahta kepçe.
sübö = süböö.
süböö, yalancı kaburga;süböönğdü kötör: bir parça canlan, şenlen.
süknö, (r. ) çuha.
sükünt = sekunda.
süküt, a.sükut, susma, sözsüzlük.
süldör, cisim, ten, beden.
süldörsüz cismani olmıyan.
sülgü, (yüz) havlusu.
sülküldö-, mevzun ve seri hareketler yapmak; süzülerek gitmek (iyi yorga hakkında) ; sülkükdöğön corğo: mevzun ve yumşak yürüyüşle yürüyen yorga; 2. bazı azalarını güzel ve kırıtarak oynatmak.
sülküldöt-, et. sülküldö-‘den.
sülönğkü, ( rad.,V) nahif, ince.
sülöösün, vaşak.
sülük, sülük.
sümbö, harbi ( çakmaklı ve kapsüllü tüfeğin ağızdan doldurup fişeği bastırmaya yarayan demir çubuk; M.).
sümbölö-, harbi ile doldurmak.
sümbölöö, harbi ile doldurma.
sünğgü-, saplanmak; ayza sünğgüdü: mızrak saplandı; şaardı közdöy sünğgüdü: şehre doğru istikamet aldı.
sünğgüt- et. sünğgü-‘den.
sünnöt, a.dn. hitan, sünnet.
sür I. heybet; heybwetli ve kurumlu görünüş, azamet, kurum, kurulma; sürü bar kişi: heybetli ve kendisine karşı başkalarının ihtiramını telkin eden çehreye malik olan adam.
sür II. açık havada kurutulmuş (et. balık); sür et: açık havada kurutulmuş et.
sür- III. 1. sürtmek, rendelemek (rende, planya ile), kazılmak; 2.ileri hareket ettirmek; hüküm sürmek; dooron sür-: yahut door sür,: hüküm sürmek; tanğ sürgöndö: şafak sökerken; ömür sürmek, var olmak, yaşamak.
sürgün, 1. sürme, sürgün körsöt-: nefiy etme; sürgün körsöt-: sürmek; sürgün kör-: şürülmek, memleketten çıkarılmak; 2. iyi damızlık (erkek hayvanlar hakkında).
sürmö, sürme; oğma sürme darı : sürmek, oğmak için kullanılan ilaç, vücudun dış yanından kullanılan ilaç.
sürnöt = sünnöt; sürnöttöy bolğon: suratsız.
sürnöttö- =sünnöttö-.
sürö I, a. dn. sure ( kurandan bir fasıl ).
sürö II, koşu atlarının koşarken varıp duracakları yer, finiş.
sürö III, 1. koşu atını finişe doğru çekmek; 2. = sürömölö-.
sürök I, işs. sürömölö-‘den
sürön, harp narası; sürön sal-: harp narası atmak, harbe davet etmek.
süröön, ( koşan ata bir yardım olmak üzere) koşularda yabancı bir atı katmak.
süröönçü, 1. koşanatın finş’e varması yardım eden: 2., bağırmalar çağırmalarla teşvik eden ve kuvvet vermeye çalışan.
süröt I , a. resim, tasvir, portre, tablo, timsal; tez süröttö; çabucak hızlıca, tezelden; aktivdüü süröttö: aktif tarzda; süröt tart-: tersim etmek, resim çıkarmak.
sürot II, et. sürö III’den.
sürotçu, ressam; fotğrafçı.
süröttö-, tasvir etlemek, tersim etmek, resimlerle bezemek.
süröttöl-, tersim, tasvir edilmek, resimlerle donatmak.
süröttöö, tersim, tasvir.
süröttür-, et. süröt- II,’den.
süröttüü, resimli.
süröttü, işs. süröt- II’den.
sürsü-, 1. açık havada kurutulmak(et,balık hakkında); 2. mec. uzun zaman yatıp kalmak.
sürsüt-, 1. açık havada kurutmak (eti, balığı); 2. mec.uzun zaman yatmaya bırakmak.
sürsütül-, açık havada kurulmak (et, balık hakkında).
sürt-, sürtmek közgö sürtörgö cok: göze sürmek için bile yok (aşırı kıt).
sürtül- pas. sürt-‘ten; közö sürtülgöndöy boldu: göze sürülecek gibi (kıt) oldu.
süt. süt; süt teep ketti: memeleri şişti ( çocuk emziren kadının); ene sütü: ana sütü; emçegim sütün ak kılam: mememin sütü seni affetmez ( anne nankör oğluna böyle söyler); ene sütübüz oozubuzğa tatıdı: burnumuzdan geldi; bışkan süttöy caktırat: gayet seviyor (harf.: sıcak süt gibi seviyor); süttön ak: gayet ak: hiçbir kusursuz; ay süttöy carık: ay süt gibi aydın.
sükö-, sürmek, sürtmek; baldı nanğa süyködü: ekmeğe bal sürdü.
süykön-, 1. sürtünmek, ilişmek; 2. kendine sürmek, bir şey sürünmek, pudra sürmek.
süykönüü, işs. süykön-‘den.
süykümdüü, hoş; süykümdüü cel: hoş rüzgâr.
süykümsüz, çirkin, sevimsiz, görünüşü hâhoş.
süykümsüzdük, süykümsüz’ den mücerret isimdir.
süylö-, söylemek.
süylöm, gram. cümle; bolumduu süylöm: olumlu cümle; birikme süylöm: katışık cümle; koşmo süylöm: katmerli cümle; baş süylöm: baş cümle; bağınınğkı süylöm: mütemmim cümle; atooç süylöm: isimleri içine alan cümle; etiş süylöm: fiiliye cümle; coktuk cümle: menfi cümle; öksük süylöm: eksik süylöm: faili (suje’si) bulunan cümle; süylömdün bir türdüü müçölörü: cümlenin aynı cinsten öğeleri.
süylön-, 1. paylamak, azarlamak; almağa süylöndü: o, beni payladı: 2. sayıklamak, kendi kendine söylenmek; özünün özü süylönö berdi: kendi kendine söylendi.
süz-, 1. süsmek, tos vurmak: 2. yüzmek; suudan süzüp ketti: suda yüzüp gitti; 3.süzmek: sözgeçten geçirmek; 4.sepetle balık avlamak; 5. köz süz-: kırıtarak, umut vererek gözü yarı kapamak; kunacın közün sözsö, buka cibin üzöt ats.: dana göziyle süzerse, boğa ipini koparıyor.
süzdür-, et. süz-‘den; at menen suuğa süzdürdüm: atı suda yüzdürerek geçtim; muzoo kezeginen süzdürüp, korkup kalıptır: gençliğinden beri korkutulmuş ve şimdi de hep korkuyor.
süzgüç, 1.(karş. tarak) iki yanından sık olan tarak; 2. balık avlama ağı.
süzmö I, at koşumundaki yassı, uzunca,madenî süsler.
süzmö II, peynir.
süzök, yahut süzök ooruu: sürekli (müzmin) hastalık.
süzöktö-, müzmin hastalıktan ıstırap çekmek; köptön beri süzöktöp cüröt: coktan beri rahatsızdır.
süzöögön, tos vurmayı sven (hayvan).
süzül- I, delik – deşik olmak.
süzül- II,güzel ve sâkin bir çehreli olmak (insanın gülmediği ve ağzını açmadığı zaman); süzülüp uktap catat: sâkin bir halde uyuyor.
süzüş-, müş. süz-‘den.
süzüştür-, et. süzüş-‘ten.
süzüü, işs. süz-‘den; süzüü kanattarı: balık kanatları.
svarşik r.tek. kaynakçı.
svodka, r. hulâsa, icmal.
syezd,r. kongre.
Ş
şaa I, f.şah ; şaa müyüz: büyük boynuzlar; kızıl kaşka şaa müyüz ögüz: akıtmalı ve büyük boynuzlu al öküz.
şaa II: şaası kelbey kaldı: gücü yetmedi, muvaffak olmadı.
şak I, f. dal, kücük dal; karagayşak: ağaçlar; duşmandınğ şağı sındı: düşmanın maneviyatı kırıldı, gayreti söndü; balanın şağın sındırıp koydunğ: ( üzerinde kabaca bağırmakla).
şak II, boza yapmak için kullanılan dövülmüş darı.
şak III : başına şak dey tüştü: başına < şak> ederek, bir nesne düştü; oyuma şak etti: birden – bire aklıma geldi; alakanın şak koydu (hayret, esef, keder beldeği olmak üzere) eleyelarını birbirine vurdu:, şak şak: şaklamayı taklit ve hikâyesidir.
şak IV = şaa I.
şaka, baka III sözünün tekididir.
şakap, f. suyu bir yana çekmek için açılan ark (kanal).
şakar, 1. nebatat külünden çıkarılan alkali; 2. güherçile, potas; şordu şakarday kaynatıp taştayt: son dereceye kadar kızdırıyor (hırslanıdırıyor), kendinden geçecek hale koyuyor.
şakelde- 1. (at hakkında) yemi seçerek ve artıklar bırakarak yemek; 2. (insan hakkında) bir lokmayı kapmak ve onu yiyip bitirmeden atmak ve başka bir lokmayı almak.
şakılda - , 1. çağlamak, cuşu huruşa gelmek, kaynamak; şakıldap kayna - : fıkır fıkır kaynamak; tişi şakıldayt: dişi gıcırdıyor; eşik şakıldadı: kapıya vuruldu; şakıldagan bala: çabuk iş gören çoçuk; 2. gevezelik etmek, çok söylemek; şakıldağan katındı kız bergende körörmün ats.: gevezelik eden karıyı kızını kocaya verdiğinde görürüz.