> diye haykırmak (dervişler veya dilenciler hakkında) ; meni ak cerden öltürsönğ, öltür: beni öldürmek istersen, öldür, ancak ben haklıyım; 2. = akı; 3. Tanrı.
ak III= ok V.
ak IV, a. reddedilmiş (kovulmuş); uulun ak kıldı: oğlunu reddetti (lanetledi); emçegim sütün ak kılam folk. : (nankör çocuğum sana) mememin sütü haram olsun! ; ak moko bk. moko.
ak V, ak etkende tak etet bk. tak IV.
ak- VI, akmak, akıp geçmek.
akademik, akademi azası.
akademiya, r. akademi.
akak, 1. kehrübar; 2. kırmızı akikten halka (ziynet) ; akak taş renkli, kıymetli taşlar.
akakta-, 1. dilini çıkararak sık sık solumak (köpek hakkında) ; tilin sunup akaktap: dilini çıkararak ve sık sık soluyarak; 2. takatten düşmek, bitkin bir halde bulunmak; akaktap cıgıldı: kuvvetten düşerek yıkıldı.
akaktoo, işs. akakta-dan.
akalakçın, Çinde Kırgızlar arasındaki bir memur (Çini Türkistan’da oturan müslümanlar arasındaki şanğıya gibi) .
akça II, beyazımtırak, oldukça beyaz, oymoktoy oozum, akça cüzüm folk. : küçücük ağzım, akça yüzüm.
akçalata = akçalay.
akçalay, para ile, nakden; akçalay berdim: para verdim, nakden verdim; akçalay mayana: para olarak verilen iş ücreti.
akçaluu, paralı, zengin; akçaluubusunğ? : paran var mı, üzerinde para bulunuyor mu?
akçasız, parsız, parası olmayan.
akçasızdık, parasızlık.
akçı, kendisinin veya başkasının suçunu inkar eden adam.
akçılan-, yalandan kendisini haklı çıkarmaya çalışmak, suçunu inkar etmek; akçılanıp kün murun keliptir: vakti zamanında geldi ve kendisinin haklı olduğunu temin etmeye başladı; akçılanıp ıylap iydi: kendisinin haklı olduğunu ispat etmek için ağladı bile.
akçıldoo, beyazımsı, akçıl.
ake, 1. baba; 2. (bazı bölgelerde) = ata I; 3. amca (yaşça büyük erkeğe hitap tarzı) ; 4. (çokca <> şeklinde olmak üzere) yaşça büyük olanlara karşı saygı ifadesi için yarayan söz; atake: babacık; eneke: annecik, eceke: hemşirecik (büyük hemşire için) .
akı, a. hakedilen şey, birisinin alınmaz hakkı olan; mende akınğ cok 1) ben sana borçlu değilim, benden hiçbir alacağın yoktur; 2. senin bana karşı hakkın yoktur; akısın aldı: hakkını aldı; akım ketti: hakkımı kaçırdım, bir som akımdı cep ketti: bir rublemi yedi; akısın cedirbeyt: hakkını yedirmiyor: hakkını bırakmıyor; akıbızdı duşmanga ketirbes: bizim menfaatlerimizi düşmana geçirmez; kızmat akı: iş ücreti; cetim akı 1) öksüzlere ait olan kısım; yetim malı, mülkü; 2) koyun çobanına emek mukabilinde verilecek hisse; taman akı: iş ücreti (başlıca hayvan gütmek mukabilinde) kirüü akısı: bir şirkete veya cemiyete intisabederken verilen ilk para; köz akım bar: <> hakkım vardır (diyelim, etin nasıl doğrandığını görenin bir parça ete hakkı vardır) .
akıbal, a. = abal II; al-akıbal: vaziyet, ahval, şartlar.
akıl, a. idrak, akıl, iz’an; kebinğ akıl: akıllı konuşuyorsun, ciddi konuşuyorsun; akıl körsöt- yahut akılayt- : fikir vermek, yol göstermek; akıl oylo- : düşünmek; her yandan düşünmek, eni konu düşünmek, men bir akıl oylop turam: ben bir şey düşünüyorum; akıl sal- yahut akıl sura-: danışmak, danışmak için başvurmak; katınına akıl saldı: karısına danıştı; akılga tüş- : fikrini değiştirmek, akla gelmek; aklınğa tüşö kör- : aklına getirmeye çalış; akılga sal- : akıl etmek, mülahaza eylemek; bulardın sözün akılga salıp: bunların sözünü mülahaza ederek, tartarak; akıl tap- : akıl erdirmek, farkına varmak, akılanmak; akıl taptım: (bunda ne yapmak lazım geldiğinin) farkına vardım; tabılgan akıl: ustaca düşünülmüş, iyi bulunmuş; akıl kıldık: kararımızı verdik, lüzumlu bulduk; akılga cenğdir bk. cenğdir, akılım cenğip bk cenğ II; akılım cetpeyt: aklım almıyor, anlayamıyorum; akılga mıktap tokunğar folk: hakkiyle aklınıza koyunuz.
akılaştır-, haklaşmaya yardım etmek, haklaştırmak (üçüncü eşhas hakkında) ; haklaşmaya icbar eylemek; eköön akılaştırıp akısın alıp ber: onlara haklaşmaya yardım et.
akılaştıruu, haklaşmaya yardım etme (üçüncü eşhas hakkında) .
akılaşuu, haklaşma.
akılat= akilatnoy.
akılçı, 1. müşavir; 2. akıl öğreten.
akılda-, 1.pek fazla susamak; 2. şiddetle arzu etmek; 3. acele etmek, ivmek.
akıldaş I, 1. müşavir, akılca birbirine denk olan; 2. fikirdeş, hemfikir.
akır, a. 1. son, ahır; akırı-ayagında yahut akırı-ayagı: en sonunda, nihayet; akır zaman dn: dünyanın sonu, ahır zaman; 2. son; 3. nihayet, işin ucunda.
akır II, f. yemlik, yem teknesi.
akır III, akır-çikir: eski püskü şeyler.
akıranğda-, fırlamak (gözler hakkında) .
akıranğdat-, et. akıranğda-dn; közünğdü akıranğdatpa! : gözlerini faltaşı gibi açma!
akıray-, etrafa bakınmak, şaşkın gözlerle bakmak, gözlerini geniş açmak; közü akırayıp, oozu çormoyo tüştü: gözleri bebeğinden fırladı, dudakları sarktı.
akırayt-, et. akıray-dan.
akırayuu, işs. akıray-dan.
akırek, köprücük kemiği, göğüsün köprücük kemiği yanındaki kısmı; akırekte koş kaltek folk. : göğsünde iki tane küçücük cebi var.
akıret, a. dn. öteki dünya, ahret; kefin akıret: kefen.
akıretçil, ahrete umut bağlayan.
akırın, yavaş; akırın süylö- : yavaş konuşmak; akırın cür- : ağır yürümek.
akuşerkelik, ebelik; akuşerkelik punktu: ebelik merkezi
al I = al, alga bas- : ileri hareket etmek, terakki etmek; alda: ileride.
al II, o, şu (genitif: anın: onun) ; dataga, aa, agan: ona, şuna, şunun yanına, ak. anı onu; lok. anda: onda, orada, ozaman; abl. andan: oradan, ondan, ondan sonra, sonra: al emes: şu değil, o değil, al cerde: orada, şu yerde; anı menen birge: onunla birlikte, şununla beraber, şununla aynı zamanda; an üçün yahut anın üçün: onun için, şunun için, şundan dolayı, şu sebepten; ansız: onsuz, şunsuz: ansız da berem : şunsuz dahi veririm, ben öylede veririm; agançeyin: şuna kadar, o esnada; anısı: şu onun (ona ait olan), onlardan şunu: anısı da eçteme emes: (onun) busu hiçbir şey değil, bu, şöyle böyle.
al III, a. 1. kuvvet, kudret; alım ketip turat: gevşeklik hissediyorum; alı az: hali az, dermansız; can alı kalbay calınat: bütün kuvvetiyle rica ediyor, yalvarıyor; can alı kalban kubandı: gayet sevindi, kendisini kaybedercesine sevindi; aldan tay- : bk. tay IV; 2. vaziyet, halet; alı caman: fena vaziyette, hali fena; caman alga tüştüm: fena vaziyete düştüm.
al- IV, 1. almak; katın al- : karı almak, evlenmek; algan 1) almış; 2) koca, karı (zevce); alganım 1) almışım, benim aldığım nesne; 2)kocam, karım; alganınğ 1) almışın; 2) kocan, karın; kançalık caman bolso da, alganınğdan sürdöysünğ folk. : kocan nekadar kötü isede, onun karşısında korkuyorsun; alınğar: alınız ( yiyiniz) alıp ket- : 1) götürmek (vasıtasız veya vasıta ile); 2) bozmak (mideyi) ; bir parça iç yumuşamak; süt içimdi alıp ketti: süt midemi bozdu; alıp kel- : getirmek (vasıtasız veya vasıta ile) tedarik etmek; alıp bar- :söylerken sık sık alpar, apar denir. götürmek, vasıta ile götürmek, sürüp götürmek; cıyın (yahut cıynalış) alıp bar-: toplantıyı idare etmek; alıp cür-: kendisiyle taşımak, daima kendisiyle bulundurmak; alıp ber- : 1) sunmak 2) herhangi birisi için satın almak, hediye olarak satın almak; atam maga tay alıp berdi: babam bana tay satın aldı; alıp kal- : 1) kendinde bırakmak; 2) kurtarmak; ala sal- bk.sal IV 7; al emese, baştadım: o halde ben başladım; aldım- cuttum. dolandırıcı, kalleş; bet al- bk. bet 5; 2. tesellüm etmek; kat aldım: mektup aldım; 3. satın almak; at aldım 1) at aldım; 2) at satın aldım; 4. (av kuşu hakkında) : yakalamak, kapmak; 5. yardımcı fiil rolünde: 1)baş fiilin hal zaman gerondifi ile birlikte <> imkan ifade eder (eğer müsbet şekilde ise) , yahut imkansızlık ifade eder (eğer menfi şekilde ise): çıga alamın: çıkabiliyorum, yukarı çıkabiliyorum; kire alasınğ: girebiliyorsun; okuy alat: okuyabiliyor; bara albayt: gidebilmiyor; kıla albaysınğ: yapamazsın; okuy albadım: okuyamadım; ala albadınğ: almadın; 2) baş fiilin geçen zaman gerondifi ile birlikte ise, <> daha fazla iş yapanın bu işi kendisi için yaptığını ve iş neticesinin iş yapan şahsa tevcih edildiğini gösterir (ber-fiilinin hilafına olarak) ; satıp aldım: satın aldım (kendim için) ; cep aldım: bir parça yedim; kılıp aldım: yaptım (kendim için); cüzün aarçıp aldı: kendisinin yüzünü sildi; catıp aldı: yattı; uyumak için uzandı; oturup aldı: oturdu, gereği gibi oturdu; üydön kempirin çakırıp aldı: evden koca karısını çağırdı; töşünö bir karap alıp: göğsüne bir göz atarak; kirip al- : sokulmak, içeri dalmak; bolup al- : oluvermek <> (herhangi biri tarafından) .
ala, 1. benekli, alaca; al too: karlı dağ; ak ala: beyaz benekleri olan; kara ala 1)doru benekli, kara alaca; 2) kartal yavrusu; kök ala: açık mavi benekleri olan, külrenkli kula; kök ala kıl- : vücutta (vurmaktan: M.) mor renkler varlığa getirmek; ala koydoy soyup: yarı ölü haline gelinceye kadar döverek; kök ala sakal: kır sakal; kızıl ala kıl- : kan akıtırcasına vurmak; toru-ala: doru kula; çaar ala: benekli kula; boz ala 1) beyazı galip olmak suretiyle kül rekli kula; 2) pürüzlüce toz tabakasıyla örtülmüş; 3) mec. terzil edilmiş, rüsva olmuş; önğü boz ala: rezil olmuş; iştep közü boz ala bolgon: gözü kararıncaya kadar çalışmış; ala ayak: beyaz ayaklı; ala tuyak bk. tuyak I; böksönün alası: kartalın bir çeşidi; ala küü bk. küü; ala küülön bk. küülön; ala çakmak bk. çakmak; ala-bula: alaca bulaca, rengarenk; ala-kula 1)kurt renginde olan kula; 2) mec. darmadağınık, inhilal; ala-kula kılıp cibar- : çığırından çıkarmak, inhilal ettirmek; ala-kula kör- : herkese aynı gözle bakmamak, birini üstün, ötekini alçak saymak; 3)müsavi olmayan; ala-kual eli bar cer: çeşit çeşit kavimlerin bulunduğu ülke(mahal); ala köödön: saf, hilesiz( çokça bahadırlar hakkında); ala kolduk: eli temiz olmamaklık; 2. ayrı gayrılık, ittifaksızlık, inhilal (ihtilaf), müsavi olmayan; ala tabak tarttırbay: herkese aynı yemeği vermeyi emrederek (birine daha lezzetlisinive daha fazla, ötekine daha kötüsünü ve daha az vermeyerek); ayıl iti ala bolso da, börü körsö-çogulat ats. : köy köpekleri kendi aralarında birbirine düşman olsalarda, kurdu görünce birleşirler; 3. cüzam; 4. ala cazdan: baharın başlangıcından; ala caydan: yazın iptidasından; 5. mec. namussuzluk; adam alası içinde, mal alası tışında ats. : insanın namussuzluğu içerisindedir, hayvanınalası dışındadır.
alaa, 1. baldırın dış tarafındaki ince ve uzun kemik;2. (don) ağı; alaası cok şım: çocuk donu (yırtmaçlı, ağsız) .
alaagan, sık sık alam, çok alan, çok almaya tehalük gösteren, aç gözlü; bereegenkolum alaagan ats. : cömert (çok veren) elim çok alıyor da.
alaamat, a. 1. çok güç olan, ıztıraplı şey; tabiatın getirdiği felaket, şiddetli kar tipisi ve s. ; 2. alamet, ayırıcı vasıf.
alaamattık, tabiatın doğurduğu ve sebebi belli olamayan şey.
alabakan= al bakan (bk. bakan) .
alabarmanda-, telaş etmek; ot alabarmandap canat: ateş kararsız yanıyor (bir söner gibi oluyor, bir bakarsın, şiddetlice alevleniyor); corgo alabarmandap cakşı salbay koydu: yorga at kararsız koştu.
alabarmandan-, mut. alabarmanda-dan.
alabuga, tatlı su hani balığı, Perca fluviatilis.
alaça, 1. bir çeşit yollu pamuklu kumaş; 2. bel alaca (Rad.) : bir at donu ismi.
alaçık, küçücük keçe ev, obacık; kulübe, salaş; kan üyününğ tardığı, kara alaçagımdın kenğdigi ats. : dar olsunda zor olmasın (harfiyen: han evinin darlığı, benim kulübemin genişliği) .
alagaçma= ala kaçma (bk. kaç) .
alagaçtı= ala kaçtı (bk. kaç) .
alaganat, bir kuş adıdır.
alagar, büyük, dışarı fırlamış (gözler hakkında) .
alagdılan-, fikrin bir yana sapması, duraklamak; bir işke alagdılanıp: bir iş yüzünden gecikerek.
alagdılık, dalgınlık.
alaaguu, bir nevi yabani orman güvercini.
alak, dışarı fırlamış, çıkık (gözler hakkında); alak közdüü: gözleri dışarı fırlamış olan; alak-culak et- : korkaraketrafa bakmak.
alakaçma, bk. kaç.
alakaçtı, bk. kaç.
alakan, avuç; alakanın çap koydu: el çırptı, avuçlarını birbirine vurdu; alkanga sal- : methü sena ederek yükseltmek, saygı göstermek ((harfiyen: avuca koymak); kamçının aşkanı (yahut düzce alakan) : kamçıyı sapıyla birleştiren kayış; uuktan alakanı bk. uuk; kur alakan yahut kuru alakan: boş elle, boş avuçla; kur alakan keldim: boş elle geldim, hiçbir şey getirmedim; elime hiçbirşey geçmedi.
alakanda-, avuçlamak; alakandap eş- : bir nesneyi avuçlar arasında sıkarak bükmek; kamçı alakanda- : kamçıyı sapına bağlamak.
alakçı, 1. aldatıcı; 2. mec. bu dünya (öteki dünyadan ayırmak üzere) .
alakçıla-, 1. bir işi başkalarından gizlice yapmak; alakçılap şüylöş- : başkaları duymasın diye kuytu bir mahalde konuşmak; 2. birisini üstün tutarak, müsavatsızlıkla muamele etmek.
alaket, a. mahvolma, halak olma; can alaketke tüşüp iştedi: bütün kuvvetini sarfederek çalıştı.
alakolduk = ala kolduk (bk. ala 1) .
alaksı-, 1. rahatsızlanmak, fikren pek fazla meşgul olmak; alaksıp kaldım: dikkat etmedim, dikkatim başka tarafa çevrilmişti; 2.bakınmak.
alaksıt-, birisinin dikkatini başka tarafa çevirmek, oyalamak.
alaksıtuu, işs. alaksıt-tan.
alakta-, bakınmak, korkarak etrafa bakınmak, gözlerini geniş açmak.
alaküülön-, bk. küülön.
alal= adal.
alala-, alacalanmak, beneklerle örtülmek; alalap –kulala- : müsavatsızlıkla muamele etmek (berikini daha iyi, ötekini daha fena saymak, birinisevmek, ötekini hor görmek) .
alalda= adalda.
alaldoo, işs. alalda-dan.
alalık,1. alacalık, müsavatsızlık; ataga balanın alalığı cok ats. : baba için bütün çocuklar müsavidir; 2. nifak (bozgunculuk) ihtilaf, darmadağınıklık.
alaluu, alacalı, tamamıyla alacalardan müteşekkil olan; alaluu cılkı 1) içinde benekli atlar bulunan at sürüsü, 2) şüpheli at sürüsüdür, ki içinde çalınmış atlar bulunduğu tahmin edilebilir.