A I, taacüp haykırması; taaccüp veya memnuniyetsizlik edasiyle sual; 3



Yüklə 6,96 Mb.
səhifə36/90
tarix29.10.2017
ölçüsü6,96 Mb.
#19558
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   90

etekte-, 1. eteğine tutunmak: 2. takılmak; sırnaşıklık etmek; ısrarla rica etmek; anı etektey kalıp, karız akça surap : onun peşini bırakmayarak ve ödünç para isteyerek; 3. dağ etcğine yerleşmek; dağ boyunca yürümek; kara toonu etektey konumun : kara dağın eteğine konacağım; too etektey tüş : yamacı boyunca onun eteğine inmek.

etiber, a. 1. itımat: 2. itibar : itiberkıl- : itibar etmek; ehemmiyet vermek.

etiberdik - etiber.

etibersizdik. dikkatsizlik; kayıtsızlık; aldırış etmemezlik.

etika, r. ahlakiyat (ethique).

etiş, gram. fiil: coktuk etiş : filiin menfi şekli; calkı etiş : basit fiil; kurama etiş : mürekkep fiil: şart etiş : şart sıgası, conditionnel; çak çıl etiş : gerundif: aşırkı ötkön çak etiş : geçen zaman partisipi.

etiştik = etiş.

etiyat, a. ihtiyat.

etiyatsız, ihtiyatsızca.

etiyatsızdık, ihtiyatsızlık.

etiyet = etiyat.

etkel, etleel etli, etme dolgun (insan hakkında).

etkeldüü = itkeldüü; etkeldüü sorpo, mayluu et folk. : yağlı çorba. ve yağlı et.

etme (et + me) : şalk etme : harman döveni şeklindeki eski kırgız silahı; tars etme yahut kürs etme : tüfek; çırt etme kişi yahut kıyt etme kişi: çabucak kızan. alıngan adam.

etnografya, r. etnografya.

ette -, deriyi etten temizlemek

etten, etlenmek; şişmanlamak: mal ettenip kaldı hayvan. semirdi, tavlandı.

ettent-, et. etten - den; atınğdı etten- tip al : atına bir parça yem ver, ki etlensin; atına biraz vücudunu düzeltmek imkanı ver!

ettenüü. işs. etten - den.

ettet-, et. ette - den. ettir-, et. et - ıı’den; bılk ettire albadı : yerinden bile kımıldatamadı.

ez ı, 1. dalgın; etrafta olup - bitenlerle a1akdar olmayan; uyuşuk bir halde bulunan; 2. sağır.

ez - ıı 1. ezmek; sıkmak; 2. zulmetmek.

ezdir-, et. ez - ıı - den.

ezel, a. itidası olmayan geçen zaman; ezel, ebediyet; ezelden yahut ezeideri : kadimden beri; eski zamanlardan beri; ezelden berki doo çok eski dava; ezel esinen ketpes boldu : ebediyen unutulmayacak oldu.

ezeli, iptidası olmıyacak surette eski: ezeli.

ezelki. kadim; çok eski; ezelki eski doonu doolayt : eski, çoktan unutulmuş davayı korcalıyor; ezelki eski dostum : çok eski dostum; etek ti kessenğ, cenğ bolboyt. ezelki düşman el bolboyt ats. : eteği kesmekle yen çıkmaz; ezeli düşman dost olmaz.

ezgile-, it. ez ıı’den.

ezil-, mut. ez - ıı’den.

ezilgen, malum, zulüm görmüş.

eziliş-, müs. ezil - den; ezilip öbüş biri birini kucaklayıp öpmek.

ezilt-, et. ezil - den.

ezilüüçü, ezilen; mazlum.

ezme, boş sözler söylüyen. lafazan: bıktırıcı.

ezüü tazyik; zulüm; zulmetme.

ezüüçü, zalim; sıkıştırıcı.

F

fabrika. r. fabrika.

faeton, r. fayton.

faktı, r. hal, hakikat, olay;

faktor, r. .mil, faktör.

faktura, r. fatura.

fakultet. r. fakülte.

familiya, r. soyadı.

fantaziye, r. fantezi hayal.

fantaziyaçil, hayaiperest. hulyacı.

farız = barız.

faşist, r. faşist.

faşistik, faşizma ait.

faşizm. r. faşizm.

fatalizm, r. kaderilik (fatalisme).

fedaratsiya, r. federasyon.

feldşer r. sıhhiye memuru.

feodal, r. feodal, derebeyi.

feodaldık, feodaliteye müteallik.

feodalizm., r. feodalizm.

ferma, r. çiftlik; süt tovar ferması süt mahsulleri çiftliği,

fevral r. şubat.

figura, r. şekil.

filologiya, r. filoloji.

fiologiyalık. fiolojik.

filosof, r. filozof.

filosofiya, r. felsefe.

filosofyalik felsefi.

finansı, r. maliye, finans; finahsı kapitalı; maliye sermayesi.

finansıla -, mali yardımda bulunmak: bir işin, teşebbüsün yürümesi için sermaye vermek, finanse etmek.

finansilık, mali.

finansıloo, mali yardımda bulunma, sermaye verme.

finçaş, r. kon. 1. maliye şubesi; 2. maliye şubesi müdürü.

fizika, r. fizik.

fizikalık, fizik’e ait. müteallik, mensup.

fizkultura, r. beden terbiyesi

fizkulturalık, beden terbiyesine ait müteallik.

fizkulturalık, r. beden terbiyesine ait müteallik.

fizkulturnik, r. beden terbiyesi uzmanı

flang, r. yan, cenah.

fleksiya, r. fleksiyon.

fleksiyaluu.. tasrifi; fleksiyaluu tilder: tasrifi diller..

flot, r. donanma, filo.

flotçu : kızıl flotçu : kızıl donanma mensubu.

fokus, r. mihrak, ihtirak noktası.

fondu, r. meblağ sermaye; bölünbös fondu : bölünmez sermaye; üy ca fodu : mesken meblağı. ihtiyat akçesi.

fonetilia, r. savtiyata (phonetique) fonetikahk, savtiyata ait, müteallik, mensüp.

fontan, r. fıskıye.

forma, r. şekil.

formalan-, muayyen bir şekle girmek.

formalizm, r. şekilperestlik:, formalizm : şekle. merasime aşırı ehemmiyet verme.

formalnıy, r. resmi, formel.

formula, düstur. şekil; formül.

forpost, r. ileri karakol.

fotografiya, r. fotograf.

fotografiyalık, fotografa ait, mensup, müteallik.

fototelegraf, r. fototelgraf.

fraktsiya. r. hizip, fraksyon.

frkatsiyaçılık, hizipçilik; fraksiyaçılık küröşü; hizip mücadelesi.

fraksiyalık, hizbi hizbe ait.

frank, r. frank (para vahidi).

front, r. cephe; el frontu : halk cephesi.

furaçka, r. kasket.

futbol, r. ayaktopu.

futbolçu, futbol oynayan.

G

gana, tahdid (sınırlama) ekid r; al ğana emes : yalnız o değil; bir ğana : yalınız bir; özüm ğana yalnız kendim; sözdö ğana, işte cok yalnız lafta, işte yok; kanday ğana bolso da : nasıl olursa - olsun; her ne pahasına olursa olsun.

gap (cenubi kırgızlık’ta) = kep l garac = garaj.

garaj, r. otomobil. garajı.

garantiya, r. teminat, garanti; garantiya kıl- : garanti vermek.

garmon, garmuşkö, r. akordeon; garmon tart- : akordeon çalmak.

gaz, r. gaz; uulukturuuçu gaz zehirli gaz; tumçukturuuçu gaz : boğucu gaz; gazga karşı : zehirli gaza karşı korunmak aleti, aygıtı.

ğazal = kazal.

gazduu. 1. gazlı, gaz karışmış; 2. gazdan yapılan.

gazeta, r. gazete.

gegemon, r. hegemon.

gegemoniya. r. üstünlük, hegemonya.

gektar, r. hektar.

general, r. general.

generalnıy. r. genel, umumi; generalnıy sekretar: genel sekreter.

geografiya, r. coğrafya.

gerioy, r. ed. kahraman.

geroyluk ed. kahraman rolü.

gertman, r. para kesesi.

gevhar = köör.

gezit = gazeta.

gılım, a. ilim, ğılım - bilim ilim ve bilgi; hernevi bilgi. malümat.

ğınulis, kon. = gradus. gıybat= kaybat. gigant, r. dev.

gigiyenn r. sıhhat koruma (hypnose).

gilem = kilem.

gipnoz, r. ipnoz (hypnose).

gir, r. terazi ve kantar tası.

go, bk. ko.

gorçitsa, r. hardal.

gorizont, r. ufuk.

gospodin, r. gospodin.

gozo, f. pamuk (bitki); koza.

gracdan = grajdan.

gradus, r. derece.

grajdan, r. yurttaş.

grajdandık ı mülki, sivil; grajdandik ukukku : hukulu nedeniye; grajdandık soguş vatandaşlar arasındaki harp : iç harp.

grajdandık ıı, vatandaşlık, yurttaşlık; sovet grajdandığı : sovyet vatandaşlığı.

gramm, r. gram.

grammatika, r. gramer.

grammofon, r. gramofon.

granat, r. bomba, kumbara.

greçiha, r. kara buğday, arnavut darısı.

gumanizm, r. ümanizm.

gübür = kübür ı.

gübürnatır, r. kon. vali, ilbay.

güdök, r. lokomotif düdüğü; güdök ur- : düdük çalmak; güdök uruldüdük çalinmak.

gül = kül ıı.

gülanya, r. kon. gezinti.

güldöndür- = küldöndür-.

gülkayır = külkayır.

gürpüröpkö, r. kon. gruplanma, gruplara bölünme.

gürüldö = kürüldö-

güü = küü.

güüldö-, uğuldamak.

güüldök, uğuldayan.

güülön - = küülön-.

güzör = küzör ı.

H

han = kan ıı.

handık = kandık.

harakter, r. karakter, seciye.

harakteristika,, r. karakteristik.

hartiya, r. berat, ferman, charte; stalindik konstitutsiya cenğgen sotsializmdin hartiyası : stalin anayasası- muzaffer sosyalizmin beratıdır.

himik. r. kimyager.

himiya, r. kimya.

himiyalık, r. kimyavi.

hirurg r., cerrah, operatör.

hirurgiya, r. cerrahlık.

hirurgiyalık, cerrahi.

hlor, r. klor.

hor, r. koro.

hristian- r. hıristiyan.

hrom, r. krom.

hronika, r. zaman sırasıyla yazılan tarihi olaylar : kronik.

hronikyor, r. gazetede vakalar yazan muhabir.

hronologiya, kronoloji.

hronologiyalık, kronolojik; hronolojiyalık irette : zaman ve tarih sırasıyla.

huligan, r. (bilahasa ingilizcede kullanılan bir argodur, ki yazılışı hooligan olup, manası serseri, avare, külhanbeyi demektir; m.).

huligandık ı, huliganlık.

huligandık ıı, huligana ait, müteallik, mensüp; huligandık kılık huliganca hareket.

hutor, r. çiftlik.

I

ıbarat, a. (önde gelen ablatif ile) ibaret: beş kişiden ıbarat : beş kişiden ibaret; beş kişiden müteşekkil.

ıbır. cıbır ve şınır sözlerinin tekidir; ıbır cıbır : abur cubur. ufak tefek; ıbır şıbır : fısıltı, yavaşça konuma, fısıldaşma.

ıçkın-, ıkınmak. kendini zorlamak, kırmak (belin); belim ıçkınıp kaldı belimi kırdım.

ıçkınçaak, bir işi ıkınarak, zorlayarak yapan kimse.

ıçkınğıs. baştan savulmaz şey: kurtulması, kaçınması kabil olmayan; hakkında her ne yapılırsa, faydasız olan.

ıçkınt-, et. ıçkın - dan belimdi ıçkıntıp aldım : belmi. kırdım: kolumdan ıçkıntıp ciberdim : elimen kaçırdım.

ıçkır - uçkur.

ıçkırlık, 1. uçkur yapmaya yarayan malzeme, uçkurluk; 2. bir zehirli bitkinin adıdır.

ıdıra-, dağılmak; saçılmak: ıdırap. tarap ketti : cil yavrusu gibi dağıldılar: ötüktünğ mığı ıdıraap ketti : çizmenin mıhları dağıldı (tabanı koptu).

ıdırat-, et. ıdıra - dan.

ığım, çığım sözünün tekidir; ıgım çıgım: hernevi masraflar ve harçlar, vergiler ve resimler.

ığır-, ezmek; sıkıştırmak.

ığırıl-. ezilmek; sıkıştırılmak: çökmek (diyelim, duvar hakkında).

ığırılış-, müs. ığıril - den.

ığuu. işs. ık v - ten.

ık ı, 1. sağlam; dayanıklı: 2. besleyici; mugaddi.

ık ıı = dik: ık salıp tanğ ağarsa şafak şöker sökmez.

ık ııı : ık turup atat : onu hıçkırık tutmuş.

ık ıv, i. rüzgarın geçemediği kuytu yer; ince, rahat, sakin, yer; rahat muhit; refah; calpı kırgız curtuna şamal tiygis ık bolup folk; bütün kırgız halkı için rahatlık ve refah günleri geldi; 2. elverişli haller, elverişli fırsat; münasip an: ıgıma keldi : bana uygun geldi; kelsa yahut ığı kele kalsa : münasip fırsatta; ahval müsait olursa; ığın keltirerbiz: çaresini bulacağız gereği gibi başaracağız; ığıma ketirgen cok. ığıma kelse. cığat elem: kolayca yakalamak imkanını vermeden, eğer bu imkan olsaydı ben onu yere serecektim: siz menel bildinğiz gibi ığıbız kelispey turat : biz birbirimize uygun de1iliz; biz birbirimize denk değiliz; ığı kelişpeyt yersiz; uygun gelmiyor; ar ayıldın ığına caraşa : her köyün ahval ve şartlarına göre: aytuuğa toluk ığıbız bar; söylemeye tam hakkımız var; ığı cok pikir.: esassız fikir; kabar alar ığı cok : haber almak için bir ima bile yok.

ık- v, 1. (hayvanlar hakkında): rüzgardan kaçınmak için onun estiği tarafa gitmek; fena havadan barınmak; cılkı (yahut koy) ığıp ketti : atlar (yahut koyunlan) rüzgardan sakınarak, kuytu yere sığındılar; camğırdan ıkkan kulunday: yağmurdan kaçan tay gibi; 2. (ot hakkında) yatmak, iğilmek; çöp ığıp kaldı : ot yattı; 3. mec. ödü kopmak; ığıp kaldı: korkuttu, kuyruğunu kıstı.

ıkçam, 1. çevik; atik; 2. ilik; ılıklık.

ıkçamda-, 1. kuvvetlenmek; kızını almak; ıkçandap cür - : çabuk ve hızlı yürümek; 2. = şalanğda.

ıkçamdık-, et. ıkçamda - dan.

ıkçamdık, sürat; çeviklik; atiklik; seri tempo; ıkçamdık menen : çabucak; çeviklikle: bolşevikter ıkçamdı : bolşevik temposu.

ıkçanğda _ ıkçamda; astın karap ıkçanğdap. arkasın karap kılcanğdan folk. önüne acele bakıyor, arkasına dönüp bakınıyor.

ıkçıl, çevik; atik.

ıkıbal, a. 1. itibar: 2. saygı: 3. talih, ikbal; ıkıbalı ketken : talihsiz; şanssız.

ıkıbalduu, 1. itibarlı, otoritesi olan; 2. muhterem: 3. talihli, ikballi.

ikibalduu, 1. itibar: 2. saygı 3. talih, ikbal;

ıkılas = ıklas

ıkılda -, hıçkırığa benzeyen bir ses çıkarmak (mes. karna vururken)

ıkıldat-, et ıkılda – dan; ıkıldata kelip kursakka tepti : karnına öyle bir tekmeyi yiyen kimseyi hıçkırarak tutmaya başladı.

ıkım, maharet; çeviklik, atiklik; ıkımın al-: herhangi bir şeye uymak: intıbak etmek; çaresini bulmak; kaçaağan koylordu al gana ıkımı menen karmayt : kaçan koyunları, yalnız o ustalığı yüzünden yakalamasını biliyor.

ıkıs, ani surette bir yana fırlamak; ani hareket ıkıs koy yahut ıkıs ber- : birden sıçramak; ani hareket yapmak; ıkıs berip toktodu birden - bire durdu; ıkıs berip ketti : irkildi ve birden bire bir yana fırladı.

ıkısta-, ileri atılmaya; yeltenmek; hazır bulunmak : hazırlanmak.

ıklas, a. dikkat; özen, ihlas; ıklas koyup : dikkatla, özenle; ıklas koyup oku! : dikkatla oku! özenle öğren!

ıkma = ıkım; al ıkması menen cığat: güreşte (kuvvetiyle değil, de,) usulleriyle yeniyor.

ıksıra -, ıkım; al ıkması menen cığat güreşte (kuvvetiyle değil de,) usulleriyle yeniyor.

ıksıra -, gevşemek, sölpmek (mide dolduğundan) curat içkendey ıksıradı : cuurat (bk) içmiş gibi söpüldü.

ıksız, uygunsuz; gayri tabii; mantıksız; yersiz gayrı makul; ıksız cok kıl – yahut ıksız coğot - : boşuna harcamak; israf etmek; ıksız köp aşırı derecede çok hesapsız.

ıkşa -, tıka basa doldurmak (mes bir kabın içine); kuvvetle basmak; kapka abıdan ıkşap turup sal! : çuvala tıka basa doldur! kökürök - tön bir ıkşap, suurup taşta nayzamdı folk. göğsüme bas da, mızrağı çıkar!

ıkşal-, 1. tıka basa doldurulmak; (mes. çuval hakkında); 2. dolgunlaşmak (hububat hakkında); ıkşalıp, bışıp turgan ösümdüktör dalğınlaşarak olgunlaşan bitkiler.

ıkşıt-, ı öksürüğe tutulmak; şiddetlice ve boğularak öksürmek, 2. kahkaha ile gülmek.

ıkşıy-, argın yorgun gözlerini yarı yumarak büzülmek (aç. yorgun,

hasta hakkında); ot boyunda ıkşıyıp, bir kempir olturat: ateş başında büzülerek bir kocakarı oturuyor; düküygön bir şaralcındınğ tübündögü kölökögö barıp ıkşıyıp tavşan, sık bitmiş büyük pelinin gölgesi altına giderek büzüldü.

ıkta- ı 1. ruzgardan. sığınacak bir kuytu yer aramak; fena havadan saklanmak; sığınacak yer arayıp birbirine sım sıkı. yanaşmak; boroondo ıktap tırat : tipiden kaçıp saklanıyor; 2. şaşalamak; başkasının kendisinden üstünlüğünü kabul etmek; kendini yenilmiş sayarak, gerilemek: gerisin gerisine gitmek; ıktap kaldı : korktu; korkaklık etti; kendinin zayıflığını hissederek, teslim oldu (mes, münakaşada).

ıkta- ıı = nıkta-; basıp ıktap koy onu iyice ez, sıkıştır (seyirciler güreş esnasında yenmek üzere bulunan pehlivana böyle söylerler).

ıktal- = nıktal-.

ıktalıs-, birbirine sım sıkı yanaşmak.

ıktaş ı, menfaattaş; işçiler menen kolhozçular - ıktaş işçilerle kolhozlarda çalışan çiftçilerin menfaatları müşterektir.

ıktaş- ıı, uzuş. ıkta - ı’den; bir birine ıktaşıp: 1) birbirine sım sıkı dayanarak; birbirinin arkasına saklanarak; 2) birbirine uyarak, ıntıbak ederek.

ıktaşuun, birbirine uyma : ıntıbak etme.

ıktat-, et. ıkta- ı’den; aytışıp atıp, ıktatıp saldım : onunla münakaşa ettim ve sıkıştırarak teslim olmaya mecbur ettim.

ıktatuu, işs. ıktat-’tan.

ıktıbar, 1. (önce gelen datif ile birlikte) ilişiği olan : methaldar (her hangi bir işte).

ıktıbar 11= etiber.

ıktımal, a.. ihtimal,. muhtemel.

ıktır - = ıktat-.

ıktıt- hıçkırık tutmak.

ıktıyar, a. .ihtiyar irade; arzu; ıktı yar bol: muvaffakat etmek ıktıyarı menen : kendi arzusiyle; ıktıyarığız: nasıl isterseniz : ihtiyariniz elinizdedir

ıktyardüü, gönüllü, ihtiyari.

ıktıyarduuluk, gön.üllülük.

ıktıyarluu = ıktıyarduu.

ıktoo, rüzgardan korunmuş olan mahal; rüzgardan ve fena havadan korunulacak yer; kuytu yer.

ıktuu, - 1. rahat: müsait, elverişli; 2. nezaketli.

ıktuusu-, kendini uygun ve muvafık saymak.

ıl, gözdeki beyaz, leke; közünğö ılcabılgır! : gözün kör olsun!

ılaa, atları rahatsız eden sineğin adı.

ılaaçın, Frengrinus denilen doğan; onun nevileri : kara ılaaçın yahut too ılaaçın.

ılaala-, 1. (at hakkında); sinekleri koğmak için başını sallamak; 2. tembel ve ağır gitmek; yürümek.

ılaazım= ılazım.

ılabbay, a. emrediniz! ; ne buyuruluyor ( bir sualin yahut seslenmenin cevabıdır) ; (bu, arapça «lebbeyk» sözünün bozmasıdır; M. ).

ılabbayla-, 1. «labbayla» demek (bk.) ; 2. yaranmak.

ılacı, a. ilâç, çare, ılacı cok : 1) imkânsız; 2) çaresiz olarak; bir ılacı kılıp : bir çaresini bularak.

ılakap a. 1. lâkap; 2. izah; tefsir.

ılal-, (Rad.), acı acı bağırmak; yaygarayı basmak.

ılam, a. L hafinin arapça adıdır; lâm; ılam debesten : bir tek söz söylemeksizin; aslâ muhalefet etmeden, karşılık vermeden.

ılama, tib. lama (Budist Kalmukların rahibi).

ılanğ, 1. hayvan salgını; 2. felâket.

ılanğda-, salgın hastalığa çarpmak (hayvanlar hakkında); atım ılağdan kalıptır : (salgın hastalık bulusması yüzünden) atım hasta düştü.

ılanğdat-, et. ılanğda – dan; cürök ılanğdat-: kalbe ızdırap vermek,

ılapay= alapay.

ılay, f. bulanık; (cıvık) bakçık; ılay suu : bulanık (balçıklı) su; ılayur- : balçık ev yapmak; ılay cürök: korkak.

ılayık, a. lâyık; münasip; ılayık körlâyık, münasip görmek.

ılayıksız, lâyıksız; lâyık olmayan, muvafık olmayan.

ılayıksızdık, 1. uygunsuzluk; 2. münasebetsizlik.

ılayıkta-, uydurmak; yoluna koymak; tahsis eylemek.

ılayıktal-, uydurulmak; yoluna konulmak; tahsis edilmek.

ılayıktat-, et. ılayıkta – dan.

ılayıktuu= ılayık.

ılayım, a : ılayım, işinğ ilgeri ketsin! : ilâh’m, işin ilerlesin!

ılayla-, bulandırılmak.

ılaylan-, bulanmak.

ılaylat-, et. ılayla – dan.

ılayluu, bulanık (su hakkında).

ılazım, a. 1. lâzım; zarurî; 2. kadın pantolonu.

ılcakta-= alcanğda-.

ılcı- : ılcığan mas : bulut gibi sarhoş.

ılcır, 1. muhatî madde; 2. sümüklüböcek.

ılgıra-, irin akmak; caranın oozu ılcırap kalıptır : yaranın ağzı irin toplamıştır; şarp bolğon uvdun oozu ılıcap kalat : kulâ hastalığına tutulan ineğin ağzından irin akar.

ılcırat-, irin akmasına sebep olmak.

ıldam, çabuk; ıldam barğın! : bir parça çabuk yürü! ; çabuk git!.

ıldamda-, çabuklaştırmak.

ıldamdan-, süratı çoğaltmak; çabuklaştırmak.

ıldamdanıl-, çabuklaştırılmak.

ıldamdat-, et. ­ıldamda- dan.

ıldamdatış-, müs. ıldamdat- tan.

ıldamdattuu, çabuklaştırma, tesri.

ıldamdık, sür’at; çabukluk; ıldamdık menen: sür’atla, çabucak.

ıldıy, aşağıya; öydö tartsa, öğüz ölöt, ıldıy tarsa, araba sınat ats. yukarı çekerse, öküz ölüyor, aşağı çekerse, araba kırılıyor; başı ıldıy: alçalan sıra ile; başıman ıldıy altın kuysa da barayım: beni altına boğsalar dahi gitmeyeceğim.

ıldıykı, alttaki.

ıldıyla-, aşağı inmek; alçalmak; ıldıylap bara catkan kün küçü ketken sonğkunurların ciberdi: batmakta olan güneş son zayıf ışıklarını yolluyordu.

ıldıytan, aşağıdan attan.

ılğa-, kseçmek; (iyisini) ayırmak; tafrik etmek; cakşı- camandı ılğabayt: iyi ile kötüyü ayıramıyor.

ılğan-, mut. ılğa- dan.

ılğar- = ıyğar-.

ılğıy, baştan başa; munhasıran; ılğıy caştar: baştan başa, gençler, munhasıran gençler.

ılğoo, seçme; çeşitleme (tasnif) ; ılğoo komissiyası: ayırtlama komisyonu.

ılım, (birini yahut bir şeyi) hoş görme; ılımıbız cakın: dostluğumuz vardır; birbirimize karşı iyi münasebetlerde bulunuyoruz.

ılımdaş-, (herhangi birine) görüşmak, düşüp kalkmak.

ılımta-, himaye, birisini kayırma; anınğ ılımtasında: onun himayesi altında, onun himayesinde.

Yüklə 6,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin