kıyap, 1. = = tap v; kuş kıyabına keldi: alıcı kuş lâzım olan talim ve terbiyeyi gördü; 2. usul, yol; kıyabın taap bek karmap folk. çaresini bularak, sağlam kaparak.
kıyapat ı, a. görünüş, kıyafet, çehre.
kıyapat ıı = = kılapat.
kıyapatta- = = kılapatta-.
kıyar ı, tecrübeli, çevik, kurnazca; işini bilen, «pişkin»; köptü körgön kıyar: görmüş-geçirmiş.
kıyar- ıı, olmaya (olgunlaşmaya) yaklaş-mak, kızarmak.
kıyardan-, kurnaz, çaresaz olmak.
kıyaz, a.: iştin kıyazı şunday: işin gidişi öyledir; kıyazı anın işi cakşı körünöt: anlaşılan, onun işi iyi gidiyor.
kıyçalış ı, yan yoldan yürüyen, bir yana sapan; kıyçalış öt: birbirine karşı gittikleri halde karşılaşmamak.
kıyçalışta-, yan yoldan gitmek, bir yana sapmak, önceden düşünülen yoldan gitmeyip de başka yoldan gitmek; işim kıyçalıştap turat: işlerim karışmıştır, işlerim fena gidiyor.
kıyçalıştır-, et. kıyçalış-‘dan; iştin kaysı cakka kıyçalıştırğanınğdı aytçı!: işi hangi tarafa çevirdiğini söylesene!
kıyçıldat-, et. kıyçılda-‘dan; kışkı coldu kıyçıldatıp: kışlık yol boyunca gıcırdatıp giderek.
kıydı, kurnaz, hilekâr, işini bilen; kıydı neme, teep albasın: (bu at) işini bilenlerdendir, sakın ayağiyle vurmasın (tepmesin); kıydı bala: kurnaz çocuk.
kıydık: ooduk-kıydığı cok: fazlası-eksiği yok; nanıbız bir biribizdikinen ooduk-kıydığı cok, akmattın nanı saal çukarak eken: hepimizin pidelerimiz birbirine müsavi ancak ahmedin pidesi bir parça ince idi.
kıyğa-: kıyğap: çarpık; yandan; kıyğap ağıp catkan suu: yandan akmakta olan nehir (mes. dağ yamacı boyunca); kıyğap öttük: çaprazlamasına katederek geçtik.
kıyğaç, 1. iğri, çarpık, bükük; kıyğaç kaş: kavis gibi (güzel) kaşlar, kaşları bu şekilde olan kimse; közdün kıyğaçı menen karap koydu: yan baktı; 2. yarı dönerek.
kıyğaçtan-, başı kaldırmadan bakmak; kırıtarak, kurnazca bakmak; kıyğaçtanıp külümsürö: kırıtarak gülümsemek; 2. yarım dönerek durmak.
kıyğaçtat-, yarım dönmüş vazşyette koymak.
kıyğak, yahut kıyğak çöp, 1. yaprakları-nın kenarları keskin olan bütün otlar; 2. yapraklarının kenarları keskin olup, hayvanların dillerini kesen ve lâtince adı carex olan bir sulak yer otu.
kıyğaktuu, 1. kıyğak biten yer (bk. kıyğak); 2. kesen; keskin.
kıyğansı-: nike kıyğansıp folk. kendini evlenmiş gibi tasavvur ederek, nikâhlılık taslamak.
kıyğas = = kıykas.
kıyğıl, ekşimtırak; kımız içpes eleman kıyğıl suuğa zar bolup folk. vaktiyle kımızı bile beğenmeyen eleman, bugün ekşimtırak suya muhtaçtır; kıyğıl-kıçkıl bk. kıçkıl.
kıyğıy = = kıyt ıı.
kıyı-, giyime süs dikmek; barkıt kıyı-: kadife ile süslemek.
kıyık ı, 1. (kumaş) kesintileri; 2. kesik yeri: yarık; bitişme yeri; közünün kıyığı menen karadı: gözünün ucuyla baktı; kıyık göz: dar gözler; kaymaç gözlü; sözdün kıyığın keltirip ayttı: yerinde söyledi; münasip zamanda söyledi; 3. (destanda) atış müsabaka-ları sırasında üzerine cambı (bk.) ‘nın bağlandığı iplik (atıcının gayesi bu ipliğe değdirmek olurdu).
kıyık ıı, 1, inatçı, söz dinlemez, harın; … 2. inat; kıyığına tiybe: onu kızdırma, hırslandırma! çın kıyığım karmasa folk. eğer ben kendi fikrimde israr edersem.
kıyıktan-, 1. inat etmek, direnmek; 2. hiçbir şeyi anlamıyacak yahut hiçbir nasihat ve öğütlere kulak asmıyacak hale gelmek suretile şuur ve aklını kaybetmek; zil-zurna sarhoş olmak (bulut gibi olmak).
kıyıktanğansı-, inat eder gibi görünmek, sahte tavırlar takınmak.
kıyıl- ıı, kenarları bir şey tutulmuş olmak; kunduz menen kıyıl-: susamuru derisile süslenmiş olmak; şımdın eki canı kök menen kıyılğan: pantalonun iki yanı geniş mavi şeritle süslenmiştir.
kıyır-, 1. kenar, uç, sınır; uçu-kıyırı cok: ucu-bucağı yok; hudutsuz; kıyır-kıyırda: memleketin kenarlarında; kıyırğa danğı çıktı: meşhur oldu; geniş bir şöhrete malik oldu, tanındı; kıyırı orğuçtandı: kudurdu: taşkınlık etti; 2. (bu manayla daha fazla kıyır-tuuğan) hısım-akraba (uzaktan yahut ana tarafından) 3. kıyır aykındooç gram. complement indirect, mef’ulü gayri sarîh.
kıyırçık, torunun çocuğunun çocuğu (kız tarafından).
kıyırda-, (ordo oyununda) aşığı o suretle vurmaktır, ki vuruş neticesinde o, dairenin merkezini geçerek değil, yandan gider; çükönü kıyırdabay at!: aşığı yana vurma!
kıyış ı, birleşme; pekitme; sözündö bir kıyış cok yahut sözünün kıyışığı cok: sözünde rabıta yoktur; coş kıyış: karşılıklı muzaheret, karşılıklı yardım.
kıyış- ııı, müş: kıy- ııı’ten; bir birine kıyışğan cok: hiç biri kendi fikrinden vazgeçmek istemedi; kıyış pağan tuuğandalar: başkalarına karşı elbir-liğiyle karşı duran akrabalar.
kıyış- ıv, müş. kıy-‘dan.
kıyıştır-, uydurmak: uygun getirmek: kıyıştırıp süylö-: düzgün söylemek; ep kıyıştır-: çaresini bulmak; kolayını bulmak; ustalıkla işin içinden çıkmak.
kıyıt-, 1. et. kıy-‘dan; kıyıtıp kara: sezdirmeden bir göz atmak, şöyle bir bakmak; kıyıtıp söz ayt-: imalarla söylemek, söze uzaktan başlamak; kıyıtıp ayttım ele, bilbedi: imalarda bulundum, fakat anlamadı; 2. = = kınğıt-: kıyıttı işin kudayım folk. allah onun cezasını verdi; onun bütün işleri arzularının tersine gidiyor.
kıykanğ, dağ çukuru (küçük deresi).
kıykanğda-, büzülmek ve yerinde oynatıp durmak, kıçını oynatmak.
kıykanğdat-, et. kaykanğda-‘dan; arık atın kaykanğdatıp kele atat: kötü atın kıçını oynatarak gelmektedir.
kıykas, baştan-başa; cıynoo önöktügü kıykas cürüp catkan kez: her yerde ekin toplama gayretinin devam ettiği çağ.
kıykay-, gayet zayıf görünüşte bulunmak: iskelete benzemek.
kıykılda-, boğuk ses çıkarmak (mes. boğazı tıkanmış adam hakk.); zor ve boğuk bir surette solumak.
kıykıldat-, et. kıykılda-‘dan; kekirkekten alıp kıykıldattım; gırtlağına yapışarak hırlattım; kozunu kıykıldatıp zorğo cetelep keldim: (sürüklendiğim za-man) hırlayan kuzuyu zor getirebildim.
kıykım, kesintiler, ufak parçalar; kıldan kıykım tap-: her şeye takılmak, kusur aramak.
kıykımda-, 1. ufak kesintileri, parçaları seçmek; 2. çatmak (mes. kavga ve dövüş için bahane aramak).
kıykır-, haykırmak, bağırmak, üzerine bağırmak; kıykırıp okuu: yüksek sesle okuma.
kıykırt-, et. kıykır-‘dan; kıykırtpay basıp aldı emi folk. bağırtmadan bastı.
kıykıruu, işs. kıykır-‘dan.
kıykuu, turna sesini taklittir.
kıykuula-, bağırmak (turnalar, ve nadir olarak ta, başka kuşlar hakkında).
kıykuulaş-, müş. kıykuula-‘dan.
kıyla, f. çok, oldukça çok, hayli; kıyla cer: epey yer, oldukça uzak; kıyla ubakıt boldu: epey zaman geçti; bir kıylası: mühim bir kısmı, onlardan birçokları; kızıl kekirtek kıyla cerge sekirtet ats. açlık her şeyi yaptırır (harfiyen.: kırmızı gırtlak, birçok yerlerde sekmeye mecbur eder).
kıylan- = = kıynal-.
kıylant- = = kınalt-.
kıyma, çarpık kesilmiş; kıyma kaş bk. kaş ı, kıyma caka: bir çeşit yaka; kıl kıyma: 1) gayet keskin (kılı yaracak derecede keskin); 2) kad. yabanî domuz.
kıymala-, ufak doğramak; yarmak.
kıymıl, hareket, tempo.
kıymılsız, hareketsiz, hantal ağır kımıldayan.
kıymılsızdık, hareketsizlik; ağır kımılda-ma.
kıyna-, tazip etmek, eziyet etmek.
kıynal-, azap çekmek.
kıynaldır-, azap vermek.
kıynalt-, et. kıynal-‘dan.
kıynaluu, işs. kıynal-‘dan.
kıynoo, azap verme.
kıypıçıkta- = = kıypıy-.
kıypılıktat-: kirpiğin tez-tez kıypılıktatıp: gözlerini (harfiyen: kirpiklerini) hızlıca kırparak.
kıypıy-, dar ve kaymaç olmak (gözler hakkında); tanoosu tar, közü kıypıyğan çap caak: ince burunlu, kaymaç gözlü, uzun yüzlü.
kıyra-, yıkılmak, kırılmak, parça parça olmak; kayrap kal-: perişan olmak.
kıyrak, aksayarak yürüyen ve ağrıyan bacağının dizini tutan adam.
kıyrakan, helâk, perişani; kıyrakanı çıktı: yıkılmış, yağma edilmiş olarak.
kıyranğda-, hareketlerinde, kemikleri çıkık duran zayıf kimseye benzemek; iğrilmek (mes. harekette bulunan araba tekerleğinin ve zayıf sarhoşun sallanması gibi).
kıyranğdat-, et. kıyranğda-‘dan.
kıyraş-, müş. kıyra-‘dan.
kıyrat-, tahrip etmek, kırmak, parça parça etmek, tarumar eylemek.
kıyratkıç, tahripkâr.
kıyaratıl-, tarumar edilmek, tahrip edilmek.
kıyratıluu, işs. kıyratıl-‘dan.
kıyartuu, tahrip, tarumar etme.
kıyray- = = kıykay.
kıysın = = kıyşın.
kıyşalanğda-, kırılıp büzülmek.
kıyşalanğdat-, et. kıyşalanğda-‘dan.
kıyşalanğdatuu, işs. kıyşalanğdat-‘tan.
kıyşalanğdoo, kırılıp büzülme, sahte hareketler.
kıyşanğ, sapma; onğ kıyşanğ: sis. sağa sapma.
kıyşanğda-, iğrilmek, bir yana yatmak; kıyşanğdabastan: sarsılmadan, sağlam olarak.
kıyşayuusuz, sebatla; bizdin küçübüz arı karay da kıyşayuusuz ösö beret: bizim kudretimiz bundan böyle dahi durma-dan büyüyecektir.
kıyşık, iğri, yamık; şapkesin kıyşığınan kiydi: kalpağını iğri giydi.
kıyşın, elverişli fırsat, sebep, bahane; sözdün kıyşını kelip kaldı: söz arasında münasebet çıktı; kıyşını cok cerden uruşasınğ: hiçbir sebep yokken atılıyorsun; kekenerdik kıyşın cönü barbı ele?: küsmek için bir sebep ve bahane var mıdır?
kıyt ı, güç beğenir, alıngan, çabuk kızan, alınganlık, çabuk kızmaklık; kıyt et-: birden bire alevlenmek, hiddetlenmek, kırılmak (muğber olmak); bat ele kıyt ete kalat: çabucak ve hiç bir sebepsiz küsüyor; bat ele kıy dey tüştü: birden-bire alevlendi (hiddetlendi); kıyt etmek bk. etme.
kıyuu ıı, işs. kıy- ııı’ten; öz canın emine üçün kıyuuğa dayar ekendigin sonun bilişet: hayatlarını niçin feda etmeye hazır bulunduklarını onlar çok iyi biliyorlar.
kız, kız, kızcağız, olgun kız, babsının kızı, gelinlik kız; kız al-: kızla evlenmek; septüü kız, bk. septüü; eptüü kız, bk. eptüü; 2. kız belgisi: kızlık beldeği, bekâret; kız belgisinen acırat-: kızlığını bozmak (izalei bikir); kız kuduruu: 1) bir düğün adetidir, ki bu adete göre, güvey fena ata binerek, iyi bir ata binmiş kızı kovalar; 2) bir oyundur: oynayanlardan biri bir taşı atar (kız kaçırat), başka birisi ise, o taşın peşinden başka bir taşı atar (kız kuudurat); kız kırkın: toplayıcı bir tabirdir, ki kızlar, kız çocuklar demektir; kız kırkını menen keldi: bütün kızlarıyla birlikte geldi; karı kız 1) unutmabeni çiçeği; 2) bir çeşit ot, seteria viridis (?); kız teke, bk. teke ı; kız talak bk. talak; kızdın balasınday: (harfien: kızın çocuğu gibi) gayet güzel.
kızalanğda- = = kızanğda-.
kızamık, kızamık (hastalık).
kızanğda-, 1. kızarmak, kızmak, hırslanmak, darılmak, kendini hakarete uğramış saymak; 2. gözükmek (giyimi veya ayakkabının yırttığından gözüken ten hakkında); soğonçoğu kızanğdap cüröt: (yırtık çizme giyerek) ökçesi meydanda; eti kızanğdap körünüp cüröt: teni kızarıp gözüküp duruyor (elbisesi yırtık pırtık).
kızanğdaş-, müş. kızanğda-‘dan.
kızanğdaşuu, kızma, hırslanma durumu.
kızar-, kızarmak, bir parça kızarmak; tokoçtoy kızar-: çörek gibi kızarmak; kün kızarıp çıkkanda: güneş kızarıp çıkarken; daha ör. bk. sar-.
kızıktır-, ilgilendirmek, kızıştırmak, teşvik etmek.
kızıktıruu, ilgilendirme, kızıştırma, teşvik.
kızıl, 1. kırmızı; kızıl köynök: kırmızı gömlek; meni kızılday soyup urdu: beni kan içinde bırakmak suretiyle dövdü, patakladı; kızılday ele cazdım: folk. adamakıllı yanıldım; kızıl çok: 1) (kalpaktaki) boncuk; 2) mec. çin memuru; kızıl cügürük, bk. cügürük; kızıl tazıl: hernevi kırmızı şeyler; 2. pembe yanaklı (insan hakkında) yanak pembeliği; betine kız cügürdü: yüzünde allık peyda oldu; 3. açık boz (at donu hakkında); kanın kızıl: siyah benekleri bulunan boz; kök kızıl: boz benekleri bulunan açık boz; sarı kızıl: sarılı boz (beyaz zemin üzerinde sarımtırak renk); ak kızıl: saf beyaz; kızıl may = = kızılmay; 4. kızıldar: kızıllar (ihtilâlcılar, komünistler); kızıl armiya: kızıl ordu; 5. sert (çay hakkında); 6. dövülmüş ve savrulmuş olan hububat, temiz hububat; kızılğa bereke!: harman yerinde çalışana iyi dilektir, ki rusların «iyi harman!» sözüne uygun gelir; 7. mec. et.
kızılça 1. pancar; kant kızılçası: şeker pancarı; 2. su çiçeği (hastalık).
kızılda-, harman döverken hububatı ayıklamak, harman dövmek ve savur-mak; buuday kızılda-: buğdayı dövmek ve savurmak.
kızıldat-, 1. kırmızı renge boyamak, kır-mızı bir nesneyle süslemek; 2. hububatı ayıklatmak (dövdürtmek ve savurt-mak).
kızıldık, kırmızılık.
kızılduu, içlerinde açık boz (atlar) veya bir kırmızı şey bulunan; kızılduu cılkı: içlerinde çok açık boz atlar bulunan sürü (karş. kızıl 3); kızılduu cigit: insaflı, kendisine güvenebilecek delikanlı; kızılduu cer: iyi otların bittiği yer, hoş yer.
kızılğat, orman çileği.
kızılmay, fazla yemek neticesinde ayakları ağıran at.
kızılsıman, kırmızımtırak, kırmızımsı.
kızımtal, 1. kırmızımtırak; 2. mec. çakırkeyf, düşmiyecek derecede sarhoş, yarı sarhoş (bu manayla daha ziyade: kızımtal mas); kızımtal bolup kızıdı: kafayı tütsüledi ve alevlendi; kımız içip, kızımtal boldu: kımız içti ve çakırkeyf oldu.
kızırak = = kısırak.
kızırkan-, sinirlenmek; kızırkanğan ün menen: hiddetli sesle.
kibire-, 1. hareketlerinde ağır veya yavaş olmak; kibirep süylö-: mızmızlık etmek, az ve isteksiz konuşmak; kibirep bas-: ağır yürümek; 2. küçücük ve çelimsiz olmak (başlıca, çocuklar hakkında) on caşar kibirgen kız: on yaşında çelimsiz, cılız kızcağız.
kibiret-, et. kibire-‘den.
kibitansa, r. «kvitantsiya» kon. makpuz.
kiçi ı, çoc. ver!, haydi!, haniya!; kolunğdağıdan kiçi: elindekinden ver bana!; emne alıp keldinğ? kiçi!: sen ne getirdin? ver, bakalım!.
kiçi ıı = = kiçüü.
kiçi ııı: kiçi-kirim: biraz, azıcık; kiçi-kirim bülölüü boldu: aile sahibi oldu; kiçi-kirim söz aytsanğçı!: kabul edilebilecek söz söyle!, fazla büyüğe göz dikme!.
kiltinğde-, semiz, şişman olmak (şöyleki, hareket sırasında yağı titrer).
kiltinğsiz, eksiksiz olmıyan, şüpheden âri olmıyan; kiltinğsiz dep aytuu mümkün emes: eksiksiz, kusursuz demek kabil değildir.
kim, kim; kim da bolso: kim olursa olsun; kim da kim (yahut kimdekim): her kim, bir kimse; kimisi?: 1) onlardan hangisi, 2) o, onun kimidir?; kimisi kimisin cenğdi?: kim kimi yendi?; kimisi bolso da: hangisi olursa-olsun; ar kimibiz: bizden herhangi birimiz; kimsinğer?: siz kimsiniz?; cat adam bilbeyt kiminğdi folk.: yabancı adam senin kim olduğunu bilmez.