A I, taacüp haykırması; taaccüp veya memnuniyetsizlik edasiyle sual; 3



Yüklə 6,96 Mb.
səhifə70/90
tarix29.10.2017
ölçüsü6,96 Mb.
#19558
1   ...   66   67   68   69   70   71   72   73   ...   90

sapta- II, saplamak; balta sapta-: baltaya sap geçirmek; iyne sapta: iğne gözüne iplik geçirmek.

saptaş-, müş. Sapta- II’den.

saptat-, et. sapta- I’den.

saptoo, sap geçirme.

saptuu, saplı, sap geçirilmiş.

sapır-, 1. bir mayii kepçe ile yahut başka bir şeyle tekrar- tekrar alarak, aynı kaba yeniden dökmek, çarpmak; kımızdı sapır-: kımızdı çarpmak, yani küçük bir kapla alarak, büyük kaba yeniden dökmek. 2. savurmak.

sapırğıç, savurğuç (kalbur makinası):

sapırıl, mut. Sapır-‘dan.

sapırılış-, müş, sapırıl-‘dan.

sapırılt-, et. sapır-‘dan.

sapıruu, 1. savurma; 2. külünü savurma: şuraya buraya dağıtma; 3. kımız sapıruu: kımızı çarpma.

sapıruuçu, savurucu; sapıruuçu maşina: savurma makinesi (kalbur makinası).

sara, seçme, mumtaz, en iyi, en üstün; otundun sarası: seçme, en alâ odun,

saramcal, f. 1. teçhizat, alet-edevat, muhimmat, iğelik (ekonomi); saramcalın şaylatıp: teçhizatın yolunu koyarak; 2. uğraşma; saramcal ce-: meşgul olmak, uğraşmak.

saramcalduu, her işle bizzat meşgul olmayı seven, mezbut kimse.

saranğ, hasis, cimri; sözgö saranğ, özünün kereginen artık unçukpayt: söz için hasistir; kendisine lâzım olandan fazla tek bir kelimeyi söylemez; kesken cerinen kan çıkpağan saranğ: kesilen yerinden kan çıkmıyan hasis; daha ör. bk. beren.

saranğdık, hasislik, hırs.

sarap, a. sarraf.

saratan, f. 1. yazın aşırı sıcaklığı; caydın saratan künü: sıcak yaz günleri; 2. mayıs böceği.

saray, 1. han; srayğa tüşöm: hana ineceğim; 2. saray (hükümdarın yaşadığı ev); saray törölörü: saray heyet ve erkânı.

sarayçı, han işleten, hanc

sarbanğda-, arbanğda- sözünün tekidir.

sarbar, f. hâmil, koruyucu.

sarbaşıl ═ sardar.

sardar, f. (destanda): âmir, serdar.

sarğar, sararmak; sarğara cortsonğ, kızara börtörsünğ ats.: sararıp koşarsan, kızaraıp şişersin; al cumaşka sarğara kirişti: işe özenle, olunca gayretiyle girişti.

sarğart I, (krş. kart I) bir hastalığın adıdır, ki bu hastalıkla musap olan adamın yüzü karhalarla örtülür; betine sarğart tüşüptür: yüzü karhalarla kaplandı.

sarğart- II, et. sarğar-‘dan.

sarğaruu, sararma.

sarğay- ═ sarğar-.

sarğayınğkı, sarımtırak; hafifçe sararmış oaln; sanğayınğkı tart-: bırparça sararmak.

sarğıç ═ sarğılt; önğü sarğıç: yüzü sarı, sarı yüzlü.

sarğıl: ak sarğıl 1) sarışın; beyaz yüzlü 2) taze, pembe (yüz rengi, beniz hakkında).

sarğılt, sarımtırak, sarıya çalan.

sargılttan-, hafifçe sararmak, bir parça sarı olmak.

sarhana f. (Cenubî Kırgızlıktan) nargilenin tütün konulan ucu.

sarı I, sarı, kızıl, kumral; sarı başıl: sarı başlı; ak sarı başıl koy: sarı başlı beyaz koyun; sarı ala: 1) sarı alaca: 2) karakuş nevilerinden biri; sarı kır sarığır; sarı talaa: 1) sararmış sahra, step; 2) sonbahardaki kır; sarı ooruu: 1) sarılık hastalığı; 2) mec. büyük keder; mbüyük meşgale; sarı taman sarı taman; sarı soygok bk. soyğok 1; uzun sarı: ilk baharın ilk günleri; azun sıraga sakta-: kara gün için saklamak; sarıu celke: rekek dağ kuzusu; sarı izine çöp sal- bk. çöp; sarı ubayım bk. ubayım.

sarı II, bu söz bazı yırtıcı kuş isimlerinin bir parçası oluyor: ak sarı aksarı; koy sarı koy sarı koysarı; caman sarı: aladoğan (archibuteo); erke sarı: kırgız kabilelerinden birinin adıdır.

sarığıç ═ sarğılt.

sarığır (uzunca biçimde olan) tınaz, kuru ot yığını; üyüp koyğansarığır çöptör: tınaz halinde yığılmış kucu otlar.

sarığırla-, biri üstüne biri atmak süretiyle yığmak; kocaman bir tepe peyda olacakl şekilde biriktirmek.

sarık-, damlamak, akıp çıkmak, (arta kalan mayi hakkında).

sarıkır ═ sarığır.

sarıkırla- ═ sarığırla-.

sarıktır-, damlatmak; damlasına kadar akıtmak.

sarımsak, sarımsak.

sarnıçı, (destanda) birnevi bol, ve geniş yakalı kürk.

sarıp, a. masraf, harç; sarıp kıl-: sarfetmek; sarıp kılın-: sarfedilmek, harcanmak.

sarkelde, f. (destanda) serdar, sergerde.

sarkındı, bir kapta mayiin kalıntısı, büğütten akan küçük su sızıntısı: kulaktardın sarkındısı: ağaların bakiyesi.

sarkıt, yemek ve içecek kalıntısı.

sarlan, f. bir deve cinsinin adıdır.

sarna, mide kaynama, safra çoğalma.

sarp ═ sarıp.

sarpay, f. (destanda) mükellef erkek çapanı (kaftanı.)

sarpenğke, (r. “sarpinka”) iyi cinsli renkli bez.

sarpooşto-, (atı) kilim çurla örtmek; atka sarpooştop alıp keldi tar. (göye diri gibi, ölüyü) ata bindirerek götürdiler.

sarsanaa ═ sarı sanaa (bk. sanaa 2).

sartaman, (sarı taman) kuvvetinde; kuvvetinin gelişimi çağında; olgun zamanda (iyi at hakkında).

saruula-, sararmak; solmak (beniz hakkında); korkuu belgisi bayda bolup, önğü saruulayt, muundarı kaltırayt: korku belirtileri peyda oldu: benz. attı; mafsalları titriyor.

sasay ═ sazay

sası-, pis kokmak.

sasık, pis kokan, fena koku dağıtan, pis koku; sasık üpü: hüdhüt kuşu; sasık oy: pis fikir; sasık bay, bk. bay.

sasımay, bir çeşit aşık oyununun adıdır.

sasıt-, et. sası-‘dan.

sastap ═ sostav.

sat, satmak; alıp sat-: aksata ile meşgul olmak; alıp satar: aksatacı, simsar, tellâl; satıp al-: satın almak; satıp aluuçuluk şığı: satınalma istidadı: at sat-:başkasının adından istifade etmek.

satarman, satıcı; satarman bolsonğ, sat.: satacaksan, sat (durma).

satık ═ sattık; sooda-sattık: ticaret, alış veriş.

satıl-, satılmak; satılığa çıkarılmak.

satılış, satış, satılma.

satıluu, işs. satıl-‘dan.

satındı, satılmış; satı- alım yolu ile ele geçirilmiş.

satış I. satış.

satış- II, müs. Sat-‘tan.

satin, r. saten (kumaş).

satsıyal ═ sotsial.

satsıyalçıl ═ sotsialçıl.

satsiyalçılık ═ sotsialistik.

sattık, satış; sooda-sattık: ticaret, alış veriş.

sattır-, satmıya bırakmakveya zorlamak; kimden sattırdınğ?: kime sattırdın?: sattırıp aldım: satın aldırdım (emrettim, ve benim için satın aldılar).

sattıruu, işs. sattır-‘dan.

satuu, satış ticaret.

say I (koşu atı hakkında): mümtaz, fevkalâde, marûf; say külük yahut say tulpar yahut say buudan: marûf koşu atı; say kaşka bk. kaşka.

say II, 1. nehrin yatağı; kirgen suular toktolup, say kağırap kaldı: dökülen salar kesildi ve ırmağın yatağı kurudu; suu tügönüp, say bolup: folk. su tükendi ve yalnız kuru yatak kaldı; daha ör. bk. kuy III, 2; 2. yiv (tüfekte, vidada).

say III: sayda sanı, kumda izi cok bk. san II.

say IV, söök sözünün tekidir.

say V: ayağı say tappağan: öteye beriye koşan, rahat durmıyan; ayağı say tappayt: boyuna koşmaktadır; say medire bk. medire.

say VI, 1. sançmak; saplamak, batırmak (sivri şeyi); azuu say-: azıdişi atmak, bırakmak; şişke sayar eti cok “şişsa dizilecek kadar eti yok” (gayet zayıf); üy say: çadır kurmak; 2. dikmek (ağaçları), sapiyle dikmek; bak say-: bahçe dikmek, bahçe yapmak; 3. dikmek; işlemek (iğne ile nakşetmek); candap say-: iğne ardı dikmek; tençip say-: teyel yapmak, dikmek; sayma say- (yahut yalnız: say-) :işlemek (nakşetmek); 4. oyun sırasında ortaya para koymak, bahse tutuşurken ortaya para koymak; atınğdı sayısınğbı?: atmı (oyuna, bahse) koyacak mısın? baygege say-: koşular esnasında ikramiye, mukâfat olarak koymak; 5. mec. yenmek (başlıca, seçimlerde).

saya, f, gölge, saye.

sayaban, f. fena havadan ve güneşten korunmak için yapılan gölgelik (sayeben); tente (arabada); sayaban araba: kapalı furgon; kapalı araba

sayak, 1. tek başına dolaşan, serseri; sayak menen sağızğanğa ubal cok: ats. serseri ile saksağan için mesuliyet yoktur; sel= sayak: serseriliğe yatgın, barınacak yeri bulunmıyan, yabancı ellerde serserice dolaşan; 2. Kırgız kabilelerinden birinin adıdır.

sayala-, gölgelenmek, gölge altında oturmak.

sayaluu, gölgeli, gölgelenmiş.

sayapker =zayapker

sayasat, a. siyaset, politik; ulut sayasatı: millî siyaset, ulusal politika.

sayasatçı, siyasetçi.,

sayasatçıl, 1. siyaset adamı; 2. politikacı.

sayası, a. siyasî; sayası bölüm: siyasî kısım, şube.

sayatçı, a-f. alıcı kuşları avlıyan avcı (ağla avlar).

saydır-, et. say- VI’dan ; butun tikenekke saydırdı: bacaklarını dikenle yaraladı; saydırıp koysom oşoğo , bala da bolso, bağınam: folk. eğer o (mızrakla mübarezede) beni yenerse , çocuk olsa dahi ona boyun iğeceğim.

sayğak, oestridae soyundan öküz sineği.

sayğakta-, sineklerden yakayı kurtarmak için şuraya buraya koşmak sığır hayvanları hakkında).

sayğaktat-, et. saygakta-‘ dan.

sayğaktoo, hayvanın öküz sineğinden kurtulmak için şuraya buraya koşması ve büğürmesi.

sayğaşka = say kaşka (bk. kaşka 4).

sayğıç, saplamıya, sançmıya müstait olan; nayza sayğıç: usta mızrakçı, mızrakla ustalıkla iş gören.

sayğıla-, saplamak, sançmak, batırınak; tiken menen sayğılağanday: diken batırılmış gibi.

sayğılaş-, müş. sagıla-‘ dan.

saygız-, saplatmak.

sayıl-, 1. saplanmış batırılmış olmak; 2. dikilmek (iğne ile), işlenmek (nakışedilmek); 3. bahse tutuşurken öndül olarak koymak, koşular sırasında ikramiye olmak üzere komak; ör. bk. bayge 2.

sayılt-, saplamak; batırmak.

sayım: nayza sayım = nayza sayğıç (bk. sayğıç).

sayın I, (postposition): barğan sayın; her gittikçe; cıl sayın: hersene, seneden seneye; cıl ötkün sayın: sene gittikçe; çoğuluş bolğon sayın: her toplantıda; an sayın: her an; tük bütkön sayın kaltırayt: ats. zenginleştikçe hasisleşiyor (harf: tüy bittikçe titriyor); kün sayınkı: hergünkü.

sayın- II, batırılmak; takınmak; kazkırasın sayınıp: folk. (kalpağını) turna yeleğiyle süsliyerek.

sayınkı, bk. sayın I.

sayış I, mızraklar ile mübazere.

sayış- II, müş. say- VI’ dan; eçe somdon sayışasınğ? kaç rubleden bahse girişiyorsun?

sayıştır-, et. sayış- II’ den.

sayışuu, işs. sayış- II’ den; er sayışuu tar. mızrak müsabakası (mızrağın madeni demreni bulunmazdı).

saykaşka = say kaşk (bak. kaşka 4).

sayluu, yivli (silâh hakkında); sayluu mıltık: yivli tüfek.

sayma, 1. işleme (nakışlı); tanğdaylaşkan sayma bk. tanğdaylaş-; 2. dikilmiş (ağaçlar hakkında); sayma ciğaç: dikilmiş ağaç (yabanîden farklı olarak).

saylama-, nakışlarla bezemek.

saymalan-, mut. saymala-‘ dan.

saymaluu, işlemeli; nakışlı.

sayra-, 1. ötmek (kuşlar hakkında); 2. mec: çok söylemek.

sayrağıç, öten (kuş hakkında).

sayran, f. 1. gezinti; 2. genişlik, bolluk; sayran cer: vasi va rahat yerler; sayran talaa: geniş ve engin sahra; sayran kün: bolluk içinde geçen rahat hayat; 3. zevk; sayran kur: zevk almak keyf çekmek.

sayranda-, 1. gezinti yapmak; 2. keyf çekmek.

sayraş-, müş. sayra-‘ dan.

sayrat-, et. sayra-‘ dan.

sayroo, işs. sayra-‘ dan.

sayroon, nehrin sığ yeri.

sayroondo-, sığ yerini bularak geçmek (ırmağı); suudan sayroondop keçtim: nehri (düz çizgi boyunca değil de) sığ yerini bularak geçtim.

sayuz, kon.= soyuz.

sayuzdaş-= soyuzdaş-.

sayuzduk= soyuzduk.

saz I, bataklık; saz önğdüü: (zayıflıktan) yüzü sararmış (adam).

saz II, f. iyi, hoş, yoluna konmuş; az bolso da saz bolsun ats. az olsa da, öz olsun.

sazan, sazan balığı (cyprinus carpia).

sazar-, 1. sararmak; önğü sazarğan: benzi sararmış; 2. mec. kin beslemek.

sazay, f. 1. tar.şeriata karşı olan bir hareket için rüsvay etmek suretiyle umumun önünde ceza verme; 2. hakkından gelme, gereği gibi cezalandırma; sazayın koluna berip koy: hakkından gel; onun adamakıllı tedip edilmek, cezalandırmak; sazayın tartat: cezasını görecek; sazayımdı okuttu: beni tekdir etti, gereği gibi haşladı.

sazayla-, cezalandırmak.

sazayloo, cezalandırma, hakkından gelme.

sazdak, bataklık, bataklı yer.

sazdık, bataklı mahal.

saszdıktuu, bataklı.

saszduu, bataklı.

sçot, r. hesap puslası, fatura.

sçotovod, r. muhasebeci.

sebeele-, sepelemek, çiğsemek (yağmur hakkında); kün sebeelep caap turat: yağmur sepeliyor.

sebeelet- et. sebele-‘ den.

sebep I, a. sebep; emine sebepten: ne sebepten, neden; sebep bağınınğkı gram. sebep halini gösteren mütemmim cümle.

sebep II, yahut edep – sebep: bir devanın adıdır.

sebepker, müsebbip, âmil; sebepker bol-: sebep olmak, sebebiyet vermek.

sebeptüü, sebepli, neticesinde; mıltığım cok sebeptüü: tüfeğim olmadığından dolayı; ooruğan sebeptüü: hastalık yüzünden.

sebildüü, (destanda) süslü, bezikli.

sebin-, kendi üzerine serpmek, püskürmek; atır sebin: kendi kendine ıtır sürmek.

sebüü, serpme, saçma.

sebüüçü, ekici; sebüüçü maşina: tohum ekme makinası.

sedep, a. sedef.

seelik-: eelikkenden seelikti: aşırı derecede heyecana geldi.

seep, sep- III’ ten gerundif.

seer I, 1. Çin Türkistanında çınğ’ ın (bk. çınğ I) 1/16 ine muadil olan ağırlık ölçüsü; 2. sar, sara; Çin Türkistanında bir sikkedir (gümüş sar takriben 1 ruble 60 kopik veya 1 ruble 70 kapik kıymetinde oluyordu).

seer II = sıykır.

seerçi = sıykırçı.

segiz, sekiz.

segizdik, sekizlik.

segizinçi, sekizinci.

segment, r. mat. kıt’ ai daire.

seh = tseh.

sekekte- = sekenğde-.

sekelek, kız çocukların alnındaki perçem, kâkül; sekelek kız: kız çocuk, genç kız.

sekenğde-, 1. titremek, silkinmek mes. atın perçemi yahut insanın uzun saçı hakkında); 2. saçlarını oynatarak sıçramak, sekmek.

sekenğdet-, et. sekenğde-‘ den; kamçısın sekenğdetip: kamçısını sallıyarak.

seket, a. 1. = zeket; 2. aziz, sevgili, mahbup, seket yahut seketinğ boloyun yahut seketinğ keteyin:: azizim, sevgilim, (hem erkek, hem kadın için).

seketbay, sevgili (kadın); kıymetli azizim (kadına hitaben); seketbay boloyun = seket keteyin (bk. seket).

seki, dağ eteğindeki küçük çıkıntı.

sekiçek = tekçe.

sekir, sıçramak, atlamak.

sekiratar, sekilatar kon. = sekretar.

sekirik, sıçrayış, atlayış.

sekirt-, et. sekir-‘ den. (ör. bk. kekirtek).

sekirtme, dönme (salgın koyun hastalığı); sekirtme aşuu: zor geçilen çıkıntıları, uçurumları çok bulunan dağ geçidi.

sekirtmelüü, çıkıntılı, uçurumlu; sekirtmelüü col: tümsekleri, çukurları çok bulunan yol (bu yoldan giderken sıçramak mecburiyeti hasıl olur).

sekizçek, kadın tuvaletinin bir kısmını teşkil eden, işlemeli murabba kadife parçasıdır.

sekretar, r. kâtip, sekreter.

sekretariat, r. sekreterlik dairesi.

seksegey, saçları ürpermiş, kabarmış olan.

seksen, seksen.

seksenğde-, 1. silkinmek, sallanmak, dalgalanmak (saçlar hakkında); seksenğdep cügürüp kele atat: perişan saçlarını dalgalandırarak koşup geliyor; 2. mec. hırslanmak (kızmak), hiddetle üzerine atılmak.

seksenğdet-, et. seksenğde-‘ den.

seksey = seksenğde-.

seksiye, kon. = sektsiya.

sekta, r. mezhep, tarik.

sektant, r. aykırı bir mezhebe mensup olan.

sektançılık, mezhepçilik.

sektor, r. bölge, kıtâi daire.

sektsiya, r. şube, bölme.

sekunda, r. saniye.

sel I: sel sayak = selsayak.

sel II, a. sel; yağmurdan hasıl olup şiddetle ve köpürerek akan su.

selbi- I, sadaka vermek; fıkraya bir şey vermek.

selbi- II, kuruluşunu tamamlamak; üyümdü selbip aldım: evimin kuruluşunu tamamladım, obamı gereği gibi tanzim ettim.

selbik, fakirlik dolayısıyla alınan bir şey; sadaka.

selde I, f. sarık; selde oron-: sarık sarmak, sarık taşımak; selde cip bk. cip; seldesine çok tüşkön moldo: : kurnaz, kalleş hoca; kızıl selde al. kırmızı sarık.

selde- II, eksilmek, dinmek (yağmur hakkında); sükünet bulmak, rahat etmek; kün seldedi: yağmur bir parça dindi; akıl oylop seldedim: bir parça düşündüm ve sükûn buldum.

selde- III: seldep ak-: köpürerek ve dalgalanarak akmak, köpürerek ve bol bir şekilde akmak; seldep akkan köz caşı: sel gibi akan gözyaşı.

seldelüü, sarıklı, sarık taşıyan.

selden-, sel halinde akıtmak.

seldet-, et. selde- III’ den.

seldey-, 1. baygın bir halde bulunmak, şuurunu kaybetmek, dona kalmak; 2. hayrete düşmek; şaşalamak; 3. hiç bir şeye ehemmiyet vermez bir halde bulunmak.

seldeyt-, et. seldey-‘ den.

selek: can selek = can serek (bk. serek).

selenğ: elenğ – selenğ: korkarak.

seleniya,( r. <seleniye>) meskûn mahal.

seley- = seldey-.

seleyt-, et. seley-‘ den.

seliskey, r. kon. 1. (rusça <selskiystarosta> sözünden kısaltma) köy muhtarı; 2. köy sovyeti reisi.

selk: selk et-: 1) silkinmek; 2) irkilmek; 3) gizlice sıvışmak.

selki, olgun kız, güzel kız, dilber.

selkilde-, salanmak,deprenmek, silkinmek.

selkildet-, et. selkilde-‘ den.

selkin-, silkinmek; at selkindi: at silkindi.

selkinçek, salıncak; selkinçek tep: salıncakta sallanmak.

selpey-, çirkin, fakir, örselenmiş kıyafette bulunmak; 2. direnmek, karşı komak, muvafakat etmemek.

selsayak, serseri.

selsebet, kon. = selsovet.

selsovet, r. (bu rusça, sözünün kısaltılmış şeklidir, ki bu da köy sovyeti demektir; M).

selt, işin aniliğini ifade eden bir taklitlik sözdür; selt et: irkilmek; selt etip tura kaldı: (korkudan) irkildi ve birden bire durdu; selt etıp, oyğonup ketip: irkildi ve uyanıverdi; selt ettir-: irkitmek; selt etip da koyboyt: aslâ aldırış etmiyor.

seltenğ: seltenğ et-: çehresiyle, vücudunun bütün hareketleriyle korku veya hayret ifade etmek (mesç birisinin üzerine bağırdığı sırada).

seltey- = seldey-.

sement, r. çimento.

sementte-, çimento ile tutturmak.

seminar, r. 1. seminer; 2. orta tahsil ruhanî mektep.

semir-, semirmek, tavlamak; cel semirgen = cel semiz (bk. semiz); daha ör. bk. kaygısız.

semirt-, 1. beslemek; 2. gübrelemek; cer semirt-: toprağı gübrelemek.

semirtikiç, gübreleme; mineralduu semirtkiç: sun’î gübre.

semirtüü, 1. besleme; 2. gübreleme; cer semirtüü: toprağı gübreleme.

semirtüüçü. 1. besleyici; 2. gübreleyici; cer semritüüçü nerseler: toprağı besleyici maddeler (gübre vazifesini gören nesneler).

semişke, r. ayçiçeği tohumu.

semiz, yağlı, tavlı cel semiz: kofsemiz (insan ve hayvan hakkında).

semizde-, yağ bağlamanın ağırlığını hissetmek; semizdep cürböy kaldı: semizlikten yürüyemez oldu.

semizdik, semizlik, şişmanlık.

sen I, 1. sen; senin (genitif): senin; seni: seni; sağa (yahut saa yahut sağan) sana: seni menen: senin ile; seni: vay seni; sensinğbi? bu sen misin? 2. bazan siz manasiyle de kullanıldığı vardır; ağalarım, seni izdelp, atamdı taştap çıkkamın folk: ağalar, sizi (hraf. seni) arayıp, babamı bırakıp gitmişim.

sen- II, donmak, kemik haline gelmek; ölüp, katıp senip kalıptır: ölüp katılaşmış, donmuştur.

sençile-: sençilep: senince, senin gibi; mında sençilep beker cürgön kişi cok: burada senin gibi işsiz dolaşan kimse yoktur; katın- balaluu kişi sençilep cüröbü?: aile sahibi olan kimse senin gibi hareket eder mi?

sendel-, 1. çok ağır yürümek, yorgunca gitmek; sendele basıp kele atat: çok ağır yürüyüp gelmektedir; 2. mec. çile çekmek.

sendelt-, et. sendel-‘ den.

sendik, (karş. bizdik) senin; sendik ğana tamak kaldı: yalnız senin için, senin hissen, senin tayının olan yiyecek kaldı; sendik bolup söylödü: senin namına (senin lehine) söyledi; neyeti durus, sendik bolot: niyeti doğrudur, o seninki (senin tarafında) olacaktır; sendik bolo albasam (yahut bolbosom): senin hakkından gelmezsem, (ben, ben olmayım)! her halde ben senin hakkından geleceğim!

sendirekte-, adımlarını zor atarak yürümek (mes. ağır hastalıktan yeni kalkmış adam hakkında).

senek, 1. sertleşmiş, kabalaşmış, kaba; senektey bolup katıp kalıptır: aşırı derecede sertleşmiştir; 2. kandan beslenemeyüp kurumuş olan, (uzuv hakk.) dumura uğramış, muattal; kolu senek: elleri dumura uğramış; 3. iki dişli yaba; 4. senek sözdör gram: 1) sonekler (ahenk kaidesine boyun iğmiyen yardımcı sözler); 2) iğilmiyen sözler.

Yüklə 6,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   66   67   68   69   70   71   72   73   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin