sapta- II, saplamak; balta sapta-: baltaya sap geçirmek; iyne sapta: iğne gözüne iplik geçirmek.
saptaş-, müş. Sapta- II’den.
saptat-, et. sapta- I’den.
saptoo, sap geçirme.
saptuu, saplı, sap geçirilmiş.
sapır-, 1. bir mayii kepçe ile yahut başka bir şeyle tekrar- tekrar alarak, aynı kaba yeniden dökmek, çarpmak; kımızdı sapır-: kımızdı çarpmak, yani küçük bir kapla alarak, büyük kaba yeniden dökmek. 2. savurmak.
sara, seçme, mumtaz, en iyi, en üstün; otundun sarası: seçme, en alâ odun,
saramcal, f. 1. teçhizat, alet-edevat, muhimmat, iğelik (ekonomi); saramcalın şaylatıp: teçhizatın yolunu koyarak; 2. uğraşma; saramcal ce-: meşgul olmak, uğraşmak.
saramcalduu, her işle bizzat meşgul olmayı seven, mezbut kimse.
saranğ, hasis, cimri; sözgö saranğ, özünün kereginen artık unçukpayt: söz için hasistir; kendisine lâzım olandan fazla tek bir kelimeyi söylemez; kesken cerinen kan çıkpağan saranğ: kesilen yerinden kan çıkmıyan hasis; daha ör. bk. beren.
saranğdık, hasislik, hırs.
sarap, a. sarraf.
saratan, f. 1. yazın aşırı sıcaklığı; caydın saratan künü: sıcak yaz günleri; 2. mayıs böceği.
saray, 1. han; srayğa tüşöm: hana ineceğim; 2. saray (hükümdarın yaşadığı ev); saray törölörü: saray heyet ve erkânı.
sarayçı, han işleten, hanc
sarbanğda-, arbanğda- sözünün tekidir.
sarbar, f. hâmil, koruyucu.
sarbaşıl ═ sardar.
sardar, f. (destanda): âmir, serdar.
sarğar, sararmak; sarğara cortsonğ, kızara börtörsünğ ats.: sararıp koşarsan, kızaraıp şişersin; al cumaşka sarğara kirişti: işe özenle, olunca gayretiyle girişti.
sarğart I, (krş. kart I) bir hastalığın adıdır, ki bu hastalıkla musap olan adamın yüzü karhalarla örtülür; betine sarğart tüşüptür: yüzü karhalarla kaplandı.
sarğıç ═ sarğılt; önğü sarğıç: yüzü sarı, sarı yüzlü.
sarğıl: ak sarğıl 1) sarışın; beyaz yüzlü 2) taze, pembe (yüz rengi, beniz hakkında).
sarğılt, sarımtırak, sarıya çalan.
sargılttan-, hafifçe sararmak, bir parça sarı olmak.
sarhana f. (Cenubî Kırgızlıktan) nargilenin tütün konulan ucu.
sarı I, sarı, kızıl, kumral; sarı başıl: sarı başlı; ak sarı başıl koy: sarı başlı beyaz koyun; sarı ala: 1) sarı alaca: 2) karakuş nevilerinden biri; sarı kır ═ sarığır; sarı talaa: 1) sararmış sahra, step; 2) sonbahardaki kır; sarı ooruu: 1) sarılık hastalığı; 2) mec. büyük keder; mbüyük meşgale; sarı taman ═ sarı taman; sarı soygok bk. soyğok 1; uzun sarı: ilk baharın ilk günleri; azun sıraga sakta-: kara gün için saklamak; sarıu celke: rekek dağ kuzusu; sarı izine çöp sal- bk. çöp; sarı ubayım bk. ubayım.
sarı II, bu söz bazı yırtıcı kuş isimlerinin bir parçası oluyor: ak sarı ═ aksarı; koy sarı ═ koy sarı ═ koysarı; caman sarı: aladoğan (archibuteo); erke sarı: kırgız kabilelerinden birinin adıdır.
sarığıç ═ sarğılt.
sarığır (uzunca biçimde olan) tınaz, kuru ot yığını; üyüp koyğansarığır çöptör: tınaz halinde yığılmış kucu otlar.
sarığırla-, biri üstüne biri atmak süretiyle yığmak; kocaman bir tepe peyda olacakl şekilde biriktirmek.
sarık-, damlamak, akıp çıkmak, (arta kalan mayi hakkında).
sarıkır ═ sarığır.
sarıkırla- ═ sarığırla-.
sarıktır-, damlatmak; damlasına kadar akıtmak.
sarımsak, sarımsak.
sarnıçı, (destanda) birnevi bol, ve geniş yakalı kürk.
sarkındı, bir kapta mayiin kalıntısı, büğütten akan küçük su sızıntısı: kulaktardın sarkındısı: ağaların bakiyesi.
sarkıt, yemek ve içecek kalıntısı.
sarlan, f. bir deve cinsinin adıdır.
sarna, mide kaynama, safra çoğalma.
sarp ═ sarıp.
sarpay, f. (destanda) mükellef erkek çapanı (kaftanı.)
sarpenğke, (r. “sarpinka”) iyi cinsli renkli bez.
sarpooşto-, (atı) kilim çurla örtmek; atka sarpooştop alıp keldi tar.(göye diri gibi, ölüyü) ata bindirerek götürdiler.
sarsanaa ═ sarı sanaa (bk. sanaa 2).
sartaman, (sarı taman) kuvvetinde; kuvvetinin gelişimi çağında; olgun zamanda (iyi at hakkında).
saruula-, sararmak; solmak (beniz hakkında); korkuu belgisi bayda bolup, önğü saruulayt, muundarı kaltırayt: korku belirtileri peyda oldu: benz. attı; mafsalları titriyor.
sasay ═ sazay
sası-, pis kokmak.
sasık, pis kokan, fena koku dağıtan, pis koku; sasık üpü: hüdhüt kuşu; sasık oy: pis fikir; sasık bay, bk. bay.
sasımay, bir çeşit aşık oyununun adıdır.
sasıt-, et. sası-‘dan.
sastap ═ sostav.
sat, satmak; alıp sat-: aksata ile meşgul olmak; alıp satar: aksatacı, simsar, tellâl; satıp al-: satın almak; satıp aluuçuluk şığı: satınalma istidadı: at sat-:başkasının adından istifade etmek.
satarman, satıcı; satarman bolsonğ, sat.: satacaksan, sat (durma).
satındı, satılmış; satı- alım yolu ile ele geçirilmiş.
satış I. satış.
satış- II, müs. Sat-‘tan.
satin, r. saten (kumaş).
satsıyal ═ sotsial.
satsıyalçıl ═ sotsialçıl.
satsiyalçılık ═ sotsialistik.
sattık, satış; sooda-sattık: ticaret, alış veriş.
sattır-, satmıya bırakmakveya zorlamak; kimden sattırdınğ?: kime sattırdın?: sattırıp aldım: satın aldırdım (emrettim, ve benim için satın aldılar).
sattıruu, işs. sattır-‘dan.
satuu, satış ticaret.
say I (koşu atı hakkında): mümtaz, fevkalâde, marûf; say külük yahut say tulpar yahut say buudan: marûf koşu atı; say kaşka bk. kaşka.
say II, 1. nehrin yatağı; kirgen suular toktolup, say kağırap kaldı: dökülen salar kesildi ve ırmağın yatağı kurudu; suu tügönüp, say bolup: folk. su tükendi ve yalnız kuru yatak kaldı; daha ör. bk. kuy III, 2; 2. yiv (tüfekte, vidada).
say III: sayda sanı, kumda izi cok bk. san II.
say IV, söök sözünün tekidir.
say V: ayağı say tappağan: öteye beriye koşan, rahat durmıyan; ayağı say tappayt: boyuna koşmaktadır; say medire bk. medire.
say VI, 1. sançmak; saplamak, batırmak (sivri şeyi); azuu say-: azıdişi atmak, bırakmak; şişke sayar eti cok “şişsa dizilecek kadar eti yok” (gayet zayıf); üy say: çadır kurmak; 2. dikmek (ağaçları), sapiyle dikmek; bak say-: bahçe dikmek, bahçe yapmak; 3. dikmek; işlemek (iğne ile nakşetmek); candap say-: iğne ardı dikmek; tençip say-: teyel yapmak, dikmek; sayma say- (yahut yalnız: say-) :işlemek (nakşetmek); 4. oyun sırasında ortaya para koymak, bahse tutuşurken ortaya para koymak; atınğdı sayısınğbı?: atmı (oyuna, bahse) koyacak mısın? baygege say-: koşular esnasında ikramiye, mukâfat olarak koymak; 5.mec. yenmek (başlıca, seçimlerde).
saya, f, gölge, saye.
sayaban, f. fena havadan ve güneşten korunmak için yapılan gölgelik (sayeben); tente (arabada); sayaban araba: kapalı furgon; kapalı araba
sayak, 1. tek başına dolaşan, serseri; sayak menen sağızğanğa ubal cok: ats. serseri ile saksağan için mesuliyet yoktur; sel= sayak: serseriliğe yatgın, barınacak yeri bulunmıyan, yabancı ellerde serserice dolaşan; 2. Kırgız kabilelerinden birinin adıdır.
sayala-, gölgelenmek, gölge altında oturmak.
sayaluu, gölgeli, gölgelenmiş.
sayapker =zayapker
sayasat, a. siyaset, politik; ulut sayasatı: millî siyaset, ulusal politika.
sayasatçı, siyasetçi.,
sayasatçıl, 1. siyaset adamı; 2. politikacı.
sayası, a. siyasî; sayası bölüm: siyasî kısım, şube.
saydır-, et. say- VI’dan ; butun tikenekke saydırdı: bacaklarını dikenle yaraladı; saydırıp koysom oşoğo , bala da bolso, bağınam: folk. eğer o (mızrakla mübarezede) beni yenerse , çocuk olsa dahi ona boyun iğeceğim.
sayğak, oestridae soyundan öküz sineği.
sayğakta-, sineklerden yakayı kurtarmak için şuraya buraya koşmak sığır hayvanları hakkında).
sayğaktat-, et. saygakta-‘ dan.
sayğaktoo, hayvanın öküz sineğinden kurtulmak için şuraya buraya koşması ve büğürmesi.
sayma, 1. işleme (nakışlı); tanğdaylaşkan sayma bk. tanğdaylaş-; 2. dikilmiş (ağaçlar hakkında); sayma ciğaç: dikilmiş ağaç (yabanîden farklı olarak).
saylama-, nakışlarla bezemek.
saymalan-, mut. saymala-‘ dan.
saymaluu, işlemeli; nakışlı.
sayra-, 1. ötmek (kuşlar hakkında); 2. mec: çok söylemek.
sayrağıç, öten (kuş hakkında).
sayran, f. 1. gezinti; 2. genişlik, bolluk; sayran cer: vasi va rahat yerler; sayran talaa: geniş ve engin sahra; sayran kün: bolluk içinde geçen rahat hayat; 3. zevk; sayran kur: zevk almak keyf çekmek.
sayranda-, 1. gezinti yapmak; 2. keyf çekmek.
sayraş-, müş. sayra-‘ dan.
sayrat-, et. sayra-‘ dan.
sayroo, işs. sayra-‘ dan.
sayroon, nehrin sığ yeri.
sayroondo-, sığ yerini bularak geçmek (ırmağı); suudan sayroondop keçtim: nehri (düz çizgi boyunca değil de) sığ yerini bularak geçtim.
sayuz, kon.= soyuz.
sayuzdaş-= soyuzdaş-.
sayuzduk= soyuzduk.
saz I, bataklık; saz önğdüü: (zayıflıktan) yüzü sararmış (adam).
saz II, f. iyi, hoş, yoluna konmuş; az bolso da saz bolsun ats. az olsa da, öz olsun.
sazay, f.1. tar.şeriata karşı olan bir hareket için rüsvay etmek suretiyle umumun önünde ceza verme; 2. hakkından gelme, gereği gibi cezalandırma; sazayın koluna berip koy: hakkından gel; onun adamakıllı tedip edilmek, cezalandırmak; sazayın tartat: cezasını görecek; sazayımdı okuttu: beni tekdir etti, gereği gibi haşladı.
sebep I, a. sebep; emine sebepten: ne sebepten, neden; sebep bağınınğkı gram. sebep halini gösteren mütemmim cümle.
sebep II, yahut edep – sebep: bir devanın adıdır.
sebepker, müsebbip, âmil; sebepker bol-: sebep olmak, sebebiyet vermek.
sebeptüü, sebepli, neticesinde; mıltığım cok sebeptüü: tüfeğim olmadığından dolayı; ooruğan sebeptüü: hastalık yüzünden.
sebildüü, (destanda) süslü, bezikli.
sebin-, kendi üzerine serpmek, püskürmek; atır sebin: kendi kendine ıtır sürmek.
sebüü, serpme, saçma.
sebüüçü, ekici; sebüüçü maşina: tohum ekme makinası.
sedep, a. sedef.
seelik-: eelikkenden seelikti: aşırı derecede heyecana geldi.
seep, sep- III’ ten gerundif.
seer I, 1. Çin Türkistanında çınğ’ ın (bk. çınğ I) 1/16 ine muadil olan ağırlık ölçüsü; 2. sar, sara; Çin Türkistanında bir sikkedir (gümüş sar takriben 1 ruble 60 kopik veya 1 ruble 70 kapik kıymetinde oluyordu).
seer II = sıykır.
seerçi = sıykırçı.
segiz, sekiz.
segizdik, sekizlik.
segizinçi, sekizinci.
segment, r. mat. kıt’ ai daire.
seh = tseh.
sekekte- = sekenğde-.
sekelek, kız çocukların alnındaki perçem, kâkül; sekelek kız: kız çocuk, genç kız.
sekenğde-, 1. titremek, silkinmek mes. atın perçemi yahut insanın uzun saçı hakkında); 2. saçlarını oynatarak sıçramak, sekmek.
sel II, a. sel; yağmurdan hasıl olup şiddetle ve köpürerek akan su.
selbi-I, sadaka vermek; fıkraya bir şey vermek.
selbi- II, kuruluşunu tamamlamak; üyümdü selbip aldım: evimin kuruluşunu tamamladım, obamı gereği gibi tanzim ettim.
selbik, fakirlik dolayısıyla alınan bir şey; sadaka.
selde I, f. sarık; selde oron-: sarık sarmak, sarık taşımak; selde cip bk. cip; seldesine çok tüşkön moldo: : kurnaz, kalleş hoca; kızıl selde al. kırmızı sarık.
selde-II, eksilmek, dinmek (yağmur hakkında); sükünet bulmak, rahat etmek; kün seldedi: yağmur bir parça dindi; akıl oylop seldedim: bir parça düşündüm ve sükûn buldum.
selde- III: seldep ak-: köpürerek ve dalgalanarak akmak, köpürerek ve bol bir şekilde akmak; seldep akkan köz caşı: sel gibi akan gözyaşı.
seldelüü, sarıklı, sarık taşıyan.
selden-, sel halinde akıtmak.
seldet-, et. selde- III’ den.
seldey-, 1. baygın bir halde bulunmak, şuurunu kaybetmek, dona kalmak; 2. hayrete düşmek; şaşalamak; 3. hiç bir şeye ehemmiyet vermez bir halde bulunmak.
seldeyt-, et. seldey-‘ den.
selek: can selek = can serek (bk. serek).
selenğ: elenğ – selenğ: korkarak.
seleniya,( r.<seleniye>) meskûn mahal.
seley- = seldey-.
seleyt-, et. seley-‘ den.
seliskey, r.kon. 1. (rusça <selskiystarosta> sözünden kısaltma) köy muhtarı; 2. köy sovyeti reisi.
selsovet, r.(bu rusça, sözünün kısaltılmış şeklidir, ki bu da köy sovyeti demektir; M).
selt, işin aniliğini ifade eden bir taklitlik sözdür; selt et: irkilmek; selt etip tura kaldı: (korkudan) irkildi ve birden bire durdu; selt etıp, oyğonup ketip: irkildi ve uyanıverdi; selt ettir-: irkitmek; selt etip da koyboyt: aslâ aldırış etmiyor.
seltenğ: seltenğ et-: çehresiyle, vücudunun bütün hareketleriyle korku veya hayret ifade etmek (mesç birisinin üzerine bağırdığı sırada).
seltey- = seldey-.
sement, r. çimento.
sementte-, çimento ile tutturmak.
seminar, r. 1. seminer; 2. orta tahsil ruhanî mektep.
semir-, semirmek, tavlamak; cel semirgen = cel semiz (bk. semiz); daha ör. bk. kaygısız.
semiz, yağlı, tavlı cel semiz: kofsemiz (insan ve hayvan hakkında).
semizde-, yağ bağlamanın ağırlığını hissetmek; semizdep cürböy kaldı: semizlikten yürüyemez oldu.
semizdik, semizlik, şişmanlık.
sen I, 1. sen; senin (genitif): senin; seni: seni; sağa (yahut saa yahut sağan) sana: seni menen: senin ile; seni: vay seni; sensinğbi? bu sen misin? 2. bazan siz manasiyle de kullanıldığı vardır; ağalarım, seni izdelp, atamdı taştap çıkkamın folk: ağalar, sizi (hraf. seni) arayıp, babamı bırakıp gitmişim.
sen- II, donmak, kemik haline gelmek; ölüp, katıp senip kalıptır: ölüp katılaşmış, donmuştur.
sençile-: sençilep: senince, senin gibi; mında sençilep beker cürgön kişi cok: burada senin gibi işsiz dolaşan kimse yoktur; katın- balaluu kişi sençilep cüröbü?: aile sahibi olan kimse senin gibi hareket eder mi?
sendel-, 1. çok ağır yürümek, yorgunca gitmek; sendele basıp kele atat: çok ağır yürüyüp gelmektedir; 2. mec. çile çekmek.
sendelt-, et. sendel-‘ den.
sendik, (karş. bizdik) senin; sendik ğana tamak kaldı: yalnız senin için, senin hissen, senin tayının olan yiyecek kaldı; sendik bolup söylödü: senin namına (senin lehine) söyledi; neyeti durus, sendik bolot: niyeti doğrudur, o seninki (senin tarafında) olacaktır; sendik bolo albasam (yahut bolbosom): senin hakkından gelmezsem, (ben, ben olmayım)! her halde ben senin hakkından geleceğim!
sendirekte-, adımlarını zor atarak yürümek (mes. ağır hastalıktan yeni kalkmış adam hakkında).
senek, 1. sertleşmiş, kabalaşmış, kaba; senektey bolup katıp kalıptır: aşırı derecede sertleşmiştir; 2. kandan beslenemeyüp kurumuş olan, (uzuv hakk.) dumura uğramış, muattal; kolu senek: elleri dumura uğramış; 3. iki dişli yaba; 4. senek sözdör gram: 1) sonekler (ahenk kaidesine boyun iğmiyen yardımcı sözler); 2) iğilmiyen sözler.