A 'Kitabı-Mukaddes'i doğru okuyalım!'


haşmet - görkem, şan, yücelik hatip



Yüklə 0,59 Mb.
səhifə3/6
tarix24.07.2018
ölçüsü0,59 Mb.
#57470
1   2   3   4   5   6

haşmet - görkem, şan, yücelik

hatip - konuşmacı

havali - etraf, yöre, çevre

havari - talebe

havlu - peşkir, mağarama

havra - sinagog, Yahudilerin camisi

hay - diri, yaşayan

hayalet - görünen bir cin

hayırlı - iyi

haylaz(lık) - tembel ve boş gezen adam

hayme - çadır, hafif bir külübe

hazin - üzüntülü

hazine - zenginlik, gömülmüş para

haznedar - kasacı, kasiyer

hecin - hızlı ve kuvvetli bir deve

hedef - amaç, "цел"

hekim - doktor

helak - mahv, yok etme

hemfikir - aynı fikiri paylaşan kişi

hemşehri(lik) - aynı kasabadan olan kişi, (vatandaşlık)

hemşire - kızkardeş

hendek - uzun bir çukur

heves - merak, kuvvetli istek

heybet(li) - şan(lı), görkem(li)

heykel - "паметник"

hıfzetmek - korumk, kollamak

hışım - öfke, kızgınlık

hıyar - salatalık, "краставица"

hıyarşenber - "канела" çiçeği

hicran - ayrılık, acılık

hidayet - doğru yol

hiddet(lenmek) - öfke(lenmek)

hikaye - masal

hikmet - doğru karar verme kuvveti, akıl

hilaf(ında) - ters, (tersine)

hilâl - ay

hile(kâr) - aldatma, (aldatıcı)

hilim - alçakgönüllülük, yavaşlık

hilkat - yaradılış, var olan herşey

himaye - koruma

himmet - çabalama, uğraşma

hintsümbülü - pahalı bir çiçek

hisar - kale, "крепост"

hisse(dar) - pay, (ortak)

hitap (etmek) - (1) kişilerin önünde konuşma(k)

("Atinada iken, Pavlus oranın parlamentosuna hitap etti.")

(2) uygun olmak

("Bu kitap, Kitabı-Mukaddes'i ciddi olarak olumak isteyen-lere hitap ediyor.")



hiyanet - hainlik, başkasını ele vermek

hizar - büyük bir bıçkı

homurdanmak - mırıldanmak, bir şeyi beğenmeyip içinden söylenmek

hoplamak - fırlamak, atlamak

hoşnut - razı, memnun

hudud - sınır, "граница"

hulus - gönül temizliği

husule getirmek - yapmak, meydana getirmek

hususi - özel, spesyal

husye - taşak

huzur - rahat, kavgasızlık

hüccet - evrak, "документ"

hücre - küçük bir oda (mesela: mahpuslarda), "клетка"

hücum - saldırı, düşmanın üstüne yürümek

hüküm - karar, otorite

hükümdâr - güdücü, kral

hükümran(lık) - kral(lık)

hükümsüz - geçersiz

hülya - hayal, gündüz görülen bir rüya, "мечта, видение"

hüner - beceri, ustalık

hürmet - saygı

hürriyet - serbestlik

hüzün - üzüntü
Ilgın ağacı - sedir ağacına benzer

ırk - soy, cins

ısı - sıcaklık

ıslahat - düzelme

ıslık - sıklık, ağız ile parmakla çıkarılan bir ses

ısrar (etmek) - tekrar ve tekrar denemek

ışıldamak - şıllamak, parlamak

ışın - ince bir ışık çizgisi, "лъч"

ıtır - parfüm
İane - hediye, bahşiş, verilen bir şey

ibadet (etmek) - tapınma, (tapınmak)

ibaret olmak - oluşturulmak, parçası olmak ("Eski Ahit 39 kitaptan ibarettir")

İblis - Şeytan

ibret - uyandırıcı, ders verici bir şey

icap etmek - gerekli olmak

icmal olmak - toplamak, bir yere getirmek

icra etmek - yerine getirmek, yapmak

içermek - içine almak, bir kategoride toplamak, "съдържа"

("Bu fiyat DDS vergisini içermiyor.")



içgüdü - insanın içinde olan refleks gibi kuvvetler (mesela: açlık, kendini kollamak, ana sevgisi)

içtenlik - ikiyüzlülük olmadan

içtihat - çabalamak, çok uğraş-mak, elinden geleni yapmak

idam - ölüm cezası

iddia etmek - bir şeyi kesinlik ile söylemek

("Petrus İsa'yı tanımadığını iddia etti")



idrak - anlayış, akıl yetiştirme

ifade (etmek) - dışa vurmak, söylemek, bir anlam taşımak

("'Allahın Oğlu' ifadesini bedensel bir anlamda düşünmemeliyiz.")

("Pavlus, Festus'un önünde Roma'da davalanmak istediğini ifade etti.")

("Polis beni karakola çağırdı, ben de ifademi verdim.")



ifsat - bozma, berbat etme

iftihar - övünme

iftira - yalan yere suçlama

- iplik eğirmek için bir topaç, "вретено"

iğilmek - eğilmek

iğva - denenme

ihanet - hainlik, aldatma, sokuculuk

ihbar (etmek) - devlete bildirme, sokuculuk (yapmak)

ihmal (etmek) - önem vermemek, işi gevşek tutmak

ihsan (etmek) - bahşiş (gibi vermek)

ihtilât - kişilerle beraberlik, karışıklık

ihtimal - olasılık, olabilir durumu, "вероятност"

ihtiras - çok kuvvetli bir arzu, sevda

ihtişam - görkem, şanlılık

ihtiyar - (1) yaşlı

(2) kilisenin güdücüsü



ihya etmek - yeniden canlandırmak

ikame etmek - bir eşyayı başka bir şeyin yerine koymak

ikamet etmek - bir evde oturmak

ikna etmek - razı etmek

ikrah etmek - iğrenmek

ikrar etmek - açıkça söylemek

iktidar - kuvvetli

il - sancak, "област"

ilah - bir tanrı ya da put

ilahi -

(1) Tanrı'ya göre

(2) Allah türküsü

ilave - sonradan koyulan bir şey, ek

ilelebet - sonsuza kadar

iletmek - ileri göndermek

("Senin haberini Mustafa'ya ilettim")



ilgi - merak, bağlı

("Martin Luter'in kitaplarına karşı büyük ilgi duyuyorum")



ilgili - bağlı, hakkında, bir temada

("Oruçla ilgili ayetler sayfa 65'te sıralandı")



ilham - esin, Tanrıdan gelen fikir

ilik - (1) kemiklerin içindeki yağlı su

(2) kopçanın deliği



ilim - bilim, "наука"

ilişkin - ilgili, hakkında

ilke - prensip

("Mesih inanlısı 'Göze göz, dişe diş' ilkesine göre yaşayamaz.")



illet - hastalık

ilmek - bağlamak, düğüm-lemek

ilmi - ilim (наука) hakkında

ilzam etmek - bir tartışmada iyi bir cevap verip susturmak

imdad - yardım

imdi - şimdi

imren(dir)mek - beğenip benzer olmayı istemek, (heveslendirmek)

imsaksızlık - kendini hiç zaptedememek, kontrolsuz bir hayat

imtihan - sınav, "испит"

imtiyaz - özel bir hak, "привилегия"

in - toprağın altında kazılmış bir yuva (ya hayvanlar için, ya da hırsızlar için)

inayet - merhamet

inci - "бисер"

incik - bacağın ön tarafı

incinmek - incitilmek, yaralanmak

indinde - önünde, bir kişinin görüşünde

inilti - ağlamak sesi

insaf(sız) - acıma(sız)

inşaat - ev yapmak

intibah - uyanış, kalkınma, canlanma

intihap - seçim

intikal (etmek) - yollama(k)

intizam - düzenlilik

iptal etmek - vazgeçip geçersiz kılmak

("Eşim hastalanınca, uçak biletleri iptal ettirdim.")



irade - karar, kuvvetli istek

irat - bir toprak ya da evden kazanılan para

ishal - sürgün, barsak bozuluğu

isnat - iftira, şer atmak

ispat - kanıt, delil, "доказателство"

israf (etmek) - boşuna kullanmak, harcamak

istihkâm - kuvvetlendirme, düşmana karşı sağlam yapmak

istihya - utanmak duyugusu

istihza - alay etmek, eğlenmek, rezil etmek

istikbal - gelecek zaman

istikrah - iğrenmek, nefret etmek

istikrar - alışılmış olmak

istinsah - (1) kopya etmek

(2) başka bir kişiden akıl istemek



istintak - sorgu, soruşturma

istirahat - rahat

istiskal (etmek) - başkasına dayanamamak, (soğuk karşılamak)

istisna - sıranın dışında bir şey, "изключение"

isyan(cı) - başkaldırma, güdücülere karşı gitmek

işkence - verilen acı, kötülük

işlev - fonksiyon ("Beynin işlevi düşünmektir")

işmar - gözle, kaşla ya da elle yapılan işaret

iştiha - iştah

iştirak (etmek) - ortaklık (katılmak)

itham - suçlama

itibaren - başlayarak

itimat - güven, "доверие"

itiraf - suçunu söylemek

itiraz - 'razı gelmiyorum' diye söylemek

itizar - özür dilemek

itmam etmek - bitirmek, tamamlamak

ittifak - güçleri birleştirme

ivedi(lik) - hızlı, (hız)

izhar (etmek) - açıklama (açıklamak)

izzet - görkem, şan, yücelik
Kabil - mümkün, yapabilen

kabiliyet - yetenek, bir işi yapma gücü

kaburga - göğsün yanındaki kemikler, "ребра"

kadim - eski

kadir - yapabilen, kuvvetli

kâfi - yeterli

kâh - kimi kere

kâhin - kutsal adam

kaide - kural, sıra, "правило"

kakule - bir baharat, "кардамон"

kâkül - saç lülesi

kal - metal eritmek için ocak

kalbur - kaba bir süzecek

kale - hisar, "крепост"

kalkan - "щит"

kama - hançer, uzun bıçak

kamara - gemide bir oda

kamaştırmak - çok fazla aydınlık vermek

kamçı - kırbaç

kamış - saz, su kenarlarında büyüyen uzun ve içi boş otlar

kâmil - eksiksiz, "съвършен"

kanaat - razılık, elindeki şeylerle yetinmek

kangren - çabuk yayılan ve bütün teni çürüttüren bir hastalık

kanı - kişinin fikri, düşüncesi

("kanımca" = "bence")



kanıt - delil, ispat, bir şeyin durumunu kesinlikle gösteren, "доказателство"

kanıtlayıcı - kesin gösteren, hiç şüphe brakmayan

kani (olmak) - fikir, (inanmak)

kaplan - "тигър"

kâr - kazanç, "печалба"

kara - toprak

karaltı - siyahlık

kare - "квардат"

kargaşa - kavga

kargı - mızrak, "копие"

kâse - kadeh

kasem etmek - yemin etmek

kasırga - fırtına

kasıt(lı), kasdi, kasti - mahsustan, isteyerek, planlı

kaskatı - çok katı

kassam - yargıç, davalayan, uzlantırıcı

kastetmek - demek istemek

("Yuhanna, 'ikinci ölüm' sözünü kullanırken, ten ölümünü kastetmiyor.")



katip - yazıcı

katkı - yardım, işin içinde bir pay

katletmek - öldürmek

katmer - kat kat

kavm - halk

kavramak - iyice anlamak

kayırıcılık - bir kişiye daha iyi davranmak

kayırmak - kollamak, yakınlık göstermek, daha iyi davranmak

kayıt (etmek) - "регистрация", ("регистрирам")

kaymakam - bir sancağın bir parçasının güdücüsü

kaymaktaşı - mermere benze-yen güzel bir taş

kaynaklanmak - bir sebepten meydana gelmek

("Birçok kavgalar açgözlü-lükten kaynaklanıyor.")



kaypak - güvenilmez, çabuk değişen

kayra - merhamet

kaytan - örülmüş ip

keçiboynuz -

(1) bir ağacın meyvası, yaban balı

(2) ucuz ve tatsız yemek

kefalet - kefil olmak, bir başkasının yerine geçmek

kefaret - bir suç için ödenen para, fiyat

kefaretgâh - Allahın kutsal ahit sandığının üstünde dur-an, altından yapılmış olan kapak; Rabbin oturduğu tahtı olarak kabul edilirdi.

kefil (olmak) - bir başkasının yerine sorumluluk alan kişi

("Agamın kredisi için banka-ya karşı ben kefil oldum. O ödemezse, benden alacak-lar.")



keklik - "пътпъдяк"

kel - saçsız, saçları dökük

kemal - eksiksiz, kusursuz

kemalet - eksiksiz, kusursuz olmak

kement - kalın ip, urgan

kemer - (1) kayış (2) nalçalı (3) içme suyu getiren boru

kenetlenmek - birbirine sıkı bağlanmak

kent - kasaba

kepek(siz) - buğdayı öğüttükten sonra artakalan şeyler, babrik

kerem (kerim) - iyilik, yumuşaklık, cömertlik (eli açık bir kişi)

kertenkele - sarımancalak, "гущер"

Kerubi - bir çeşit melek (İbr.)

keşfetmek - var olan ama kimsenin bilmediği bir şeyi bulup meydana çıkarmak

keten - beyaz, pahalı bir kumaş

keza - aynı öyle

kılavuz - yolu gösteren, rehber

kılık - dış görüntü, giysiler

("Ben küçükken, amcam Noel Baba (Дядо Мраз) kılığına girip bize bahşiş verirdi.")



kın - kılıf, örtü

kınamak - suçlamak, azarlamak (değil: 'kına vurmak')

kırağı - çok büyük soğukluk, don

kırçıl - kül renginde lekeleri olan (mesela: hayvanlarda)

kırgın - (salgın) hastalık

kırlangıç - acıkuşu, "лястовица"

kırmız - kırmızı boya yapmak için kullanılan bir böcek

kırsal - evlerden, köylerden uzak; kimsenin yaşamadığı yerler

kısım - parça

kısır - çocuk doğuramayan kadın

kısıtlamak - yasak etmek, bir kişinin haklarını geri almak

kışlamak - kışı bir yerde geçirmek

kıta -

(1) dünyanın 5 toprak parçalarından biri, "континент"

(2) şarkının bir parçası, "строфа"

(3) bir askerlik birliği



kıtık - kenevir ipliği, zayıf bir şey

kıvanç - iyi bir gurur, övünme duygusu

("Çocuğum mektepte pılno şest aldı. Onunla kıvanç duyuyorum.")



kıvılcım - küçük ateş parçası, kıyımcık, "искра"

kıyam - diriliş

kızıl - kırmızı

kibir(li) - gurur(lu), yüksek gönül(lü)

kil - çömlekçinin kullandığı koyu çamur

kiler - ambar, yiyentiler için saklama yeri

kimlik - "самоличност"

kiriş - ok atan bir yayın ipi

kirizme, kirizma - toprağı kürekle çevirmek

kirpi - "таралеж"

kişisel - şahsen, sade o kişiyi ilgilendiren, "лично"

kişniş - pahalı bir baharat, "подправка"

kitle - (1) büyük bir şey,

(2) kalabalık



kitre - kokulu ağaç sakızı

komutan - buyruk veren asker

konaklamak - yolculukta bir yerde geceyi geçirmek

konca - çiçek fidanı

konuk - misafir

konuksever - misafirperver

konut - ev, yapı

kordon - kalın ip ya da zincir

koruk - henüz olgunlaşmamış ekşi üzüm

koşul - şart, yapılması gereken bir şey, "условие"

kovuk - aralık, boşluk

köhne(leşmek) - eski, zayıf, geçersiz (olmak)

körfez - iki toprak parçasının arasında kalan dar bir deniz, "залив"

körpe - taze

kötek - dayak, lobut

kötürüm - topal

köz - ateş korları

kubbe - büyük toparlak çatı, yarım top, gök

Kuddus olan, Kuddüs - Kutsal Olan (yani: Tanrı)

kudret - kuvvet

kudsiyet - kutsallık

kuğu - "лебед"

kula - açık kırmızı renk (değil: 'kule')

kulaç - bir uzunluk ölçüsü (1,5 m); uzatılmış iki elin arasın-daki uzunluk

kulübe - koliba, küçük ev

kumanya - yolculuk için hazırlanmış yemek

kumaş - "плат"

kumru - güvercin

kundak - yeni doğan bebekler için sargı bezi

kura - seçilmek için kullanılan çöp

kural - sıra, kesin buyruk

kursak - gursak, mide, işkembe

kurum - makam, devlet organı (кметство община, министер-ство gibi)

kuruntu - hayal, boş düşünce

kuşak - (1) geniş bir kayış (2) nesil, "поколение"

kutlu olsun! - tebrik ederim

kutsama(k) - (1) bereket, (mubareklemek)

(2) Tanrı için ayırmak, temiz kılmak



kuyumcu - altın işleri yapan usta

kuzey - "север"

kuzgun - büyük siyah kuş, "гарван"

küçümsemek - önemsiz gibi göstermek

küfe - büyük, sırtta taşınılan bir sepet

küfürbaz - hep küfür eden bir kişi

kükremek (-eyiş) - aslan gibi bağırmak, (bağırış)

kükürt - sarı bir element, "сяра"

külçe - top halinde işlenmemiş bir metal parçası

külünk - kazma

küme - yığın, grup (değil: kümes)

küp - topraktan yapılmış büyük bir kap

kürsü - konuşmacının yeri, "анвон"

küstah - arsız, saygısız

kütle - (1) büyük bir şey,

(2) kalabalık


Lacivert - koyu mavi renk

laden - mür, parfüm

lafebesi - fazla ve boş şeyler konuşan kişi

lâhza(cık) - an, çok kısa bir zaman

lakırdı - boş ve önemsiz konuşmalar

lâkin - çünkü

lala - çocuklara bakan, onları büyüten bir hizmetkâr

latif - hoş, güzel, merhametli

lehçe - "диалект"

lehim - telleri yapıştırmak için dökülen kalay, "запояване", (değil: ıslaklık)

letafet - naziklik, güzellik

levha - yazmak için tahta

levyatan - deniz canavrı, timsah (крокодил) (İbr.)

leylek - "щъркел"

leziz - lezzetli

libas - elbise, urba, giysi

liman(lık) - "пристанище", (dümdüz (sular için))

lir - çenk, kutusuz tel çalgısı, "арфа"

liyakat(sız) - layık, yapabilir

lodos - Akdeniz'den gelen sıcak bir rüzgarın adı

luti - homoseksüel erkek

lüffah meyvaları - insanın tenine benzeyen bir kök (sandılar ki, bu kök yenildiği zaman daha kolay gebe kala-caklar)

lütfetmek - merhamet etmek

lütuf - merhamet

lütufkâr - merhamet dolu
Mabed - tapınak, kutsal yer

(değil: 'muhabbet')



mabeynci - kralın sarayına bakan en büyük görevli

madde(sel) -

(1) elle tutulabilen şeyler, "матеря, вещество" ("веществен")

(2) bölüm, parça, paragraf (değil: mide, tumbak)

maddi - para ile ilgili

maden - metal

mafsal - iki kemiğin bağlantı yeri

mağdur - haksızlığa uğramış

mağlup - yenik

mağrur - yüksekgönüllü, kibirli, gururlu


Yüklə 0,59 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin