mahçup - utangaç, rezil
mahkum (etm.) - suçlu (olduğunu söylemek), cezalı (etmek)
mahkumiyet - suçlu olarak cezalandırılmış olmak
mahluk - canlı varlık, hayvan
mahrum - yoksul, eksik
mahsul - meyva, topraktan çıkan yiyenti
mahşer - son gün
mahzen - yeraltı deposu (изба)
mahzun - üzgün, neşesiz
makam - (1) görev, vazife, posizyon, güdücülük
(2) türkünün çeşidi
makdis - kutsal yer, tapınak
maket - büyüğüne benzeyen küçük bir model
maktul - öldürülmüş
malik (olmak) - sahip (olmak)
mâlum - bilinen
malzeme - materyal
mana - anlam
manevi - değil asıl ama başka anlamda
("Pavlus, Korintlilerin manevi, yani iman konusun-daki babası idi.")
manga - küçük bir asker grubu
mangır - çok küçük bir para, stotinka
mani olmak - engel olmak
mania - engel
mantık - doğru bir düşünce-den çıkan sonuç, "логика"
manzara - görünüş, bakış
("Vitoşa'dan çok güzel bir manzara var")
Maranata ! - Gel, ya Rab ! (Aramice)
marangoz - doğramacı
marifet - beceriklilik, ustalık
maruz kalmak - zorda kalmak
mâsara - cendere, üzüm ve zeytin ezme yeri
maskara - saygısızlık etmek, rezil etmek
masum - suçsuz
matem - yas tutmak, acı acı ağlamak
mazgal - "парапет"
mazhar - saygın, sayılı
mazur - özürlü
meâl - cevap
meccanen - bol bol, bedava
meclis - karar veren bir toplantı, parlamento
meçhul - bilinmeyen
medeni - kültürlü
meğer - demek ki..., fakat...
meharet - beceri, ustalık
mehçe - ay şeklinde altın süs
mekân - yer
mekik - "совалка"
mekruh - günahlı, iğrenç
melekut - krallık, egemenlik, hükümranlık (dikkat: değil 'melek')
memba - su kaynağı
memur - devletten görev almış bir kişi
memuriyet - memur görevi
men (etmek, olmak) - engel (koymak, olmak)
menfaat - fayda, çıkar
menfur - iğrenç, nefret edilen bir şey
menzil - durak, gidilecek yer, hedef
mercan - denizde yaşayan kırmızı taş yapan hayvan, "корал"
merdut - reddedilmiş, dışarı atılmış
merhem - meylem
merkez - orta yeri, "център"
mermer - "мрамор"
mertebe - derece, pozisyon
mertek - direk
mersin - bir ağaç, "мирт"
mersiye - çok kahırlı, umutsuz bir türkü
mesafe - uzaklık
mesaj - haber, (değil: 'masaj')
mesarif - masraflar, harcamalar
mesel - hikaye, benzetme
meserret - mutluluk, sevinç
mesh (meshetmek) - görev vermek için yağ dökme töreni, (yağ dökmek)
mesken - oturma yeri, ev
meskun - içinde insan oturan
meskut (geçmek) - susturulmuş, (susmak, göz yummak)
meslek - zanaat
mesrur - sevinçli
mest olmak (eylemek) - çok mutlu olmak (etmek)
meşakkat - zorluk, sıkıntı, güçlük
meşale - elde tutulan açık ateşli bir ışık, "факел"
meşe(lik) - bir ağaç, "дъб", (meşe ağaçlarından bir orman)
meşgul - işi var olan, çalışan
meşhur - tanınmış, anılmış, "известен"
metanet - dayanma gücü, sabır
metelik - kuruş gibi çok küçük bir para
meteris - muharebede kazılan çukur
methal - giriş fırsatı
metih (methi) - övgü
mevce - dalga
mevhibe - bahşiş, armağan
mevkip - alay, yürüyüş
mevsim - sezon
meyil - eğilim, "наклон"
meyilli - huylu, hep bir işi yapmaya alışmış
("İsrail halkı eskiden putlara tapmaya çok meyilliydi.")
meylettirmek - yön vermek, bir tarafa kakmak
mezbah - kurban yeri
mezhep - bir dinin bir kolu, "деноминация"
mırıltı - mırıldanma sesi
mızrak - elle atılan büyük ok, "копия"
miğfer - askerin kafasını kollayan metal, "шлем"
mihmandar - misafirleri karşılamakla görevli olan kişi
mihnet - problem, zorluk, felaket
miktar - "количество"
mimar - "архитект"
mimlemek - suçlu olarak göstermek
mina -
(1) bir ağırlık ölçüsü (600 gram)
(2) bir para birimi (yani, bir 'mina' altın ya da gümüş)
minnettar - şükür eden
mintan - geniş bir üst giysi
misafirperver - misafir kabul etmeyi seven kişi
misal - örnek, "пример"
muadil - eşit, denk, aynı
muaf - özürlü, bir sebep için yapılması gereken işten serbest bırakılmış
("Ben askerlikten muafım; gözlerim çok bozuk diye yapmayacağım.")
muahede - ahit, sözleşme, karşılıklı söz vermek
muamele - iş, davranış
muamma - gizli, saklı şey
muayene (etmek) - araş-tırma, inceleme, "преглед"
muayyen - uygun
muazzam - kocaman, çok saygın
mubah - yapılması günah olmayan bir iş
mubahase etmek - konuşmak
mubarek - bereketlenmiş
mucid - yeni bir şeyi bulan kişi
mudi - emanet olarak brakılan
muhabbet - sevgi
muhafız - koruyucu asker ya da polis
muhakeme (etmek) - fark etme, anlamak, tartışma
muhalif - karşı giden, "против"
muharebe - savaş, dövüş
muhannes - kadın gibi hareket eden bir erkek, transvestit
muhasara (etmek) - savaşta bir kasabayı askerlerle sarmak
muhbir - haber eden kişi
muhtemel - ihtimalen, olabilir bir şey
muhteşem - görkemli, şanlı
mukadder - 'alnına yazılmış', kader olarak belli edilmiş
mukaddes - kutsal
mukavemet etmek - zorluğa karşı koymak, dayanmak
muktedir - kuvvetli, yapabilen
murabba - dörtlü, kvadrat
murabahacı - faizci, 'lihvacı', tefeci
murdar - pis, Allaha uygun olmayan
mutabık - aynı fikirde
muteber - saygın, saygıya layık
muvaffak(ıyet) - başarılı, (başarı)
muvakkaten - geçici, kısa bir zaman için
muzaffer - yenen, kazanan
muzır - zararlı
mübeşşir - müjdeci, iyi haberi yayan
mücadele (etmek) - caıt etmek, uğraşmak
mücevher - altın süsler
mücrim - suçlu kişi
mücrim suç işleyen kişi
müdafaa etmek - savunmak
müddet(çe) - süre(ce), zaman
mühlet - bir şartı yerine getirmek için tanınan zaman
("Allah Ninive halkı, tövbe etmek için, 40 gün mühlet vermişti.")
mühtedi - dinini değiştiren bir kişi
mühür - damga, "печат"
müjde - herhangi iyi bir haber
mükâfat - ödül, iyi bir iş bitirdikten sonra kazanılan şey, "награда"
mükemmel - eksiksiz, "съвършен"
mülayim(lik) - tatlı(lık), uysal, yavaş bir tabiata sahip
mülazemet -
(1) çıraklık
(2) sıkı tutmak, hiç bırakmamak
mülk - sahip olduğun toprak
mülteci - bir yerden başka yere kaçan
mültezim - devletten bir tarlayı ya da görevi kira ile alan, görevli kişi, memur ("vergi mültezimi" = gümrükçü, "бирник")
mülükâne - kral gibi
mümin - imanlı bir kişi
münasebet(iyle) - uygunluk, (ilgili olarak)
münasıp - uygun
müneccim - bakımcı, büyücü
mür - parfüm
mürebbi - çocuğu terbiye eden muallim
mürekkep - "мастило"
müsabaka - yarışma
müsavi - eşit, aynı
müstahak - hak etmiş
müstamere - sömürge, koloni, devletin özel kurduğu bir kasaba
müstehzi - alay eden kişi
müstesna - ayrı, "по изключение"
müşabehet - benzerlik, benzetme
müşavere meclisi - akıl ve karar veren toplantı, "съвет"
müşavir - akıl veren, öğütçü
müttaki - Allahtan korkan kişi
müvazene - dengede durmak
müzakere - konuşma, tartışma
Nadas etmek - bir tarlayı temizleyip ekilmeye hazır etmek
nadim - pişman
nadir - az rastlanan, seyrek
nafaka - yiyecek parası, 'ekmek kapısı'
nağme - türkü
nail olmak - almak
naip - hükümdar, güdücü
nakış (nakşetmek) - deriye çizmek
nakil etmek, nakletmek - (1) bir yerden başka yere taşımak
(2) kişiden kişiye anlatmak
nam - tanınmış bir ad
nardin - bir çeşit kokulu ot
nasır(laşmak) - sert ve duygusuz (olmak)
nasihat - öğüt, akıl vermek
nasip - kısmet
navlun - gemi için bilet parası
nazar(an) - bakış, (ona göre)
nazarında - yanında
nazır - bakan, hizmet eden, güden
nazik - saygılı, efendi, biraz şımarık
nebiye - kadın peygamber, ya da: peygamberin karısı
nedamet - pişmanlık
nedim - çok yakın bir dost
nefes, nefs - soluk, can
nefis - çok güzel, hoş
nefsani - sadece kendi işini düşünen
nefse hakim olmak - kendini zaptedebilmek, kontrol edebilmek
nehir - dere, ırmak
nem - leem, ıslaklık, yaş
nema - büyüme
nergis - bir çiçek, "нарцис"
neseb - soy, cins
nesil, nesli - kuşak "поколение"
nesne - şey, parça
netice - sonuç, "резултат"
nevi - çeşit, tür
ney - kaval gibi çalgı
nezaket - incelik, zariflik
nezdinde - yanında
nezir - Eski Ahit'te kendini Allaha adamış kişi
nice (niçe) - çok
nida - kuvvetli ses
nihayet (vermek) - son, en sonunda, (bitirmek)
nimet - iyilik
nisa - kadın
nisbet - oran, derece
nişane - iz, işaret
nişangâh - hedef, "цел"
nitekim - çünkü...
nitelik - "качество"
niyaz (etmek) - yalvarma (yalvarmak)
niyet - istek
niza - kavga, çekişme, davalaşma
nizam - sıra, düzen
noksan - eksik
nokta - "точка"
nöbet - bekçilik, uymadan dikkat etmek
nur - ışık
nutuk - konuşma
nüfus - bir yerde oturan kişiler
Obur - çok fazla yemek yiyen, kınsız
olağan - normal
olağanüstü - sıranın dışında, normal değil
olanak - fırsat
olasılık - bknz.: ihtimal
olay - mesele, olmuş bir şey
olgun(luk) - yetişmiş, büyümüş
oluş(tur)mak - değişip olmak, (meydana getirmek)
omega - Grekçe alfabesinin (азбука) son harfı (буква)
onarmak - tamir etmek
onay(lamak) - razılık (razı olmak)
onur - şeref
oran - ortalama, derece
("Kimisi az, kimisi çok, her-kes kendi kuvveti oranında yardım etti.")
ordu - asker kalabalığı
ordugâh - askerlerin kurduğu kamp (hem de, İsrail halkının çöldeki kampı)
otağ - geniş ve güzel döşenmiş çadır (палатка)
ova - düzlük, balkansız bir yer, "равнина"
oy - seçimlerde karar verme hakkı, "глас"
oybirlik - seçimlerde aynı şeyi istemek
oymak - sıpt, cins, boy
oynaş - sevgili, yavuklu
oysa - fakat, ama
oyuk - içi boş, boşluk
ozan - türküleri yazan bir kişi
Öd - karaciğerden çıkan acı bir şey
öğe - element
öğrenim - ders görmek
ödül - mükafat, "награда"
öğüt(mek) - nasihat, akıl (vermek)
ökçe - pabucun topuğu
öksüz - yetim, ana-babasız
ölümcül - ölüme götüren
önbilgi - bir mesele olmadan önce onu anlamak
öncü(lük) - ilk defa yapmak, güdücü(lük)
önder(lik) - güdücü(lük)
önemsemek - önem vermek
öneri(-mek) - teklif, "предложение"
öngörülmek - planlanmak
öreke - değnek, "хурка"
örf - adet, gelenek
örnek - misal, "пример"
örs - sıcak demiri dövmek için kullanılan ağır bir demir, "наковалня"
örümcek ağı - "паяжина"
ötürü - sebepten
("Aşırı sıcaklıktan ötürü cebimdeki şokolat eridi.")
övünç - övünme
öykü - hikaye
özdenetim - kendi kendini zaptetme
özdeyiş - atasöz
özen (göstermek) - bir iş yaparken dikkat (dikkatlı olmak)
("Aaa şu küpelere bak! Onu yaparken, usta ne kadar da özen göstermiş")
özendirmek - bir kişiye, bir iş yapsın diye, iştah vermek
("Adam öyle güzel konuştu ki, hepimizi İsa'nın yoluna özendirdi.")
özet - bir fikrin özü
("Musa Kanununun özeti şudur: Allahı sev, komşunu da sev.")
özgü - spesyal, tipik, sadece bir kişinin
("Sirakov'un kendine özgü bir oyun var: topu kafa ile çok sert vuruyor")
özgür - serbest
özyapı - asıl tabiat
Paha - fiyat, karşılık
palamut ağacı - meşeye benzeyen ağaç
paralamak - paramparça etmek, bozmak
parıltı - şıllaklık, aydınlık
pars - aslana benzer büyük bir kedi, puma
pas - çürümüş demir
paşa - general
paydaş(lık) - beraberlik, ortak(lık)
peçe - örtü
pek - sağlam, sert
pekiştirmek - daha sağlam yapmak
pelesenk - meylem
pelin - acı bir ot, "вермут"
pençe - hayvanların silah gibi tırnağı
perhiz - diyet, çok az yemek
pervasızca - korkmadan, düşünmeden (değil: 'pervaz')
peştamal - havlu, mağarama
peyda (etmek) - var, meydana gelmiş (meydana getirmek)
piyade - beygirsiz asker
pohpohlamak - bir kişiyi kabartırmak
porsuk - yer köpeği, "язовец"
porsumak - kuruyup eski olmak
post - postaki, bir hayvanın tüylü derisi
pota - metal eritmek için kullanılan bir kap
pusu - kapan, tuzak
put - ellen yapılmış ve tapınılan bir şey
putperest(lik) - puta tapan kişi, puta tapmak
püskürmek - prıskalamak
Rab - efendi, güdücü, sahip (dikkat: bu söz çoğu zaman Allah için kullanılıyor, ama asıl anlamı 'efendi'dir.)
'Rabbi!' -
(1) İncilde: 'muallimim!' (İbranice dilinden geliyor)
(2) Müslüman dininde bu söz 'Rabbim!', yani 'Ey efendim!' anlamında kullanılıyor (Arapça dilinden geliyor)
Rabbuni! - İbranice: 'Ey, muallimim!' (Mar 10:51; Yuh. 20:16)
rağmen - karşın
râhim, rahim - merhametli
rahip - din görevlisi, din adamı, papaz
rahmet - merhamet
raka - boş kafalı (bir hakaret sözü) (İbr.)
raks (etmek) - dans, oyun (oynamak)
rastlantı - kısmet, beklenilmemiş
rauf - merhametli, bağışlayan
rayiha - güzel koku
rebab, rebap - uzun bir saz (çalgı)
red(detmek) - kabul etmemek
refah - zenginlik ve rahatlık
rehber - yolu gösteren, kılavuz
rehin - garanti olarak geri brakılan bir mal
reis - efendi, güdücü
rekabet - yarışma, "конкуренция"
remiz - sembol, kısaltma, gizli ve zor anlaşılan bir söz
remzi - sembollü
rençber - ev yapımında ya da tarlada işleyen işçi
resim - "картина"
resmi(yet) - devletin önünde geçerli, "официален" ("официялност")
resul - gönderilen kişi, elçi, apostol
retem közleri - en sıcak korlar
rey - fikir, oy, anlayış, "глас"
reyihan - güzel koku
rezalet - rezillik, ayıp bir şey
rıfat - yücelik, şan
rıza - razılık
riayet - bir şeye saygı göster-mek ve ona uymak
risale - broşür, küçük kitap
risalet - apostolluk görevi
rivayet - söylenti, anlatılan laf
riya(sız) - ikiyüzlülük, (dürüst, ikiyüzlü olmayan)
riyaset - başkanlık, güdücülük
ruhani - ruha göre
Ruhulkuddüs - Kutsal Ruh, (Allahın üçüncü sıfatı)
rumuz - sembol
rutubet - ıslaklık, nem, 'leem'
ruya - rüya
rüsvay - rezil, herkesin önünde ayıplanan
rütbe - devlet işlerinde derece, basamak, yükseklik
rüyet - Allahtan direkt gösterilen bir şey, "видение"
Saadet - mutluluk
saban - toprağı döndürmek için kullanılan bir demir, "плуг"
sabit - değişmeyen
saçmak - etrafına atmak
sadaka - fukaralara verilen yardım
sadakat - sadık olmak
saf bağlamak - bir sıraya dizilmek
safa - hoşluk, ferahlık, zevk
safha - düzlük, yer, tema
safir - kıymetli taş
safsata - saçma bir düşünce ve konuşma
sağaltmak - şifalamak
sağanak - çok hızlı yağmur
sağduyu - akıl, anlayış, "здравомислещ"
sağlamak - bir duruma getirmek, meydana getir-mek, fırsat vermek, hazır-lamak (değil: 'sallamak' ya da 'sağlamlamak')
("Bir babanın görevi, çocuklarının huzur içinde büyümelerini sağlamak-tır.")
sahan - kazan, 'sağan'
sahte(kâr) - yalancı, uydurma (aldatıcı)
saka kuşu - küçük sarı bir kuş
sakıt - düşmüş, düşkün, değersiz olmuş
saki - sarayda içecek dağıtan hizmetkâr
sakin (olmak) - bir evde oturan (oturmak)
salah - doğruluk
salahiyet - hak, kuvvet
("Onun adına iman edenlere Allahın oğulları olmak salahiyetini verdi.")
saldırmak(-ı) - yenmek için karşı gitmek
("Babil kralı Yeruşalim'e saldırdı. Yeruşalim saldırıya uğradı.")
salık vermek - tavsiye etmek, iyi bir akıl vermek, yol göstermek
Dostları ilə paylaş: |