salih - doğru olan kişi
salt - sadece
saltanat (sürmek) - krallık (etmek)
salya - tükürük
salyangoz - sömüklü böcek, "охлов"
sam yeli - otalaklı sıcak bir rüzgar
sanat - zanaat
sancak - (1) bayrak
(2) "област"
sanem - put, elle yapılan ve tapınılan bir şey
sanık - mahkemede 'suçu var mı, yok mu' diye bakılan kişi
santur - telli bir çalgı
sapan - cılka
sapık - çok kötü ve değişik düşüncesi olan
saptamak - belli etmek, karar vermek
("Hükümet yeni benzin fiyatları iki hafta sonra saptayacak.")
saptırmak - yoldan çıkarmak
sara(lı) - inme(li), epilepsi(li)
sarfetmek - harcamak
sarfı nazar dolayısıyla - onu bir kenara bırakalım...
sarısabır - bir çeşit hoş kokulu yapraklar (aloe vera)
sarnıç - toprak altında su deposu
sarraf - altın satan ve para bozan tüccar
sarsak - eli kolu hep titreyen
satır - (1) büyük keskin bıçak
(2) yazılan sayfanın bir sırası, "ред"
satrap - İran emperatorluğun-da sancak güdücüsü
sav - suçlama
savulmak - yol vermek, kenara cekilmek
savunmak - kötülüğe karşı kollamak, tarafı tutmak
savurgan - boşuna harcayan, sefih
saydam(lık) - açık(lık), renksiz(lik) (içi gözüken şeyler için)
saye - sebep, ondan için
("Çorbacı bize iki ton kömür verdi. Sağolsun, onun sayesinde kışı çıkardık.")
sebat - kararlılık, karardan dönmemek
secde - tapınma, eğilme
seda - ses
sedef - midyenin parlak içyüzü
sedye - yolculukla taşınan örtülü bir iskemle
sefa - rahatlık
sefahat, sefahet - boş harcamakla geçen bir hayat
sefalet - düşkünlük, zavallılık
sefih - zevke ve eğlenceye düş-kün, boşluk içinde yaşayan kişi
sefil - perişan, zavallı
seğirtmek - zıplamak, koşmak
seher - güneşin doğduğu vakıt
sehpa - küçük ve alçak bir masa (mesela: saksı için)
sel - su taşkınlığı
selamet - huzur, barış, anlaşma, yavaşlık
selim - sağlam, düzgün
semere - meyva, ürün, bir şeyden ortaya çıkan şeyler
semirmek - bol olmak, dolgun olmak
semiz - iyi beslenmiş, dolgun
sena (etmek) - övgü (övmek)
sendelemek - kösteklenmek
senet - anlaşmayı gösteren kağıt, dokument
Sept günü - cumartesi, dernek günü, Yahudilerin kutsal dinlenme günü
Serafim - bir çeşit melek
serdar - subay, "официр"
serseri - boş gezen mülüs kişi
sertelmek - karşı koymak, karşı durmak
servet - zenginlik
servi (selvi) - bir ağaç, "кипарис"
seslenmek - konuşmak (değil: 'seslemek')
set - topraktan yığılmış kocaman bir duvar, "преграда"
sevk(etmek) - göndermek, yola kakmak ("sevkile" = bir kişinin kakmasıyla)
seyahat - yolculuk
sezmek (sezgi) - anlamak, hissetmek
sıçramak - fırlamak
sıfır - hiç, "нула"
sığınak - saklanmak için bir yer
sığ(lık) - derin değil, (derin olmayan yer)
sına(n)mak - denemek, (denenmek)
sınav - "испит"
sınır - kenar, "граница"
sıpa - eşek yavrusu, kodik
sıpt - oymak, boy, cins
sır - gizlilik
sırdaş - aynı sırrı paylaşan ve güvendiğin kişi
sırım - deriden ip
sıtkı - sadakat, sadıklık
sıvışmak - gizlice kaçmak
sidre - lotos ağacı
sihirbaz - büyücü, ilusionist
silahşör - ağır silahlı asker
silahtar - bir askerin silahlarını taşıyan kişi
simge(sel) - sembol(lü)
siper - düşmanın ateşinden saklanmak için çukur, kollayıcı
sis - havada dumanlık
sitem - eleştiri, maana bulmak, aşağılamak
siyaset - politika
sohbet - muhabbet, güzel konuşma
solgun - solmuş, rengi kalmamış, silik renkli
somun - ekmeğin toparlak biçimi
sonuçlan(dır)mak - sona gelmek (sona getirmek)
sorgu - bir devlet adamın önünde sormak
sorumlu(luk) - "отговорен, (отговорност)"
sorun - problem (değil: "soru")
soyağacı - kuşaktan kuşağa bir haneyi gösteren yazı
soytarı - maytapçı, ciddi olmayan kişi
söğüt - bir ağaç, "върба"
sömürmek - bir kişiye hakkını vermemek ve onu sade kendi işi için kullanmak
("Üç aydan beri aylık alamadık. Çorbacı bizi sömürüyor.")
sual(sız) - soru(suz)
suizan - şüphe, işkil, güvenmemezlik
sulb (sülbünden) - taşak (çocuklar, soy)
sulh - barış
sunak - kurban yeri
sur - kasabanın duvarı
suret - şekil, benzerlik (değil: 'surat')
suvarmak - hayvanlara su içirmek
sükut etmek - susmak
sükünet - sessizlik
sülük - kan emen bir kurt
sümbül - zümbül, bir çiçek
sümürmek - bknz.: sömürmek
sünger - "гъба" (dikkat: sade temizlemek için)
sürçmek - kösteklenmek, takılıp düşmek
sürgü - kilit
sürgün - ceza olarak uzak bir yere göndermek
sürtüşme - kavga, çekişme
sürüngen - kertenkele ("гущер") ve yılan gibi yerde sürünen hayvanlar
süsmek - boynuzlarla vurmak
sütliman - dümdüz ve sakin
sütun - direk
süve - kapının üst direği
süzme - süzülmüş
Şahane - (1) kralın
(2) kral gibi, çok güzel
şahıs - kişi
şahsen - kişisel, "лично"
şahsiyet - kişilik
şakak - kafanın yan tarafı, tulum
şakirt - talebe
şakul (etmek) - dülgerlerin kullandığı kurşunlu ip, "отвес", (plan yapmak)
şalvar - geniş bir pantolon
şamdan - mumluk, kandillik
şark - doğu, "изток"
şayet - eğer
şefaat - aracılık duası, başkası için yalvarmak
şefkat - acıma, yumuşaklık
şehadet - şahitlik
şehir - kasaba
şehvet - çok kuvvetli arzu (seks için)
şekel - bir ağırlık ve para ölçüsü (İbr.)
şekil - biçim
şekva - şikayet, ağlaşma
şemmas - yardımcı, diyakon
şer - kötülük (değil: 'şer atmak', iftira)
şeriat - kanun
şerik - eş, ortak, aynı işi paylaşan kişi
şerir(lik) - kötülük
şerit - "лента"
şık - güzel giyinmiş, modaya uygun
şiddet - zorbalık, kuvvet, vuruşma
şifa - hastalıktan ilaçlama
şikâr - avlanırken vurulan hayvan
şikayet - ağlaşma
şilte - döşek
şimal - kuzey, "север"
şimşir agacı - "зеленинка"
şira (şıra) - üzüm suyu
şirin - tatlı, cana yakın
şirk - ortak koşma, Allaha eş koşma
şirket - ortaklık, firma
şöhret - ün, tanınmış olmak
şölen - banket, sofra, düğün
şua - ışın, ışık çizgisi, "лъч"
şükran - teşekkür
Tabiat - (1) yaradılış, var olan herşey, "природа"
(2) bir kişinin huyu, "характер"
tabii - normal, sıraya uygun, "естествен"
tabir (etmek) - anlam (açıklamak)
tabur - askerlik grubu
tacir - tüccar, "търговец"
taganni - övme
tahammül etmek - taşımak, dayanmak
taharet - temizlik
tahıl - her çeşit ekin
tahir - temiz
tahkik - bir şey doğru mu, değil mi diye araştırmak
tahkir - hor görülmüş
tahmin etmek - aşağı yukarı bilmek
tahrik etmek - uyandırmak, kışkırtmak
tahrir - yazılma, sayılma
tahsil - (1) toplama
(2) okumuşluk
tahsis etmek - paylaşmak, bir kişi için bir şey ayırmak
taht - kralın iskemlesi, "трон"
tahtırevan - sedye, yolculukta omuzlarda taşınan iskemle
takat - kuvvet
takbih - ayıplama, suçlama
takdim - daha önemli bir kişiye bir şey vermek
("Yıldızbilimciler bebek İsa'ya altın, mür ve tütsü takdim ettiler.")
takdime - kurban, adak
takdir - düzmek, bir şeyin kıymetini biçmek, karar vermek, saygı göstermek
takdis (etmek) - kutsal (etmek), Allah için (ayırmak)
takı - süs olarak takılan altınlar
takım - bir grup
takva - Allah korkusu
talant -
(1) bir ağırlık ölçüsü (40 kg)
(2) para birimi (yani, bir talant kadar, (= 40 kg) gümüş ya da altın)
tali - sonra gelen
'Talita kumi!' - İbranice dilinde: 'Kızım, kalk!'
talim (etmek) - ders (öğretmek)
tamah(kâr) - açgözlülük, (açgözlü)
tambur - saz gibi bir çalgı
tamir - düzeltirme, "ремонт"
tan - güneşin doğması
tanık(lık) - şahit(lik)
tanıtmak - açıklamak, haber vermek
("Sofya'da TSUM'un önünde mallarını tanıtmak için her gün bedava parfüm dağıtıyorlar.")
tanrıça - kadın olarak düşünülen bir tanrı
tanrısal - Allahla ilgili
tantana - dandana, gürültü ve boş övünme
tapınak - kutsal yer
tarçın - "канела"
tarif etmek - nasıl olduğunu anlatmak, "описвам"
tarihçe - bir şeyin tarihini anlatan yazı
tarik - yol
tarikat - bir dinin daha hızlı bir kolu (değil: korkusuz)
tartışmak - bir konuda değişik fikirleri paylaşmak (değil: 'dartışmak')
tasalanmak - kahırdan üzülmek
tasarı (tasarlamak) - plan (plan yapmak)
tasavvur (etmek) - düşünce, hayal, (göz önüne getirmek)
tasdik (etmek) - bir şeyin doğru olduğuna garanti (vermek),
("Bir imza, kişinin tasdiğini gösteriyor.")
tasfiye - tam temizleme (mesela ateşle)
taslamak - kendini yalan yere büyük göstermek
tasmim etmek - kesin karar vermek
tasvir - benzetme, hayalda resim gibi düşünmek
("Afrika'yı çok sevdim. Gözlerimi kapatıp orayı tasvir ediyorum.")
taşra - kasabadan uzak ve boş yerler
tatarcık - küçük bir sinek
tatbik (etmek) - uygulama(k) yerine koyup kullanmak, yerine getirmek
("Yaralara yod tatbik edi-yoruz.")
("İmanımız kafada kalmasın, onu hayatımıza tatbik ede-lim.")
tathir (etmek)- temizleme(k)
tatmin etmek - doyurmak, tam istenilen şeye karşılık vermek
tavaf etmek - bir yerin etrafı-nı dolaşmak
tavsiye (etmek) - akıl, öğüt, iyi bir fikir verme(k), salık vermek
tayfa - gemide çalışan bir işçi
tayin (etmek) - devletten verilmiş bir şey, görev (vermek) (atamak)
tazı - çok zayıf ve hızlı bir köpek cinsi
taziye - teselli
tebriye - aklanma, suçsuz çıkarma (değil: terbiye)
tecavüz (etmek) - sınırı geçmek, kotülük ve haksızlık (yapmak)
tecrübe - (1) deneme
(2) denenmişlik, "опит"
("Korkma be, tecrübeli şoförüm. Şoför kâğıdımı çak 20 sene önce aldım.")
tedarik (etmek) - gerekli olanı verme(k)
tedbir (almak) - önlem (almak), kötü bir durum olmasın diye, önceden hazırlık (yapmak)
tedhişçi - terörist
tedip - terbiye, ceza
tedirgin - endişeli
tef - tamburin (bir ritim çalgısı)
tefsir - yorum, açıklama, 'komentar'
teftiş etmek - dikkatlice araştırmak
tehdit (etmek) - korkutma(k)
tehlike(li) - korkunçluk (korkunçlu)
tehlil - hamd, övgü
tekbir (getirmek) - Allahı övmek, yüceltirmek
tekdir (etmek) - azarlama (azarlamak)
teke - erkek keçi
teklif (etmek) - "предложение"
telef (etmek) - isteyerek bozmak
telef olmak - bozulmak
tembel - mülüs
temcit - yüceltirme, şanlandırma
teminat - garanti
temsil (etmek) - bir başkasının yerinde görevli olarak iş (bitirmek), bir şeyi göstermek, "представям"
("Bir diplomat, devletini gurbette temsil ediyor, onun temsilcisidir.")
("Esinleme kitabında beyaz giysiler, doğruluğu temsil ediyor.")
tenezzül (etmek) - zayıflara ve garibanlara dikkat (çevirmek)
tenha - kalabalık değil
tepki - bir harekete verilen karşılık, "реакция"
tepreniş - kaçışma, hareket
terafim - İsrail halkının yaptığı putların adı (İbr.)
terane - melodi, hava, türkü
terazi - kantar
tercih (etmek) - yeğlemek, bir şeyi başka bir şeyden daha çok sevip seçmek,
("Dükkanda iki tür ekmek vardı: dobruca ve beyaz. Ben de dobruca'yı tercih ettim.")
tereddüt - kararsızlık içinde beklemek
terennüm - hamd, övme, sevinçli türkü söylemek
terkip olmak - birleşmek, bağlanmak
tesadüfen - rastgele
tesir (etmek) - bknz: etki, (etkilemek)
("İşsizlik enflasyona tesir etmeye başladı.")
tesmiye - ad koymak
tespit etmek - sağlamlamak, kesin karar vermek
testere - bıçkı
teşkil etmek -
(1) biçim vermek
("Allah toprak alıp bir insanı teşkil etti.")
(2) şartlara uymak
("Naçalniğin izni olmadan
herhangi bir mal zavoddan
kıra çıkarmak, hırsızlık teşkil ediyor.")
teşkilât - organizasyon
tevazu - alçakgönüllülük
tevlit etmek - çocuk edinmek
tezkir - hatırlatmak, andırmak
tımar (etmek) - yaralara ya da ağaçlara bakım (bakmak)
tipi - kar fırtınası
tiryaki - bir şeye çok fazla alışmış ve düşkün olan (mesela: sigara tiryakiliği)
titiz - ince düşünceli
tokmak - ezmek ya da vurmak için toparlak uçlu bir demir
tomar - dürümlenmiş bir yazı kâğıdı
tomruk - kalın bir ağaç parçası
topak - tarlada bir toprak parçası
toplum - kalabalık
tortu - fıçı ya da kadehin dibinde kalan parçalar
tozmak - dolaşmak, gezmek
töhmet - bir kişiyi suçlu sanmak
tökez(lemek) - köstek, (düşürmek)
töre - adetler
tören - "тържество"
tufan - büyük bir sel, su baskını
tulum - deriden çuval (değil: kafanın yan tarafı)
tunç - bakır gibi bir metal, çinko
turfanda - her senenin ilk meyveleri
turna - leylek gibi büyük bir kuş, "жерав"
tutku - kuvvetli bir alışkanlık
tutsak - mahpus kişi
tutuklu - mahpus kişi
tutum - düşünce, fikir, kafa, davranış, huy
("Şefimiz işe geç gelenlere karşı çok sert bir tutum takınıyor.")
tuzak - kapan
tümen - ordu, 2000-3000 kişilik asker birliği, "дивизия"
türbe - büyük ve süslü bir mezar
türe(t)mek - ortaya çıkmak (çıkarmak)
tütsü - buhur
Ufuk - gök ve yerin birleştiği nokta, "хоризонт"
uğrak - uğramak yeri
uğru - hırsız, bandit
uğultu - uzun, kalın ve kuvvetli bir ses
uğurlamak - bir kişiyi yolcu etmek
uğur(lu) - kısmet(li)
ukala(lık) - bilgiç, kendini akıllı sanan kişi
ulak - haberci
ulu - yüce, yüksek
ululamak - şanlamak
ulus - halk
umum - halk, toplum
unvan (ünvan) - görevi gösteren bir ad
("Yahudiler yüzlerce sene bir kurtarıcı beklerlerdi; ona 'Mesih' derlerdi. Allah da, İsa'ya bu unvanı verdi.")
ur - çıban, deri üstünde kabarık yara
urgan - kalın ip (değil: fırtına)
usanç - bıtkınlık
usul - metod, yol
uşak - hizmetkâr (değil: kızan)
uyarınca - uygun olarak, göre
("Pavlus, Allahın planı uyarınca bir apostol olarak seçildi.")
uyarmak - bir kişinin dikkatini çevirmek, "предупреждавам"
uygulamak - pratik yapmak, yerine getirmek
uyluk - kalça
uysal(lık) - başkasının fikirlerini hemen kabul eden
uyum - birbirlerine uygunluk
uyuşmak - birbirleriyle aynı fikirde olmak
uyuşukluk - uyuklama
uzay - yıldızların olduğu yer, "космос"
uzman - bir işi çok iyi bilen, "специялист"
Ücra - uzak
ücret - aylık, işçilik parası
üğendire - bknz.: üvendire
ülke - devlet
Ülker - yedi yıldızlı bir yıldız grubunun adı
üluhiyet - tanrılık, tanrı olmak durumu
ümmet - halk
ün - tanınmışlık
ünlü - meşhur, tanınmış
üretmek - meydana getirmek
ürkek - korkak
ürkmek (-ü) - korkmak, ürpelenmek, (korku)
ürpe(r)mek - ürpelenmek
ürün - meyva, mahsul
üstat - usta, zanaatını iyi bilen
üstelemek - tekrarlamak
üşüşmek - çok kişi bir yere kopuşuyor
üvendire - öküzü gütmek için sivri demir uçlu uzunca bir sopa
üye - parça
Vaat (vaadetmek) - verilen bir söz (söz vermek)
vacip - mecbur, yapılması gerekli
vadi - kurumuş bir dere
vahiy - direkt Allahtan gelen bir fikir veya söz
vahşi - kırda yaşayan, uslanmayan
vakanüvis - tarih kitapları yazan
vakfetmek (vakfolmak) - adamak, teslim etmek, (adanmak)
vakıa - tabii ki...
vaki olmak - meydana gelmek, olmak
vali - bir sancakta hükümetin en büyük adamı
varidat - kazanılan para, firmaya giren para
varis - mirasçı
vasıta(sıyla) - araç, instru-ment, (eliyle, yardımıyla)
vasi(yet) - kişinin ölmeden önce son istediği şey
veba - bulaşıcı bir hastalık
vecit - Allahın sevgisine dalıp kendinden geçmek
veçhile - yoldan, fırsatta
("her veçhile" - türlü türlü yoldan, her fırsatta)
vefa(kâr) - sadıklık, güvenilir olmak, bağlılık, (sadık, bağlı)
Dostları ilə paylaş: |