Abdal (Bak. Fütüvvet)



Yüklə 2,51 Mb.
səhifə13/52
tarix27.12.2018
ölçüsü2,51 Mb.
#86799
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   52

DİYARBEKİR EYÂLETİ Osmanlı eyâletlerinden olup yirmi iki sancaktan mürekkepti. On sancağında devletin Timar ve Zeamet teşkilâtı vardı. On iki sancağı ise Yurtluk ve Ocaklıktı. (Bak. Yurtluk ve Ocaklık). Yurtluk ve Ocaklık sahipleri beratla icmalli Has sahibiydiler. Sefer zamanında kendi timar ve zeamet sahipleriyle sefere giderlerdi. Bunlardan başka zeamet ve timar sahibi Aşiret Beyleri vardı. Devlete ait zeamet ve tımar sahipleriyle bu aşiret eshabı dört bin on yedi kılıç olup cebelileriyle beraber on sekiz bin kişilik seferi bir kuvvet teşkil ederlerdi. Bundan başka Ulûfeli Yerliku-lu askeri vardı. Sancakları şunlardı: Amid, Harput, Ergani, Siverek, Nusaybin, Hısnıkeyf, Çemişkezek, Siirt, Çapakçur, Sincar, Tercil, Kulp, Çermik, Pertek, Mazgirt, Atak, Pesban, Burban, Sağman, Meyar-farîkin, Mührani, AkçakaleM.Sertoğlu.

DİYET Bir insanı öldüren veya ya-ralıyanın şer'an vermeye mecbur olduğu tazminat. Suçlu bunu ödemediği takdirde kısasa mahkûm edilirdi. (Bak. Kısas)M.Sertoğlu.

DİZ ÇAKŞIRI Belden dize kadar inen, ve baldırları çıplak bırakan bir cins çakşır. Daha ziyade yeniçeriler giyerlerdi. Buna Dizlik veya Dizge de denirdiM.Sertoğlu.

DİZÇEK Dizleri muhafaza etmek için muharebelerde kullanılan bir nevi zırhM.Sertoğlu.

DİZDAR Kaleleri daimî surette beklemeye ve müdafaaya memur olan askerin başı. Kale komutanı. Dizdarlar daima kalede bulunmaya geceleri de orada kalmaya mecburdular. Kalelerden lüzumsuz yere yüz adımdan ziyade uzaklaşmamaları kanunduM.Sertoğlu.

DİZGE (Bak. Diz Çaksın)M.Sertoğlu.

DİZLİK (Bak. Diz Çaksın)M.Sertoğlu.

DOĞANCIBAŞI Enderun doğancılarının ve Doğancı koğuşunun âmiri. Doğancılar, Padişahın doğan adlı av kuşlanna bakmak ve avda beraber bulunmak vazifesiyle mükellef İçoğlanlarıydı. Doğancı-başılar dış hizmete çıkarlarsa Enderun avcıbaşılarından Çakırcıbaşı, Şahincibaşı veya Atmacacıbaşı olurlardı. (Bak. Avcılar). Veyahut kendilerine sancak beğliği verilirdi. XVI. Yüzyıldan sonra Beğlerbe-ğilik ve hattâ Vezirlik verildiği olmuşturM.Sertoğlu.

DOĞANCI KOĞUŞU Enderun doğancılarının mensup bulunduğu koğuş olup bir adı da Hane-i bâzîyan idi. Mevcudu kırk kişi olup Enderunun Kaftanh denilen Içoğlanlarındandılar. Bu koğuş, IV. Meh-med zamanında ilga olunmuştur. (Bak. Doğancıbaşı, Enderun)M.Sertoğlu.

DOLAMA Yeniçerilerin giydiği üst kaftanı. Etek uçları dolanıp bele sokulduğu için bu adı almıştır. Üst kısmı bele kadar düğmeli, alt kısmı genişti. Kollan geniş, bilek yerleri dardı. Bele bir kuşak bağlanır ve bunun üzerine icabında çuha kaput veya yağmurluk giyilirdiM.Sertoğlu.

DOLAMALI Enderun koğuşlarından Büyük ve Küçük odalar içoğlanlarına verilen isim. (Bak. Büyük Oda)M.Sertoğlu.

DOLMABAHÇE SARAYI Bugün de mevcut olan ve Abdülmecid tarafından 1853 yılında Balyan kalfaya Ampir usulünde yaptırılan saray. Arsası denizden doldurulmuş olduğu için bu isim meşhur olmuştur. Daha evvel aynı yerde birçok hükümdarlar tarafından köşkler, bahçeler yapılmıştı. En sonra II. Mahmud tarafından bir saray inşa ettirilmiş, Abdülmecid bugünkü sarayı yaptırmak için burasını yıktırmıştırM.Sertoğlu.

DOMNA Osmanlı Devleti tarafından seçilen Eflâk, Boğdan voyvodalarının, yani prenslerin karılarına verilen unvanM.Sertoğlu.

DOMNÎÇA Osmanlı Devleti tarafından seçilen Eflâk, Boğdan voyvodalarının, yani prenslerinin kızlarına verilen unvanM.Sertoğlu.

DONANMA Bir devletin deniz kuvvetlerinin hepsine birden verilen isim. Osmanlı donanması genel olarak ince donanma, Çekdiri sınıfı ve Kalyon sınıfı olmak üzere üç kısımdan ibaretti, ince donanma, altı düz, hafif nehir gemileriydi. (Bak. ince Donanma). Çekdiri daha ziyade kürek esasına dayanan ve yelkeni yardımcı olarak kullanan gemilerin çeşitlerine verilen isimdi. (Bak. Çekdiri). Kalyonlar ise, yalnız yelkenle hareket eden gemilerdi. (Bak. Kalyon). Donanmanın âmiri Kaptanpaşa idi. (Bak. Kaptanpaşa). Osmanlı donanması her sene onun kumandasında olarak ilkbaharda Akdenize ve icabında Karadenize çıkardı. Kaptanpaşa eyâletine tâbi Derya beyleri de gemileriyle sefere iştirak ederlerdi. (Bak. Derya Beyi). Sefer zamanı, Kaptanpaşadan sonra donanmanın en büyük âmiri miri gemilerin Başkaptanı olan ve Kapudane denilen kimse olup beğlerbeği rütbesindeydi. Bindiği gemiye Kapudane-i hümayun denirdi. Ondan sonra sancak beyi rütbesinde olan ikinci kaptan gelirdi. Kendisine Patrona, gemisine Patrona-i hümayun adı verilirdi. Üçüncü büyük âmir ise Riyale olup gemisi Riyâle-i hümayun idi. Bu üç gemiye aynı zamanda Sancak gemileri ve kaptanlara Sancak kaptanları denirdi. Kaptanpaşa ise, kendisine mahsus olan ve Baştarde diye anılan gemiye binerdi. (Bak. Baştarde). Kalyon devrindeki savaşlarda ise Başkapudane denilen büyük kalyonlara geçerdi. Padişahların cülus yıldönümleri, Sultan veya Şehzadelerin doğuşu veyahut kazanılan bir zafer dolayısiyle yapılan şenliklere ve bu münasebetle şehrin gündüz ve gece süslenmesine de donanma denirdiM.Sertoğlu.

DONLUK Altı endazelik çuha veya diğer bir kumaşM.Sertoğlu.

DORİLAİON Eskişehir'in ilk çağ ve Bizans zamanındaki isimleriM.Sertoğlu.

DORYLAİON Eskişehir'in ilk çağ ve Bizans zamanındaki isimleriM.Sertoğlu.

DORY-LAEUM Eskişehir'in ilk çağ ve Bizans zamanındaki isimleriM.Sertoğlu.

DÖKMECİ Osmanlı tophanelerinde top döken ustalar. Topçu ocağında eskiden bir dökmeci bölüğü bulunmayıp icabında hariçten tedarik olunurken bu işin güçlüğünden dolayı 1667 yılında böyle bir sanat ihdas olunmuştur. (Bak. Topçu Ocağı)M.Sertoğlu.

DÖKMEClBAŞI Tophanedeki dökme-cilerin âmiri. (Bak. Dökmeci)M.Sertoğlu.

DÖKÜCÜ, DÖKÜCÜBAŞI, DÖKMEClBAŞI (Bak. Dökmeci)M.Sertoğlu.

DÖKÜMCÜBAŞI (Bak. Baş usta)M.Sertoğlu.

DÖNÜM (Bak. Çiftlik)M.Sertoğlu.

DÖRDÜNCÜ DEFTERDAR Şıkk-ı Ra bi Defterdar. (Bak. Defterdar)M.Sertoğlu.

DÖRDÜNCÜ KETHÜDA (Bak. Üçüncü Kethüda)M.Sertoğlu.

DÖRDÜNCÜ YER (Bak. Enderun)M.Sertoğlu.

DÖRT BÖLÜK AĞALARI (Bak. Kapıkulu Süvarileri)M.Sertoğlu.

DÖRT BÖLÜK HALKI (Bak. Kapı-kalu Süvarileri)M.Sertoğlu.

DÖŞEME BAHA (Bak. Yalı Köşkü)M.Sertoğlu.

DUACI ÇAVUŞU Divan çavuşları arasından biri olup bayram tebriki merasimlerinde, cüluslarda, Padişahın ve Sadrı-âzamm ata biniş ve inişlerinde alkış yapıldıktan sonra dua eder ve bahşiş alırdı. Buna Selâm Çavuşu da denirdi. Bir vazifesi de Yeniçerilere ulufe verildiği zaman teşrifat işlerine bakmak, selâm taşı yanında durarak Divan-ı hümayun azasının ve Yeniçeri Ağasının selâmını almaktıM.Sertoğlu.

DUHANCIBAŞI Yeniçeri Ağalarının tütünlerini, çubuklarını hazırlayan, muhafaza eden, lülelerini doldurup önüne getiren ve misafirlerine çubuk hazırlayan kimse. Kendisinin Ağakapısında Duhancı Odası adlı ayrı bir dairesi vardıM.Sertoğlu.

DUHTER, DUHTEREK Kadın esirlerin bir nev'i. (Bak. Beççe)M.Sertoğlu.

DUKA Osmanlı tarihçilerinin Floran-sa'ya verdikleri isimM.Sertoğlu.

DUKA ALTINI Bir Osmanlı altını kıymetinde yani iki dirhem ve bir denk 'ağırlığında olan Floransa veya Venedik altını. (Bak. Dirhem)M.Sertoğlu.

DULKADIROĞULLARI Oğuzların Bo-zok kolundan olup 1339 yılında Maraş ve Elbistan taraflarında kurulan bir Türk beğliği. Daha sonra hudutları Malatya ve Harput taraflarına kadar genişlemiştir. Beğliği kuran Zeynüddin Karaca Beğ'dir. Evvelâ Memlûk'lere tâbi iken 1348 de istiklâlini ilân etmiştir. Lâkin Karaca Beğ'-in ele geçip Kahire'de 1353 de idamından sonra bu beğlik gene Memlûk hâkimiyetini tanımaya mecbur kalmıştır. Dul-kadıroğullan bir taraftan da Osmanlılarla iyi geçinmeye çalışmışlar ve iki devlet arasında âdeta tampon rolünü oynamışlardır. Bu beğlik nihayet 1522 de Osmanlılar tarafından ortadan kaldırılmış ve ihtiva ettiği saha Maraş, Malatya, Antep, Zülkâdiriye, Sumeysat sancaklarını havi ve Zülkadriye adını taşıyan bir beğlerbe-ğilik haline konmuştur. Dulkadıroğullarına sonraları yanlış olarak Zülkadıroğulları denmiş ve bazan da beğlerinden Şehsü-var Bey'e nisbeten Şehsüvaroğullan diye anılmışlardırM.Sertoğlu.

DÜĞME AKÇASI Saray halkına elbise bedeli ile birlikte verilen bir paraM.Sertoğlu.

DÜMDAR (Bak. Ardalar)M.Sertoğlu.

DÜMEN SUYU Hareket halindeki bir geminin dümeninden itibaren bıraktığı izin istikametiM.Sertoğlu.

DÜRZl Mısır'da hüküm sürmüş olan Fatımî'lerden Hakim bi-emrillah, Allahlık dâvasına kalkmış ve bir kısım halk buna inanmıştı. Muhammed Dürzî ona ilk inananlardan ve akidesini yaymaya çalışanlardandır. Sonra ehli sünnet Müslümanların tazyikiyle Mısır'ı terkederek Şam civarına gelmişler, dağlık arazide yerli halkla ve Haçlı ordusundan Comte de Dreux kumandasında kalan bakiye ile birleşip karışarak bugün Dürzî denilen kavmi meydana getirmişlerdir, inanışlarında Müslümanlıktan, Hıristiyanlıktan, Mazdeizmden ve hattâ putperestlikten alınma birçok esaslar mevcutturM.Sertoğlu.

DÜSTUR-I MÜKERREM Sadnâzam-ların unvanlarından biri. (Bak. Sadrı-âzam)M.Sertoğlu.

DÜŞEN Münhal bir vazife, maaş veya tımar. Bir timar veya timar hissesinin herhangi bir sebepden dolayı münhal olması. Düşenden tevhiye, mün-halden tevciye demektirM.Sertoğlu.

DÜYUN-I UMUMİYE Genel borçlar demektir. Osmanlılarda bu tâbir memleketin dış ve iç borçlan mukabilinde kullanılmıştır. Osmanlı Devleti zaman zaman birçok harici ve dahili istikrazlar akdetmiş, sonra bunları zamanında ödeyemediğinden hepsi birbirine karışmış ve intizamım kaybetmişti. Bir ara, Abdülâziz devrinin sonlarında muntazam borçlar beş milyar frangı aşmış, gayrı muntazam borçlar ise dört yüz milyon frangı bulmuştu. Devlet her sene ana para taksit-leriyle faiz olarak üç yüz milyon frank ödemek zorunda idi. Halbuki bütün gelir üç yüz seksen milyon franktan ibaretti. Nihayet 1875 yılında Osmanlı hazinesi iflâs etti. Bunun üzerine alacaklarının tehlikeye düşmesinden endişe eden Avrupa devletlerinin de tavassutuyla 1880 de bütün borçlar birleştirilerek Düyunu Umumiye idaresi kuruldu. Varidat olarak da tuz, tütün, damga, içki, balık avcılığı, ipek vergileri karşılık gösterilip gümrük gelirinin fazlası, Bulgaristan beğliği vergisi, Şarkî Rumeli vilâyeti vergisi, tömbeki vergisi, imparatorluktan ayrılan Sırbistan, Karadağ ve Yunanistan'ın iştirak edecekleri nisbetler de bunlara ilâve olundu. Bütün bu vergilerin tahsil hakkı da bu idareye terkolundu. Düyunu Umumiye hakikatte yalnız malî bir şirket iken politika işlerine de karışmış, memleketin her yerinde sayısız şubeler açmış, yeni istikrarsızlıklara delâlet etmiş, âdeta devlet içinde devlet kurmuştu. Neticede devletin bütün iktisadî ve malî kontrolünü ve hattâ hâkimiyetini ele geçirmiş olan bu müessese, Millî Mücadeleden sonra ilga olunmuş, Türkiye Cumhuriyeti, imparatorluğun tasfiyesi sonunda kendi payına düşen; 8 küsur milyon lira miktarındaki borcu kabul etmiş ve 1928 anlaşması diye anılan bu itilâftan sonra Avrupada çıkan iktisadî buhran yüzünden umumi miktar Türkiye lehine olarak ayarlanmış, nihayet bütün borçlar ödenip mesele tarihe karışmıştırM.Sertoğlu.

DÜZEN AKÇESİ (Bak. Bedergâh)M.Sertoğlu.

DÜZME SOLAK Yeniçeri Ocağının, intizamı bozulup odalarda efrat kalmayınca resmî günlerde ve alaylarda bulunması icab eden solakların noksanını telâfi etmek için muvakkaten tedarik edilen ve-solak kıyafetine konulan kimseler. (Bak. Solak)M.Sertoğlu.

EBCED Arap harflerinin hepsini ihtiva eden sekiz kelimeden birincisi.. Takımı şu şekildedir Ebced, hevvez, hutti, kelemen, safes, karaşet, sehaz, dazg. Bunlar arasında yalnız sessizler göz önüne alınırsa ibrani ve Aramî alfabe ile aynı olduğu görülür. Son iki kelimede bulunan altı harf ise yalnız Arap alfabesine mahsustur. Bu sekiz kelimenin ihtiva ettiği harfler ise sı-rasiyle şunlardır: Ebced = Elif, b, cim, dal, Hevvez = He, vav, ze, Hutti = Ha, ti, ye, kelemen = Kef, lam, mim, nün, Sa'fes = Sin, ayın, fe, şad, Karaşet = Kaf, n, gın, te, Sehaz = Se, hı, zel, Dazg = Dat, zı, gayınM.Sertoğlu.

EBCED HESABI Arapçada her harfe delâlet eden muayyen bir rakamla yapılan hesaplar. Eskiden Şarkta arstrolojide, gizli ilimlerde ve daha birçok yerlerde kullanılırken sonradan terkolunmuş, yalnız vakaların tespitinde istimal olunmuştur. Arap harfleri ebced sırasiyle. (Bak. Ebced) sıralandıktan sonra ilk on harfe birden ona kadar, ikinci dokuz harfe onar onar olmak üzere yirmiden yüze kadar ve üçüncü dokuz harfe yüzer yüzer olmak üzere iki yüzden bine kadar kıymet izafe edilirdi, işte buna Ebced Hesabı denirdi. Meselâ Bağdad'ı fethettiği zaman IV. Mu-rad bunu Gazam sözüyle tespit etmişti ki. G = 1000, Z = 6, A = 1. M = 40 olduğuna göre 1047 rakamı çıkar ki Hicrî tarihle Bağdad'ın fetih yılıdır. (Bak. Tarih Söylemek)M.Sertoğlu.

EBNA-İ SEBİL Yolcu, gelen geçenM.Sertoğlu.

EBNA-İ SİPAHİYAN Kapıkulu süvari askerlerinden Sipah ocağında bulunanlar. (Bak. Sipah)M.Sertoğlu.

EBNİYE-İ HASSA MÜDİRİ Devlete ait her türlü binaların tamiri veya yeniden yapılması, şehirde mevcut yapıların kontrolü ile vazifeli memur. Evvelce, Mi-marbaşılar işin teknik tarafiyle ve Şeh-reminleri hesap işleriyle meşgul olurlarken aradaki daimi anlaşmazlıklar göz 6nüne alınarak bu iki vazife 1831 yılında birleştirilerek bu unvan verilmiştirM.Sertoğlu.

EBRU Şarkın güzel sanatlarından olup hususi bir tarzda çeşitli şekil ve desenlerle boyanan kâğıt. Daha ziyade cilt ve levha kenarı için kullanılır. Koyu kitreli veya tuzlu suyun sathına damlatılan muhtelif renkte hususi tarzda hazırlanmış boyalara ince bir tel ile istenen şekiller verilir, sonra kâğıdın bir tarafı bu boyalı satha intibak ettirilerek kaldırılırdı. Kâğıda geçen şekil kuruduktan sonra nişasta mahlûlü sürülüp o da kuruyunca sert ve cilâlı bir cisimle parlatılırdı. Umumiyetle kâğıda böyle nişasta veya şap, yumurta akı nev'-inden bir madde sürmeye ahar, cilâlı bir taş veya madenle parlatmaya ise mühre denirdi. Eskiden yazı yazılacak bütün kâ-.ğıtlar aharlanır ve mührelenirdi. Türkler, ebru sanatında çok ileri gitmişlerdir. Türk ebruları bütün Şarkta meşhurdurM.Sertoğlu.

ECKEBİ GURUŞU (Bak. Guruş)M.Sertoğlu.

ECZA Cüzü kelimesinin çoğul şekli. Cüzü kelimesinin lügat mânası parça, ıstılah mânası ise Kur'an-ı Kerim'in otuzda biridir. Aynı zamanda yirmi sahife bir cüzü itibar olunmuştu. Ecza ise, bir kitabın ciltlenmemiş parçası veya ciltlenmemiş hâli manasına kullanılırdıM.Sertoğlu.

ECZACIBAŞI Hekimbaşının maiyetinde bulunur ve Başlala kulesinde bulunan ecza dolabını muhafaza eder, Hekimbaşı'-nın istediği ilâçları hazırlar. Padişah için yapılan ilâçlar Hekimbaşı ile birlikte Başlala kullukçusu ve Zülüflü baltacısının nezaretinde hazırlanır. Hekimbaşı ve Baş-lalanın ilâç mühürleme'lerinden sonra yine Hekimbaşı ile Padişaha götürülürdüM.Sertoğlu.

EDÂMA'LLAHÜ TEALÂ Yüce Allah devam ettirsin mânasına bir dua. Ekseriya bundan sonra iclâlehu = iclâlini, fezâi-lehu = faziletlerini ilh. gibi kelimeler getirilerek muayyen devlet erkânı hakkında isimleri zikrolunduktan sonra resmî bir dua şeklinde kullanılırdıM.Sertoğlu.

EDA TEZKİRESİ Bir hizmetin yerine getirdiğine dair verilen kâğıtM.Sertoğlu.

EDES Büyük İskender Urfa'yı zaptettiği zaman Yunanlılar tarafından bu şehre verilen isim. Selâniğe tâbi Vodina'nın eski ismi. Buraya Edesa da denirdiM.Sertoğlu.

EDİK Sefer zamanı çedik'in üzerina giyilen bir cins çizme. Buna çekme de denirdi. (Bak. Çedik)M.Sertoğlu.

EDİLLE-1 ŞER'İYE Şer'i kanunlara göre bir hüküm vermek için dayanılacak deliller. İslâmiyette şu dört aslî delile dayanılırdı: 1 — Kur'an, yani Allah'ın sözleri ve emirleri. 2 — Hadis, yani Peygamberimizin söz leri, yaptıkları ve emirleri. 3 — İcma-ı ümmet, yani Peygambere tâbi olan Müslümanların oy birliği. 4 — Kıyas-ı fukaha, yani fakihlerin, İslâm hukukunu bilenlerin diğer mesele lerle kıyas ve muhakeme ederek verdikle ri kararlarM.Sertoğlu.

EDiRNE BOSTANC1BAŞISI Edirne'de mevcut Saray Bostancılarının başı. Aynı zamanda Edirne şehrinin asayişinden mesuldüM.Sertoğlu.

EDİRNE BOSTANCILARI Edirne sarayında bulunan on bölük bostancı. Adetleri 400 ile 900 arasında zamanla değişmiştir. Gerek Edirne saray bahçe ve bostanlarına ve gerekse Edirne'de bulunan Mamak, Çömlek ve Mesihpaşa bahçelerine bunlar bakarlar ve kendi Bostancıbaşı-larının emrinde olarak şehrin inzibat işleriyle de alâkadar olurlardı. Çıkmalarda kıdemlerine göre Yeniçeri, Sipahi veya Müteferrika olurlardıM.Sertoğlu.

EDİRNE SARAYI 1365 yılında I. Murad tarafından ilk defa olarak Edirne'de Kavak meydanında bir saray yapılmış, bilâhare burası Yıldırım Bayezid'in oğlu Musa Çelebi tarafından genişletilmiş ve etrafı surlarla çevrilmiştir. Sonradan II. Murad 1447 yılında Tunca kıyısında kendisine bir köşk yaptırmış, Fatih burasını genişletip bir saray haline koymuştur. Birincisine Eski Saray, ikincisne Yeni Saray adı verilen bu iki yer 1457 deki Edirne yangınında tamamen yanmış, sonra Hünkâr bahçesi sarayı da denilen Yeni Saray tekrar yapılmıştır. Burada, üç bin îçoğlam ve muntazam, saray teşkilâtı vardı. Padişahlardan bilhassa IV. Meh-med, daha ziyade burada oturmayı tercih ederdi. II. Süleyman, II. Ahmed bütün padişahlıklarım burada geçirmişler, H. Ahmed, H. Mustafa ve iÜ. Ahmed, burada tahta oturmuşlardır. II. Mustafa'nın hal'i de Edirne sarayındadır. Bugün, Sarayın işgal ettiği saha Sarayiçi diye anılan yerdirM.Sertoğlu.

EDNA CİZYE (Bak. Cizye)M.Sertoğlu.

EFENDİ Daha Selçuklular zamanında kullanılan Bizans rumcasından türkçe-ye geçmiş bir kelime. Osmanlılar tarafından XV. Yüzyılın ikinci yarısından sonra tahsil ve terbiye görmüş insan mânasına olarak kullanılmaya başlanmıştır. Yavaş yavaş Çelebi sözünün yerini almış, ilmiye sınıfına mensup olanlarla diğer bazı devlet ricaline bu şekilde hitap olunmuştur. XIX. Yüzyılın yarısından sonra Şehzadelerin resmî unvanı haline gelmiş, Padişah zevcelerine Kadınefendi denmiş. Beyefendi ve Hanımefendi tâbirleri de kullanılmaya başlanmıştır. Aynı zamanda Hıristiyan din büyüklerine, bâlâ ricaline kadar rütbe sahiplerine, binbaşıya kadar olan subaylara, askerî okul talebelerine resmen Efendi diye hitap edilmiştir. 26 Kasım 1934 tarihli ve 2590 sayılı kanunla bu tâbir resmen ilga olunmuştur. (Bak. Başefendi)M.Sertoğlu.

EFENDİ DAİRESİ Yeniçeri kâtibinin dairesi. (Bak. Yeniçeri Efendisi),

EFLÂK Osmanlı tarihlerinde Memle-keteyn adiyle maruf olan Eflâk ve Boğ-dan isimli iki memleketten Kârpatlar ile Tuna arasında bulunan kısma Türkler tarafından verilen ad. Aynı zamanda halkı Ulah ve memleket Ulahya diye de anılırdı. Lâkin buranın halkı bu adı ne kendileri, ne de memleketleri için kullanmışlardır. Vlah-Ulah-Evlah-Eflâk şeklinde teşekkülünü tamamlayan bu kelime Türklere Bizans-Slav menşeinden geçmiştir. Eflâk, Moldavya ve Transilvanya (Er-del) ile beraber bugünkü Romanya'nın asıl çekirdeğini teşkil eder. Boğdan ile aralarım Milkov ırmağı ayırır. Halkı, bu memleketin en eski sakinleri olan Dak'-larla, Kelt'lerin birbirleriyle ve bunların da Milâttan evvel 72 nci yılda başlayan. Roma istilâsiyle imparatorluğun her tarafından gelen muhacirler ve daha sonra Got, Alan, Hun, Avar, Peçenek, Slav kavimleriyle karışmasından hasıl olmuştur. Lâtin aslından bir lisanla konuşur ve bugün Romen diye anılırlar. Eflâkların Osmanlı Türkleriyle teması Kosova meydan muharebesinden sonra 1389 yılında başlamış ve bu tarihten sonra bu memleket mukadderatı üzerinde en ziyade Türkler rol oynamışlardır. 1417 de vergiye bağlanmış, Fatih'ten sonra Osmanlı Devletine bağlı bir prenslik haline girmiş, birçok karışıklıklara ve zaman zaman çıkan isyanlara rağmen bu halini sonuna kadar muhafaza etmiştir. Eflâk prenslerine Türkler Voyvoda derler ve bunları kendileri tâyin ederlerdi. 1716 ve 1821 yılları arasında Fenerli Rum beyleri aslından olan Divan-ı hümayun tercümanları terfi edip Eflâk voyvodası olmuşlardır. 1822 den sonra milletin kendi beylerinden kimseler tâyin edilmesi usulüne dönülmüştür. Paris Muahedesinden sonra 1859 da Boğdan ile birleştirilip tek devlet haline getirilerek Romanya devletinin özü hazırlanmıştır. Eflâk, Berlin 1878 Muahedesiyle Türk hâkimiyetinden çıkmıştır. (Bak. Boğdan)M.Sertoğlu.

EFLÂKAN IV. Yüzyılın ortalarından-itibaren başlayan kavimler muhacereti sırasında Tuna ve Daçya bölgesinde bulunan Roma asker ve ahalisi ve Romalılaş-mış yerli halk daha güneye inerek Balkan yarımadasının Doğu ve Kuzey Doğu bölgelerine yerleştiler. VHL Yüzyılın sonlarına doğru vaki olan Slav istilâsı sırasında ise dağlara çekilip çoban ve köle oldular. XIII. ve XIV. Yüzyıllarda yani Ortaçağlar Sırp devleti sırasında bunlar Vlah-Eflâk adiyle tanındılar. Türk istilâsı devrinde ise dağlardan inerek köylü sınıfına katıldılar. Bu sırada tamamen Slav-laşmış bulunuyorlardı. Yalnız pek dağlık yerlerde bunların henüz tamamen Slavlaş-mamış olanları mevcuttu. Bunlar Osmanlılar devrinde Karadağ mıntıkasıyla Romanya'ya kadar olan bütün serhad boylarında oturur ve Eflâkan diye anılırlardı. Devlet bunlardan mûtad Şer'i ve örfi vergileri almayarak mükelleflerinden yılda birer filori alırdı. Buna karşılık ise seferde ordunun geri hizmeterinde istihdam olunurlardı. Sair zamanlarda kale ve köprü tamiri nevinden işlerle mükelleftiler. Kendilerine Filoriciyan da denirdi. Elli hane Eflâk bir Katun teşkil eder, Nahiye kethüdalarına Knez ve köy kethüdalarına Primikür adı verilirdi. Knezlik ve Primi-kürlük babadan oğula geçerdi. Bunlar, her sene filori vergisini toplayan eminlere yardım eder ve buna karşılık kendileri vergiden muaf bulunurlardıM.Sertoğlu.

EFRENÇ Fransa'ya, Fransa'lılara ve dolayısiyle bazan bütün bir kısım Avrupalılara verilen isim. France kelimesinden bozmadır. Firençe ve Firenk kelimeleri de aynı kökten gelirlerM.Sertoğlu.

EFSARDÜZAN (Bak. Has Ahır Hademeleri) M.Sertoğlu.

EFVAH-I NÂRlYYE Ateşli silâhlara eskiden verilen isimM.Sertoğlu.

EĞRİ Macaristan'ın Heves vilâyetinde bulunan ve bu vilâyetin merkezi plan şehir ve kale, Batı eserlerinde Eğer = Erlau diye geçer. Eğer nehri vadisinde kâin olup Türk hâkimiyeti devrinde müdafaa ve muhasaralariyle meşhurdur. 1596 da m. Mehmed tarafından zaptolun-muş ve ikinci Viyana bozgunundaE sonra (1683) Macaristan'da son kaybedilen kale olmuştur. Bütün Macaristan müttefikler tarafından istilâ edildikten sonra 1687 yılında general Caraffa'ya teslim olduM.Sertoğlu.

EĞRl EYÂLETİ (Bak. Budin, Eğri. Kanije Eyâletleri)M.Sertoğlu.

EHL-İ BEYT Ev halkı mânasına olan ou kelime, Peygamberimizin aile efradından Hazreti Fatma, Hazreti Ali, Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin için kullanılırM.Sertoğlu.

EHL-İ DİVAN Divan-ı Hümayun azalan. (Bak. Di^an-ı Hümayun)M.Sertoğlu.

EHL-İ HİBRE Bir şeyi çok iyi bilen insan, bilir kişiM.Sertoğlu.

EHL-İ HİREF Sanat sahibi, küçük el sanatlariyle meşgul kimselerM.Sertoğlu.

EHL-İ HİREF DİVANHANESİ (Bak. Çardak)M.Sertoğlu.

EHL-Î KIBLE MüslümanM.Sertoğlu.

EHL-İ KIYAM Devlete başkaldırmış, isyan etmiş olanlar. Bundan başka bu tâbir medrese talebelerinden ukala ve azgın olanlar hakkında kullanılırdı. Bunlar, bihassa yeni parlayan genç müderrislere karışık meseleler sorarlar ve karşılarındaki bocalarsa hep birden kalkıp dersi terk ile onu küçük düşürmeğe çalışırlardıM.Sertoğlu.

EHL-İ KİTAP Müslümanlardan başka. Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber vasıtasiyle kendilerine ilahî emirler tebliğ edilmiş mukaddes kitap sahibi dinden olanlar. Hıristiyanlar ve Yahudiler Hıristiyanların kitabı İncil ve Yahudilerin ki Tevrat'tırM.Sertoğlu.

EHL-İ ÖRF Kanuni olmaktan ziyade örfi ve idari tedbirlerle iş gören idare adamları. Ihtisap ağası gibi. (Bak. İhti-sap Ağası)M.Sertoğlu.

EHL-İ RÛM (Bak. Rûm)M.Sertoğlu.

EHL-İ SALİB Hıristiyanlarca da mukaddes sayılan Kudüs şehrini Müslümanların elinden almak ve İslâmiyetin satvet ve hakimiyetine son vermek üzere papa himayesinde olarak Hıristiyan Avrupa hükümdarları ve derebeyleri tarafından zaman zaman teşkil olunan ordular. Elbiselerinin göğüs tarafında büyük, kırmızı bir haç bulunurdu. Kısaca Haçlılar adını ta-. siyan Ehl-i salip Müslümanlara karşı sekiz sefer açmış, iki kere Kudüs şehrini zaptetmişse de sonra gene elden çıkarmış, Müslümanlar ve Türkler karşısında ağır ve acı mağlûbiyet ve perişanlıklara uğramış, geçtikleri yerlerde yalnız Müslümanlara değil, hattâ Hıristiyanlara karşı yaptıkları zulüm ve yağma ile meşhur olmuşlardır. Bu seferlerin biricik faydası Doğuyla batının birbirini tanımasına yardım etmiş olmalarıdırM.Sertoğlu.

EHL-İ SÛK Dükkân sahibi esnafM.Sertoğlu.

EHL-1 SÜNNET Müslümanlar arasında Peygamberimizin sözlerine ve hareketlerine uymayı şiar edinip asıl Müslümanlıktan hiç ayrılmamış, bâtıl, indî ve imana uymayan kanaatleri kabul etmemiş olanlarM.Sertoğlu.


Yüklə 2,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   52




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin