Abdal (Bak. Fütüvvet)



Yüklə 2,51 Mb.
səhifə23/52
tarix27.12.2018
ölçüsü2,51 Mb.
#86799
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   52

İCMALLİ KILIÇ (Bak. Kılıç)M.Sertoğlu.

İCMALLİ TIMAR, ZEAMET Tımar ve Zeametlerden icmal defterinde kayıtlı bulunanları. (Bak. Tımar, Zeamet, Kılıç)M.Sertoğlu.

İÇAĞALARI Sadrıâzam ile diğer devlet erkânı daireleri halkından bir kısım İçağaları şunlardı îmam, Kaftan ağası, Peşkir Ağası, Şamdan Ağası, Rahtvan ağası, Berberbaşı, Macun ağası, Makramacıbaşı, Ehramcıbaşı veya Seccadecibaşı, İbrikdar ağa, Duhancıbaşı, Hazinedarbaşı, Cündîbaşı, Müezzinbaşı ve bunların maiyeti ile Enderun Başçavuşu, Divittar, Çavuşlar, Dilsizler, Enderun mehterleri, Mızrakçı ağa. Bunlara Sakallı Ağalar denirdi. Bunlardan başka bir de Gedikli ağa-îar veya Bıyıklı ağalar denilen Dış ağaları vardı. (Bak. Dış ağaları, Kapı halkı)M.Sertoğlu.

İÇ-ELİ, İÇ-İLİ Anadolunun güneyinde Toros dağlarının yayılma sahasında ve Akdenizde, batıda Alaiye (Alanya) burnundan, doğuda Lâmas suyuna kadar kıyıyı ihtiva eden bir bölgeye Türkler tarafından verilen isim. Bölgenin ana eksenini, Silifkede denize dökülen Göksu ırmağı teşkil eder. XV. Yüzyıl sonundan itibaren Osmanlı hâkimiyetine girmiş ve bir sancak olarak öncce Karaman eyaletine bağlanmıştır. Bir müddet bu vaziyetini muhafaza ettikten sonra, Kıbns adasının fethi üzerine Kıbrıs eyaleti teşkil edilince Anadolu kıyısındaki diğer üç sancakla beraber Îç-Eli de bu yeni eyalete verildi. Fakat, yeniden yapılan bir idarî hudutlandırma-da Adana eyaletine (vilâyeti) sancak olduğu görülür, imparatorluğun son zamanlarında müstakil mutasarrıflıktı. Her devrede sancak merkezi Silifke olmuşturM.Sertoğlu.

İÇ HAZİNE (Bak. Hazine, Hazinedarbaşı)M.Sertoğlu.

İÇ KALE Kalelerin daha müstahkem olan ve müstakil bir hisar şeklinde bulunan iç kısmı. Düşman dış duvarları aşarsa, son müdafaa burada yapılır ve bazan iç kalenin mukavemeti neticede bütün hisarları kurtarırdı. Bunun bir adı da Ahmedek veya Ehmedek idiM.Sertoğlu.

İÇOĞLANI Topkapı, Galata, îbrahim-paşa ve Edirne sarayında yetiştirilen ve zamanla muhtelif devlet hizmetlerine çıkan devşirmeler. Bunlara Saray Acemi Oğlanları veya Celeb de denirdi. Yeniçeri Ocağının acemilerine ise bunlardan ayırmak için Sadi adı verilirdiM.Sertoğlu.

İD ADÎ Bugünkü liselere karşılık olarak 1883 yılında açılan ve yüksek tahsile hazırhyan okul. Buraya girmek için Ortaokula muadil olan Rüştiyeyi bitirmek lâzımdı. Meşrutiyetten sonra adı Sultani ye çevrilmiştirM.Sertoğlu.

İFRAZ Hissenin diğer adı. (Bak. Hisse)M.Sertoğlu.

İFRAZ HAZİNESİ Bâb-ı hümayun hazinesinin diğer adı. (Bak. Bâb-ı hümayun hazinesi)M.Sertoğlu.

İĞDİŞ . Erkeklik kabiliyetinden mahrum edilmiş veya doğuştan böyle olan kimse. HadımM.Sertoğlu.

İHTİDA Müslümanlığı kabul etmek, islâm dinine girmekM.Sertoğlu.

İHTİSAS AĞASI İstanbul şehrinin belediye işlerinin âmiri olan zat. Zaman zaman İhtisab emini veya İhtisab nazın diye de anılmışlardır. 1854 yılında kaldırılmış ve yerine Şehir eminliği ihdas olunmuştur. Yalnız bunu sarayın bîrun denilen dış hizmetlerinden olan şehir eminliği ile karıştırmamak lâzımdır. (Bak. Şehir emini)M.Sertoğlu.

İHTİSAB RESMİ Eskiden belediye geliri olarak damga, tartı, ölçü, panayır ve pazar resmi adı altında alınan vergi ile hile yapan esnaftan alınan para cezalarının umumi adıM.Sertoğlu.

İKBAL (Bak. Gedikli cariye)M.Sertoğlu.

İKİNCİ ÇUHADAR (Bak. Çuhadar).

İKİNCİ İMRAHOR (Bak. İmrahor).

İKİNCİ KAPI (Bak. Bâb'üs-selâm)M.Sertoğlu.

İKİNCİ KETHÜDA (Bak. Üçüncü kethüda)M.Sertoğlu.

İKİNCİ PERDECİ (Bak. Baş perdeci)M.Sertoğlu.

İKİNCİ VEZİR (Bak. Kubbe vezirleri)M.Sertoğlu.

İKİNCİ YER Topkapı sarayında Bâb'üs-saade ile Bâb'üs-selâm arasındaki saha. Burası 160 metre uzunluğunda ve 130 metre genişliğinde bir dikdörtgendir. Bayram ve ulufe alayları da burada yapıldığı için bir adı da Alay Meydanı idi. (Bak. Alay Meydanı). Bu meydanın dört tarafı, Divan-ı hümayun binasının bulunduğu yer hariç, mermer direkli ve revak-lıdır. Burada, Orta kapıdan Bâb'üs-saadc-ye giden iki tarafı servi ağaçlı bir yol ve Orta kapıya yakın yerde bir çeşme vardır. Meydanın sağ tarafında Matbah-ı âmire denilen saray matbahı bulunurdu. Sola dönülünce sarayda bir vefat vâki olduğu zaman cenazenin çıkarılmasına mahsus Meyyit kapısı vardı. Akşamları Orta kapı erkenden kapandığından bilâhare girip çıkmak lâzım gelse buradan işlendiğinden Koltuk kapısı diye de anılırdı. Bundan sonra Kızlar ağalarından Hacı Beşir Ağanın yaptırdığı mescit ve nihayet hamam dairesi göze çarpar. Mescidin karşısındaki uzun bina Hasahır kâtip ve memurlarına mahsustu. Bilâhare Harem ağaları hastahanesi, Bahçevanlar koğuşu ve Yakalı Baltacılar Ocağı olarak kullanılmıştır. Soldaki revakların sonunda Harem dairesinin ve yanında Zülüflü baltacılar koğuşunun kapıları vardır. ikinci yerin en mühim binası ise, Divan-ı hümayundur. (Bak. Divan-ı hümayun)M.Sertoğlu.

İKİNDİ DİVANI ilk zamanlarda, Divan-ı hümayunda sonuca bağlanmıyan meseleler, salı ve perşembe günlerinden başka günlerde ikindi vakti sadnâzamla-rın konaklarında ve sonraları Sadaret dairesinde toplanan ikinci divanında sonuçlandırılırdı. (Bak. Divan-ı hümayun, Bâb-ı âsafi). Evvelâ ikindi namazı kılınır, sonra mehterhane çalınır ve nihayet yalnız sadrıâzamlara mahsus olan bu divan akdolunurdu. Divanda; Çavuşbaşı, Tezkereciler ve Tercümanlar hazır bulunur, mevsimine göre hava kararıncaya kadar dâva dinlenirdi. Divan-ı hümayunun işleri yavaş yavaş ikindi divanına intikal etmiş ve XVIII. Yüzyıldan sonra ise, Divan-ı hümayun ehemmiyetini kaybederek bütün işler Paşakapısmda görülür olmuştu. Paşakapısının daimi memurları Sadaret kethüdası, Reisülküttab, Çavuşbaşı, Tezkereciler yani Sadrıâzamın Hususi kalem müdürleri, Teşrifatçı, Mektupçu, Ânıedçi, Telhisçi, Divittar ve saire idiler, Bunların daireleri de Paşakapısma nak-lolunmuştu. Burasının tekamülü Bâb-ı âlT-yi ve Bâb-ı âli teşkilâtım meydana getirmiştir. Kazaskerler de, divandaki vazifelerinden başka sah ve çarşamba hariç olmak üzere konaklarında ikindi vakti bir divan aktederek kalan işleri burada bitirirlerdi ki, buna da İkindi divanı denilirdi. Çarşamba günleri ise, sadrıâzamların da iştirakiyle Çarşamba divanı aktolunurdu. (Bak. Çarşamba divanı)M.Sertoğlu.

İKİ TUĞLU Beğlerbeği olanlar iki tuğ taşımak hakkını haiz olduklarından bu isimle de anılırlardı. (Bak. Beğlerbeği, Tuğ)M.Sertoğlu.

ÎKONYOM Eski çağda Konya şehir ve bölgesinin adıM.Sertoğlu.

İKTA Osmanlılardan evvelki Müslüman Türk devletlerinde Timar sistemine verilen isim. (Bak. Timar)M.Sertoğlu.

İLÂÇ MÜHÜRLEME (Bak. Eczacı başı)M.Sertoğlu.

İI

İLÂMCI (Bak. Beğlikçi)M.Sertoğlu.

İLTİZAM XVII. Yüzyıldan itibaren devlete gelir getiren kaynaklar, yavaş, yavaş muayyen bedel mukabilinde şahıslara verilmeye başlandı. Bu usulün adı iltizamdır. iltizamı üzerine alan kimseler, yani mültezimler, geliri devlete peşin olarak öderler, sonra gene hükümet kuvvetine dayanarak bunu halktan tahsil ederlerdi. Tabii bu işte büyük kârlar peşinde koştuklarından, hem iltizam için verdikleri parayı, hem de bu işi almak için muhtelif kimselere sundukları rüşveti ve fahiş kârı halkın sırtından çıkarmak için yapmadıkları zulüm kalmazdı. Devletin gelir kaynakları halkın ödeme kabiliyeti eksildiği için bu yüzden zamanla âdeta kurudu ve mültezimlerden bu sefer islememiş ileri yıllara ait vergiler de psşin alınarak o yüzyılda muhtelif sebeplerden dolayı artan devlet ve saray masraflarına harcandı, îleri yılların vergilerinin alınması dolayısiyle hâsıl olan vaziyete tedahül (Birbirinin içine girme) denir ve devlet bütçesinde ekseriya bir iki ve bazan üç yıllık tedahül bulunurdu, iltizama verilen arazi ye sair gelirlere ise mnkataa denirdi. (Bak. Mıı-kataa). iltizam, bazan kaydıhayat şartıyla, bazan da bu hak babadan oğula geçmek suretiyle de olur, böyle zamanlarda iltizama verilen yer, mülke yakın bir şekilde mültezimin eline geçmiş olurdu. Osmanlı İmparatorluğunda her türlü iltizam mııkataa sisteminin alıp yürümesine, Amerika'dan Avrupaya bol miktarda gelmeğe başlaması dolayısiyle kıymetli maden Hatlarının inmesi ve elinde para bulunanlar da bunu sabit bir kıymet olan toprağa yatırma arzusunun doğması cîa sebep olmuştur, imparatorlukta mirî toprak sistemi câri olduğundan toprağı satın almak imkânsızdı. Lâkin iltizam usulüyle mülkiyete yakın bir tasarruf sistemi kurulmuş oluyordu. (Bak. Ber vech-i malikâne, Ber vech i iltizam), iltizam usulü 18 Şubat 1856 tarihinde ilga olunarak yalnız toprak üzerinde hiç bir tasarruf hakkı iddia etmemek şartıyla aşar iltizamın devamına müsaade olunmuş ve Cumhuriyetin ilanıyla bu da tarihe karıştırmıştıM.Sertoğlu.

İL YAZICI Arazi tahrir memuru. Bir adı da Muharrir-i memalik idi. (Bak. Tahrir)M.Sertoğlu.

İMAM, İMAMET-İ KÜBRA (Bak Halife)M.Sertoğlu.

İMAM-I ÂZAM (Bak. Hanefi)M.Sertoğlu.

İMAM-I AZAM BAYRAĞI Yeniçeri Ocağının büyük bayraklarından biri. Ocağın sünnliğine işaret olan bu bayrak beyaz ipekten olup üzerinde sırma ile İmuı fetahnâleke...E âyeti işli idi. Ocağın diğer bayrakları şunlardı: Hacıbektaş bayrağı. Ağa bayrağı, Alay bayrağı, Kethüdabey bayrağı. Başçavuş bayrağı. Bundan sonra ise bölük ve ortaların bayrakları gelirdiM.Sertoğlu.

İMAM HANESİ Bugün -yerinde İstanbul Müftülüğünün bulunduğu Ağakapısı haricinde Sakalar kışlası ve Süleymaniya yakınında suçlu kadınların hapsine mahsus olan tevkifhane ve hapishanenin adıM.Sertoğlu.

İMARET Medrese talebelerine, fakirlere, gariplere ve her isteyene bedava yiyecek dağıtmak üzere kurulmuş hayır müesseseleri. Hepsinin zengin vakıfları vardı. En mükemmel numunesi Fatilı imareti idi. (Bak. Fatih imareti). Meşrutiyetten sonra medrese talebelerine ait olandan gayrılan kapatılmış, medreselerin ilgasiyle tamamen tarihe karışmışlardır, ikinci Dünya Harbi sırasında ise Kızılay tarafından buna benzer bir teşekkül olarak aşocakları kurulmuşturM.Sertoğlu.

İMDAD-I HAZARİYYE (Bak. Ha-vass-ı vuzera)M.Sertoğlu.

İMDAD-I SEFERİYYE (Bak. Ha-vass-ı vuzera)M.Sertoğlu.

İMECİ Mahalli müşterek ihtiyaçlar için kollektif çalışmıya katılanlar. Sonraları ücretli veya ücretsiz angarye mükellefiyetine tâbi tutulanlara da bu isim verilmiştirM.Sertoğlu.

İMRAHOR Hasahırın en büyük âmiri. Buna Büyük İmrahor veya Emiri Ahun Evvel de denirdi. Kendisinden sonra gelen âmir ise Küçük İmrahor veya Emiri Ahur Sani idi. Büyük îmrahor, üzengi veya Rikâp ağalarındandı. (Bak. özengi ağaları), îstabl-ı Âmire mensuplarının âmiri ve Hasahıra ait çayır ve koruların mesul nazırı idi. Küçük imrahor ona yardım eder, bilhassa arabacıların idaresiyle ve içoğlanlarına verilecek beygirlerle meşgul olurdu. Aynı zamanda Vefa semtinde bulunan Hasahırlar da bunun idaresi altında idi. (Bak. Hasahır). tm-rahorlarm ulufelerinden başka Arpalık cinsinden gelirleri vardı. Bunlar ilk zamanlarda Tımar derecesinde iken sonraları Zeamet derececsine çıkarılmıştır. XVI. yüzy.lda dış hizmete çıkarlarsa Sanca' belliği verilirken XVII. Yüzyıldan sonra B?ğ-lerbeğiliği, hatta Vezirlik verilir olmuşturM.Sertoğlu.

İMRAHOR KÖŞKÜ Büyük İmrahor-lann, ilkbaharda ve hıdrellezde hasahır hayvanları Kâğıthaneye çayıra çıkınca, Kâğıthanedeki köşkte padişahlara ziyafet çekmeleri kanundu. Bu yüzden bu köşk imrahor köşkü diye anılmıştırM.Sertoğlu.

İNANÇOĞÜLLARI 1277 -1268 yıllan arasında Denizli'de hüküm sürmüş olan küçük bir Türkmen ailesi. Inançoğulları hâkimiyetine Germeyanoğulları son vermişlerdirM.Sertoğlu.



İNCE DONANMA Hafif donanma için kullanılan diğer bir tâbir. (Bak. Hafif Donanma). Umumiyetle nehir ve göller için yapılmış ufak gemilerden müteşekkildi. Nehir Filosu ismiyle de tanınmaktadır. Osmanlılar son devirlere kadar, hatta zırhlı gemiler çıktıktan sonra bile Tuna nehri ve îşkodra gölü için yeni tipte gemiler inşa ettirmiştirM.Sertoğlu.

İNEBAHTI Osmanlıların Eynebahtı da dedikleri ve Batı eserlerinde Lepant, -lepanto olarak görülen, Yunanistanda Ko-rint körfezi kuzey kıyısında methale yakın kale ve şehir. Yüzyıllar boyunca kendisi ve civarı önemli olaylara sahne olan înebahtı (L?panto) nın ilk çağdaki adı Nevpaktos'dur. Halen burada Epakto denilen ufak bir şehir bulunmaktadır. Osmanlıların yükselme devrinde Ine-bahtı (Lepanto) gibi pek önemli bir yerin Venediklilerde kalmasını uygun görmeyen ü. Mehmed (Fatih), Hadım Süleyman Paşayı buranın fethi ile görevlendirdi (1476). Dört aylık muhasaraya rağmen, denizden yardım alan kaleyi ela geçirmek mümkün olmadı. II. Bayezid devrinde, Venediklilerle başlıyan savaşta (1499 -1502) bu işe tekrar teşebbüs edildi. Padişah bizzat sefere çıktı, înebahtı-nm (Lepanto) kuşatılması görevini de Rumeli Beğlerbeği Mustafa Paşaya verdi. (Mayıs 1499). Denizden ilerliyen Osmanlı donanması Venedikli amiral Grimani'yi birkaç defa yendikten sonra kale önüne gelmiye muvaffak oldu. Neticede kale kumandanı Zuano Mori daha fazla dayana-mıyarak teslim oldu. (Ağustos 1499). Fethini müteakip kalede ve civarında gerekli tahkimat yapıldı, înebahtı, Patras körfezini Riyon (Kasteller) boğazı vası-tasiyle Korint körfezine bağlamaktadır. Boğazın dar yerindeki iki burunu, körfezin ehemmiyetini gözönünde tutarak ve bu mevkii gerçek bir deniz üssü haline koymak maksadiyle, II. Bayezid tahkim ettirdi. Bunların Mora tarafındakine Mora kasteli, karşısındakine Rumeli kasteli denmiştir. Tahkimattan sonra, buradan geçip Korint körfezine girmek mümkün değildi. En önemli deniz üslerinden biri olan Inebahtı (Lepanto) yakınında ismini verdiği meşhur Lepanto (= Inebahtı = Sın-gun = Sıngın) deniz savaşı cereyan etmiştir. (1571). Düşman filosu kazandığı zafere rağmen kastellerden geçmiye cesaret edememiştir. îkinci Viyana muhasarasını müteakip, Osmanlılar aleyhine teşekkül eden ittifaka giren Venedik'in Morayı alması üzerine buradaki kastel düşmüş ve înebahtı boğazı önemini kaybetmişti. Az sonra Rumeli kasteli de taarruzlara dayanamayıp kendi kendini atınca înebahtı (Lepanto) müdafaasız kaldı. Kale 1687 yazında Francesko Morosini tarafından ele geçirildi. Ancak savaşlara son veren Karlofça barışı (1699) gereğince Inebahtı, surları yıkılmak sortiyle tekrar Osmanlılara verildi. XIX. Yüzyıl başlarında Rum fetreti baş gösterdiğinde İnebahtı ve boğazının kastelleri İslâmlara yegâne sığınak oldular. Fakat Navarin olayı (1827) ndan sonra buraları da tehlikeye girdi. Mora kas-teli, General Schneider'in şiddetli taarruzları neticesinde düştü. Rumeli kasteline karşı olan harekette 1829 başlarında pek giddetli başladı. Ruslardan, İngilizlerden ve Fransızlardan yardım alan âsiler, denizden ve karadan tecavüze geçsrek 25 martta bu kasteli de almışlardı. Bütün etrafiyle müdafaa noktalarını kaybeden ln?bahtı kalesi de 2 mayıs 1829 da Capo d'İssrias'a teslim oldu. înebahtı, Türk fethinden itibaren iki yüz yıllık bir zamanda Osmanlı idaresindeki en parlak devirlerini geçirmiştir Kaleleri bir üçgene benzer. Büyük dış limanından başka, küçük gemiler için At ağzı açılıp kapanan, bir de iç limanı vardı. Fetihten sonra bir sancak olarak önce Rumeli, sonra da Cezair-i Bahri Se-fid eyaletine bağlandı. (Bak. Cezair-i Bahri Şef id, Kapdanpaşa Eyaleti). Daha ziyade Derya Beyi ünvaniyle anılan Sancak Bsyi, donanma sefere çıktığında bir gemi ile Kaptanpasa'ya iltihak ederdiM.Sertoğlu.

İPSİLANTI ZADELER (Bak. Sarı-beyzadeler)M.Sertoğlu.

İPTlDA (Bak. Kılıç)M.Sertoğlu.

İPTİDA-1 ALTMIŞLI Müderrisliğin yüksek derecelerinden biri. (Bak. Müderris)M.Sertoğlu.

İPTlDA-1 DAHiL Medreselerin ilk sınıflarını ikmal edenlere mahsus kısım. (Bak. Medrese)M.Sertoğlu.

İlPTlDA-1 HARiÇ Medrese tahsilinin orta tahsile mukabil olan kısmı. (Bak. Medrese)M.Sertoğlu.

İRADE Padişahın emri, fermanı, arzusu. 1832 yılından sonra devlet bürokrasisinde yeni bir usul. Daha evvel, herhangi bir mesele hülâsa halinde yazılıp padişaha sunulur ve buna Arz tezkeresi veya Telhis, bunu yazana ise Telhisçî denirdi. Padişah telhisi okuyarak mesele hakkındaki fikrini üzerine kısaca yazardı. Bu yazıya Hatt-ı hümayun denirdi. (Bak. Hatt-ı hümayun). 1832 den sonra ise, arz tezkerelerinin Serkâtibi şehriyari denilen padişahın hususi başkâtibine hitaben yazılması usul ittihaz olunmuştu. Başkâtip bunu padişaha okur, hükümdar şifahi olarak mütalâasını bildirir ve bu mütalâa arz tezkeresinin altına V3 eğik olarak başkâtip tarafından sadrıâzama hitaben yazılırdı. İşte bu şekle irade dennrştir. Meşrutiyetten sonra iss bu usul terkolunmuş ve padişahlar, vekiller hsyeü kararlarını tasdik etmekle iktifa etmişlerdir. Bununla beraber bu tasdike de irade denmekte devam olunmuş ve bu hal saltanatın ilgasına kadar sürmüştür, trade usulü kabul olunduktan sonra fermanlar ancak pek muayyen meselelere; nişan, berat tevcihi, imtiyaz itası, kiliselerin tamiri, büyük rütbe ve memuriyetlerin verilmesi gibi şeylere inhisar etmiştir. (Bak. Ferman)M.Sertoğlu.

lRAD-1 CEDİD IH. Selim zamanında (1789 - 1807) Nizam-ı Cedid adiyle yeni bir askeri teşkilât vücuda getirildiği zaman bir kısım vergilerin birleştirilmesiyle yeni bir de hazine ihdas edilip bu isim verilmişti. Buna Nizam-ı Cedid hazinesi de denirdi. Irad-ı Cedid nazırı adlı bir zatın emrinde bulunuyordu. Bu hazine, yeni ve Avrupa-i tarzda kurulmuş olan ordu masrafını karşılayacaktı. Her sene artan para maliye hazinesine dev-rolunacak, lâkin harcanmayıp bir harb ihtiyacı için sağlanacaktı. 1807 de kopan yeniçeri ihtilâli üzerine III. Selim hal* ve katlolunmuş, Nizam-ı Cedid teşkilâtı dağıtılmış ve İrad-ı Cedid hazinesi de ilga olunarak tarihe karışmıştır. İrad-ı Cedid hazinesine bakmak üzere ihdas olunan Şıkk-ı Rabi defterdarlığı da İrad-ı Cedid ilgası üzerine ortadan kalktı. Şjkk-ı Rabi defterdarı. Baş defterdarla Nizam-ı Cedid nazırına karşı mesul olup ikisi birlikte kendinden hesap sorarlardıM.Sertoğlu.

İRSALİYE AKÇESİ, HAZİNESİ Her sene Mısır'dan padişahların cep harçlığı olarak gelen para. Bunun durduğu yere Ceb-i hümayun veya Harem-i hümayun hazinesi denir ve sır kâtibinin nezaretinde bulunurdu. XVII. Yüzyılın ortasında irsaliye akçesi yılda altı yüz bin altın tutmakta idi. (Bak. _ Ceb-i hümayun hazinesi)M.Sertoğlu.

ISFENDİYAROĞULLARI (Bak. Can-daroğulları)M.Sertoğlu.

İSKARLAT Aslı italyanca olan bir kelimedir. Eski devirlerde Venedik mensucatından boyası has ve kumaşı dayanıklı bir nevi çuhanın adı idi ve Doğuda pek makbuldü. Yeniçsri Ocağı ileri gelen ağalarına sekbanbaşıya ve yeniçeri kâtibine her sene bu çuhadan verilir veya bedeli para olarak tahsis olunurdu. Bu paraya da İskarlat bedeli denirdi. (Bak. Yeniçeri çuhası)M.Sertoğlu.

İSKARLAT BEDELİ (Bak. İskarlat),

İSKEMLE AĞASI (Bak. Biniş iskemlesi)M.Sertoğlu.

İSKEMLEClBAŞI (Bak. Biniş iskemlesi)M.Sertoğlu.

tSKEMLE-İ SİM-İ SEHRİYARİ (Bak. Biniş iskemlesi)M.Sertoğlu.

İSKERLET ZADELER (Bak. Sarı-beyzadeler)M.Sertoğlu.

İSLÂHAT FERMANI Tanzimattan on yedi sene sonra, yani 1856 yılında Abdül-mecid tarafından ısdar olunan meşhur ferman. Bu ferman, bir çok yeni ıslahatı derpiş ediyor, Müslüman ve Hıristiyan tebaa arasındaki bütün farkı kaldırıyor ve bilhassa Hıristiyanlardan alınan cizye adlı baş vergisini ilga ederek onun yerine askerlik bedelini koyuyordu. (Bak. Bedeli askeri)M.Sertoğlu.

İSPENÇE Ziraat ile meşgul köylüden Müslüman ve Hıristiyan ayırd edilmeksizin çift resmi diye muayyen bir vergi alınırken, I. Murad (1360 -1389) bunu değiştirmiş, Müslümanların çift resmine karşılık cizye ile mükellef Hıristiyanların, topraklı ve topraksız olsun, ziraat edenlerinin her birinden yirmi beş akçe ispen-çe adlı bir vergi alınmasını kanun haline koymuştur. Tanzimattan sonra kaldırılmıştır. (Bak. Çift)M.Sertoğlu.

İSTABL-I AMİRE (Bak. Hasahır)M.Sertoğlu.

İSTANBUL AĞASI İstanbuldaki Acemi Ocağı, Yeniçeri ağasına bağlı olmakla beraber buranın âmir ve mesulü olan zat, yani ocağın ağası İstanbul ağası diye anılırdı. Acemi Ocağı yayabaşı ve bölükbaşı-larının azli ve nasbi, acemilerin gidecekleri yerler ve bilhassa saray mutfağının odununu temin meselesi onun selâhi-yeti ve mesuliyeti altında cereyan ederdi. İstanbul ağaları kanun şeklinde olmamakla beraber, ekseriya bütün ömürlerin-ce bu işi görürlerdi. Ağahktan ayr;'maları lâzım gelirse kendLerine Yayabeyi zeameti verilirdiM.Sertoğlu.

İSTANBUL KADISI (Bak. Kadı)M.Sertoğlu.

İSTANBUL KÂĞIDI Bilhassa Divan-! hümayun kalemlerinde kullanılan iyi cins bir kâğıtM.Sertoğlu.

İSTANBUL KAİMMAKAMI Padişahlar, sefer zamanlarında orduya daha yakın bulunmak için ekseriya Edirne'de otururlardı. Bu sırada sadrıâzam cephede bulunduğundan onun yerine padişahın yanında Sadaret kaimmakamı veya Rikab kaimmakamı adlı bir Vezir bulunur, ayrıca İstanbulda İstanbul Kaimmakamı na-miyle birisi kalırdı. (Bak. Sadaret kaimmakamı). İstanbul kaimmakamı, başkentin muhafaza ve idaresiyle vazifeli idi. O da divan aktederek dava dinler ve padişah namına hükümler verirdi. Kendisine tuğralanmış ve boş beyaz kâğıtlar verilir, o da icabında bunları doldurup ferman olarak kullanırdıM.Sertoğlu.

İSTANBUL KULLUĞU (Bak. Kulluk)M.Sertoğlu.

İSTANBUL PAYESİ İstanbul kadılığı payesi. Zaman ve kıdemi itibariyle İstanbul kadılığına tâyin edilmesi icabeden ilmiye mensuplarına, bu kadılık münhal olmadığı takdirde, kadılık payesi bir rülbe olarak tevcih olunurdu. Bu payenin sahibi bilfiil kadılık etmez lâkin teşrifatta o mevkii haiz olurdu. (Bak. Kadı, Paye)M.Sertoğlu.

İSTANBUL TERSANESİ (Bak. Tersane-i âmire)M.Sertoğlu.

İSTAVROZ BAHÇESİ, SARAYI Beğ-lerbeğinde, hâlâ ismini muhafaza eden yüksek mevkideki bahçe ve saray. Burada vaktiyle sadece bir bahçe varken, I. Ahmed'in çok sevdiği bir yer olması do-layısiyle Enderun halkı için binalar yapılmıştır. I. Ahmed (1603 -1617) istavroz bahçesinin civarındaki geniş bir sahayı çevirtip tıpkı Yeni sarayda, yani Topka-pı Sarayında olduğu gibi Büyük oda, Kiler, Hazine ve Hasoda koğuşlariyle kapıcılar için koğuşlar yaptırmıştı. IV. Mu-rad da (1623 -1640) burasını sever ve ara sıra gelirdi. Daha sonraki tarihlerde ise büsbütün terkolunmuşturM.Sertoğlu.

İSTİBDAL Vakıf bir malı, daha hayırlı ve faydalı olan bir şey ile değiştirmek. Askerliğini bitiren erleri, yerlerine gelen yenilerine karşılık terhis etmek, onlarla değiştirmek, Kur'a usulü askerliğe ait tâbirlerdendiM.Sertoğlu.

ISTİFRAŞ Bir kadını, bir cariyeyi nikâhsız olarak yatak hizmetinde kullanmakM.Sertoğlu.

ÎSTlFTA Şer'î bir mesele hakkında müfti, yani Şeyhülislâm bulunan zatın mütalâasını sormak. Müftüler, her kim olursa olsun, kendilerinden mesele soranlara yazılı olarak cevap vermek mecburiyetinde idüer. (Bak. Fetva)M.Sertoğlu.

ISTOLNİ BELGRAD (Bak. Üstolni Belgrad)M.Sertoğlu.

tŞARET-I ALtYYE Hükümdarların bir işin icrası hakkında arzularını herhangi bir şekilde ifade etmeleriM.Sertoğlu.

İTİRAF İbadet maksadiyle tenhaya çekilme. Bir mabedin köşesinde tek başına kimse ile görüşmeden ibadetle meşgul olma. îtikâf Müslümanlığın ihtiyarî ibadetlerinden biridirM.Sertoğlu.

İYDİYYE Bayram münasebetiyle devlet ricali arasında teati edilen hediyelere verilen isim. Büyük devlet ricali padişaha ve sarayın ileri gelenlerine, Di-van-ı hümayun hademesine de iydiyye verirlerdi. Herkese verilecek hediyenin cinsi ve kıymeti muayyen idiM.Sertoğlu.

İZMİROĞULLARI Yıldırım Bayezid ümerasından Karacasubaşı Hasan Ağanın oğlu Cüneyd Bey tarafından İzmir'de 1403'te kurulan bir Türk beyliği. 1420'de kat'î olarak Osmanlı ülkesine katılmıştır,

İZMİR PÂYE-İ MÜCERREDİ (Bak. Paye)M.Sertoğlu.

İZNİKMİD İzmit'e Osmanlılar zamanında verilen isimM.Sertoğlu.

İZNİ SEFİNE Osmanlı devrinde Boğazlardan geçecek yabancı gemilerin almak mecburiyetinde bulundukları müsaade. İzni sefine, daima fermana dayanırdıM.Sertoğlu.

İZORYA Güneyde, Akdenize akan Göksu çayının geçtiği Silifte, Mut, Erme-nak bölgesidir. İsim olarak Bizans İmpa-torluğunda merkezi Selevcia (Silifke) olan İsauria (İzavriya, İzorya) dan gelir. Gayet ârızah ve sarp bir bölgedir. Türkler buraya yerleştikten sonra, genel olarak İçeli - İçili ismini vermişlerdir. En sarp yerini teşkil eden yukarı kısmı ayrıca Taş Dışoli - Dişili diye anılırdı. Zamanla Ta-şoli denmiştirM.Sertoğlu.

KAAN Hakan demektir. (Bak. Hakan)M.Sertoğlu.

KABAK. İki batman, yani on iki okkadan ibaret eski bir zahire ölçüsüM.Sertoğlu.

KABAK TADI Eski medreseler zamanında mevsiminde zihni açılsın diye talebeye kırk gün kabak yemeği verilirdi. Bundan bıkıldığı için zamanla bıkılan her şeye bu ad verilir olduM.Sertoğlu.

KABAKULAK İki tarafında kulak gibi tutacak sapı olan topraktan şarap des-tisiM.Sertoğlu.


Yüklə 2,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   52




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin