Abdal (Bak. Fütüvvet)



Yüklə 2,51 Mb.
səhifə50/52
tarix27.12.2018
ölçüsü2,51 Mb.
#86799
1   ...   44   45   46   47   48   49   50   51   52

VOYNUK BEĞLERİ (Bak. Voynuk)M.Sertoğlu.

VOYNUK SERASKERİ Voynukların tâbi bulunduğu çeribaşıların başka adı. (Bak. Voynuk)M.Sertoğlu.

VOYVODA Eflak ve Boğdan prenslerine Osmanlı devleti tarafından verilen unvan. (Bak. Eflak, Boğdan). Bundan başka devlet tarafından iltizama verilen bir yerin vergilerini toplamıya memur edilmiş kimselerle, vezirlerin kendi haslarının yıllık gelirini tahsil için gönderdikleri kimselere de voyvoda denirdi. Kelimenin aslı Slavca olup voy - voda sözlerinden mürekkeptir ve asker sürücü demektirM.Sertoğlu.

VUKİYYE (Bak. Kıyye)M.Sertoğlu.

VÜZERA Vezir sözünün çoğul şekli. (Bak. Vezir)M.Sertoğlu.

YAFTA (Bak. Tahrir)M.Sertoğlu.

YAĞMURLUK (Bak. Bârâni)M.Sertoğlu.

YAHNl KAPAN XVII. Yüzyılın yarısından itibaren uzun ve sürekli muharebeler dolayısiyle yeniçerilerin miktarı pek fazla artmış ve bunların içinden bir kısmı şunun bunun kapısına hizmet eder olmuşlardı. Bunlar, bilfiil ocakta bulunmayıp e-fendüerinin konaklarında ikamet eder, o-rada yiyip içerlerdi, işte bunlara yahni kapan ve ulufelerine de ocaklar arasında kapik ulufesi denirdiM.Sertoğlu.

YAKALI BALTACILAR (Bak. Baltacı)M.Sertoğlu.

YALDIZLI KAPI (Bak. Yedikule)M.Sertoğlu.

YLDIZLI ODA (Bak. Abdest Odası)M.Sertoğlu.

YALIKÖŞKÜ Topkapı Sarayının Halic'e bakan sahil tarafında denize pek yalan ve eskiden mevcud olan meşhur köşk. Yavuz Selim tarafından inşa ettirilmiştir. Kaptanpaşalar sefere giderken ve dönüşte padişahlar tarafından burada huzura kabul olunurlardı. Bu münasebetle iç hazineye, yâni hükümdar hazinesine, köşkün tefrişi için döşcmebaha adiyle yirmi bin kuruş vermeleri usuldendi. XIX. Yüzyılın ikinci yarısında bakımı masraflı olduğu için yıktırılan köşkler arasındadır. Bazı e-ser ve resimlerde Cebeciler Köşkü diye de anılırM.Sertoğlu.

YAMAK Bir toprak dirliğine ocak şeklinde tasarruf edenlerden sefer zamanı hizmete gidenlere Eşkinci, gitmeyip kalanlara ise Yamak denirdi. Eşkinciler her zaman Eşkinci ve yamaklar her zaman yamak olup vazifeleri değişmezdi. (Bak. Yaya, Müsellem, Yörük, Voynuk, Eşkinci)M.Sertoğlu.

YAMAK ESNAF Her cins esnafın bir Lonca halinde teşkilâtlanabilmeleri için belli bir sayıdan az olmamaları gerekirdi. (Bak. Lonca). Aksi halde sanatlarına benzer başka bir loncanın himayesine girerler, ancak gediklerini muhafaza ederlerdi. (Bak. Gedik). Meselâ sayıları yeterli olmayan yularcılar, kamçıcılar ve palancılar saraçlar loncasının; terlikçiler ve eskiciler kavaflar loncasının yamaklarıydılarM.Sertoğlu.

YANAKl - ZADELER (Bak. San beğ-zâdeler)M.Sertoğlu.

YANGIN KÖşKÜ (Bak. Didebân)M.Sertoğlu.

YANIK KALE Kuzey-batı Macaristan'da, Tuna'ya karışan Raab suyunun Ra-abca ile birleştiği yerde ve Estergon'un batısındaki meşhur hudut kalesi. Tarihte Osmanlılarla Macar ve Avusturyalılar a-rasında birkaç defa el değiştirmiş olmakla meşhurdur, ikinci Viyana muhasarasına gidilirken (1683), Avusturyalılardan alınmaması, yapıîan stratejik hatalardan biri olarak kabul edilir ki bu onun mevkiinin önemini göstermektedir. Asıl adı Raab'-. dır. Macarlar aynı yere Györ derler. Türkler buraya önce Macarca ismine göre Gül-var adını vermişlerdi. Fakat, Kanunî Süleyman Viyana muhasarasından dönerken (1529), muhafızlarının küstahlığı üzerine buranın tahribini emretti. Bu esnada kale tamamen yandığı için Türkler Yanık Kale ismini verdiler ve daima böyle andılarM.Sertoğlu.

YAPAĞI BEDELİYESl Yeniçeri ef radının giydiği Bârânî ve subaylarının giydiği Sobramanî adlı çuha kaputlarının dokunması için Rumeli'nin muhtelif sancaklarının vermekle mükellef oldukları yapağı vergisi hakkında kullanılan bir tâbir. Yapağı vermekle mükellef sancak ve kazalar şunlardı: Selanik, Karlı - ili, Ağrıboz, fnebahtı. Mora, Tırhala, Yanya, Dukagin, Işkodra, Elbasan, Pizren, Kırkkilise, Filibe, Kızanlık, Üsküb, Midye, Köprülü, Büyük - Çekmece, Silivri, Çatalca, Yanya. Toplanan yapağının yekûnu 1280 kantar olup ihtiyacın beşte biri idi. Onun için bu mükellefiyet humus yapağı bedeli-yesi diye de anılırdı. Bu yapağılar her sene Hıdrellez'den, yani 6 mayıstan itibaren toplanmağa başlanırdı. Bunun için fiyatlar mahalli kadılar tarafından tâyin olunur ve bu fiyat üzerinden Yeniçeri ocağı tarafından peşin para ile satın alınırdı. Sonraları, yani XVIII. Yüzyıl bağlarından itibaren bu kazalardan aynen yapağı alınmasından vazgeçilip buna mukabil bir vergi tarh edilmiş ve bununla yalnız Selanik bölgesinden yapağı alınır olmuştur. Evelce ise bu para gümrük ve cizye hasılatından ödenirdiM.Sertoğlu.

YAPUKCİYAN Has ahır sanatkârlarından olup vazifeleri yapuk denilen at bellemesi imal etmektiM.Sertoğlu.

YARAĞ Her çeşit silâha verilen i-sim. (Bak. Yat)M.Sertoğlu.

YARIM BAŞTARDE (Bak. Baştarde)M.Sertoğlu.

YARLIĞ Ferman mukabili olan Türkçe bir kelime. Osmanlılar tarafından da aynı mânada ve ekseriya yarlığ-ı tebliğ şeklinde kullanılmıştır. (Bak. Ferman)M.Sertoğlu.

YASAKÇI Sefarethanelerin muhafazasına ve taşra kulluklarına memur edilen yeniçerilere verilen isim. (Bak. Kulluk)M.Sertoğlu.



YAŞ MUAHEDESİ Rusya ile Osmanlı devleti arasında cereyan eden 1787 -1792 savaşlarına son veren barış muahede-sidir. İsmini görüşmelerin yapıldığı ve anlaşmanın imzalandığı Besarabya'da Seret suyu kollarından biri üzerinde bulunan Yas (Jassy, îaşi) şehrinden alır. Osmanlı devleti biraz da ingiltere ve Prusya'nın teşvikiyle Rusya'nın tahrik edici hareketleri yüzünden bu savaşı Kırım'ı kurtarmak için, açmıştı (1787). Fakat sonradan aralanndaki gizli anlaşma gereğince Avusturya-Macaristan'ın Rusya lehine savaşa katılması Osmanlıları güç bir mevkide bıraktı. Bilhassa Rusya cephesindeki savaşlarda başarısızlıklar birbirini takip etti. Her ne kadar bir aralık isveç'in d; Rusya aleyhine harbe girmesi ve .Osmanlıların Prusya ile ittifakı, Rus çarlığını barış teşebbüslerinde bulunmaya zorladıysa da Devlet-i âliye müttefiki Prusya'nın görüşüne uygun olarak gelen teklifleri reddetti. Fakat bu hareketiyle imparatorluğun daha az aleyhine olarak yapılabilecek bir barış imkânını da kaçırmıştı. Rusların 1790 sonbahar taarruzları ve başarıları Deviet-i âliye için çok ümit kırıcı oldu. Yeniden sadarete getirilen Koca Yusuf Paşa ertesi yıl (1791), yaz başında, Tuna deltasında yaptığı bir denemede ordunun halini iyice gördü. Bu vaziyette bir şey yapılmayacağını anhyarak Hırsovadan barış için Rus kumandanı Repnin'e mektup gönderdi. Repnin cevabında: l —- Küçük -Kaynarca muahedesi ile ondan sonraki anlaşmaların yürürlükte kalması, 2 —- Eflâk ve Boğdan'ın bazı şartlarla Osmanlı devletine iade edilebileceği, 3 — Turla (Din-yester) nehrinden hudut kesilmesi gibi üç esasın önceden kabulünden sonra mütarekeye razı olabileceğini bildirdi. Padişah III. Selim vaziyetin vahameti icabı, arzusu hilâfına, barışı kabul edince 8 aylık bir mütareke yapıldı. (Ağustos 1791). Ziştovi'de Avusturya-Macaristan ile o-lan müzakereleri bitiren ve Reis'ül - küttab Abdullah Berrî ile Arif İsmail Paşa - zade ismet Beğ, Mehmed Dürrî Efendilerden müteşekkil Osmanlı murahhasları Ruslarla barış görüşmelerinin yapılacağı Yaş'a geldiler. Burada Rusyayı Samoylof (Po-temkin'in yeğeni), Ribas (İnce Donanma kumandanı), Laşkaref (Boğdan generali) temsil etmekle beraber esas idareci Po-temkin idi. Fakat bu zatın hastalanması ve yerine Hariciye Nazırı Kont Besborod-ho'nun gelmesi için geçen zaman görüşmelerin başlamasını Kasım 1791 e kadar geri bıraktı. Ancak bu tarihten itibaren yapılan on beş oturumda barışın esasları hazırlandı. Bilhassa Rusların istedikleri tazminattan, Kuban hududu meselesinde anlaşılması üzerine, vazgeçmeleri 10 ocak 1792 de 13 madde ve bir hatime olarak kaleme alınan muahedenin imzalanmasını mümkün kıldı. Buna göre: l — iki devlet arasında her türlü düşmanlığa ve savaşa hemen son verilip padişah ve imparator tebalarımn iyiliği için karada ve denizde cari olarak bir barış ve kuvveth' bir dostluk yapmışlar ve bunun devamı için şartlara riayete itina edeceklerine söz vermişlerdir. 2 — Osmanlı devletiyle evvelce yapıîan Küçük - Kaynarca muahedesi (1774), daha sonraki Ay-nalıkavak tenkihnamesi (düzeltme) (1779). Kırım ile Taman'ın ilhakı ve Kuban nehrinin hudut kesildiğine dair (1784) olan anlaşmalar yürürlükte kalacak. 3 — iki devlet arasında Avrupa tarafında hudut Turla (Dinyester) olacaktır ve Aksu (Buğ) nehri ile bunun arasında kalan arazi (Ö-zikırı) ve Özi kalesi Ruslara terkedilecek; Bender, Akkerman, Kili, İsmail gibi Tur-la'nın sağında kalan Rus işgalindeki şehir ve kaleler Osmanlılara iade olunacak. 4 — Boğdan voyvodalığına aittir; Küçük - Kaynarca ve bundan sonra kabul e-dilen esaslar muhafaza edilecek, borçlarına ve vergilfirine sünger çekilip bu muahededen sonra iki sene müddetle vergiden muaf olacak ve af ilân edilecek. 5 — Sulhun devamı için Tiflis Hanının (Gürcü Prensi) arazisine Çıldır vali ve beğleri hücum etmeyecek. 6 — Kuban nehri iki devlet a-rasında Kafkasya hududu olacaktır. 7 — Rus ticaret gemileri Garb ocakları korsanlarına karşı muhafaza olunacak. Şayet bir zarar vukubulursa Ocaklara tazmin ettirilecek, eğer bunlar yerine getirmezlerse zarar ve ziyan Osmanlı devleti hazinesinden ödenecek. 8 — Muahedenin tasdikli senetleri mübadele edilince esirler iade edilecek, hapiste bulunan bazı milletlerin mensupları (Lehli, Boğdanlı gibi) serbest bırakılacak ve reayaya umumi af ilân e-dilecek. 9 — Harb vasıtalarının bilhassa donanmanın tahrik edici ve düşmanca hareketlerine son verilecek. 10 — Normal diplomatik münasebetler tekrar başlıya-cak ve Rus elçisi diğer milletlerinkine e-şit muamele görecek. 11 — Ruslar halen işgallerinde bulunan ve bu muahede gereğince Osmanlılara terkedecekleri yerlerden azamî 1792 mayısına kadar buralardaki donanma ve askerlerini tesbit edilen hududa çekecekler ve Ruslar çekilinceye kadar Osmanlılar hiçbir şekilde bu yerlere müdahalede bulunmayacaklar. 12 — Muahedenin murahhaslarca imzasından sonra başmurahhasların tasdikli senetleri Yaş'da mübadele edilecek. 13 — Padişah ve îm-parator tarafından tasdikli nüshalar beş hafta zarfında yine Yaş'da mübadele edilmiş olacak. Ruslar, lehlerine cereyan eden savaşlar neticesinde yaptıkları bu muahede ile. Balkanlara biraz daha yaklaşmaları ve Karadeniz kıyılarında hâkimiyet sahalarını genişletmeleri hariç, umdukları neticeyi elde edemediler. Fransız ihtilâl hükümetlerinin icraatı diğer devletlerin olduğu gibi onun da dikkatinin o tarafa yönelmesini icap ettirmiş ve az kazançlı da olsa yeni politik ve askeri vaziyetlere karşı bir an evvel barış yapmayı uygun bulmuşturM.Sertoğlu.

YAT At demektir. Ekseriya silâh mânasına gelen yarağ kelimesiyle birikte Yat ve Yarağ şeklinde at ve silâh mânasına kullanılırdıM.Sertoğlu.

YATAĞAN Yeniçeri silâharmdan genişçe yüzlü, eğri kılıç. Bu asker bundan başka, ok ve yay, tüfek, kalkan, hançer, gürz, körde denilen enli, kısa ve düz kılıç ve balta da kullanırlardıM.Sertoğlu.

YATIRMA (Bak. Börk)M.Sertoğlu.

YAVA (Bak. Kaçkun)M.Sertoğlu.

YAVRUCU (Bak. Avcılar)M.Sertoğlu.

YAYA Yeniçeri ocağı kurulmadan önce Osmanlıların daimi ve ücretli ordusunu teşkil eden ve Çandarlı Kara Halil tarafından kurulan bir cins asker. Bunlar, sefer zamanlarında günde iki akçe yevmiye ile hizmet edip seferden sonra memleketlerine dağılır ve ziraatle meşgul olurlar, buna karşılık her türlü vergiden muaf bulunurlardı. Piyade kısmına yaya, süvari kısmına müsellem denirdi. Yeniçeri teşkilâtı kurulduktan sonra bunlar eyâlet askeri halinde Rumeli'de muhafaza edilmiş, kendilerine ocak şeklinde tımar verilmiş ve sefer zamanlarında ordu geri hizmetlerinde, yol açmak, köprü yapmak, kale tamir etmek gibi islerde kullanılmışlardır. Sair vakitlerde bilhassa kıyı kalelerinde muhafız olarak vazife gördükleri de vâki idi. (Bak. Müsellem). Yayaların ocak şeklînde olan tımarları 1590 tarihinde yirmişer ve seksen sene kadar sonra otuzar kişilikti. Her o-cakta beş kişi eşkinci, kalanları ise yamaktı. (Bak. Eşkinci, Yamak). Yayalar, kendi bölgelerindeki Yayabeği denilen Çe-ribaşlarına tâbi idiler. Bu yayabeğleri on dört tane idiler. (Bak. Yayabeği)M.Sertoğlu.

YAYABAŞI Yeniçeri ocağının kuruluştaki en eski teşkilâtı olup cemaat ortaları diye anılan ve ocakta birden yüz bire kadar, sıra numarası alan bugünkü bölük karşılığı topluluğun kumandanı. Kendisine bazan Yayabeği ve Serpiyade de denirdi. Yeniçeri ocağında mevcut ağa bölükleri kumandanları ile birlikte çorbacı ve subaşı diye de anıldıkları olurdu. Cemaat ortaları ocağın en eski en muteber sınıfı olduklarından yayabaşılar da çok hürmet ve riayet görürlerdi. Cemaat ortalarından sekban, zağarcı, turnacı, seksoncu ortaları kumandanları ise ya-yabası, seksoncubaşı diye anılırlardı. Bir de, nadiren deveci ortaları kumandanlarına devecibaşı veya şütürbanağa denildiği oiurdu. Yayabaşıların en kıdemlisi başyayabaşı unvanını taşırdı. Ağa bölüklerinin ihdasından evvel Başyayabaşı terfi ederse kul kethüdası olurdu. (Bak. Kethüdabeğ). Kul kethüdaları ağa bölüklerinden seçilir olduktan sonra ise bunlara başdevecilik veya kapıkulu süvariliği verilmiştir. Yayabaşılar, başlarına üsküf giyerler ve süpürge sorguç takarlardı. Yirmi dört akçe yevmiyeleri vardı. Taşra hizmetine çıksalar yirmi beş bin akçelik zeamet veya yayabeğliği zeameti tevcih olunurdu. (Bak. Yayabeği). Ayrıca Acemi ocağı Orta kumandanlarına da Yayabaşı veya Çorbacı denirdi. (Bak. Acemi ocağı)M.Sertoğlu.

YAYABEĞİ Tımar sahibi yayaların mıntıkalarında tâbi oldukları zeamet sahibi zabitleri. Yayabeğleri zeamet sahibi olup on dört tane idiler, İstanbul ağasının veya sokbanbaşının ve bazan yayabaşıla-rm taşra hizmetlerine verilmesi lâzım gelse, yayabeği zeameti tevcih olunurdu. Bunun için bu hizmetlerin bir kısmı İstanbul ağalarına, bir kısmı ise yaya ve sekban-başılara gedik şeklinde tahsis olunmuştu. (Bak. İstanbul Ağası, Sekbanbaşı Yayabaşı). Bundan maade yayabaşılara da bazan yayabeği denildiği olurduM.Sertoğlu.

YAYA SEKBAN (Bak. Sekban)M.Sertoğlu.

YAYLA BAŞGLLÂMI Harem ağalarının bir derecesi. (Bak. Harem Ağası)M.Sertoğlu.

YAYLAKIYE Yaylak resminin diğer adı. (Bak. Ağnam resmi)M.Sertoğlu.

YAYLAK VE KIŞLAK RESMİ (Bak. Ağnam Resmi)M.Sertoğlu.

YAY PARASI Kapıkulu piyade askerine lezez' mevacibi esnasında ayrıca verilmesi kanun olan otuzar akçe. Bir adı da Kemanbaha idiM.Sertoğlu.

YAZI Herhangi bir köyün tahrir defterinde hasıl olarak yazılı vergi geliri, yani yılda vermekle mükellef olduğu vergi miktarı. (Bak. Tahrir)M.Sertoğlu.

YEDEKÇİ Seferlerde ve merasimlerde padişahların yedek atlarını götüren o-tuz gedikli, yani sayıları artmaz ve eksilmez hizmet sahibi. Bunlar kapıkulu süvari bölükerinden, iilâhdar bölüğünden seçilirdi. (Bak. Silâhdar bölüğü)M.Sertoğlu.

YEDEKKEŞAN Yedekçilerin bir başka adı. (Bak. Yedekçi)M.Sertoğlu.

YEDEK REİS Yeniçeri ocağı'nın il-gasiyle Asakir-i Mansure-i Muhammediye teşkilâtı kurulduktan sonra Bostancılar kethüdasına başreis, yedi bostancı çavuşuna kırlangıç reisleri denmiş ve onların maiyetinde bulunan on altı bostancı bö-lükbaşına da bu isim, yani Yedek Reis a-dı verilmiştirM.Sertoğlu.

YEDİ ADALAR (Bak. Cezair-i Seb'ai Müctemia Cumhuriyeti)M.Sertoğlu.

YEDİ İKLİM (Bak. Ekalîm-i Seb'â)M.Sertoğlu.

YEDİKULE Bugün İstanbul'da kendi adını verdiği semtte mevcut İstanbul surlarının bir parçası olan kale. Bizans zamanında beş kuleden mürekkep iken Fatih tarafından iki kule daha ilâve olunarak yediye çıkarılmıştır. O zamana kadar siyasi mahkûmlar Rumelihisarı'nda hapsolunurlarken, bundan sonra burada tevkif olunmuşlardır. Gerek devlet erkânının ileri geleneri ve gerekse harb vukuunda yabancı elçiler burada hapsolu-nurlardı. Kalede bir dizdar ve kâfi miktarda muhafız bulunurdu. Ortası meydan olup etrafı kulelerle çevrili idi. Bu kalelerde mahpuslar için muhtelif hücreler mevcuttur. Osmanlı devrinde birçok büyük devlet ricali ve sadrıâzamlar burada hapis ve bir kısmı idam olunmuşlardır. Padişahlardan yalnız Genç '^sman diye maruf olan ü. Osman hal'edildikten sonra Yedikulede mevkuf olarak bulunmuş ve gene burada katlolunmuştur. Bundan başka, bu kulenin yanında bulunan İstanbul surunun kapısı da Yedikule kapısı diye a-nılır. Bizans devrinde burada mevcut meşhur Yaldızlı kapı ise sonradan kapatılmış ve kullanılmaz olmuşturM.Sertoğlu.

YEDtKULE HAZİNESİ Her sene maliye hazinesinden kalan fazla para iç hazineye konurken, Kanunî zamanında varidat fazla olduğundan saraydaki iç hazinede yer kalmamış ve Rüstem Paşa'nın sadareti sırasında iç hazinenin bir şubesi o-larak Yedikule'de yeni bir hazine ihdas o-lunup bu isimle anılmıştır. (Bak. İç Hazine)M.Sertoğlu.

YELKENCİLER Tersane halkından bir sınıf olup mîrî kalyonlarda yelken hizmetinde çalışırlardı. (Bak. Tersane Halkı)M.Sertoğlu.

YEMBAHA (Bak. Cizmebaha)M.Sertoğlu.

YEMEKLİK (Bak. Sadaret Ziyafeti)M.Sertoğlu.

YEMEN EYÂLETİ Osmanlı eyâletlerinden olup timar, zeamet ve has teşkilâtı olmayan sâlyaneli eyâletlerdendi. (Bak. Eyâlet, Salyâne). Sancakları; Zü-beyd (Zebid), San'a, Ta'az, Zahle, Kev-keban, Tavile, Mareb ve Adendir. Osmanlılar burayı Hind seferinden dönen Hadım Süleyman Paşa'nın gayreti ile ele geçirmişlerdir (1539). İlk zamanlar tek beğlerbeğilik iken sonra ikiye bölünmüş (1565) fakat neticede vaziyete yine mahalli soylar hâkim olarak merkezle alâkası kesilmişti. Ancak Koca Sinan ve Özdemiroğlu Osman Paşa'lann gayreti bu bölgeyi mutlak olarak Osmanlılara kazandırdı (1568-1570). XIX. Yüzyıl başlarında Adeni ele geçiren İngilizler, buradan kuzeye doğru nüfuz bölgelerini genişletmek isteyince, Osmanlı devletiyle devamlı bir ihtilâf haline düştüler. Birinci Cihan Harbi sonunda burası ne mağlûp çıkan Osmanlıların, ne de galib İngilizlerin eline geçti. Yemen mahalli bir soy o-lan İmam Yahya'nın kurduğu devletin a-razisi olduM.Sertoğlu.

YEMEN İRSALİYESİ Varidatı tamamen devlet hazinesine giren, buna mukabil idarî âmirlerinin masraîlan devlet tarafından ödenen Yemen eyâletinden her sene gelen para olup yüz bin altından ibarettiM.Sertoğlu.

YEMİŞÇİ Enderunun kiler odasına mensup olan, padişahın yiyeceği yemişleri tedarik eden, saklıyan ve yenmek üzere hazırhyan kimse. Kendisi bu odanın eskilerinden adi.olunup acemi efradının âmirlerindendi.: (Bak. Kiler Koğuşu, Peşkir Şagirdi)M.Sertoğlu.

YENİ AĞAKAPISI (Bak. Ağakapısı)M.Sertoğlu.

YENİ BOSTANCI OCAĞI Yeniçeri O cağı kaldırılıp Asâkir-i Mansure teşkilâtı kurulduktan sonra Bostancı Ustalarının i-dare ettikleri karakollar bu yeni askere verildi ve Bostancıların görevi yalnız sarayın içindeki bahçelerle ilgilenmekten ibaret kaldı. 18-6 yılı Ağustos ayında Bostancı Ocağına yeni bir düzen verildi ve 1500 kadar Bostancı Asâkir-i Hassa adiyle ve yeni bir tüzükle bir Binbaşının emrine verildi. İdaresi ise, Bostancıbaşıya bırakıldı. Bu yeni düzene göre Bostana Ocağı neferlerinden kabiliyetli olanlar Asâkir-i Hassa'ya ayrılıp 1527 kişilik kadronun bu şekilde doldurulsmıyan kısmı için dışarıdan aslı nesli belli 15 - 30 yaş arasındaki genç bekârlarla tamamlandı. 1527 kişinin 1200'ü tüfekli, 120'si topçu, 60'ı toparaba-cısı, 38'i cebhaneci, 27'si mızıkacı, gerisi reis, zabit, kâtip, sancakdar, saka, mühendis ve cerrahtan ibaretti. Tüfeklilerden dokuz kişiye bir onbaşı ve Saf denilen yüz kişiye bir yüzbaşı, iki yüzbaşı mülâzımı, birer imam, çavuş, sancaktar verilmişti. On iki safın altısı Sağ kol ve altısı Sol kol adını taşımaktaydı. Her kolda altı top ile topçu ustası, topçu halifeleri, top arabacısı ve halifeleri ve cephanecileri vardı. Asâkir-i Hassa, sarayda ikâmet edecek ve sarayla saray kapılarını koruyacaktı. Ayrıca Dolmabahçe'den Ortaköy'e kadar olan yerlerin muhafaza ve inzibatı da bunlara ait olacaktı. Yeni Bostancı Ocağına alınacak çocukların Soğukçeşme Ocağında yetiştirilip ocağın istidatları olan bölümlerine verilmesi kararlaştırıldı. Bostancı deyimi 1831 yılından sonra kalkıp bunlara Hademe-i Bâb-ı Hümayun denildiM.Sertoğlu.



YENİCE HİSAR Anadoluhisarınm diğer adı (Bak. Güzelcehisar)M.Sertoğlu.

YENİÇERİ Osmanlı devletinin daimi ve ücretli ordusunun yaya olarak savaşan kısmı olup kapıkulu askeri denilen zümrenin en mühim ve mümtaz sınıfı idi. Yeniçerilik teşkilâtı kurulmadan evvel Osmanlı devletinin ilk muntazam ve ücretli ordusu yayalar ve müsellemlerdi. (Bak. Yaya, Müsellem). I. Murad Beğ'den evvel muntazam ve daimî bir ordu mevcut değildi. Sefer zamanı, eli silâh tutan herkes askerî mükellefiyet altında bulunduğu gibi, bir kısım gaziler askerliği meslsk ittihaz etmişler de muntazam bir teşkilâta bağlanmamışlardı. Zamanla gerek bu kuvvetlerin harbler için kâfi gelmsmiye başlamaları ve gerekse disiplin ve zaplü rapt-larının istenilen mükemmeliyette olmaması bir daimî ordu fikrini doğurmuş ve diğer Osmanlı devlet teşkilâtında olduğu gi-bil bihassa Selçukiler örnek alınarak yeniçeri ocağı adiyle daimî Osmanlı ordusu ve bu orduyu beslemek üzere acemi ocağı kurulmuştur. Yaya olan yeniçeri ocağînm kat'î olarak hangi tarihte ihdas edilmiş olduğu belli değilse de XIV. Yüzyılın son yarısında ve Edirne'nin fethini müteakip tesis edildiği muhakkaktır. Tahkiki kabil olmıyan klâsik rivayetler ve birçok yeniçeri kanunnameleri 1362 yılım kabul ederler. Harblerde ele geçen esirlerin beşte biri devlet hazinesine alınarak evvelâ Gelibolu'da kurulan acemi ocağına verildiler. Sonraları bu esirlerin daha önce muayyen bir ücret karşılığı Türk köylüsünün hizmetine verilip Türk dilini ve Türk - islâm ananelerini iyice öğrendikten sonra Gelibolu ocağına nakledilmeleri kanun oldu. Yaya ve müsellem teşkiâtını kurmuş olan Çandarh Kara Halil'in, Yeniçeri ve Acemi ocağının tesisinde de pek mühim rolü olmuştur. Orhan Gazi zamanında, onun şehzadesi ve Rumeli'deki kuvvetlerin komutanı olan Süleyman Paşa tarafından ilk önce harb esirlerinin kısa bir talim ve terbiyeden sonra daimi asker olarak kullanıldığı da rivayet olunmuştur. Bu doğru olduğu takdirde, her halde sonradan mahzurlu görülerek terkolunmuş ve acemi o-cağı tesis edilmiştir, İstanbul'un fethini müteakip ise, yeni başkentte de bir acemi ocağı kurulmuştur. Bu ocaklara yalnız harb esirleri değil, devşirmeler de verilirdi. (Bak. Devşirme). Acemiler, muayyen bir müddet, en az altı yedi sene hizmet ettikten sonra ihtiyaç nispetinde yeniçeri ocağına alınırdı. Gene devşirmeden gelen bostancı ocağı ef-radiyle, muhtelif sarayların dış hizmeti-ns verilen acemiler zamanla yeniçeri olurlardı. Bilahâre, kul - oğulları denilen yeniçeri evlâtları ve teşkilâtın bozulmaya başladığı zamanlarda, yâni XVI. Yüzyılın sonlarında kulkardeşleri, ağaçırakları gibi unvanlarla ocağa hariçten, yani devşirmeden gelmiyenler de alınır olmuşlardır. Yeniçeri ocağı üç kısımdan mürekkeptir: l — Cemaat ortaları, 2 — Sekbanlar, 3 — Ağa bölükleri (Her biri için kendi maddesine bak). Kuruluşta ocağın Bektaşilik ile alâkası yokken, XV. Yüzyıldan itibaren yeniçeriler kendilerini Hacıbektaş'a mensup addetmişlerdir. Bu anane, sonuna kadar devam etmiş ve yeniçeriler, taife-i Bektaşi-yan, zümre-i Bektaşiyan gibi isimlerle de anılmışlardır. Doksan dördüncü cemaat ortasının odasında Bektaşi babalarından biri Hacı Bektaşi Veli'nin vekili olarak otururdu. Esası yaya olan bu ocak büyük zaferler kazanmış şerefli bir maziye malik i-ken bozula bozula bir serseriler yatağı haline gelmişti. Nihayet II. Mahmud devrinde ilga olunmuştur. (Bak. Vaka-i Hayriye). Yeniçeriler, imtiyazlı bir sınıftılar. Bir yeniçeri suç işlese adlî ve idarî makamlar bunu cezalandıramaz, yalnız tutup subayına teslim ederler ve cezası ocakta verilirdi. Nitekim, suçu idamını Jcabettirecek derecede olsa alenen öldürülmez, kaydı yeniçeri kütüğünden silindikten sonra gece olunca Kurşunlu mahzende veya Rumslihisarı'nda boğulup cesedi taş bağlanarak denize atılırdı. Daha küçük cezalar ise; dayak, tımara çıkarılmak, Yeniçeri ocağından kovulmaktıM.Sertoğlu.

YENİÇERİ AĞASI Yeniçeri ocağının âmiri ve en büyÜK subay ve komutanı. Devlet tarafından en ziyade itimat edilen kimseler bu makama getirilirdi. XVI. Yüzyıl başlarına kadar ağalar ocaktan yetişir ve sekbanbaşı terfi ederse yeniçeri a-ğası olurken bu usul terkedilip bir müddet ocaktan ağa tâyini kaldırılmış ve ende-nndan has odanın büyük âmirlerinden padişahın şahsen itimadını haiz kimseler a-ğalığa getirilir olmuştur. XVII. Yüzyıldan sonra ise arada gene ocaktan ağa tâyin edilmiş, XVIII. Yüzyıldan itibaren bunlar daima ocaktan gelmiş, lâkin bu sefer e-hemmiyeti çoğalan kethüdaları ağa tâyin olunmuşlardır: (Bak. Kethüda Beğ). Sek-banbaşılann ağa oluşu ise, Fatih devrinden itibaren ve sekban ortalarının ihdasından sonradır. 1451 yılında sefer bahşişi bahanesiyle ayaklanan yeniçerilerin bu haline kızdığı için, Fatih badema ağanın onlardan değil, yeni teşkil edilen sekbanların komutanı olan sekbanbaşıdan tayinini kanun haline getirmiştir. Buna rağmen sonraları ocakta gene serkeşlikler başgös-terdiğinden, ağaların itimada layık saray adamlarından olması takarrür etmiştir. Ağaların dört yüz akçe yevmiyesi ve koyun emininden yılda sekiz bin akçe geliri vardı. Bundan başka, Tuna kıyısında yılda elli bin akçelik bir zeamet arpalık olarak tahsis edilmişti. Yeniçeri bcytüJma-linin üçte biri de gelirlerine dahildi... Üç senede bir hükümdarın atlarından birisi kendisine verilirdi. Ağalar, padişahlar cuma günleri namaza çıktıklarında bir kısım maiyetlsriyle birlikte selâmlık merasiminde bulunurlardı. XVI. Yüzyılın yanlarına kadar dereceleri bir tuğ, yani sancakboğliği iken, sonradan iki tuğ verilerek beğlerbeği mertebesine yükseltilmişlerdi. Lâkin kendilerine üç tuğ, yâni vezaret verildiği de olurdu. Yeniçeri kâtibinden maada, ocaktaki bütün ağaların a-zil ve nasbi kendisine aitti. Padişah kulu olduklarından padişahlar cuma selâmlığına çıkmazlarsa edeben onlar da çıkmazlar, sefere gitmezlerse onlar da gitmezler, hükümdarlar sarayda bulunmadıkları zaman divan içtimai olsa da saraya gelemezlerdi. Mamafih, bu usulle? XVII. Yüzyıldan itibaren terkolunmuştur. Ağalar vezir derecesinde değ.llerse esasen divan içtimaına katılmazlar, dışarda bir yerde beklerler, vezirlerden evvel arza, yani arz odasında bekliyen padişah huzuruna girerler ve sonra ocağa dönerlerdi. Dereceleri vezir ise; divana katılırlar, lâkin arza gene evvelâ yalnız girerler, sonradan diğer vezirlerle birlikte tekrar padişahın huzuruna kabul olunurlardı. Ağaların yaver, irtibat vesair hademesi olarak pek mühim bir maiyeti vardı. Bunlara ağa gediklileri veya serâser kuşaklılar denirdi. (Bak. Ağa gediklileri). Yeniçeri ağası terfi ederse beğîerbeği-lik, vezaret veya kaptanpaşalık verilirdi. Ocaktan cezaen ayrılırsa, Kastamonu san-cakbeği olurdu. XVII. Yüzyıldan sonra, rğalıktan sadrıâzamlığa getiril n de o'muş-tur. Ağalara vezirlik rütbesi ilk önce 1645 yılında tevcih olunmuştur. Vezir olan a-ğalar ağa pasa diye anılırdı. Vakit vakit şehirde kol gezerek ortalığı teftiş ve icabında inzibatı temin de onların vazifele-rindendi. Ağaların elbiseleri sırma işlemeli kırmızı renkte kadife veya satendi. Gerek üst elbiseleri ve gerekse kaftanları daima bu renkte olup başlarında sorguçlu ve beyaz sarıklı kavuk bulunurdu. Divana giderlerken mücevveze ve merasim haricinde alçuhaya kaplı, vaşak kürk giyerlerdi. (Bak. Mücevveze)M.Sertoğlu.

YENİÇERİ AĞASI DİVANI Yeniçeri ağasının nezareti altında ocak işlerini görmek, şikâyet ve davaları dinlemek, yeniçerilerin maaş ve terfi meselelerini halletmek için Ağa - kapısında kurulan divan. Bunun içtima günleri, Divan-ı hümayunun toplantı günlerinde ve onun içtimaından sonra idi. (Bak. Divan-ı Hümayun). Ağa, saraydan Ağa - kapısına yani kendi resmî makamına dönünce divan toplanırdı. Bunun azaları Sekbanbaşı, Kul Kethüdası, Zağarcıbaşı, Seksoncubaşı, Başçavuş gibi büyük zabitler ile İstanbul ağası, Yeniçeri kâtibi ve Fodla kâtibi idi. Sekbanbaşıdan başka diğer büyük zabitlerin bulunmadığı olursa da, İstanbul a-ğasiyle adı geçen iki kâtib mutlaka bulunurlardıM.Sertoğlu.


Yüklə 2,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   44   45   46   47   48   49   50   51   52




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin