FERACE ATMAK Ok atımı müsabakalarında okun kısa düştüğünü anlatan işaretin verilmesiM.Sertoğlu.
FERACE SAMUR KÜRK Samur kürkle kaplı ferace. Şehzadeler, babalarının sağlığında saraydan çıktıkça bunu giyerlerdiM.Sertoğlu.
FERAHÂBÂT KÖŞKÜ Çırağan sarayı yapılmadan evvel onun işgal ettiği saha dahilinde bulunan ve vaktiyle Nevşehirli Damad ibrahim Paşa'ya ait olan köşkM.Sertoğlu.
FERAHFEZA KÖŞKÜ 1751 yılında, L Mahmud zamanında Beşiktaş'ta yapılan meşhur köşklerden biri. Dolmabahçe sarayı yapılırken yıktırılmış ve yeri onun ahası dahilinde kalmıştırM.Sertoğlu.
FERAHI Eskiden askerlerin feslerinin üstüne diktikleri sarı yuvarlak tepelik. Bugünkü inzibat erlerinin vazifesini gören eski kanun'ların boyunlarına taktıkları ve üzerinde kanun yazısı bulunan hilâl şeklinde pirinç ince levhaM.Sertoğlu.
FERÂİZ Islâmî ilimlerden şer'i usullere göre miras taksimini gösteren ilimM.Sertoğlu.
FERAŞET-1 ŞERİFE Mekke ve Medine'deki mukaddes ve mübarek makamların süpürülüp temizlenmesi ve temiz durmasına dikkat olunması vazifssi. Mukaddes sayılan bu vazife Allahın muhtelif isimleri sayısına uyularak doksan dokuz hisse addolunmuş, her hisse on altı kırat itibar edilmişti. Bunun kırk sekiz kıratına padişahlar, yirmi dört kıratına valide sultanlar sahib olur, öbürleri de gözde bulunan bendegâna beratla tevzi edilirdiM.Sertoğlu.
FERHANÂBÂD KÖŞKÜ Fatih tarafından Beykoz'un ilerisinde Tokat bahçesinde yaptırılan köşk. Fatih, Tokat'ın, zaptını burada duyduğu için köşke bu ad verilmişti. Ferhan, sevinçli demektirM.Sertoğlu.
FERİK Türk ordusunda 1934 yılına kadar kullanılan bir askerî rütbe adı olup bugünkü Tümgeneralliğe muadildir. Bu rütbe sahipleri Paşa diye anılan sınıftandı. Ferik rütbe ve unvanı 1830 yılında ihdas olunmuştur. Hassa ferikliği ve Mansure ferikliği olmak üzere iki kısımdı. Hassa ferikleri Hassa ordusunda bir fırka, yani tümene kumanda eden, Mansure ferikliği ise Asâkir-i mansure'nin fırka kumandanına denirdi. (Bak. Asâkir-i Mansure). Feriklik rütbesinin, teşrifattaki msvkii 1835 senesinde mülkî rütbelerin Saniye Sınıf-ı Evvel mütemayizi ve ilmi rütbelerin Anadolu Kazaskerliği ile muadil tutulmuştu. Üç sene sonra tertipte ise ûlâ ve Rumeli Kazaskerliği derecesinde addedildi. 1847 tarihinde ise Feriklik, ûlâ evvelliği, İstanbul payesi ve Rumeli beğ-lerbeğiliği ile aynı derecede oldu. 1903 senesinde Feriklik ile Müşirlik arasında bugünkü Korgeneralliğe ve icabında Orgeneralliğe bedel olmak üzere Birinci Feriklik rütbesi ihdas edilerek mülki rütbelerden Bâlâ'ya karşılık tutuldu. Feriklerin ismi zikrolunmadan evvel Saadetlû denir ve sonunda Hazretleri tâbiri kullanılırdı, (Saadetlû Ahmet Paşa Hazretleri) gibiM.Sertoğlu.
FER'İYYE SARAYLARI Beşiktaş'la Ortaköy arasında bulunan üç kısımdan mürekkep saraylar. Bu saraylarda, kışlık dairesi bulunmayan ve padişahın münasip gördüğü hanedan âzası otururdu. Abdülâziz, hal'inden sonra evvelâ Topka-pı sarayına götürülmüş, sonra V. Murad'a müracaatı üzerine Fer'iyye sarayına naklolunmuş ve burada 1876 yılının 4 Haziranında intihar etmiştir. Bu saraylar, bugün mektep olarak kullanılmaktadır. (Kabataş Lisesi ile Galatasaray iaşesinin kızlar kısmı)M.Sertoğlu.
FERMAN Padişahın herhangi bir me-selsye ait olan resmî emri. Bunun yazılı şekli. Bazan az çok ayrı yerlerde kullanılmakla beraber, Biti, Hüküm, Misâl, Tevki, Yarlığı, Nişan, Berat, Menşur da tamamen aynı mânadadır. Bir fermanın üzerinde ve yukarısında evvelâ nüve şeklinde Allanın ismi kısaca zikrolunduktan sonra altına tuğra yazılırdı. (Bak. Tuğra). Bundan sonra yazılan şeyin Ferman, Bsrat, Tevki ilh... olduğu, daha sonra da gönderilenin resmî elka-bı ve ismi, fermanın gönderilmesinin sebebi, hükümdarın arzu ve emri, istenen şeyin gayet açık ifadesi, emrin yerine getirilmesinde muvaffakiyet hâsıl olması hakkında dua ve nihayet tarih ve fermanın yazıldığı yer zikrolunurdu. Fermanlar, ait olduğu meseleye göre Divan-ı hümayun kalemlerinden birinde yazılır, hülâsası Divan sicillerine kaydolunur. (Bak. Divan Sicilleri). Sonra Tevkiî veya Nişancı denilen yüksek memur tarafından tuğralamp gönderilir veya elden sahibine verilirdi. (Bak. Tevkiî, Nişancı). Ferman, vâsıl olduğu yerde evvelâ kadı tarafından tetkik olunup sahte olmadığı anlaşıldıktan sonra şer'î mahkeme siciline kaydolunup bu kayıt fermana işaret olunduktan sonra hükmü yürürdü. (Bak. Şer'î Mahkeme Sicilleri). Fermanlar, divanî yazı ile gayet itinalı şekilde yazılıp bazılarına tezhip de yapılırdı. Bazan tuğraların yanına padişahlar el yazı-lariyle emrin yapılmasını kısaca yazarar-dı. Tanzimattan sonra fermanlar ancak muayyen meselelere inhisar etmiş ve bunun yerini İrade almıştır. Hatt-ı hüma-yan'lar da aynı kıymeti haizdi. (Bak. îrade, Hatt-ı hümayun)M.Sertoğlu.
FERMAN GEMİSİ Çanakkaleden gelip geçen gemilerin geçiş müsaadelerini kontrola memur olan gemiM.Sertoğlu.
FERMANLI Herhangi bir suçu ve bilhassa devlet otoritesi aleyhine bir hareketi irtikâp edip ele geçmiyen, lâkin hakkında cezalandırılma fermanı çıkmış olan kimse. Fermanla tâyin olundukları için binbaşı rütbesinden yukarı olan subaylar hakkında vaktiyle kullanılan bir tâbirM.Sertoğlu.
FERMENE Dejıa, ziyade Rumeli'de giyilen hiç boş yer kalmamak üzere baştan başa kaytanla işli kısa, kolsuz ve önü kavuşmayan yelek. Çuhadan veya kadifeden yapılır, iki kat sert astarlı olurdu. Yalnız sivil halka mahsustu. Kolay süâh işlemediği için devrinde pek rağbet kazanmıştı. Fransızca süs mânasına olan para-ment kelimesinden bozmadır. Eskiden fermene yapılan ve Galatada bulunan bir sokak bugün hâlâ Fermeneciler diye anılmaktadır. Bunun gibi Kapalıçarşıda vaktiyle fermena yapıldığı için Fermeneciler adını almış bir yer vardırM.Sertoğlu.
FERRAŞ Müslüman mabetlerinin temizliğine bakmakla ve mefruşatına neza-re etmekle vazifeli kimse. Mekke ve Medine'deki mukaddes ve mübarek makamları süpürüp temizliyenler hakkında da kullanılırdı. (Bak. Feraşet-i Şerife)M.Sertoğlu.
FERSAH Bir yol ölçüsü. Farsça fersenk kelimesinden arapçaya geçmiştir. Takriben üç mile veya atla bir saatte alınan mesafeye bedeldi, iran'da bir fersah 6000 zira, yani 4.448 metre itibar olunmuştu. Arap fersahı ise 5.762.8 metreye tekabül eder. İstanbul'da, Üsküdar'dan Kadıköyü'ne kadar olan mesafe bir fersahtırM.Sertoğlu.
FERTUTE Harbde esir alınan kadınların en yaşlısına verilen isim. (Bak. Beç-çe)M.Sertoğlu.
FER VE Kürk kaplanmış olan giyecek şeyM.Sertoğlu.
FERVE-İ BEYZA Şeyhülislâmların resmî elbisesi olan beyaz kürkM.Sertoğlu.
FERVE-İ MURABBA Kabaniçe'nin diğer adı. (Bak. Kabaniçe)M.Sertoğlu.
FERZEND-t BEVVAB Kapıcıların Acemi Ocağına alınan çocukları. (Bak. Kapıcı)M.Sertoğlu.
FERZEND-İ ÇAVUŞ Çavuşların Acemi Ocağına alınan çocukları. (Bak. Çavuş)M.Sertoğlu.
FERZEND-t SİPAH Sipahilerin Acemi Ocağına alınan çocukları. (Bak. Si-pah)M.Sertoğlu.
FES Fas şehrinde yapılıp buradan yayılan yün ksçeden kırmızı başlık. Çok daha eskiden Anadoludaki Roma ve Bizans kolonilerinde azad edilen esirlerin kırmızı başlık giymesi âdet olduğundan büyük ihtilâli müteakip Fransa'da kısa bir zaman revaç bulmuş, oradan Yunan .adalarına sirayet etmişti. Osmanlılarda, bostancılar kırmızı barata giyerlerdi. Buna fes de denir ve bazı yeniçeriler tarafından kullanılırdı. Fesin Osmanlılarda resmî serpuş olması yeniçeriliğin ilgasından sonradır. 1828 de <çıkan bir nizamname ile resmen kabul olunmuştur. Bu suretle kavuk tarihe karışmış oldu. Evvelâ Tunus'tan elli bin ,fes getirtildi, sonra 1883 te izmit'te ve 1835 te İstanbul'da Defterdar semtinde fes-;hane adlı fes imalâthaneleri kuruldu. Ma-.mafih ihtiyaca kâfi gelmediğinden dışardan ve bilhassa Avusturya'dan daima ithal olunurdu. Mecidiye, Aziziye, Hamidi-ye, Ali Kurna, Zuhaf, Sıfır numara, Hasırlı, Silk gibi cinsleri vardı. 1925 yılında çıkan bir kanunla giyilmesi yasak edilmiş ve resmî serpuş olarak şapka kabul olunmuştur. Lâkin bazı islâm memleketlerinde hâlâ kullanılmaktadırM.Sertoğlu.
FETHiYE CAMİİ XIV. Yüzyıla doğ ru inşa edildiği tahmin olunan Mariya Pa-makarisios adlı bir Bizans kilisesi iken İstanbul'un f etilinden sonra birkaç zaman için patrikhane ittihaz olunan ve III. Mu-rad zamanında camiye tahvil edilen mabet. Bu mabedin bulunduğu İstanbul'un bir mahallesi. Şimdiki mihrap kısmı cami olduktan sonra Türkler tarafından yapılmıştır. Sadnâzam Koca Sinan Paşa tarafından ise medrese kısmı ilâve olunmuşturM.Sertoğlu.
FETH ÜL-tSLAM Tuna üzerinde, Belgrad'ın doğu tarafında meşhur bir kale olup Belgradla aralarında sıra ile Or-sova, Güvercinlik, Semendre, Hisarcık kaleleri vardıM.Sertoğlu.
FETİHÇİ Eskiden askerî birliklerin kadrosunda bulunan ve bilhassa sefer zamanlarında dua makamında olarak fetih suresi okuyan kimseM.Sertoğlu.
FETİHNAME Bir yer zaptolunduğu zaman hükümdar tarafından komşu hükümdarlara, valilere ilh... gönderilen ve fethi bildiren resmî mektup. Bütün islâm devletlerinde olduğu gibi Osmanlı Türklerinde de bu âdet vardı. Fetihnâmebr yalnız dost devletlere değil, gözlerini korkutmak ve müteessir etmek gayesiyle düşman devletlere de gönderilirdi. Yapılan muharebenin tarihçesi makamında oldukları için bu noktadan bilhassa değerleri vardırM.Sertoğlu.
FETVA islâm dinine ait şer'î ve hukukî bir meseleye hüküm mahiyetini taşımamak üzere erbabı tarafından verilen mütalâa cinsinden cevap. Fetvayı verena Müfti, onun tedvin ettiği delillere dayanarak hüküm verene Kadı denirdi. (Bak. Müfti, Kadı)M.Sertoğlu.
FETVA EMİNİ Şeyhülislâm dairesinde bulunan ve şeyhülislâmlara sorulan şer'î meselelerin cevabını hazırlamakla ve şer'i mahkemelerce verilmiş ilâmları tetkik etmekle görevli bulunan memur. Bu memuriyet, Kanunî zamanında ihdas edilmiştirM.Sertoğlu.
FETVAHANE Fetva eminlerinin şeyhülislâm kapısındaki dairesi. (Bak. Fetva emini). Bu dairede fetva emininden başka Muavin, İlâmat müdürü, Müsevvid gibi memurlar bulunurduM.Sertoğlu.
FEVZİYE Yeniçeri Ocağı ilga olunduktan sonra Şehzadebaşı'ndaki Eski odalar yıktırılmış ve bu yerin adına II. Mah-mud'un emriyle bu isim verilmişti. Bugün hâlâ bu semtte Fevziye caddesi adlı bir cadde ve Eski odaların Şehzade camii'ne açılan kapısının yerinde Fevziye çarşısı mevcutturM.Sertoğlu.
FEY Eskiden düşmandan harbsiz olarak alınan mal ve arazi hakkında kullanılan bir tâbir. Harble aknan şeylere ise Ganimet denirdi. (Bak. (Ganimet). Fey, ganimet gibi olmayıp tamamı Beytülma-le, yani devlet hazinesine aitti. Bunun gibi, mirasçısı kalmadan ölen kimselerin malı ile Cizye, Haraç ve İkta olunan arazinin aşarı ile madenlerden gelen varidat Fey oddolunmuştur. Peygamberimiz efendimiz (S.S.) zamanlarında Fey tamamen halka dağıtılırdı. Hz. Ebubekir (R.A.) devrinde de bu usul devam etmiş ve Hazreti Ömer (R.A.) ganimet harici olan gelirleri taksimden vazgeçerek hıfzı usulünü vaz etmiştir. Bu suretle Beytülmal denilen devlet hazinesi mücerret bir tâbir olmaktan çıkıp fiilî ve müşahhas bir hal almış olduM.Sertoğlu.
FEZLEKE Kısa, kısaltılarak yazılmış şey. Divan günleri şikâyetçilerin istekleri Çavuşbaşı tarafından kısaca yazılarak divan sırasında Sadrıâzama arzolu-nurdu. Buna da fezleke denirdiM.Sertoğlu.
FINDIK Eski yivsiz tüfeklerin mermilerine verilen isimM.Sertoğlu.
FINDIK ALTINI III. Ahmed zamanında 23 ayar ve 3.4575 gram ağırlığında olmak üzere kesilen altın para. Bundan sonra kesilen altın paralar ekseriya bu isimle anılmış, yalnız ağırlıkları ayrıca zikrolunmuştur. Bir buçuk fındık, iki fındık gibi. Bunların ilk kesilişlerindeki adı Cedid zer-i-lstanbul iken Mısır'da evvelâ Zencirli ve sonraları fındık altını adı bilhassa III. Mustafa devrinde ve 1788 tarihinden itibaren İstanbul'da yayılmıştırM.Sertoğlu.
FINDIKI (Bak. Fındık Altını)M.Sertoğlu.
FINDIK SERPMEK Yeniçerilerin muharebeler sırasında saf şeklinde ve kitle halinde hep birden tüfek ateşi açmalarıM.Sertoğlu.
FIRAK-I DALLE Islâmda ehli sünnetten, yani doğru inanıştan sapan mezhepler. Bunlar, 72 tane idi. Başlıcalan Mutezile, Şia ve Havariç'tir. (Bak. Ehli Sünnet)M.Sertoğlu.
FIRIN MAHBESl Topkapı sarayının bahçesinde, Bostancı fırınının yanında bulunan hapishane. Sarayda tevkif olunan devlet ricaline işkence yapılmasına mahsustu. (Bak. Bostancı Ocağı)M.Sertoğlu.
FIRKA-İ NACİYE İslâmda, doğru inanıştan sapmamış olan mezhep sahipleriM.Sertoğlu.
FlDYE Esir olan bir kimsenin esaretten kurtulması karşıkğında verdiği para. Oruç tutamıyacak kadar ihtiyar veya hasta olanların bir günlük oruca karşılık bir fakire verdikleri iki övünlük yemekM.Sertoğlu.
Fİ-İ MİRÎ Devlet tarafından konmuş, fiyatM.Sertoğlu.
FİLANDİRE Felemenk'e (Hollanda) Osmanlılar tarafından verilen isimM.Sertoğlu.
FİLAR Sarayda giyilen ökçesi hafif, terliğe benzer bir cins ayakkabı. Büyücek yazma mendilM.Sertoğlu.
FİLBAKAN Saray devecilerinin son bölüğünde bulunan ve fillere bakmakla görevli olan iki kişiM.Sertoğlu.
FİLDAMI Fillere mahsus ahır. Istan-bulda Sultan ibrahim tarafından Sultan-ahmed'de Eski mehterhane binasının bulunduğu yerde böyle bir ahır yapılmıştı. Sarayda bulunan kadınlar buraya giderek filleri seyrederlerdi. Bir de Yedikule ile Bakırköy arasında VIII. Yüzyılda yapılmış olup Hebdemon (Bakırköy) sarnıçlarına su veren ve bugün artık mevcut olmayan üstü açık su sarnıcı, Osmanlılar devrinde bir aralık Fildamı olarak kullanılmış ve bu yüzden Filhâne diye anılmıştırM.Sertoğlu.
FİLHANE (Bak. Fildamı)M.Sertoğlu.
FİLİBE NAZIRI Filibede yetiştirilen pirince nezaret etmeye memur kimseM.Sertoğlu.
FİLİKA Daha ziyade kürekle ve nadiren yelkenle yürüyen güvertesiz, alçak ve küçük gemiM.Sertoğlu.
FİLİKACİYAN-I SADR-I ALi Sadrı-âzamlara mahsus filikalarda kürek çeken kimseler olup kendileri Acemi Ocağı ef-radındandıM.Sertoğlu.
FllİNTA Kısa namlulu, hafif, çakmaklı tüfek. Sonraları Martin ve mavzerlerin küçüğüne de bu isim verilmiştirM.Sertoğlu.
FtLORDİN Floransa'ya Osmanlılarca verilen isimM.Sertoğlu.
FİLORİ XI. Yüzyıldan evvel Floran-sa'da basılan ve üzerinde zambak resmi bulunan flöri veya florin adlı altın paraya ve umumiyetle Batı memleketlerinde basılan altınlara Osmanlılar tarafından verilen isim. Buna Filuri de denirdi. (Bak. Duka Altını)M.Sertoğlu.
FİLORİCİYAN (Bak. Eflâkan)M.Sertoğlu.
FİLURİ (Bak. Filori)M.Sertoğlu.
FİRADE Darphanede kullanılan nizamî ayar. Altın için binde 916 2/3, gümüş için 930 idiM.Sertoğlu.
FİRANÇE Fransaya Osmanlılar tarafından verilen isimM.Sertoğlu.
FİRENGİ DELİĞİ Gemilerin güver tesinde bulunup suların denize akması için kenarlarda açılmış deliklerM.Sertoğlu.
FİRENGİSTAN Osmanlıların Avrupa'ya verdikleri isimM.Sertoğlu.
FÎRENK Evvelâ Fransızlara ve sonra bütün Avrupalılara Osmanlılarca verilen isimM.Sertoğlu.
FİRKATE ince donanmanın ağır ge-miîerindendir. Ondan, on yediye kadar oturaklı, yani kürekli idi. Her küreğini iki üç kişi çekerdi. Harb zamanında içinde seksen levend bulunurdu. Ayrıca her firkatede bir reis, bir kılavuz, bir çavuş, bir marangoz, bir kalafatçı, bir top-çubaşı, altı sudegabo, yani böylece on iki gedikli ayrıca elli sekiz taşralı nefer bulunurdu. Firkateler, çektiri nev'indendi. ince donanma haricinde vazife aldıkları zaman çok süratli olduklarından karakol ve irtibat vazfiesi görürlerdi. İsim, aynı mânada olan italyanca Frigate sözünden alınmıştır. (Bak. Çektiri, Hafif Donanma, Sudeyabo, Kalyoncu)M.Sertoğlu.
FİRKATEYN Üç direkli, hem güvertesinde hem ambarında otuzdan yetmişe kadar topu olan bin beş yüz kadar mürettebatlı, yalnız yelkenle yürüyen ve yelken donanımı tam, ağır harb gemisi. Güvertesinde top bulunmayanlara Meze, firkateyn bulunanlara Kapak denirdi. Bir firkateynde reis, muavin, ikinci, üçüncü, dördüncü reisler olmak üzere 30 kişi, 2 yelkenci, 20 muhtelif vazifeli büyük subay, bir aşçı, bir hekim, bir imam, 20 filikacı, 2 topçubaşı, 22 sudagabo, 5 hum-baracı, 5 marangoz, 3 kalafatçı, 12 çavuş ve 16 mîrî esir bulunurdu. Böylece 151 gediklisi, 299 taşralı neferi vardı. Le-vendler buna dahil değildiM.Sertoğlu.
FİSEBİLİLLAH Allah yolunda, Allah uğrunda mânasına gelen bir tâbirM.Sertoğlu.
FİSKE ŞAMDAN Cami ve türbelerde diğer mum ve şamdanları yakmağa mahsus küçük el şamdanıM.Sertoğlu.
FİTİL 0.02505541 gram. (Bak. Dirhem)M.Sertoğlu.
FİTİLLİ TÜFEK Ağızdan dolma ve ateş etmesi için fitille tutuşturulan eski bir cins tüfekM.Sertoğlu.
FİTİL OTU Barutun diğer adıM.Sertoğlu.
FİTNE Ayaklanma, ihtilâlM.Sertoğlu.
FLÂNDRA Harb gemilerinden kumandanlara mahsus geminin grandi direğine çekilen ensiz, uzun sancak. Kaptan-paşaîarın dört köşe sancaklarının altına da (çatal flândra) çekilirdi. Limanda bulunan donanmanın flândra çekmesi, birkaç gün sonra sefere çıkacağına alâmet sayılırdıM.Sertoğlu.
FODLA Bugünkü ramazan pideleri gibi ince, özsüz hamurdan, fazla mayah, ekşice, lezzetli, kolay kopan bir ekmek. Daha ziyade imaretlerde pişerdi. Bundan başka, sarayda pişen ekmek de fodla cinsinden olduğu gibi ocak fırınlarında bir kısım yeniçeriler için de pişerdi. Ocakta pişen fodla, av köpeklerine de verilirdi. (Bak. Fodla fırını)M.Sertoğlu.
FODLA FIRINI Fatih tarafından, av köpeklerinin yiyecekleri için ihdas edilen fırın. Yeniçeriler, kendilerine ait ekmeği kndileri tedarik ettikleri için fodlanın hepsine şümulü yoktu. Fodla fırını asıl Sekban, Zağarcı ve Haseki ortalarında beslenen av köpekleri için kurulmuş olduğundan bir adı da Sekban fırını idi. Ayrı bir bölük addedilen bu fırında Acemi Oğlanları çalışırlardı. Fırının en eskisine Halife yahut Kalfa, bir derece aşağısına ha-murkâr, daha sonra gelene Simitçi denirdi. Bir de masrafların hesabına bakan kâtip vardı. Bu fırın, Ayasofya civarındaydı Ayrıca bir kantarcısı, bir tamircisi, bir ambarcısı, bir sayıcısı, dağılan fodlayı yazan Küçük fodla kâtibi adlı bir de kâtibi vardı. Fodla fırınından Yeniçeri Ağası, Sek-banbaşı, Yeniçeri Kâtibi ve Kethüdası, fırın mensupları, Sekbanlar, Zağarcılar, Seksoncular, Turnacılar, 67, 66, 49 uncu cemaatlar, Acemilerin büyük ağaları, Ağa imamı, Başçavuş, Kul kethüdası, Muhzır-başı, Yeniçeri kalemi mensupları, Orta camisi hatibi ve Kethüda yeri fodla alırlardıM.Sertoğlu.
FODLA HARAN Fodla yiyiciler demektir. Fakir ve kimsesiz yeniçeri yetinv lerinden Ocaktan tayın ve maaş alanlar hakkında kullanılan bir tâbirdirM.Sertoğlu.
FODLA KÂTİBİ Fodla fırınının harç ve masraflarını gösterir defterlerini tutan kimse. Terfi ederse Yeniçeri kâtibi olurdu. (Bak. Fodla fırını)M.Sertoğlu.
FONYA Eski toplara ateş vermek için falya deliğine konulan alet. Buna Funya da denirdiM.Sertoğlu.
FORSA Kürekle yürüyen gemilerde kürek çekmeye memur harb esirleri. Bunlar, birer ayaklarından bulundukları yere çakılı bulunduklarından kaçamazlardı. Kürek cezasına mahkûm mücrimler de aynı muameleyi görürlerdi. Bunlara Payzen denirdi. Gemilerde harb esirlerine kürek çektirmek usulü XVI. Yüzyıla kadar pek revaçta iken tedricen yalnız yelkenle yürüyen gemilerin öbürlerinin yerini alması üzerine forsalar azalmıştır. Yalnız harb zamanlannda forsalara tam itimat caiz olmadığından, hattâ çok zaman tehlikeli anlarda kendilerine cebren dahi iş gör-dürülmediğinden gemilerde kürek çekenlerin ancak yarısı forsalardan, öbür yarısı kürekçilerden seçilirdi. Gardiyanbaşı veya Vardiyanbaşı nezaret ederdiM.Sertoğlu.
FORSA ZİNDANI Tersanede, herhangi bir sebeple gemilerde bulunmayan Forsaların hapsolunduğu yer. Burası, hiçbir forsanın kaçamıyacağı kadar mükemmel bir hapishaneydiM.Sertoğlu.
FRİKYA Afyon, Eskişehir, Kühatya mıntıkalarının eski çağlardaki adıM.Sertoğlu.
FUKARA AŞI imaretlerde pişen yemeklerden ve fodladan oraya devam eden herkes istisnasız istifade ederdi; bazı kimseler ise berat veya emirle aş sahibi olup kendi kabına aldığı yemeği istediği yerde yer veyahut satardı. Bu şekilde beratla tasarruf olunan yemeğe fukara aşı denirdiM.Sertoğlu.
FUKARA DEVESİ Hac kafilesine iştirak eden fakirlerin eşyasını taşımak ve yoruldukları zaman kendileri binmek için devlet tarafından tahsis olunan develer, Hususi hizmetçileri olup istirahat yerinde develere yüklü olan fukara çadırlarını onlar kurar, fakirler içinde istirahat ederler ve meş'aleler yakılıp erzak tevzi olunurduM.Sertoğlu.
FUNYA (Bak. Fonya)M.Sertoğlu.
FUSUL-İ ERBAA Dört mevsimM.Sertoğlu.
FUTA Bele bağlanan önlük yerine kullanılan peştemal. Ekseriya koyu renklerde olurduM.Sertoğlu.
FÜLÛS-I AHMER Araplar tarafından basılan bakır para, mangır. Lâtince fol-lis'den bozmadır. Fülûs çoğuldur. Tekili fels'dir. Lâkin tekil halinde nadiren kullanılırM.Sertoğlu.
FÜRUĞ Evlâtlar, torunlar ve torunların çocuklarıM.Sertoğlu.
FÜRUK-I DALLE (Bak. Fırak-ı Dalle)M.Sertoğlu.
FÜTÜVVET Anadoluda XIII. Yüzyıldan beri meydana çıkmaya başlayıp daha sonra muntazam ve teşkilâtlı bir hale gelmiş olan dini - iktisadi zümrelerin, esnaf ve zanaatkar birliklerinin umde ve nazariyelerine topluca verilen isim. Son tetkiklere göre, muayyen iktisadî esasların zamanla hüviyetini kaybetmemesini temin için dinî prensiplere bağlanmasından doğmuştur. Bu dinî esaslar ise sün-nî - Ortodoks Müslümanlıktan ziyade batı-nî - Hetorodoks - itikada meyyaldi. İstihsalde standardizasyonu muhafaza, malı piyasaya arzetmekte ve fiyat meselesinde birlik, kalitede muayyen bir seviye, kuvetîi bir ticaret ve esnaf ahlâkı, kazançta muayyen topluluklar içinde iştirak bunların esas prensiplerindendir Fütüvvetin ahlâkî cephesinde dört ana prensibi vardı: l — Kuvvetli ve galip vaziyette iken affetmek, 2 — Hiddetli zamanda yumuşak davranmak, 3 — Düşmana karşı iyilik etmek, 4 — Kendi ihtiyacı varken başkasına vermek. Bu mesleğe mensup olanlar Ahi denilen bir şeyhin tarafında toplanırlar, bir tekkede toplu olarak yaşarlar, muhtelif' zanaat ve ticaret işlerinde çalışıp meşru kazançlariyle geçinirlerdi. Ekseriya akşam yemeklerini beraber yerler, geceleri zikr ve semâ ederlerdi. Kıyafetleri bir hırka ile beyaz yünden bir külah ve üzerinde sarılmış bir endaze boyunda bir sarık, mest şeklinde ayakkabı ve bir şalvardan ibaretti. Yabancılara karşı fevkalâde misafirperver, zulmeden hükümet memurlarına ikarşı ise amansız düşmandılar. Bu mesleğe yeni girecekler, hem Ahi müridi, hem de bir mesleğe çırak olurlardı. Başları tıraş olunur, işlemiş olduğu günahlara tövbe ettirilir, şalvar giydirilip kuşak kusatılırdı. Bu kuşak bağlamaya şet denilirdi. Kâfirler, münafıklar, gizli ilimlerle uğraşanlar, içki kullananlar, hamam tellâkları, kasaplar, cerrahlar, avcılar, madrabazlar ilh... bu mesleğe alınmazdı. Osmanlılar, ilk devrelerinden itibaren bunlara karşı müsait ve hattâ kendilerine mensuptular. Osman Bey meşhur Ahi reislerinden Şeyh Ebedali'nin kızım almış, bu suretle onların halk üzerindeki nüfuzundan istifade etmek istemişti. Nitekim Şeyh Mahmud Gazi, Ahi Hasan, Cendere-li (Çandarlı) Kara Halil hep Ahilerden olup Osmanlı Beğliğinin kuruluşunda mühim hizmaterde buunmuşlardır. Gene, I. Murad Bey'in bizzat Ahi reisi olduğuna dair vesikalar bulunmuş ve neşredilmiştir. Bu suretle Osmanlılar, yayılacakları sahalardaki halkın dini - iktisadi temayüllerinden istifade etmişler ve bu sayede muvaffak olmuşlardır. Bu teşkilâtın devlet üzerindeki nüfuzu Fatih'in İstanbul'u alışından sonra azalmaya başlamış ve zamanla esnaf loncaları haline gelmişlerdir. (Bak. Lonca). Bu cins dinî - iktisadî teşekküllerin menşei Anadolu olmayıp Iran ve Asya'dır. Kendileri ise tarikat silsilelerini Haz-reti Ali ve Hazreti Muhammed (S.S.) va-sıtasiyle Nuh Peygambere kadar çıkarırlar. Anadolu'daki bu batınî zümrelerin teşkilâtlanmasından ise XVI. Yüzyılın sonlarından itibaren Dinî - Askerî bir zümre olan Sarıcalar hasıl olmuştur. (Bak. Sarıca)M.Sertoğlu.
FÜTÜVVETNAME Fütüvvet mesleğine mensup olanların umde ve akidelerini izah eden kitaplar. (Bak. Fütüvvet)M.Sertoğlu.
FÜTÜVVETLİ Eskiden Rabıa denilen Dördüncü rütbeyi haiz olan sivillerle, Yüzbaşı ve Kolağası (Önyüzbaşı) rütbesinde bulunan askerlere ait resmî elkabM.Sertoğlu.
GABN-I FAHİŞ Bir alışverişte veyahut ticarî anlaşmada taraflardan birisinin nisbetsiz şekilde fazla aldatılması.
GABYAR Gemi serenleriyle yelkenlere bakan, yelkenleri açıp kapayan gemicilere verilen isim. %Gabya italyanca bir kelime olup üç parçadan ibaret gemi direklerinin ikinci kısmıdır. Birinci kısmına Ana direk, üçüncü kısmına ise Babafingo denirdi. Osmanlı donanmasında Gabyarlık hizmeti 1768-1774 Türk-Rus harbi sırasında ihdas olunmuştur. Bu hizmeti daha evvel gemılarde bulunan Rüasay-ı sütun adlı reisler görürlerdi. Bunların bir adı da Rüe-say-ı rubu'lu idi. Gabyarîar umumiyetle Natika adasıyla Suluca ve Mora'daki Çamlıca bölgelerinin Türk, Rum ve Ermeni halkından ücretle toplanırdı. Bunlardan Müsüman olmayanlara Marinar da denirdi. Bu kelime Slavca olup gemici mânasına gelen Mornar sözünden bozmadır. Marinar'lar ilk defa XVIII. Yüzyıl sonlarında Küçük Hüseyin Paşa'nm Derya-kaptanlığı sırasında toplanmıştır. Yina aynı bölgelerden 4-8 evden bir ev hesabiyle Gabyar bedeliyesi adıyla bir vergi toplanır ve Gabyar'larm ücreti bununla ödenirdiM.Sertoğlu.
Dostları ilə paylaş: |