AKINCILAR Osmanlı Türklerinin hafif süvari kuvvetlerine verilen isim. Bunlar pek hızlı hareket ettikleri için böyle adlandırılmışlardır. Akıncılar hudutlara yakı nbolgelerde bulunurlar, yaz ve kış aylarında muntazam bir programla düşman arazisine akın ederek mal, para ve esir elde etmekle beraber düşman ve düşman memleketleri hakkında her çeşit bilgiyi toplıyarak devlet merkezine ulaştırırlardı. Akıncıların hepsi Türklerden seçilmiş olup ocak halindeydiler; yani akıncıhk sanatı babadan oğula geçerdi. Akıncılar, harb zamanında ordunun ilerisinde üç dört günlük mesafede keşif vazifesini görürler, ordunun yolu üzerindeki köy ve kasabalarda bulunan erzakın ve tarlaların düşman tarafından imhasına engel olurlar, köprüleri ve geçitleri emniyet altında bulundururlar, aldıkları esirlerden bilgi toplayıp orduya bildirirlerdi. Düşman memleketinde şaşılacak bir süratle ilerleyip umulmıyacak yerlerde görünerek şaşkınlık verirler, panik yaratırlardı. Atları, pek uzun mesafeleri hızla aşacak gibi yetiştirilir ve terbiye olunurdu. Akıncılar, sefer zamanında onarlı teşkilat halinde bulunurlardı. On kişiye onbaşı, yüz kişiye subaşı, bin kişiye de binbaşı kumanda ederdi. Hepsi birden ise Akıncı Beyine bağlı idiler. Her akıncı grubu kendi beyinin adı ile anılırdı: Türbanlı, Mihalli gibi. Ancak beylerin katıldığı büyük seferler akın sayılır, yüz kişilik birlikler akın yaparsa buna Haramilik ve daha küçük birliklerle yapılanlara Çete veya Potera denirdi. Akın ve haramilikten elde edilen esirlerin beşte biri devlet hazinesine alınır, çeteler ise bundan muaf tutulurdu. Sulh zamanlarında akıncılar Rumelindeki çiftliklerinde ziraatle uğraşırlar, buna karşılık kendilerinden hiçbir vergi alınmazdı. Böyle zamanlarda bölge bölge Tviça adlı tımarlı Çeribaşılara tabi bulunurlardı. Akın emri, beyleri tarafından bunlar aracılığı ile kendilerine bildirilirdi. Akıncıların maaşları yoktu, içlerinden bâzı eski ve fedakâr yiğitlere ve çeribaş-larına tımar tahsis olunurdu. Devlet sadece akın zamanı bulundukları yerlerden düşman hududuna kadar olan mesafe için yiyeceklerini temin ederdi. Bundan sonra ihtiyaçlarını kendileri gidermek zorundaydılar. Bütün akıncıların isimlerini, eşkâlini ve tımarlı olanlarının dirliklerini gösteren muntazam defterleri vardı; bunların bir nüshası devlet merkezinde ve defterhans hazinesinde, öbürü şer'i mahkemelerde saklanırdı. Ölenlerin veya sakat kalanların, yahut da akına varamıyacak kadar kocayanların yerine oğulları geçer, bu olmazsa istekli olan yakın akrabaları tercih olunur, bu da bulunmazsa iyi binici ve silâhşor gençler —itibarlı kefil göstermek Şartıyla— ocağa alınırlardı. Akıncılar, toplu halde bir bölgede bulunmazlar, Kümelinin muhtelif yerlerinde ocak ocak dağılmış olarak otururlardı. Meselâ, Mihalliler Sofya ve Semendire'de, Turhanhlar Mora'da, Malkoçlular Silistre taraflarında bulunurlardı. Akıncıların sayısı 40.000 civarındaydı. ' Bunlar, varlıklarını ve faaliyetlerini XVI. Yüzyılın sonlarına kadar korumuşlardır. 1595 seferinde geri çekilen ordunun peşinde dönerlerken Sadrazam ve serdar bulunan Sinan Paşa'nın tedbirsizliği yüzünden Tuna suyunun kuzey kıyısında Eflâk voyvodası Mihal'in baskınına uğramışlar, dar ve yetersiz olan köprüden —aldıkları mal ve esirlerin beşte bir devlet hazinesi için ayrılmak bahanesiyle— vaktinde geçirile-medikierinden, düşmanın top ateşiyle köprünün yıkılması üzerine suyun öbür yakasında kalarak hemen tamamen şehid edilmişlerdi. Bu yüzden artık ehemmiyetleri kalmamış, bilhassa yüzbin kadar akın atının bu baskında mahvoluşu ve bir daha yetiştirilemeyişi buna sebeb olmuştur. Devlet bundan sonra onların yerine hudut askeri olan Serhad kuluna daha çok ehemmiyet vermiş, akın hizmeti ise Kırım hanlarına ve Tatar askerine verilmiştir. XVII. Yüzyılın ilk yarısında akıncıların bütün sayısı iki üç bin kadardı. Bunlar da daha ziyade geri hizmetlerde kullanılıyorlardı. Akıncıların silâhları pala, mızrak, kılıç, kalkan ve bozdoğan denilen kısa saplı yuvarlak ağaç topuzdu. Bâzıları hafif zırh giyerlerdi. Akın sırasında bir ata binerler, yedeklerinde dört beş at daha getirirlerdi. Bunlar, hızlı ilerleyişlerde sıra ile binmsk ve dönüşlerde ise ganimet malını yükleyip taşımak içindiM.Sertoğlu.
AKÎDE Yeniçerilere ulufe dağıtılması sırasında ocağın iyi haline ve devlete bağlılığına alâmet olmak üzere Asesbaşı veya Ocak Kapı Kethüdası eliyle Sadrıâ-zam ile ocak ağalarına şeker dağıtılması âdetti. Bu tören, askerin akidesinin iyiliği ve sağlamlığına delâlet ettiğinden akîde adıyla anılırdı. Hâlâ kullanılan akîde şekeri tâbiri bundan kalmadır. Bu şekerden Sadrıâzama beşyüz, Yeniçeri Ağasına ve Sekbanbaşı ile Ocak Kethüdasına ikişer yüz, Başçavuşa elli, Yeniçeri Kâtibine otuz, Muhzır ağaya kırk, Zağarcı, Seksoncubaşılara, Kethüda yerine, Baş yayabaşı ve Baş bölükbaşı'ya yirmi beşer, Turnacıbaşfya yirmi, Solak bağılarla Hasekilere on beşer, Orta ve Küçük çavuşlara ve Mehterbaşı'ya, Talimhaneci vesaireye keza on beşer dirhem verilirdi. En sonra Muhzırbaşı odabaşısı beş dirhem alırdıM.Sertoğlu.
AKMESCİD Kırım'da Simferopol kasabasına Türklerin verdiği isimM.Sertoğlu.
AKSI AŞI Eskiden imaretlerde pişen ve medrese talebeleriyle muhtaçlara ve uğrayan herkse verilen pirinç, kara üzüm, kırmızı üzüm, incir ve erik karışımı bir cins hoşafM.Sertoğlu.
ALACABAYRAK (Bak. Sağ ulûfeci-ter, kapıkulu süvarileri)M.Sertoğlu.
ALÂMET-1 ŞERiF (Bak. Tuğra)M.Sertoğlu.
ALAŞUA Yük hayvanıM.Sertoğlu.
AL AYBAŞI Humbaracıbaşı'nın başka bir adı (Bak. Kumbaracı)M.Sertoğlu.
ALAYBEYİ Tımarlı yani topraklı süvarilerinin sefer dışı zamanlarda bulundukları bölgelerdeki âmirleri. Tımarlı süvarilerin, aşağı yukarı bir nahiyelik bölgede bulunanların en yakın âmiri Çeribaşı idi. Bunlar tımarlı ve bazan zeamet-li olurlardı. Bir kazalık bölgedeki çeri-başılar ise alaybeylerine tâbi bulunurlardı. Alaybeyleri zeamet ve bazan ağır zeamet sahibiydiler. Onlar da bölgelerindeki sancak beylerine bağlıydılar. Sefer zamanlarında çeribaşılar mıntıkalarmdaki tımarlı süvarilerle cebellileri toplayıp alay-beylerinin yanına getirirler, alaybeyleri ise onları tabi oldukları sancakbeyinin bayrağı altına sevkederlerdi. Divan-ı Hümâyunda, her bölge alay-beyinin tatbik mühürü bulunur ve onlardan gelen arizalardaki mühürler bu numunelerle karşılaştırılarak sahte olup olmadıkları kontrol edilirdi. Tımarlı süvarinin bütün müracaatları çeribaşıları va-sıtasıyle alaybeylerine ulaştırılır. Böylece is. görürken sancakbeylerine tabi olmadan işlerini divan vasıtasıyle görürlerdi. (Bak. Tımar)M.Sertoğlu.
ALAY KAPISI Topkapı sarayının Ayasofya camiinin yanında bulunan ve Bab-ı Hümâyun diye de anılan birinci kapısının başka bir adı (Bak. Bab-ı Hümâyun)M.Sertoğlu.
ALAY KÖŞKÜ Topkapı sarayının Soğukçeşme kapısının solunda ve köşede bulunan, saray binalarından bir köşk. îlk önce III. Murad tarafından yaptırılmıştır. Bugünkü şeklini 1810 yılında, yani ü. Mahmud'un tahta geçmesinden bir sene kadar sonra almıştır. Bu köşkte padişahlar harbe giden ordunun geçit resmini ve türlü şenlikler dolayısiyle tertible-nen alayları, bilhassa esnaf alaylarını, bazan da köşkün önünde yapılan idamları seyrederlerdi. Edirne sarayında da bu isimde bir köşk vardıM.Sertoğlu.
ALAY MEYDANI Topkapı sarayında Orta kapı ile Bâbüssaade, yani üçüncü kapı arasındaki saha. Bir adı da ikinci yer di. Divan-ı Hümâyun burada bulunmaktaydı. (Bak. ikinci yer)M.Sertoğlu.
ALEM (Bak. Bayrak)M.Sertoğlu.
ALEMDAR Saltanat sancaklarından Ak Alem'den başkasını taşımakla görevli olanlar. Bunlar, Mirialem'e bağlı bulunan güçlü kuvvetli ve gösterişli kimselerdi. (Bak. Saltanat sancakları, Mîrialem). Bundan başka, Yeniçeri ocağının muhtelif bayraklarını taşıyanlara da bu isim verilir ve birincileri bunlardan ayırmak için Alemdar-ı Hassa denirdi. (Bak. Bayraktar)M.Sertoğlu.
ALEMDARAN-I HASSA (Bak. Mehterhane)M.Sertoğlu.
ALEM-1 NEBEVİ Hz. Peygamberin sancağı olan Sancak-ı Şerifin başka bir adı. (Bak. Sancak-ı Şerif)M.Sertoğlu.
ALEM-1 SAADET Sancak-ı Şerifin başka bir adı. (Bak. Sancak-ı Şerif)M.Sertoğlu.
ALEM MEHTERLERİ (Bak. Mehterhane)M.Sertoğlu.
ALESSİO Arnavutluktaki Leş. jehrine Lâtinlerin verdiği isimM.Sertoğlu.
ALEVÎ (Bak. Kızılbaş)M.Sertoğlu.
ALÎK Mısır'da askere ve kumandanlara günlük veya yıllıklarından bagka aynen verilen hububat veya otlukM.Sertoğlu.
ALİ KURNA (Bak. Fes)M.Sertoğlu.
ALKIŞ Türkçe bir kelime olup mânası dua ve öğme'dir. Hükümdarları usulünce alkışlamak Türk devletlerinin âdetle-rindendir. Osmanlılarda Divan çavuşlarının padişahı ve alay çavuşlarının sadrazamı alkışlamaları usuldü. Bu alkış ise belli bir duayı bir ağızdan yüksek sesle okumaktan ibaretti. / Alkış, hükümdarların ata binip inmeleri, savaşa gidişleri, törenlerde tahta oturmaları ve kalkmaları, bayram tebrikleri ve başka teşrifat sırasında yapılırdı. Alkışların başhcalan şunlardı: / Aleyke âvnullah. / Uğurun açık olsun, ikbalin efzun, padişahım devletinle bin yaşa. / Maşallah, mağrur olma padişahım senden büyük Allah var. / Yardımcın Allah ola, yaşın uzan ola, Kak Teâla efendimi/e ömürler vere, devletinle çok yaşa. / Yavuz Sultan Selim Çaldıran Meydan Muharebesine başlamak üzere atına bindiği zaman altın çomaklı çavuşlar kendisini şöyle alkışlamışlardı: / Hak dergâhında sevgili ve atında dolu, düşmana galip ve arzuna nail olasın. / Sadrazamlara mahsus bir alkış: Maşallah, ömr-i devletinle çok yaşa. / Tanzimattan sonra ise, devlet teşkilâtının tamamile değişmesi üzerine alkışçılar ayrı bir bölük haline getirilmişler ve Hademe-i Hümayun sınıfına dahil edilmişlerdir. Kendilerine Alkış bölüğü denilir ve baş alkışçının emrinde vazifelerini yaparlardı. Bu hal, saltanatın sonuna kadar sürmüştür. (Bak. Hademe-i Hümayun)M.Sertoğlu.
ALMAN TALARİSİ Osmanlı kuruşlarına esas olan bir sikke. Bir adı da Atik stolota idi. Bir buçuk Alman talarisi bir duka veya Osmanlı altını sayılmıştır. Altın yüz yirmi akçe iken, bunun değeri seksen akçe idi. (Bak. Kuruş)M.Sertoğlu.
ALTI BÖLÜK (Bak. Kapıkulu süvarileri)M.Sertoğlu.
ALTIN YOL (Bak. Harem). ÂMEDÇİ: (Bak. Âmedî kalemi)M.Sertoğlu.
ÂMEDÎ KALEMİ Divanı Hümayun kalemlerinden biri. Dışişleri Bakanı olan Reis'ül-küttab'ın hususi kalemi idi. (Bak. Reis'ül-küttab). Sadrıazam tarafından padişaha yazılacak telhis vs takrirlerle yabancı devletler hükümet başkanlarına yine sadrıazam tarafından gönderilecek mektupların müsveddeleri, sulh andlaşmalan ile her çeşit ahidnâme ve anlaşmaların metinleri, görüşme mazbataları ve pro-tokollar, yabancı elçilerle konsoloslara ve yabancı tüccarlara ait her çeşit yazılar ve evrak burada yazılır ve asılları bu kalemde saklanırdı. Yine, Osmanlı Devletinin hariçte bulunan elçilerinden gelen raporların şifreleri burada çözülür, cevapları bu kalem aracılığı ile verilirdi. Divan muameleleri Paşa kapısına geçtikten sonra sarayla sadaret dairesinin teması ve ilişkileri bu kalem yoluyla olmuş ve bundan sonra bu kalem Paşaka-pısı kalemlerinden biri haline gelmiştir (Bak. Paşakapısı). Tanzimattan sonra Amedi kaleminin ehemmiyeti büsbütün artmış, vekiller heyetinin teşkilinden sonra ise bunun zabıt kâtipliğini de bu kalemin şefleri yapmış ve bu hal, 1908 yılına kadar sürmüştür. Âmedî kaleminin şefine Âmedçi, Âmedî Efendi veya Âmedî-i Divan Hümayun denilirdi. Reisü'l-küttab'ın bütün muameleleri bunun elinden geçtiği gibi, kendilerine timar ve zeamet verilenlerin ödemeleri gereken vergileri de âmedçi toplardı. Zaten bu verginin ödendiğini anlatan vesikanın üzerine âmed yani geldi, ödedi diye yazmasından dolayı kendisine âmedçi denmiştir. Tanzimattan İkinci Meşrutiyete kadar, yani 1839-1908 yılları arasında saraya ait arzları yazmak, sadaret değişikliklerinde Babı âli'ye gelen Hatt-ı Hümayunları okumak, vekiller hayetinin müzakere zabıtlarını tutmak, verilen kararları mazbata haline sokmak, Padişah iradelerini kaydetmek gibi en mühim işler başlıca vazıfelerindendi. Âmadî kalemi Paşakapısı kalemlerinden biri haline geldikten sonra âmedçi de ha-deme-i bab-ı âsafi'den (Sadnâzam hiz-mstlılerinden) sayılmıştır. (Bak. Hademe i Bab-ı âsafi.) Âmedçinin emri altında sekiz kâtip bulunurken zamanla bunlar otuza kadar çıkmıştırM.Sertoğlu.
AMELİMANDE Kapıkulu askerlerinden olup ihtiyarlık veya sakatlık yüzünden işe yaramaz hale gelenler. Bunlara, münasip bir tekaüt ücreti verilirdiM.Sertoğlu.
ANADOLU AĞASI Acemi Ocağında Ağadan sonra gelsn kimse. Kendinden sonra ise Rumeli Ağası gelirdi. (Bak. Acemi ocağı). Anadolu ve Rumeli ağalan devşirmelerin toplanıp şevklerinde defterleriyle yeniçeri ağasına takdim olunuşlarında ve Türk'e verilişlerinde vazifelidirler (Bak. Devşirme). Acemilerden Anadolu köylüsüne verilecekleri Anadolu ağası ve Rumeli köylüsüne verilecekleri de Rumeli ağası sevk ederdi. Buradaki hizmetleri sona erince Acemi ocağına kayıt muamelelerini yine bunlar yaparlardı. Baş yayabaşı, acemi yayabaşı, deveci veya hasekilerden biri terfi ederek Rumsli ağası olur, o da boşalınca Anadolu ağalığına geçerdi. Bu ağalar, ocağın iç işlerine karışmazlardıM.Sertoğlu.
ANADOLU BEĞLERBEĞİSİ (Bak. Beğlerbeği)M.Sertoğlu.
ANADOLU DEFTERDARI (Bak. Defterdar)M.Sertoğlu.
ANADOLU EYALETİ Osmanlı eyâletlerinin ikincisidir. Anadolu Beğlerbeğisinin idaresinde bulunurdu. Sonradan bu eyalet valilerine Vezir rütbesi verilir olmuştur. Anadolu eyâletinin merkez sancağı Kütahya idi. Diğerleri şunlardır: Hüdavendigâr, Karahisar-ı Sahip, Saruhan, Aydın, Kastamonu, Bolu, Menteşe, Sultanönü, Ankara, Kengiri (Çankırı), Teke, Hamit, Karesi, Tımar ve zeamet sahipleri sekiz bin altıyüz ondokuz kılıç (Bak. Kılıç) olup cebelileriyle (Bak. cebeli) birlikte yirmi beş bin kişilik seferi bir kuvvet teşkil ederlerdiM.Sertoğlu.
ANADOLUHİSARI (Bak. Güzelcehi-sar)M.Sertoğlu.
ANADOLU KAZASKERİ (Bak. Kazasker)M.Sertoğlu.
ANADOLU KAZASKERİ DİVANI (Bak. Kazasker divanı)M.Sertoğlu.
ANADOLU MUHASEBECİLİĞİ Bâb-ı Âsafi'nin hazine dairesine bağlı kalemlerin-dendi. Padişahlara ve vezirlere ait olup Anadolu'da bulunan vakıf ve tevliyet hesaplarına bakardı. Erzurum'dan başka Anadolu kalelerinin masraflarına ait yıllık muhasebe de burada görüldüğü gibi, Anadolu'da beğlerbeğiler tarafından verilen tımarların tezkerelerini tetkik ve beratlarını çıkarmak da bu kalemin vazife-siydiM.Sertoğlu.
ANADOLU PAYESİ (Bak. Paye)M.Sertoğlu.
ANAHTAR AĞASI (Bak. Miftah gu-lâmı)M.Sertoğlu.
ANBARCI Kalyonlardaki anbar ve depoların koruyucularına verilen isim. Bunlar, kalyonların büyüklüğüne göre 10 - 20 kişi olurlardı. Başlarına Anbarcıbaşı denilirdi. Anbarcıbaşı, bir kalyondaki anbar ve depoların ikinci şefi idi ve Bâdbanî'ye bağlı idi. (Bak. Bâdbanî)M.Sertoğlu.
ANBARCIBAŞI (Bak. Anbarcı)M.Sertoğlu.
ANBARÎ-I FADLA (Bak. Halife-i Şa-girdan)M.Sertoğlu.
ANZİYADE MAHLÛL (Bak. Oda mahlûiü)M.Sertoğlu.
ARABACIBAŞI Top Arabacıları ocağının en büyük ağası ve âmiri olan zat. ilk defa Yavuz zamanında derecesi sancak beyinden aşağı olmak üzere arabacıbaşı'-dan bahseden kayıtlara rastlanır. Böyle olmakla beraber bu ocak Topçubaşıya tâbi olmak üzere Fâtih devrinden beri vardı. (Bak. Top arabacıları ocağı). Arabacıbaşılık boşalırsa, İstabl-ı Âmire'den saraç veya küçük Imrahor kethüdası bu makama tâyin olunurdu. Kendilerine Serarabaî de denirdiM.Sertoğlu.
ARABACILAR KIŞLASI (Bak. Top arabacıları ocağı)M.Sertoğlu.
ARAKIYE Başa kavuk giyildiği devirlerde, bu serpuşun altına yağlanıp kirlenmesin diye ve teri emmek için giyilen takke. Bir adı da arakçin'di. Belli tarikat dervişlerinin başlarına giydikleri çoğu tiftikten dokunmuş külaha da arakiye denilirdiM.Sertoğlu.
AKAK RESMİ (Bak. Zecriye resmi)M.Sertoğlu.
ARALIK (Bak. Büyük tövbe)M.Sertoğlu.
ARAP VE ACEM DEFTERDARLIĞI Yavuz Sultan Selim Doğu Anadolu ve Suriye'yi fethettikten sonra bu civarda merkezi Halep olmak üzere kurulan yeni bir defterdarlık olup buna Halep defterdarlığı da denirdi. Bu defterdarlık, 1573 yılında önce Diyarbskir, sonra Şam ve sırasıyla Erzurum, Trablusşam defterdarlıklarına bölünerek Haleple beraber beşe ayrılmış oldu. (Bak. Defterdar)M.Sertoğlu.
ARALIK TEVZİİ (Bak. Tevzi defteri)M.Sertoğlu.
ARAP VE ACEM KAZASKERİ Yavuz devrine kadar yalnız iki kazasker varken, doğu ve güney Anadolu'nun fethi üzerine merkezi Diyarbekir olarak üçüncü bir kazaskerlik kurulmuştur. Müverrih İdris-i Bitlisi ilk Arap ve Acem kazaskeridir. Suriye ve Mısır'ın zaptı üzerine ise, üçüncü kazaskerler divanı hümayun azaları arasına alınmıştı. Arap ve Acem kazaskerliği Yavuz'un son sadrıazamı Pirî Paşa tarafından kapatılarak buraya ait vazife ve salâhiyetler Anadolu kazaskerliğine eklenmiştirM.Sertoğlu.
ARAZİ Arapça dünya ve yeryüzü mâ-nasmdaki arz kelimesinin çoğulu olup bir memleketin bütün topraklarına verilen isimdir. Memleket arazisi kullanılış şekline göre muhtelif kısımlara ayrılırdı. Osmanlılarda toprak mülkiyeti islâmî sistemden alınma olmakla beraber, ayrı özellikler taşırdı. Bu özellikler ise Osmanlı Devleti kanunnameleriyle tarif edilmiş ve belirlenmişti. Buna göre Osmanlı Devletinde arazi çeşitleri şunlardı: / 1 — Mîrî arazi veya arazi-i emiriye rakabesi yani mülkiyeti devlete ait olan topraklar. Devlet, bunların kullanma hak kını belli şartlarla belli kimselere verirdi. Bunların başında ise, tımar, zeamet ve hâs sahipleriyle yurtluk ve ocaklık, arpa lık, malikâne sahipleri gelirdi. (Bak. Tı mar, Hâs, Zeamet, Yurtluk, Ocaklık, Ar palık, Malikâne). Bu şekilde toprağa ta sarruf edenlere, meskûn olan ve toprağı işleyip mahsul elde eden halkın vermekle mükellef bulundukları yıllık vergi devlet tarafından terk (Dâimi) ve tahsis (Belli bir süre için) olunmuştu. Eğer bu top raklar Müslümanlarla meskûn isE verdikleri vergiye haraç ve bu araziye ise arazi-i haraciye denilirdi. / 2 — Vakıf arazi veya arazi-i mevkufa. (Bak. Evkaf). / 3 — Mülk arazi: Rakabesi (çıplak mülkiyeti) şahıslara ait olup öşür ve haraç vermezlerdi. (Bak. Öşür, Haraç). Eğer hem rakabesi, hem tasarrufu şahıs lara ait olursa buna sırf mülk, rakabesi şahıslara ve tasarrufu devlete veya dev let namına arazi tasarruf edenlere ait olursa buna Malikâne-divani denilirdi. (Bak. Malikâne-divanî). / 4 — Metruk arazi: Rakabesi devlete ait olup tasarrufu kimseye verilmeden herkesin faydalanmasına bırakılan otlak, yaylak, baltalık, harman yeri gibi arazi. Bunun maktu olan vergisini beraberce faydalananlar verirlerdi. / 5 — Mektum arazi: Yani rakabesi dev lete ait olup kaydı bulunmadığından şa hıslar tarafından gizlice ve hiçbir vergi verilmeden kullanılan arazi. Metruk ve mektum arazi de mîrî arazi cinsindendir. Osmanlı devletinin elde bulunan arazi ka yıt defterlerinin bize verdiği bilgiye göre, genel bir sonuç olarak imparatorluk hu- dudları içindeki arazinin Hicaz ve Afrika bölgeleri dışında kalan yerlerde ve yer yer az çok değişik olmakla beraber %20-30 u, geliri devlet hazinesine giren Havass-ı Hümayun %40-45 i, geliri çeşitli hizmet sahiplerine ayrılmış olan Timar, has, Zeamet, %30-20 si vakıf ve %10-5 i mülktüM.Sertoğlu.
ARDCILAR Osmanlı ordusunun harb ve yürüyüş nizamının gerisinde, ağırlıkların yanında bulunan neferlere verilen ad. Bunların bir adı da Dümdar diM.Sertoğlu.
ARETAS Göksu'nun Bizans zamanındaki adıM.Sertoğlu.
ARlFE DİVANI, ARİFE MUAYEDESİ Osmanlı sarayında Şeker ve Kurban bayramlarından bir gün önce yapılan törenin adı. O gün öğleden sonra başlarında çavuşbaşı olduğu halde Divan-ı Hümayun çavuşları alay meydanında, yani orta kapı ile Babüssaade arasındaki ikinci yerde ve Adil köşkü denilen padişahlara mahsus mevkiin karşısında saf halinde dururlar, mehterhane takımı da aynı şekilde yer alırdı. Ayrıca, Hâsahırdan çok süslü atlar mehterhâne'nin arkasında yer alır, firkmemeleri için üzerlerine saraçlar binerlerdi. Büyük îmrahor ağa, bunlara nezaret ederdi. Merasim, ikindi namazından sonra fatiha ile başlardı. Bundan sonra mehterhane çalar ve çavuşlar alkış yaparlardı. Sonunda duacı çavuş yan manzum, yan mensur bir dua okur, çavuşlar âmin dedikten sonra yine bir fatiha ile merasim «ona ererdi. Bu merasimin bir adı da Arife Muayedesi idiM.Sertoğlu.
ARİYETİ ÇAVUŞ Yeniçeri veya acemi ocaklarında çavuş vekiline veya namzedine verilen isimM.Sertoğlu.
ARKADİAPOLİS Lüleburgaz'ın Bizans zamanındaki adıM.Sertoğlu.
ARNAVUT BELGRADI Türklerin Arnavutluktaki Berat şehrine verdikleri isimM.Sertoğlu.
ARNAVUT İSKENDERİYESİ Türklerin îşkodra şehrine verdikleri isimM.Sertoğlu.
ARPA Yarım habbe, yani yaklaşık 35.5 miligrama eşit bir ağırlık ölçüsü. Aynı zamanda altı arpa karın karına gelirse bir parmak denilen' bir uzunluk ölçüsü ortaya çıkardıM.Sertoğlu.
ARPABAHA Her sene gereken arpa re ot ve hayvan levazımını sağlamak için arpa eminine hazineden verilen para (Bak. Arpa Emini). Bunun senelik miktarı XVIL Yüzyıl ortalarında 11.816.379 akçe idi. Bunun maiyetinde iki yüz kadar arpacı bu-minde görülürdü. Yine, bu ad altında merkeze itaati azalan valilerle bâzı âsilerin halktan kanunsuz olarak vergi aldıkları olurdu ki bunun bir adı da Yembahadır. (Bak. Çizmebaha)M.Sertoğlu.
ARPA EMİNİ Sarayın Bîrun ricalinden ve âmirlerden olup (Bak. Bîrun) Hâ-cegân rütbesini taşırdı. (Bak. Hacegân). Vazifesi, saray ahırlarına ot ve arpa ile hayvan levazımını sağlamaktı. Emin-3 Cevv ve Şaîr Emmi diye de anılırdı. Bunun maiyetinde iki yüz kadar arpacı bulunurdu. Gündeliği altmış akçe idi. Sulh zamanlarında sarayda oturur, seferlerde cephede hayvanların yiyeceğini temin e-derdi. Bu eminlik XIX. Yüzyılda zahire ne-zaretiyle birleştirilmiştir, (Cevv Farsça. Şair Arapça = Arpa)M.Sertoğlu.
ARPALIK Yüksek devlet memurlarına, bâzı saray mensuplarına, ilmiye (hoca) sınıfının ileri gelenlerine ilâve tahsisat, emekli veya mazuliyet maaşı olarak bağlanan gelirlere genel olarak verilen isim. Bunun, aslında memurluğu do-layısile at beslemek durumunda olanlar için konduğu tahmin olunmaktadır. Arpalık, kendisinden başka kalabalık maiyeti, uşak ve hizmetkârları bulunanların bu masrafları gözetilerek bağlanırdı. Sonraları daha fazla yayılmış ve hemen bütün ilmiye ficali, daha çok azledildikleri devrede bundan faydalanmışlardır. Bununla beraber Şeyhülislâm, Kazasker, Müderris gibi ileri ilmiye ricaline, padişah hocalarına, güç vazifeler verilen idare âmirlerine vazifede bulundukları zaman ayrıca arpalık verildiği gibi Yeniçeri ağası, Kırım Hanı ve bâzı saray mensuplarının memuriyet ve mevkileri gereği tabiî surette arpalıktan vardı. Arpalık, ya belli bir kaza veya sancağın yıllık gelirinin bir kısmı tahsis olunmak veya hazineden belli bir gündelik verilerek olurdu. Bunun birincisine Bervech-i arpalık dirlik ikincisine Bervech-i arpalık ulufe denilirdi. Arpalığın en fazlası idare âmirleri için yıllık yüz bin, ilmiye ricali için yetmiş bin, Yeniçeri ağası için elli sekiz bin, saray mensupları için en çok tımar derecesinde yani 19999 akçe olup ulufe olarak verilenlerin yıllık toplamı da bu dereceyi aşmazdı. Bu usul birçok suiistimallere meydan verdiği için XVIII. Yüzyılda kaldırıldı ve yalnız ilmiye sınıfına verilir oldu. Tan-zimattan sonra ise büsbütün kaldırılarak buna karşılık Tarik maaşı verilmeye başlandı. Meşrutiyetten sonra ise ilmiye sınıfına da, öbür devlet memurları gibi, muntazam aylık ve emeklilik bağlandı ve arpalık tarihe karışmış olduM.Sertoğlu.
ARPALIK TİMAR Bazı vazife sahiplerine gelirlerine ek olarak o görevde bulundukları süreye mahsus olmak üzere bağlanan toprak dirliği olup öbür Timar sahiplerinin yükümlülükleriyle bağlı değillerdiM.Sertoğlu.
ARSLANCI Sarayda beslenen arslan re kaplanlara bakanlara verilen isim. Bunlar on iki kişi idiler. Âmirlerine Arslancıbaşı denirdi. Ayrıca kethüda, odabaşı ve baş eski adlı ikinci derecede âmirleri vardı. Ayrı bir ocak olan arslancılarm işten çıkarılmaları ve işe alınmaları ise Hazinedarbaşıya aittiM.Sertoğlu.
ARSLÂNHANE Sarayda beslenen arslanların muhafaza olundukları yer. Silâhdar tarihi II. Ahmed'in tahta çıkışı bahsinde arslanhanenin Sofa köşkü denilen Kara Mustafa Paşa köşkü ile Arz odası arasında karanlık bir yer olduğunu yazar. Sonradan ise, Gülhane meydanında bulunan Sultan Mahmut köşkü, Ab-dülaziz tarafından Arslanhane yapılmıştır. Bundan başka At meydanında, ibrahim Paşa sarayının yanında bulunup yeni Adliye binası yapılırken yıktırılan eski Mehterhâne'de de bir arslanhane vardı. Hatta bu yüzden Mehterhâne'nin Arslanhane diye anıldığı da olurdu. (Bak. Çadır mehterleri)M.Sertoğlu.
ARSLANLI (Bak. Esedî)M.Sertoğlu.
ARŞIN Eskiden beri Doğuda ve bu arada Osmanlı Devletinde kullanılan bir cins uzunluk ölçüsü. Aşk, parmak ucundan dirseğe kadar olan kol boyundan alınmıştır. Arşın iki türlü idi. Biri çarşı arşını, öbürü ise mimar arşınıdır. Çarşı arşını kumaş ölçmek için kullanılırdı ve 68 santimetre boyunda idi. Bunun sekizde birine Ruba on altıda birine Kerah denilirdi. Daha pahalı olan ipekli kumaşlar içinse —fiyatı göze çok görünmesin diye— Endaze adlı 60 santimetrelik bir ölçü kullanılırdı. Mimar arşını ise 75.8 santimetre idi; adı da Zira veya Zîra-ı mimari idi. Karın karına verilmiş altı arpa bir parmak, on iki parmak bir kadem, iki kadem bir zira' idi. iki buçuk zira' ise bir kulaç sayılmıştır. Bundan başka on iki nokta bir hat, on iki hat bir parmak, yani bir arpa altı hattıM.Sertoğlu.
Dostları ilə paylaş: |