KABALAK Şapkanın kabulünden evvel Türk ordusunda kullanılan bir serpuşM.Sertoğlu.
KABANİÇE Hükümdarların şahsına mahsus kürk. Bazen pak büyük bir iltifat eseri olarak sadnâzamlara huzura çıktıkça muvakkaten giydirilirdi. Kırım hanlarına da hediye edildiği olurdu. Kollu veya kolsuz olmak üzere siyah tilki derisinden, enli yakalı, önü murassa (kıymetli taşlarla işlenmiş.) ve mücevher çaprasth, mücevher veya elmas düğmeli olurdu. Kadife kaplı olanları bazan Eflâk ve Boğdan prenslerine giydirilirdi. Çuhaya dikilmiş parça samur, sincap veya kakum kürklü olanına kontoş denirdiM.Sertoğlu.
KABBAN Ekseriya gıda maddeleri tartmakta kullanılan büyük terazi, baskül. Bu kelime zamanla Kapan şeklini almıg ve şehrin ihtiyacı için un tartılan yere Un-kapanı, yağ tartılan yere Yağkapan v.s. denmiştirM.Sertoğlu.
KA'B-I ŞÛM Ka'b topuk, Şûm uğursuz demek olup ayağı uğursuz anlamına kullanılırdı. Bu yüzden azledilen Sadrıâ-zamlar görülmüştürM.Sertoğlu.
KAÇKUN Başıboş olarak tutulan ve bir ay bekletildikten sonra sahibi çıkmıyan hayvan. Böyle hayvanlar bulana mal edilir ve kendisinden buna karşılık resmi Laçkan denilen bir vergi alınırdı. Nizami müddet içinde sahibi çıkarsa teslim edilir ve sahibinden resmi yava adiyle bir miktar vergi tahsil olunurdu. (Bak. Tekâlif)M.Sertoğlu.
KADANA Forsaların ayağına vurulan zincir. (Bak. Forsa). Büyük ve iri Rus ve Macar atıM.Sertoğlu.
KADEH Mısır'da ve Hicaz'da kullanılan Erdeb adlı hububat ölçüsünün dörtte biri (Bak. Erdeb) dir. Bir kadeh 32.726 habbe itibar olunmuştur. (Bak. Habbe)M.Sertoğlu.
KADI Osmanlı devletinde kazaî ve adlî salâhiyeti olan kimse. Bugünkü hâkim (yargıç) ve müddeiumumilerin (savcı) vazife ve salâhiyetini nefsinde toplar. şer'i ve örfi kanunlara göre hüküm verirdi. Kadı olmak için bütün medrese tahsilini tamamlayıp icazet alan kimselerin adı, icazet alış sırasiyle bir deftere yazılır ve bunlara mülâzım denirdi. Mülâzımlar için üç yol vardı: Tedris, kaza ve idare. Tedris yolunu seçen, en küçük medreseden başlamak üzere Müderris olur, kaza yolunu seçen, en küçük idarî birlikten başlamak şartiyle Kadı olur, idare yolunu seçenlere ise, yirmi bin akçelik Zeamet verilirdi.' Kadılar, yavaş yavaş ve zamanla terfi ederek nahiye, kaza ve sancak kadılığına kadar çıkarlardı. Daha fazla yükselmek için tekrar medreseye dönerek bir müddet müderrislik etmek ve Tetümme medresesine kadar çıkmak lâzımdı. Tetümme müderrisliğinden eyalet kadısı olunur, eyalet kadıları terfi ederlerse Bilâd-ı hamse, Haremyen kadılığına yükselirlerdi. Bundan sonra gelen derece Galata, îs-tanbul kadılığı, Anadolu kazaskerliği, Rumeli kazaskerliği idi. Rumeli kazaskerleri terfi ederlerse şeyhülislâm olurlardı. Eyalet kadılarına mevali, İstanbul, Edirne, Bursa kadılarına taht kadıları denirdi.. Sahn müderrisleri isterlerse defaten taht kadısı olurlardı. (Bak. Müderris). Kadılık, Mansıb ve Paye olmak üzer-3 iki kısımdı. Bir makam bilfiil işgal olunur ve orada vazife görülürse buna Mansıb, bilfiil işgal olunmaz, sadece bir rütbe derecesi olarak ismen kullanılırsa Paye denirdi. Osmanlı imparatorluğunda kadılıkların mansıb ve payeleri şöyle idi: 1 — Mansıblar: Nahiye kadısı, Sancak kadısı, Vilâyet kadısı denilen Mevleviyet (Mevleviyet ayrıca iki kısımdı. Birincisi Bağdat, Antep, Bosna, Erzurum, Maraş, Trablusgarb, Beyrut, Kürdistan, Rusçuk, Sivas, Adana, Çankırı ve Mahreç mevlevi- yetleri hariç olmak üzere diğer vilâyet ka dılıkları, öbürü ise bu saydığımız vilâyet kadılıkları idi. Bunlara Devriye mevlevi- yeti ve bu mansıplara sahip olanlara Dev riye mevâlisi denirdi); izmir, Selanik, Ye nişehir feneri, Hanya, Kudusü şerif, Haleb, Trabzon, Sofya, Üsküdar, Havass-ı refia'- dan ibaret olan Mahreç veya Bilâd-i aşere mevleviyetleri; Mısır, Şam, Edirne, Bur sa, Filibe'den mürekkep Bilâd-ı hamse mevleviyetkri; Haremeyn, yani Mekke vö Medine kadılıkları, Galata kadılığı, istan bul kadılığı, Anadolu kazaskerliği, Rume li kazaskerliği. 2 — Payeler: izmir pâye-i mücerredi, Edirne pâye-i mücerredi, Devriye mevleviyeti, Manreç mevleviyeti, Bilâd-ı hamse mevleviyeti, Galata payesi, İstanbul payesi, Anadolu payesi, Rumeli payesi, Pâye-i Fetva. Paye sahipleri ertesi yıldaki silsilede o payenin bilfiil mansıbını alırlardı. (Bak. Silsile). Rumeli kazaskeri terfi ederse Müf-ti, yani Şeyhülislâm olurdu. Kadılar, baktıkları dâvalara göre şahısları için muayyen bir vergi alırlardı. Bundan başka ilk tayinde yirmi beş akçe yevmiyeleri vardı. Zamanla bu yevmiye artardı. Sancak kadıları yüz elli, mevali üç yüz taht kadıları beş. yüz akçe yevmiyeli idiler. Kadılar, adlî ve kazaî işlerden başka, bulundukları mıntıkalarda zahire tedariki, maden, yol ve sair işlere tâyin olunanların şevki, devşirme işleri gibi idarî meselelerle de meşgul olurlardı. Ancak bu işlere re'sen karışmazlar, merkezden verilen emir üzerine harekete geçerlerdiM.Sertoğlu.
KADIASKER (Bak. Kazasker)M.Sertoğlu.
KADIN, KADINEFENDİ (Bak. Gedikli cariye)M.Sertoğlu.
KADIRGA Osmanlı donanmasında çekdiri nev'inden olan gemilerin en büyüğü. (Bak. Çekdiri). Yabancı donanmalarda buna Gali veya Galer denirdi. Kadırgalar, yirmi beş oturaklı ve kırk dokuz kürekli idi. Her küreği dört beş kişi tarafından çekilirdi. Uzun ve ensiz olup boyları 165 - 168 genişlikleri 21 - 22 kadem idi. Su seviyesine yakm alçaklıkta, son derece seri gemilerdi. Hem kürek ve hem de yelkenle hareket ederlerdi. Manevra kabiliyetleri ve fırtınaya tahammül dereceleri yüksekti. Her kadırgada bir büyük, dört orta ve sekiz küçük top, 196 kürek-Çİ, 100 cenkçi, yelkenci, dümenci, vardi-yacı, kalafatçı nev'inden otuz beş kadar gedikli gemici, bir kaptan ve bir reis bulunurdu. Yalnız yelkenle hareket eden kalyonların yaygınlaşmasından evvel kadırgalar Osmanlı donanmasının esasını teşkil ederdiM.Sertoğlu.
KADI SİCİLLERİ (Bak. Şer'î mahkü-me sicilleri)M.Sertoğlu.
KAFES (Bak. Kasr-ı âdil)M.Sertoğlu.
KAFES (Bak. Şimşirlik)M.Sertoğlu.
KAFTAN Her çeşit üst elbisesine umumî olarak verilen isim olup Arapça-sı Hilat'dır. (Bak. Hü'at)M.Sertoğlu.
KAFTANCIBAŞI Her sene Devlet Hazinesi için satın alman kürk, hil'at ve-sairenin satın alınması ve korunmasından mesul .olan kimse. Kendisi, taşra hazine-darbaşısına bağlı idiM.Sertoğlu.
KAFTANLI Enderun odalarından Büyük ve Küçük odalardan sonra gelenlerin mensuplarına verilen isim. (Bak. Enderun)M.Sertoğlu.
KAĞITÇI BAŞI, EMİNİ Devlet dairelerinde kullanılan kâğıt, vesair kırtasiye levazımını her sene tedarik ve bunun tevzii ile meşgul olan kimse olup kendisi taşra hazinedar basısına karşı mesuldü. Bu malzeme, taşra, yani devlet hazinesinde saklanırdı. Sarayın Enderun kısmına ait kırtasiye masraflarına ise Enderun kâğıt emini bakardıM.Sertoğlu.
KAHİ (Bak. Seğirdim)M.Sertoğlu.
KAHVECİBAŞ.I Enderun odalarının en muteberi olan hasodaya mensup olup padişahların içeceği kahveyi hazırlamakla mükellef kimse. Devlet erkânının maiyetinde bulunan ve kahvecilik hizmetini görenlerin başıM.Sertoğlu.
KAHYABEY (Bak. Sadaret kethüdası)M.Sertoğlu.
KÂHYA KADIN Saraydaki bütün cariyelerin âmiri olan kadın. Kendisi, valde sultan dairesine mensuptu. Amirlik alameti olarak elinde gümüş kaplı bir değnek ile hünkâr dairesindeki muhtelif eşyayı mühürlemek için yanında padişahın bir mührü bulunurdu. Muavinine Hazinedar usta denir, o da hükümdarın elbiselerine ve harem levazımına bakar, göçlerde saray kadınlarına refakat ve nezaret ederdiM.Sertoğlu.
KAİME-İ MUTEBERE Osmanlı imparatorluğunda ilk kâğıt paralara verilen isim olup evvelâ Abdülmecid devrinde ve 1841 tarihinde çıkarılmışlardır. Bunlar, muayyen müddetli ve yüzde sekiz faizli olduklarından bir nevi hazine bonosu gibi idiler. İlk ihraç edilen miktar yüz altmış bin liralık idi. 1843 yılında, eskisi çok taklid edildiği için matbu olarak yenisi piyasaya çıkarılmış ve faiz haddi yüzde altıya indirilmiştir. Lâkin yine taklid olunduklarından 1847 yılında yenileri çıkarıldı. Bundan sonra muhtelif zamanlarda ilgaları için alınan tedbirlere rağmen kâğıt para büsbütün kaldırılama-dı. Birinci Cihan Harbinden sonra ise, bütün dünyada olduğu gibi artık daimileş-ti. Esasen Abdülaziz devrinden itibaren çıkarılanlardan faiz usulü kaldırılmış ve bunlar alelade kâğıt para hükmüne girmişler, bir nevi esham (hisse senedi) olmak vasıflarını kaybetmişlerdi. Osmanlıların bu kâğıt paralarına Kaime-i nakdiye adı verilmiştirM.Sertoğlu.
KAİMMEKAM Birisinin yerine vekil olarak kalan kimse. (Bak. Sadaret kaim-mekamı, İstanbul kaimmekamı)M.Sertoğlu.
KAKMA (Bak. Hâtemkâri)M.Sertoğlu.
KALAFAT Ahşap gemilerin tahta aralıklarına zifte bulanmış üstüpüler sıkıştırıp üzerine zift sürmek. Yeniçeri teşkilâtında, yüksek rütbeli bazı kimselerin giydikleri kavukM.Sertoğlu.
KALAFATÇI Eskiden tersanede veya gemilerde çalışan ve kalafat işleriyle meşgul olan kimseler. Kalafatçılar tersane halkından sayılır ve Acemi Oğlanlarından seçilirlerdi. Hepsi altı yüz kişi kadardı, İstanbul'da biri tersanedeki Kurşunlu mahzende ve öbürü Galata'da Kürekçikapısı'nda olmak üzere iki yerde kışlaları vardıM.Sertoğlu.
KALAYA (Bak. Matbah-ı Âmire)M.Sertoğlu.
KALE AZABLARI (Bak. Azab)M.Sertoğlu.
KALEBEND Herhangi bir suçtan dolayı bir kalenin hisarından dışarı çıkmamak üzere içinde oturmaya mahkûm olan kimseM.Sertoğlu.
KALE DİZDARI (Bak. Dizdar)M.Sertoğlu.
KALE-1 SULTANİYE Çanakkalenin diğer adıM.Sertoğlu.
KALEMlYYE DAİRESİ XVIII. Yüzyıl başlarında Bâb-ı def teri'nin Mevkuf aî kalemine bağlı olarak meydana getirilen bir teşekkül. Burası, müstakil bir kalem olmayıp mevkufata bağlı bulunduğu için reisi, Hacegân rütbesinde değildi ve bir halifelik ile idare olunurdu. Vazifesi kaydı hayat şartıyla iltizama verilen çiftliklerden alınan yüzde on nisbetindeki ka-lemiye resmini tahsil etmekti. Aynı tarihlerde Navul halifeliği, Menzil halifeliği ve Ganem kitabeti de teşkil edilerek Mevkufat kalemine bağlanmıştır. (Kendi maddelerine bak)M.Sertoğlu.
KALELER TEZKİRECİSİ KALEMİ (Bak. Kıla tezkirecisi)M.Sertoğlu.
KALE MUHAFIZLARI Bir kalenin muhafazası işiyle meşgul olan asker. Bunlar, başlıca iki kısımdı Biri kaleye merkezden muvakkat bir zaman için ve nöbetle değiştirilmek üzere gönderilen Kapıkulu askeri, öbürleri kalenin daimi muhafızları. Daimi muhafızlar, başlıca Azab ve Fâris olmak üzere iki cinsti. (Bak. Azab, Fâris). Bunun haricinde kalede topçular ve cebeciler de bulunurdu ve bunlar da muvakkat ve daimi olmak üzere iki kısımdı. Kale muhafızlarının bir kısım ulufeli yani yevmiyeli lâki n ekseriyeti tımarlı idi. Bir de kalelerde, Kapıkulu askeri olmak şartiyle muayyen müddet hizmet edenler bulunurdu. Bunlara yamak denirdi. Ba usul teşkilât bozulduktan sonra tatbik edilmiştir. Kale muhafızlarının bir adı da mustahfızanı kale idiM.Sertoğlu.
KALENSÜVE Tepesi sivri bir cins külahM.Sertoğlu.
KALFA (Bak. Halife)M.Sertoğlu.
KALGAY SULTAN Kırım hanlarının veliahtlarına verilen isim. (Bak. Giray)M.Sertoğlu.
KAL'İ KalayM.Sertoğlu.
KALİTE Osmanlı donanmasında mevcut çektiri nev'inden bir gemi. (Bak. Çekdiri). Buna yabancılar Galita, Kalyo-ta. Galyot derlerdi. Firkateden büyük, Pergendeden küçük olup 19 - 24 oturaklı yani 38 - 48 kürekli idi. iki yüz kadar mürettebatı ve bilhassa takip hizmetinde kullanıldığı için ön tarafında topu vardı. Çekdirinin en küçüğü olup icabında haf'f donanmada da vazife görürdüM.Sertoğlu.
KALLAVİ Vezirlere mahsusu üst tarafı dar mahrut şekline yakın telli kavukM.Sertoğlu.
KALMAKİ ZADELER (Bak. Sarıbey zadeler)M.Sertoğlu.
KALYON Osmanlı donanmasında, hareketini sadece yelkenle temin eden, savaş gemilerinden en büyüklerine verilen isim. Kelime olarak İtalyanca Galion'dsn bozmadır. Yalnız yelkenle yürüyen gemilerden Nef, batıda XI. Yüzyıldan itibaren bariz olarak görülmeğe başlar. Bütün Ortaçağ boyunca her bakımdan tekemmül ettirilen bu gemiler XV. Yüzyıl sonlarında ve XVI. Yüzyıl başlarında Ca-ravella ve Caracca tipleriyle oldukça mükemmel hale geldiler. Birincisini Portekizlilerden ve Ispanyollardan Vasco de Gama ile Cristoph Colomb, Hindistan ve Amerika seferlerinde kullandılar, ikincisini de, bilhassa portekizliler, Brezilya ile Şarki (Doğu) Hind Adalan seferleri için kullanmışlardır. Amerika'nın keşfiyle îspanya geniş bir nakliyat işine başlayınca daha mütekâmil ve çok anbarh Galionlar meydana getirildi. Galionların gerek yelken ve gerekse tekne itibariyle tekâmülleri XIX. Yüzyıl ortalarına kadar devam etmiş, bu gemileri yapmak kullanmak da pek çok maharet istiyen bir san'at haline gelmişti. Ancak, yine bu yüzyıl ortalarında buharlı makinelerin gemilere tatbiki ve nihayet zırhlı (demir) teknelerin yapılması, yelken ve ahşap gemicilik devrini kısa bir zaman sonra kapamıştır. Osmanlılarda ilk defa yelkenle yürüyen gemiler II. Bayezid devrinde yapılmış olan Göke (Kuka = Güğe) lerdir. Venedik'le 1499 da yapılan bir savaşta bu gemiler batınca yeni bir teşebbüste bulunulmadı. Kanunî Süleyman devrinde tekrar bu tip gemiler kullanıldıysa da yine terkedildi. Üçüncü defa, XVIII. Yüzyılda, bilhassa Girit savaşlarında, Venediklilerin başarıları üzerine kalyonlar ve teşkiiâtı işi ele alındı. Kısa bir denemeden sonra, Köprülüzade Fazıl Ahmed Paşa sadaretinde üçüncü defadır ki vazgeçildi. Nihayet aynı yüzyılın sonlarına doğru Mer-zifonlu Kara Mustafa Paşa bu tip gemileri ve bunlara ait teşkilâtı kat'î olarak, Osmanlı donanmasına soktu. 1863 de, Viyana bozgunu ile başlayan savaşlarda, bilhassa Venedikle, denizlerde yapılan muharebeler bu sınıf gemilerle cereyan etti. Mezomorta Hüseyin Paşa, Osmanlı donanmasına ve gemiciliğine bu hususta büyük hizmetlerde bulundu. Âdeta teşkilâtı ve kanunlarını yeni baştan hazırladı. Kendisinin Batı ocaklarından, Cezayirde yetişmiş olması dolayısiyle, Batılılarla yakından ve fazla teması olduğundan kalyon sınıfı gemilerin kullanılmasını ve teşkilâtını iyi biliyordu. Bundan sonra da muhtelif zamanlarda gerek inşa ve gerekse harp san'atı yönünden, Avrupamn terakkiyatına uymak için teşebbüs ve faaliyetler devam etmiştir. III. Ahmed, I. Mahmud, III. Mustafa, I. Abüdülhamid, bilhassa İÜ. Selim ile II. Mahmud sonsuz gayretlerde bulunmuşlardır. Abdülaziz devrine kadar, muhtelif Osmanlı tersanelerinde, pek çok kalyon sınıfı gemiler, en mütekâmilleri de dahil olmak üzere yapılmıştır. Kalyon sınıfı bir gemide, mutlaka üç direk ve bunların yelken donanımının tam olması icap eder. Ayrıca baş ve kıç kasaraları da bulunmalıdır. En mükemmel bir kalyonda, yukarıdan aşağı doğru: 1) Üstü açık güverte ve kasaraların bulunduğu kat, 2) Palavra, 3) Ortakat, 4) Top ambarı, 5) Tavlon, 6) Kontratavion güverteleri veya katlan, en nihayette sintine bulunur. Gemilerin nevileri bu katlara (güvertelere) ve yelken donanımlarına göre tesbit edilir. Üstü açık güverteden başka Palavra, Ortakat, Top ambarı bataryaları, yani bir bordada üstüste dört sıra topu veya üç top ambarı olanlara Üç ambarlı denir. (Bak. Üç ambarlı). Eğer Ortakat bataryası ve güvertesi olmazsa Kapak veya Kaypak denir. Son devirlerde yalnız bu ikisi kalyon sınıfına dahil edilmekteydi. Hem Top amban ve hem de Ortakat batarya ve dolayısiyle güverteleri olmazsa Firkateyn olur. (Bak. Firkateyn). En üst güverteden başka bataryası olmayan, baş vs kıç kasaları bulunmayanlara Korvet, mizana ana direğinde sereni olmazsa Mezo korvet veya Navi denir. Kalyonlarda 60 -120 top bulunur. Ateş kudretleri bir bordadan yapabildikleri atıg-la ölçülür. Topların namlularının atış için dışarı çıktığı yere Lombar denir. Fazla denizli havalarda ve sert rüzgârda yelkenle hareketlerinde, yana yatmalarda, bı'Yıassa denize yakın lombarlardan su girmemesi için buralara kapaklar konulduğundan, bazan Üç ambarlı kapak kaldırır gibi isimler de kullanılır. Yelkenleri her çeşit havaya dayanabilecek ve kullanılacak kadar mükemmel ve sağlamdıM.Sertoğlu.
KALYONCU Her sene donanmanın denize çıkmasından evvel muayyen bir kısım kazalardan kalyonlarda yalnız sefer sırasında hizmet etmek üzere toplanan bahriye efradı. Bunların bir adı da taşralı neferat idi. Sefer sonunda kalyoncular tekrar memleketlerine dönerlerdi. Hizmette bulundukları zaman için muayyen bir ücretleri vardı. Bunlar, Çekmece kazalarından başhyarak Rumeli'de Edirne civarına kadar olan yerlerle Batı Anadolu kazalarından ve Adalardan toplanırlardı. Derme çatma ve muvakkat hizmetli olduklarından kalyoncular ekseriya zaptu raptan mahrum, serkeş, kabadayı, kavgacı ve edepsizdiler. Bu yüzden herkesin gözü bunlardan yılmıştı. Nihayet Cezayirli Gazi Hasan Paşa kaptanpaşalığı zamanında Kasımpaşa'da bir kıçla yaptırıp hepsini burada tophyarak disiplin altına almaya muvaffak olmuş ve Galata ile Beyoğlu'nun muhtelif yerlerine bunlar içia kulluklar yani karakollar tesis etmiştir. Beyoğlu'nda hâlâ kalyoncu kulluğu adlı bir semt vardır. Lâkin scnradan bunlar gene azmış, nihayet ü. Mahmud 1827 de kalyoncu teşkilâtını lağvederek yerine tersane tüfekçi neferatı'm ikame etmiştirM.Sertoğlu.
KALYONCU KIŞLASI (Bak. Kalyoncu)M.Sertoğlu.
KALYONCU KULLUĞU (Bak. Kalyoncu)M.Sertoğlu.
KALYON DEFTERDARI (Bak. Kalyonlar Kâtibi)M.Sertoğlu.
KALYONLAR HALlFESl (Bak. Kalyonlar kâtibi)M.Sertoğlu.
KALYONLAR KÂTİBİ Kalyonların kabulünden sonra meydana çıkmış bir memuriyet olup kalyon efradının kayıd ve kabulü, ücretlerinin ödenmesi, mîrî esirlerin iaşesi, kalyonlara ait her çeşit malzeme ve ihtiyaç defterlerinin tutulması-kalyonlar kâtibine aitti. Bunun muavini Kalyonlar halifesi idi. Her kalyonda ayrıca Kalyon defterdarı adı ile bulunan ve vazifesi o kalyona ait ulufe ve mühimmat defterlerini tutmak olan memurlar kalyonlar kâtibine bağlı ve hesap işlerinde ona karşı mes'ul idilerM.Sertoğlu.
KAMIŞ (Bak. Lüle)M.Sertoğlu.
KAMIŞ YÜRÜTMEK Et ile tırnak arasına yontulmuş kuru kamış kabuğunu ağır ağır çakarak yapılan bir işkenceM.Sertoğlu.
KANCABAŞ înce donanma gemilerinden olup Kütük'den büyük, Şayka'dan küçüktü. Sığ sularda ve nehirlerde asker ve mühimmat nakli için kullanılırdı. Mürettebatı «tuz Levend'den ibaretti. (Bak. İnce donanma). Bundan başka hükümdarların gezinti sırasında bindikleri süslü kayıkların bir nevine de bu isim verilirdi. (Bak. Saltanat kayığı)M.Sertoğlu.
KANDİLCİ (Bak. Bedergâh, Oda efradı)M.Sertoğlu.
KANİJE Osmanlı Devletinin Avrupa kıt'asındaki serhat eyaleti ve kalesi. Bulunduğu yer, Macaristanda, Balaton gölü ile Drava nehri arasında ve Dravanın, Mur koluna karışan Berk (Kanije) suyunun solundadır. Kanije önceleri Budin beğlerbeğliğine tâbi iken kısa zaman sonra müstakil oldu. Sancakları; Kanije, Sigetvar, Kopan (Koppany), llyoh, Şiklos, Nedaj ve Balaton'dur. Devletin topraklarına dahil olması, 1001 (1592) de Avusturya'ya karşı açılan ve uzun zaman devam eden savaşlar neticesinde olmuştur. HI. Mehmed zamanında, Serdar ve Veziriazam olan Damad ibrahim Paşa, o yılki seferin Estergon'a müteveccih bulunmasına rağmen, memleketi olan Kanije üzerine yürüdü. Kalenin müdafileri 40 günlük bir dayanıştan sonra teslime mecbur oldular. (1600). Kanijeye, yirmi bölük sekban, üç bin muhafız, cephane ve mühimmat bırakıldı. Beğlerbeği olarak da, muhasarada dirayet ve şecaati ile kendini gösteren Tiryaki (Alacaatiı) Hasan Paşa tayin edildi. imparator Ferdinand bu kadar önemli bir mevki'in kaybından çok müteassir olarak ertesi sene (1601) Kanijeyi istir-dad için muhasara etti. Tiryaki Hasan Paşa, hiç yardım alamamasına rağmen burada çeşitli hileler ve kıymetli adamı Karapençenin faaliyetleri ile Avusturya ordularına üç ay başarı ile karşı koyduktan başka onları, muhasarayı terkle firara mecbur etti. Bu zaferi İstanbul'a bildirince epsy zamandır görülmeyen şenlikler yapıldı. Padişah kendisine vezirlik beratiyle beraber üç at hediye etti. Ayrıca hizmetlerini takdir yollu bir de Hatt-ı hümâyun gönderdi. Avusturya seferine son veren Zitvatoruk barışı (1606), Kanijeyi Osmanlılarda bıraktı. XVII. Yüzyılın ikinci yarısında, Köprülüler devrinde Kariije tekrar Avusturyalıların hücumuna uğradı. Beğlerbeği olan Pantor (Yensur) Hasan Paşa 36 gün düşmana mukavemet etti. Serdar ve Veziriazam Fazıl Ahmed Paşanın o tarafa yaklaşması üzerine Avusturyalılar muhasarayı terkettiler (1664). Fakat aynı yüzys-lın sonlarında, 1683 te, ikinci Viyana bozgunundan sonra mukaddes ittifaka karşı yapılan savaşlarda, Avusturyalılar kısa zamanda buralara sokuldu. Ve Kanije eyaleti 1686 dan itibaren durman bölgesinde kaldı. Kanije kalesi ise dört sene, her türlü mahrumiyete ve ümitsizliğe rağmen, dayandıktan sonra çaresiz olarak 1690 nisanında düşmana teslim olmuştur. Son beğlerbeği Fındık Mustafa Paşa idiM.Sertoğlu.
KANTAR Eski ağırlık ölçülerinden biri olup 44 okka yani 56,4444 kilograma bedeldiM.Sertoğlu.
KANTARCI Sekban fmnındaki vazifelilerden biri olup fırına gelen unu tartıp teslim alır ve anbarcıya verirdi. (Bak. Fodla fırını)M.Sertoğlu.
KANTARKULU Eski odalardaki Seğirdim usta ve çavuşlarına verilen isim. (Bak. Seğirdim)M.Sertoğlu.
KANUNCU (Bak. Beğlikçi)M.Sertoğlu.
KANUN-I DUA Eski seferlerde, düşman toprağına ayak basıldıktan sonra her gün ikindi vakti dua etme töreninin adı. Yeniçeri kethüdasının nezaretinde bütün askerin iştirakiyle ve yeniçeri efendisinin duasiyle başlar, bütün asker Allah, Allah diye üç kere bağırır, sonra Padişaha, Vezirlere, Ocak ağalarına ve islâm askerine dua edilip zafer temenni edilirdiM.Sertoğlu.
KANUN-I NEV MÜSLİM Divanı hümâyuna başvurarak divan huzurunda müslümanlığı kabul edilen hıristiyanlara bir sarık, bir mintan ile sünnet ve merhem parası olarak elli akçe verilmesi hakkındaki usulM.Sertoğlu.
KAPADOKYA Eski çağlarda Kayseri havalisinin adıM.Sertoğlu.
KAPAK (Bak. Firkateyn)M.Sertoğlu.
KAPAMA Çift kat ince kumaştan, arası pamuk dolu ve dikişli bir cins gay-riresmî üst elbisesiM.Sertoğlu.
KAPAMACILAR (Bak. Direklerarası)M.Sertoğlu.
KAP ANİCE (Bak. Kabaniçe)M.Sertoğlu.
KAPDAN (Bak. Reis)M.Sertoğlu.
KAPUDAN (Bak. Reis)M.Sertoğlu.
KAPTAN (Bak. Reis)M.Sertoğlu.
KAPDAN-I DERYA (Bak. Kaptanpaşa)M.Sertoğlu.
KAPUDAN-İ DERYA (Bak. Kaptanpaşa)M.Sertoğlu.
KAPTAN-I DERYA (Bak. Kaptanpaşa)M.Sertoğlu.
KAPTANPAŞA, KAPDANPAŞA, KAPUDANPAŞÂ, Osmanlı İmparatorluğu deniz kuvvetlerinin en büyük askerî ve mülkî âmirinin unvanıdır. Kelime menşe itibariyle lâtince Capitaneus veya Capitanustan gelmektedir. Türkçeye İtalyanca Capitano'dan geçmiştir. Kaptan kelimesine genel olarak paşa veya derya bazan da bahir kelimelerinden birinin ilâvesi suretiyle XVI. Yüzyıldan itibaren deryabeyi unvanı yerine kullanılmıştır. Osmanlı deniz teşkilâtının temelleri atıldığı Yıldırım Bayezid'dan itibaren, Gelibolu Sancağı beyi aynı zamanda derya beyi ünvaniyle deniz kuvvetleri kumandanıydı. Sonraları reis kelimesine, Osmanlı devleti hizmetinde çalışan yabancı gemicilerin Capitano kelimesi kaptan olarak yerleşince reis - kaptan terkibi amiral mânasına gelmeye başladı. Gelibolu sancağına, Beğlerbeği, Vezir, Veziriazam gibi paşa rütbesini taşıyan kimselerin menkuben getirilmesiyle Kaptan-paşa kelimesi meydana gelmiş ve Osmanlı amirallerine has unvan olmuştur. Barbaros Hayrettin Paşanın devlet hizmetine girmesiyle, Gelibolu sancağına ilâveler yapılarak Kaptanpaşa eyaleti teşkil edildiği gibi, (Bak. Kapdanpaşa Eyaleti), Kaptanpaşalık en az Beğlerbeği derecesinde olanlara verilmiştir. XVI. Yüzyılın sonunda ise vezirlik derecesine çıkarılmıştır. Teşrifattaki yeri önce Budin eyaletinden sonraya, bilâhare de Anadolu beğ-lerbeğliğinden sonraya gelmek üzere yükseltilmiştir. Kaptanpaşalar vezir rü'-bssin-de olunca Divan-ı hümâyunun tabii üya-si olmuşlardır. Eğsr seferde değillerse, gününde Divan-ı hümâyuna gelir, iştirak ederler, ister vezir, ister beğlerbeği derecesinde olsunlar, cuma günleri Paşaka-pısında Sadrıâzarm mutlaka ziyaret ederlerdi; sefer dolayısiyle yoksa Sadaret kaimmekamı ile görüşür. Kaptanpaşaların denizci olması şart değildi; çok zaman eyalet valilerinden veya kubbe vezirlerinden birisine bu vazife tevcih olunurdu. Bununla beraber, meslekten yetişenler de pek çoktur. Bahriyeye a.v; bütün tâyinlerden mesul olan Kaptanpaşalar, dtniz işlerine müteallik hususlarda hüküm yazmıya ve tuğra çekmiye izinli idiler. Hâkimiyet alâmeti olarak ellerinde sedefkâri asaları bulunurdu. Yedi çifte kayığa binerlerdi. Donanma ile sefere gidiş ve dönüşlerde Yalı köşkünde padişahın huzuruna çıkmaları âdetti. Haslarından yıllık gelirleri sekiz yüz seksen sekiz bin heş yüz akçe, Kaptanpaşa- eyaletine tâbi iltizamlardan olan yıllık gelirleri ise beş milyon altı yüz), bin akça idi. Buna mukabil bilhassa sefer dönüşlerinde padişaha, valde sultana, kadınefendilere pek ağır, hediyeler vermek zorundaydılar. Aynı zamanda sefer zamanı bin cebolü götürmiye mecburdular. Yalı köşkünde sefere gidişte veya dönüşte padişahın huzuruna çıktıkları zaman ise iç hazineye döşemebaha adiyle bir milyon altı yüz bin akçe takdim etmeleri kanundu. Kaptanpaşaların tersanedeki ikâmetgâhlarının adı Divanhane idi. Hükümdarlar tersaneyi ziyarete gittikçe burada otururlardı. Kaptanpaşa unvanı, 1867 yılına kadar devam etmiş, bu tarihte Bahriye nezareti kurulmuş. 1876 da tekrar ihdas olunmuş-sa da aynı yıl ilga olunarak bahriye nezareti cumhuriyet devrine kadar devam etmiştirM.Sertoğlu.
KAPDANPAŞA, KAPDANPAŞA EYALETİ Kaptanpaşalara tâbi olan Cezair-ı bahri Sefid ve Cezayir-i garb beğlerbeği-liklerinin teşkil ettiği eyalet ve bunların her ikisinin umumi ismi. Barbaros Hayrettin Paşa'nın Osmanlı Devleti hizmetine girmesiyle (1533), evvelce Derya beğliği seviyesine göre olan, Gelibolu sancağının çevresinin genişletilmesi icap etti. Anadolu beğlerbeğliğinden; Kocaeli, Suğla, Biga ve Rumeli beğlerbeğliğinden; Eğriboz, Inebahtı, Mizistre, Karlıeli, Midilli sancakları alınmak suretiyle yeni eyalet teşkil edildi, ismi de Kaptanpaşa ( = Cezair-i bahri se-fid = Cezair) Eyaleti oldu. Buna muvazi olarak da teşrifattaki derecesi, Budin-den sonraya gelmek üzere yükseltildi. Kaptanpaşa Eyaletinin hudutları zamanla değişti. Barbaros Hayreddin'den itibaren Cezayir-i garb, doğrudan doğruya, beğlerbeğilik halinde Kaptanpaşa'ya bağlı idi. Sonraları, Rodos, Kıbrıstan Lefkoşe (Baf) Girne, Ege'den Andre, Nakşe, Sakız, Tunus'tan Mehdiye sancak lan da Kaptanpaşa eyaletine verildi. Bunlardan son üçü; Nakşe, Sakız, Mehdiye salyanell (yıllıklı) idiler. Bilâhare Antalya, Anadolu, Selanik, Menteşe sancakları da timar ve zeamet erbabiyle birlikte derya seferlerine dahil edildiler. XVII. Yüzyılda Kıbrıs birden bu eyalete bağlandıktan başka, İskenderiye, Mısır, Dimyat beyleri de birer gemi ile sefere iştirak ettirildiler. İmparatorluğun azametli devrinde, Kaptanpaşa eyaleti Doğu Akdenizde, İskenderun körfezinden Cezayir-i garb'a kadar bütün Akdeniz kıyılarını kuşatmaktadır. Fakat, bir müddet sonra, devletin idari bozukluklarmın başlaması, gerilemesi, kuvvetten düşmesiyle bu eyaletin de hudutları daraldı ve değişmelere uğradı. Önce, Mora ve Mizistre sancaklarının muhassıllık (Bak. Muhassıl) haline konmasiyle, Kaptanpaşa, Mora ve Adriyatikten çekilmiş oldu. Cezayir-i garb iss, kısa zamanda merkezi dinlemez olmuş ve Dayılar devrinden itibaren yarı müstakil hale gelmişti. (Bak. Cezayir-i garb ocağı). Bir aralık Limni ve Bozcaada (1656), Sakız (1694), Venedik istilâsına maruz kaldı. XIX. Yüzyıbn ilk yarısında, Yunan devleti teşekkül edince, eyalet Halil Rifad Paşa tarafından tanzim edildi. Merkezi Biga sancağında Kale-i Sultaniye (Çanakkale) oldu. Devlette sivil ve askerî idareler ayrılınca (1867),. Kaptanpaşa'lıkla beraber eyaletle ilga v-s mülki idareye tâbi yeni Cezair-i bahri Şef id eyaleti teşekkül etti. (Bak. Cezair-i bahri Sefid eyaleti). Kaptanpaşa eyaletine tâbi sancaklar-daki timar ve zeamet sahipleri derya seferine gitmeye mecburdular. Derya beyi denen sancak beğinin kumandasında olarak mükemmel donanmış bir gemi sefer zamanı donanmaya katılırdı. Bunlara Bey gemileri denirdi. Kaptanpaşa eyaletine bağlı sancakların hepsinden birden deniz seferlerine katılanların bütün toplamı sekiz bin kişiyi bulurduM.Sertoğlu.
Dostları ilə paylaş: |