KASR-I YED Herhangi bir maaş, dirlik veya hak ve vazifeden kendi isteği ile el çekip vazgeçmekM.Sertoğlu.
KASSAM Eskiden miras taksimi ile meşgul olan ve mirasın şer'î şekilde bölünmesine nezaret eden memurM.Sertoğlu.
KASTAMONU Kuzey-batı Anadoluda bir şehirin ve bu şehire tâbi olan, önce bir sancağın, sonra da vilâyetin ismidir. Anadolu Selçuklu devletinin dağılmasından sonra buralarda Kastamonu merkez olmak üzere Candar - oğulları beğli-ği kurulmuştu. Osmanlılar tarafından adî geçen beğliğin yenilerek, bu bölgenin ve şehrin ilk defa ele geçirilmesi Yıldırım Bayezid zamanında olmuştur. (1392). Fakat, Ankara savaşı (1402) neticesinde Osmanlılardan ayrıldı. Bazı mücadelelerden sonra, ü. Mehmed (Fatih) zamanında kafi olarak tekrar ele geçirildi. (1461 -1462). Bu bölge, merkezi Kastamonu şehri olmak üzere bir sancak haline konarak Anadolu beğlerbeğliğine bağlandı. Uzun zaman bu durumunu muhafaza etti. XIX. Yüzyılın ikinci yarısında yapılan yeni mülki teşkilâtta vilâyet haline getirildi. Kastamonu merkez olmak üzere, Sinop, Çankırı, Bolu dahil dört sancağı vardı. Mamafih imparatorluğun çökmesine kadar bu vilâyette bazı değişmeler olmuştur. Bugün mevcud olan Kastamonu vilâyeti aşağı yukarı Merkez sancağının hudutlarıdır. Kastamonu kelimesinin aslı Kastra - Komneni olup Komnen kalesi demektirM.Sertoğlu.
KAŞIKLIK Yeniçeri börklerinin ön tarafında tüy veya sorguç takmıya mahsus madenî kısım. Buna Tüylük veya Yün-lük de denirdi. (Bak. Börk)M.Sertoğlu.
KÂŞÎ (Bak. Fağfur)M.Sertoğlu.
KATAR AĞALARI Yeniçeri Ocağının yedi büyük ağasına verilen isim. Bunlar, Kul kethüdası, Zağarcıbaşı, Seksoncubaşı, Turnacıbaşı, Muhzır ağa, Kethüdayeri, Başbölükbaşıdan ibarettiler. XVIII. Yüzyıldan evvel Haseki ağa da bu arada sayılırdı ve yeri turnacıbaşıdan sonra idiM.Sertoğlu.
KATI' (Bak. Fahri oyması).
KATIRCI (Bak. Harbende)M.Sertoğlu.
KÂTİB-İ BEYTÜLMAL (Bak. Hali-fe-i şagirdan)M.Sertoğlu.
KATUN (Bak. Eflâkan).
KATUNA (Bak. Çingene Sancağı).
KATUNABAŞI (Bak. Çingene Sancağı)M.Sertoğlu.
KAVAK SARAYI Csküdarda eskiden Bizans yazlık saraylarının sahasına, bugünkü Selimiye kışlası ve onun deniz tarafına, Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılan (1555) sarayın ismidir. Umumiyetle Üsküdar sarayı da denirdi. Bu saray, Mimar Sinen tarafından kagir olarak inşa edilmişti. Zamanla muhtelif padişahların yaptırdıkları ilâvü ve tamirlerde değişmelere uğradı. En ziyade III. Murad, genişletme ve ilâve köşkleri yaptıranlardandır. IV. Murad da bu tarafa pek itibar etmiş ve yeniden bir saray inşa ettirmiştir. (1634). Fakat, XVII. Yüzyılın yarısından sonra bu saraylara itibar edilm?miş ve bakımsız kaldıklarından harap olrruya başlamışlardır. Bu arada yalnız III. Ahmed'in Kavak İskelesi yakınında Kavak Kasrı veya Şerefa-bad Kasn denilen bir ilâvede bulunduğu bilinmektedir. İstanbuldaki Yeni Saraydan (Topkapı) sonra, ikinci büyüklükte olan bu Kavak (Üsküdar) sarayı; D'Ohssonun da eserinde görüldüğü üzere XVIII. Yüzyıldaki uzun metrukiyet devrini müteakip, pek harap olduğundan, III. Selim tarafından yıktırıldı (1794). Muazzam saraydan sadece Mehmet Paşa köşkü bırakıldı. Enkazından ve sahasından, Nizam-ı Ce-did askerine yaptırılan, kışla ve müştemilâtı için istifade edildi. Alemdar Mustafa Paşaya karşı Yeniçeri ayaklanmasında mezkûr kışla yıkılınca (1808), II. Mahmud buraya yeni bir kışla ile deniz tarafına da bir köşk yaptırmıştıM.Sertoğlu.
KAVUK Festen evvelki Osmanlı Eerpuşu. Belli başlıları şunlardı: Kallâvi, selimi, mücevveze, perişan destarh, simi-dî destarlı, örf, horasanî, kâtibi, kalafat. Kavuk, içi pamuk dolu şişkince ve yüksek bir serpuş olup mutlaka sarıkla birlikte kullanılırdıM.Sertoğlu.
KAYACI Kayalık arazide bulunan şahin ve atmaca yuvalarına çıkıp yavruları alan kimseler. Bu hizmete mukabil bazı vergi muafiyetlerine sahiptiler. (Bak. Avcılar)M.Sertoğlu.
KAYIKHANE Topkapı sarayı dahilinde Sarayburnu tarafında mevcut olup Padişahla Valide sultanın, diğer sultanların ve saray erkânının kayıklarının çekildiği yer. Burada Bostancıbaşı'ya bağlı ve bostancı efradından mürekkep bir Kayıkhane ocağı mevcut idi. Bu ocak efradı, saraya ait kayıkların bakım, tamir ve inşasiyle meşgul olurlardıM.Sertoğlu.
KAYIKHANE OCAĞI (Bak. Kayıkhane)M.Sertoğlu.
KAYMAKAM (Bak. Kaimmakam)M.Sertoğlu.
KAYNARCA (Bak. Küçük Kaynarca)M.Sertoğlu.
KAYSER (Bak. Çasar)M.Sertoğlu.
KAZAK Lehistan kiralı I. Sigizmund tarafından hudutlarda muhafız olarak bulunmak üzere 1516 yılında teşkil olunan süvari alayları. Bunların çoğunu Dinye-per kıyılarına yerleştirmişti. Sonraları Rus devleti de buna benzer aynı isimle anılan askerî birlikler kurmuştur. Kuzey Karadeniz sahillerinde ve nehir boylarında, kısmsn içerilerde yaşıyan ve Rusların himayesinde bulunan bir kavim. Ekseriya Şayka genilen küçük gemileriyle Karadeniz sahillerini vurarak korsanlık ederlerdiM.Sertoğlu.
KAZAN (Bak. Yeniçeri kazanı)M.Sertoğlu.
KAZAN KALDIRMAK (Bak. Yeniçeri kazanı)M.Sertoğlu.
KAZASKER Kadıasker tâbirinin kullanıla kullanıla aldığı şekli. Kazaskerliğin Fatih devrinde tek bir makam olup şer'î hükümleri veren en büyük merci) idi. 1481 tarihinden itibaren Rumeli ve Anadolu Kazaskerliği diye ikiye ayrılmıştır, İstanbul kadısı terfi ederse Anadolu Kazaskeri ve o da terfi ederse Rumeli Kazaskeri olurdu. Rumeli Kazaskerlerinin yolu ise Şeyh'ül-lslâmlık idi. Kazaskerler, Divan-ı hümayun azasından olup burada şer'î, meseleler hakkında hüküm verirlerdi. Anadoludaki Kadılar Anadolu kazaskerine, Rumeli ve Adalardakiler ise Rumeli Kazaskerine bağlıydılar. Her ikisi de mevleviyet derecesinden aşağı olan kadıları ve 150 akçeye kadar müderrisleri azil ve nasb selâhiyetini haizdiler. (Bak. Kadı, Müderris). Bundan yukarısı için Sadrıâzam-lara danışırlardı. XVI. Yüzyılın ortalarından sonralara kadar teşrifatta beğlerbe-ğilerden sonra gelirken 1579 dan itibaren onlara tekaddüm etmişlerdir. Yaptıkları tevcihattan alınan berat resminin yarısı hazineye ve yarısı bunlara ait olduğu gibi, Kısmet-i askeriye rüsumu de onlara tahsis olunmuştu. (Bak. Kısmet-i askeriye). Ayrıca beş yüz akçe yevmiyeleri vardı. XVIII. Yüzyıl ortalarında teşekkül eden Osmanlı kabinesine Şeyhülislâmlar alınmış, buna mukabil kazaskerler hariç bırakılmış ve ehemmiyetleri böylece azaltılmıştı. Tanzimatı müteakip ise, çeşitli gelirleri ilga olunarak kendilerine Arpalık maaş bağlanmıştır. (Bak. Arpalık)M.Sertoğlu.
KAZASKER DİVANI (Bak. Huzur murafaası)M.Sertoğlu.
KEBE-İ HİMARÎ (Bak. Harbende)M.Sertoğlu.
KEBE SALMAK Kebesini yere serip rip halkdan zorla para toplamakM.Sertoğlu.
KEBGEBUR (Bak. Kefçegir)M.Sertoğlu.
KEÇEKÜLAH Yeniçeri serpuşunun başka bir adı. (Bak. Börk)M.Sertoğlu.
KEFÇEGİR Topçu ocağında, top dökümhanesinde dökümcü başının maiyetinde çalışan ustalardan olup büyük kepçelerle karıştırmak, kalıplara yol vermek, tunç'un bir teviye akmasına nezarette bulunmak bunların vazifesiydi. Yine büyük maden ocaklarında maden cevherinin a-yıklanıp tasfiyesinde vazifeli kefçegir veya kebgebur adlı bir sınıf vardıM.Sertoğlu.
KEFE EYALETİ Osmanlı eyaletlerinden olup Karadenizde, Kırım yarımadasında ve bütün toprağı Havass-ı hümayuna dahil olduğundan mahsulü devlet hazinesine gelirdi. Bu yüzden tımar ve ze amet sahipleri yoktu. Burada ulûfeli asker kullanılırdıM.Sertoğlu.
KEFE MUKATAASI KALEMİ Babı defterî kalemlerinden olup Kefe civarı mukataalan hesaplarına bakardı. Kefenin elden çıkıdı üzerine Anadolunun müteferrik kazalarındaki mukataa muameleleri bu kaleme verilmiştirM.Sertoğlu.
KEHHÂL BAŞI Saraydaki göz he-kimlerinin başına verilen isim. Bunlara Serkehhâl de denirdi. Göz rahatsızlıklarına bakarlar ve göze fayda verici sürmeler tertip ederlerdi. Kehhâlbaşı, Hekim-başı'ya bağlı idi. Kehhâller Süleymaniye medresesinden yetişirlerdiM.Sertoğlu.
KEMANBAHA (Bak. Yay parası)M.Sertoğlu.
KEMANKEŞ Ok atan, ok atmakta, mahir olan kimseM.Sertoğlu.
KENAR DEFTERDARI (Bak. Defterdar)M.Sertoğlu.
KERAH (Bak. Arşın)M.Sertoğlu.
KESE Osmanlı devletinde muayyen bir miktardaki altın veya gümüş paranın konulduğu meşin torbaya verilen isim. Sonradan muayyen bir para ünitesine â-lem olmuştur. Bu ünite ise, zaman zaman değişmiştir. Fatih devrinde otuz bin akçe, Kanuni devrinin ortalarında yirmi bin akçe bir kese itibar olunmuştur. Bu sırada bir kuruş seksen akçe ettiğinden, böylece beşyüz kuruş bir kese ediyordu. 1720 senesinden sonra bir kuruş yüzyirml akçeye çıktığından bir kese 416 2/3 kuruş, yani elli bin akçe olmuştur. Buna Divani kese denirdi. Beşyüz kuruşluk olan ise Kise-i rumî idi. Yalnız Mısır'da kullanılan Mısır kesesi altıyüz kuruştu, tki kese bir yük itibar olunur ve maliye hesaplarında yüzbin akçe karşılığında bu tâbir kullanılırdı. XVI. Yüzyıl sonlarında bin akçe yirmi duka altını hesabı ile, bir kese bin altın, yani elli bin akçe ve bir yük iki kese, yani yüz bin akçe idi. Yük tâbiri bundan dolayı yüz bin akçe için alem olmuştur. Kese usulü 1877 tarihine kadar devam edip sonra bu ünite terkolunarak onun yerine kuruş kullanılmıştırM.Sertoğlu.
KESEDAR Osmanlı devletinde gerek divan ve sadaret ve gerekse maliye kalemlerinin evrak memurlarına verilen isim. Bazan bir kalem bunların idaresinde olurdu. Meselâ, Tahvil kaleminin âmiri Tahvil kesedarı ve Ruus kaleminin âmiri ise Ruus Kesedarı idiM.Sertoğlu.
KESME (Bak. Fahri oyması)M.Sertoğlu.
KETHÜDA Aslı f arşça bir kelimedir. İtimat olunur, bir yeri idareye memur kimse manasınadır. Türkçede kâhya şeklinde de kullanılır. Osmanlı teşkilât tarihinde bu isimle anılan pek çok memuriyet vardır. Saray, ordu, devlet hizmetlerinin bir kısmı bu isimle anıldığı gibi devlet ricalinin maiyetinde iğlerini tedvire memur kethüdalar bulunurdu. Geniş mânada daima bir kimsenin maiyetinde ve onun direktifiyle çalışan, şahsına itimad edildiği için teferruatlı işlerin ida resi kendisine terkolunmuş bulunan kimse anlamını ifade eder. Teşkilât tarihinde bu unvan hemen daima gördüğü işle birlikte anılırdı. Hazine kethüdası, Defter kethüdası, Sadaret kethüdası, Tersane kethüdası gibi. Bütün bunlar ayrıca kendi maddelerinde izah olunmuşturM.Sertoğlu.
KETHÜDABEY Yeniçeri Ocağında, Yeniçeri Ağasından sonra gelen en büyük âmir. Kul kethüdası, Ocak kethüdası i-simleriyle de anılırdı. Gerçi resmî teşrifat sırasında Sekbanbaşı kendisinden evvel gelir idiyse de, fiilen onun nüfuz ve salâhiyetleri daha genişti. (Bak. Sekbanbaşı). Bütün ocak zabitleri ondan çekinirlerdi. Kethüdabey, ağanın muavini ve hükümdara karşı ocağın mümessili ve me-eulü idi. Kendisi neferlikten başlıyarak derece derece terfi edip bu makama gelirdi. Ocakta, birinci ağa bölüğü kethüda-beyin makamı idi. Ağa divanında bilfiil âza olup dâva dinlemek salâhiyeti vardı. Terfi ederse Sekbanbaşı olurdu. Lâkin XVII. Yüzyıldan sonra Sekbanbaşılığm ehemmiyeti azalınca Kul kethüdaları Yeniçeri Ağası olmıya başladılar. Yevmiyeleri Kanuni devrinde otuz beş akçe iken, sonraları altmış 'akçeye kadar çıkmıştır. Bundan başka İstanbul ve bazı vilâyetlerde bulunan kulluklara subay olarak tâyin olunanlar kethüdabeye bir mikdar aidat verirlerdi. II. Bayezid devrine kadar padişahlar sefere gitmedikçe ocak kethüdaları da gitmezdi, lâkin onun zamanında bu usul terkolunmuştur. Kul kethüdaları emekliye ayrılırlarsa kendilerine kırk beş bin akçelik zeamet verilirdi. Ocak haricinde hizmet kabul e-derlerse sancakbeyi olurlardı. Kethüda-beylerin mutlaka sakal salıvermesi kanunduM.Sertoğlu.
KETHÜDA KÂTİBİ (Bak. Sadaret kethüdası)M.Sertoğlu.
KETHÜDA YERİ Herhangi bir kethüdaya vekâlet veya muavinlik eden kimseye verilen isim. En meşhuru Yeniçeri Ocağında kethüdabeye vekâlet edendir. (Bak. Kethüda, Kethüdabey). Bundan başka, devlet merkezinden hariç yerlerde bulunan Kapıkulu Süvarisinin o mıntaka-daki en büyük âmirine de kethüdayeri denilirdiM.Sertoğlu.
KETHÜDAY-I BEVVEBAN (Bak. Kapıcılar kethüdası)M.Sertoğlu.
KETHÜDAY-I SADR-I ALİ (Bak. Sadaret Kethüdası)M.Sertoğlu.
KEYL (Bak. Kile)M.Sertoğlu.
KIBLE Herkesin rağbet ettiği, teveccüh ettiği yer. Müslümanların namaz kılarken yüzlerini döndürdükleri Kabe cihetiM.Sertoğlu.
KIBRIS ADASI, EYALETİ Doğu Ak-denizdeki en büyük adalardan biridir. Anadoluya 71, Suriyeye 98 kilometre mesafede bulunur. Osmanlılar buraya hâkim olmadan önce de, Yavuz Sultan Selim'in Mısırı fethi üzerine, evvelce Venediklilerin Köler menlere verdikleri yıllık 8000 duka altını kendilerine vereceklerine dair vaad almışlardı. Fakat zaptına kadar geçen zamanda ve daha önce II. Bayezid devrindeki olaylar dikkata alınarak adanın Venediklilerde kalması doğru görülmemeye başlandı. II. Selim, yahudi Yafes Nassinin teşvikleri, Lala Mustafa ve Sinan Paşaların desteklemesiyle, Sokullu Mehmed Faşanın muhalefetine rağmen Kıbrıs seferini haşlattı. Aynı yılın temmuzunda adaya çı-.Eıldı. Sıra ile Lefteri, Girne kaleleri, Eylülde Lefkoşe ele geçirildi. Uzun bir muhasaraya sebep olan Magosa (Famagustal ancak 1571 ağustosunda teslim alınabildi. Böylece adanın da fethi tamamlanmış oldu. Arazi tahririni müteakip Anadolu kıyılarından alınan bazı sancaklarla Kıbrıs Eyaleti teşkil edildi. Sekiz sancağından; Kıbrıs (Merkez - Lefkoşa), Baf, Girne, Magosa adada. Sis, Tarsus, içel, Alaiye Anadolu kıyısında idiler. Beşinde Timar ve Zeamet teşkilâtı vardı, diğer üçü ise Sal-yâneli idi. (Bak. Sâlyane). Zeamet ve timar sahipleri bin sekiz yüz kılıç olup sefer zamanlarında Cebelileriyle birlikte beş bin kişilik kuvvet teşkil ederlerdi. Fakat bu tertip zaman zaman değişti, önce üç sancağı sonra bütün eyalet Kaptanpaşalığa bağlandı. (Bak. Kapdanpa-şa Eyaleti). XIX. Yüzyılda Kapdanpaşalık ve eyaleti ilga edilince Kıbrıs adası Ce-zair-i Bahr-i Sefid Eyaleti sancağı olarak kaldı. (Bak. Cezair-i Bahr-i Sefid Eyaleti). Bazı isyanlara sahne olan ada bir aralık Mısır valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşanın istilâsına uğrayarak Mısır idaresine girdi (1832). Sekiz senelik bir fasıladan sonra tekrar Osmanlı devletine katıldı (1840). Osmanlı - Rus harbi (1877 -78) sonlarında ingilizler, Osmanlılara, Ruslarla yapılacak müzakerelerde ve sonraki mslhuz hareketlerde yardımda bulunacakları vadiyle adayı, 4 haziran 1878 tarihli anlaşmayla, Padişahın hükümranlık hakları baki kalmak ve her sene 92.800 liralık vergi ödemek şartiyle, muvakkaten işgal ettiler. Fakat adayı bir daha işgalinden kurtarmak mümkün olmadı ve Birinci Cihan Harbinde Osmanlılar, İtilâf devletlerine karşı savaşa girince ilhak ettiklerini açıkladılarM.Sertoğlu.
KILA-İ HAKANI YE Sırbistandaki Begrad, Felh ül-lslâm, Sabaç (Bogürde-len), Semendre kalelerine Osmanlılar tarafından verilen isimM.Sertoğlu.
KILA TEZKlRECİSl Bâb-ı defterinin kalemlerinden- olup Hazine-i Âmire dairesine bağlı idi. İmparatorlukta mevcut kalelerin her türlü masraf ve ihtiyaçlarını ve kale efradı mevacibini ve bu efrada ait beratların ısdarını temin eder ve hesaplarını görürdü. XVIII. Yüzyılda bu kalem Büyük kale kalemi ve Küçük kale kalemi diye ikiye ayrılmıştı. Mora ve Arnavutluktaki kalelere Küçük kale kalemi ve diğerlerine Büyük kale kalemi bakardıM.Sertoğlu.
KILAVUZ ÇAVUŞ Padişahların ve sadrıâzamların alaylarında bunlara yoi açan kimse. Kendisi Divan-ı hümayun çavuşlarından olup cuma alaylarında vekâletini yapan kılavuz çavuş yamağı adlı bir de muavini vardı. (Bak. Divan-î hümayun çavuşları)M.Sertoğlu.
KILIÇ Bir tımar veya zeametin çekirdeğini teşkil eden kısma verilen isim. Arazi tahrir defterlerinden icmal defterinde mevcut toprak dirlikleri adet itibariyle ve kılıç olarak kayıtlıdır. Bu suretle kadro tesbit edilmiş bulunurdu. Bilfarz bir eyalet için beş bin kılıçtır dendiği zaman, beş bin adet dirliği vardır demektir. Heı kılıç bir sipahiye delâlet edip bir kimsenin iki kılıca tasarruf etmesi asla caiz değildi, icmal defterinde kayıtlı bulunan tımar veya zeametler mutlaka kılıca istinat ederdi. Bu yüzden-bunlara İcmalli denirdi. (Bak. Tahrir). Kılıçtan sonra ifraz denen hisseler gelir ve bir tımar veya zeamet eklenen bu hisselerle büyürdü. Zeametlerde kılıcın en az miktarı yirmi bin akçe idi. Tımarlarda ise Rumelide üç bin, öbür eyaletlerde iki bin akçe olurdu. Bir tımar tevcih olunurken verilen eu az miktarına iptida denirdi. Rumeli'deki tımarların iptidası azamî altı bin akçe olup bunun üç bini kılıç ve üç bini hisse idi. Anadolu, Cezayir ve Kıbrıs'ta İptida beş bin, Karaman, Zülkadriye, Sivas eyaletlerinin üç bin, diğer eyaletlerin ise altı bin akçe olup bunların kılıçları ikişer bin açke idi ve üst tarafı hisse veya ifrazdı. Diyarıbekirde ve Şarkî Anadoluda iki bin, hatta bin akçelik iptidalar vardı ki, yarısı kılıç sayılırdı. Bir tımar boşaldığı zaman, kılıcın haricinde bulunan hisseleri düşer ve yeni bir iptida teşkil edilerek tevcih olunurdu. Kılıcı olmayıp yalnız hisselerden terekküp eden tımarlar icmal defterinde kayıtlı bulunmazlardı. Bunlara tezkiresiz tımar denirdi, iptidasının âzamisi, tezkireli denilen icmalli tımardan bir akçe noksandı. Tezkiresiz tımarları taeğlerbeğiler merkeze sormadan tevcih edebilirlerdi. Öbürleri ise ancak merkezden tevcih olunabilirdi, icmallerin hepsi tezkireli, yani kılıçtı. Bazı tımarların altı bin akçelik iptidaları kılıç itibar olunur ve hisse kısmı bunlardan ayrılmazdı. Bu usulün Anadolu, Ceza-ir ve Kıbrıs eyaletlerindeki beş bin akçelik iptidalara da tatbik olunduğu olurdu. Bunlara tezkireli kılıç denirdi. Bazan ise iki bin veya bin beş yüz akçelik bir tımar iptida olarak verilir ve bunun yarısı kılıç addolunurdu. Şu halde kılıç altı türlü idi: 1 — Yirmi bin akçelik kılıç zeametler. 2 — Altı bin akçelik tezkireli kılıç lar. 3 — Beş bin akçelik tezkireli kılıç lar. 4 _ Beş. - altı bin akçelik iptida kılıç lar. 5 _ Üç ve iki bin akçelik iptida kı lıçlar. 6 — iki bin akçeden noksan kılıçlar. Kılıç miktarım teşkil eden geliri temin eden köyler, hiç bir suretle birbirinden ayrılmazlar, yani kıbç asla bölünmezdi. Kılıçtan sonra terakki veya iptida tarikiyle eklenen hisselerin gelirini temin eden köyler ise icabında, meselâ tımar veya zeamet mahlûl olduğu zaman ayrılıp başka bir kılıca eklenebilir veya biriktirilip müstakil bir tımar teşkil olunabilirdi. (Bak. Tımar)M.Sertoğlu.
KILIÇ ALAYI Osmanlı hükümdarlarının tahta cülus ettikten sonra merasimle kılıç kuşanmak için Eyüp Sultan'ın türbesine gitmeleri münasebetiyle tertip olunan alay. (Bak. Kılıç Kuşanma)M.Sertoğlu.
KILIÇ ALİ PAŞA CAMİÎ (Bak. Tophane Camii ve Çeşmesi)M.Sertoğlu.
KILIÇ KUŞANMA Osmanlı padişahları tahta oturduktan sonra, birçok İslâm memleketlerinde olduğu gibi kılıç kuşanırlardı. Bu, Avrupa hükümdarlarının taç giymelerine bedeldi, ilk defa II. Mu-rad Bey'in 1421 yılında Bursada Emir Buharî'den kıhç kuşandığı rivayet olunmuştur, İstanbul'da Eyüp Sultan'da kılıç kuşanmak usulünü vazeden ise, Fatih'tir. Kendisi bu yerde Akşemsettin'-den kılıç kuşanmıştır. Kıhç kuşanmanın bir adı da taJdid-i seyf idiM.Sertoğlu.
KIRAT Dirhemin onaltıda biri, yani 2,004375 gramlık bir ağırlık ölçüsü. (Bak; Dirhem)M.Sertoğlu.
KIRIM HANLARI (Bak. Giray)M.Sertoğlu.
KIRLANGIÇ ince donanmanın çekdi-ri nevinden gemilerinden biri. Çekelve'-den büyük ve firkate'den küçüktü. Daha ziyade karakol ve muharebe hizmetinde kullanılırdı. Bir süvari, iki reis, yirmi beş subay ve müteferrik hizmetli kimse ile beraber mürettebatı yüz kişi kadardı. Bundan başka, hükümdarların gezinti için bindikleri süslü kayıkların bir nevine de kırlangıç denirdi. (Bak. Saltanat kayığı)M.Sertoğlu.
KIRMIZI BAYRAK BÖLÜĞÜ Kapıkulu Süvarilerinin birinci bölüğü olan Sipah bölüğüne verilen isim. (Bak. Kapıkulu Süvarileri)M.Sertoğlu.
KIRMIZILI TAKIM Asâkir-i mansu-renin kırmızı elbise giyen kısmı. (Bak. Asâkir-i mansure)M.Sertoğlu.
KISAS islâm şeriatinde işlenen suç için tâyin olunan ceza. Hırsızın elini kesmek, katili idam etmek gibi. Kısasa mab kûm olan bazı şartlar altında diyet adiE le muayyen bir para vererek bu ceza dan kurtulabilirdi. Başkasına karşı işlenmiş suçlarda, diyet için evvelâ mağdurun veya vârislerinin razı olması şart idiM.Sertoğlu.
KISMET-1 ASKERİYE Asker sınıfından olan birisinin vefatı halinde mirasının şer'î usule göre vârislerine taksimi. Kassam-ı asker denilen zat yapardıM.Sertoğlu.
KİST Taksite bağlanmış borcun verilen kısmı. Kapıkulu askeri ulufesinin üç ,ayda bir verilen mikdarı. (Bak. Ulufe)M.Sertoğlu.
KİSTEYN MEVÂCİBİ (Bak. Ulufe)M.Sertoğlu.
KIŞLAKİYYE Kışlak resmi demektir. (Bak. Ganem resmi)M.Sertoğlu.
KITMİR 0.02045415 gram. (Bak Dirhem)M.Sertoğlu.
KIYYE Okka adlı eski ağırlık ölçüsünün diğer ismi olup 400 dirhemden .ibaretti. (Bak. Dirhem)M.Sertoğlu.
KIZILABA (Bak. Devşirme)M.Sertoğlu.
KIZILADALAR Marmara denizinin 'kuzey-doğu tarafında İstanbul'a pek yakın olan adalar gurubuna verilen isim. Onlara bu isim, topraklarının kırmızı renkte olmasından verilmiştir. Bundan başka, üzerlerinde birçok manastır bulunduğundan Papaz - adaları; deniz üzerindeki dağılışlarına göre; Halka - adaları, Bizanslılar zamanında imparator ve imparato-;riçelerin, prens ve prenseslerin sürgün ve inziva yeri olarak kullanıldıklarından; ;Prens - adaları da denir. Hepsi dokuz tane olan adalardan ,dördü; Büyükada (Beğ - adası = Prinki-,pos = Megale Demonesia), Heybeliada (Halkis = Demonios = (Cinler), Bur-gazada (Antigone), Kınalıada (Proti) büyük ve meskun olanları idi. Diğerleri: 'Taşvan, Sedef, Sivri, Yassı, Kaşık (Pide) adaları genel olarak ıssız, kayalık va gayri meskûndurlar. Şimdi bir kısmı kullanılmamaktadır. Kızıl adaların, Osmanlı tarihinde en çok bahsedildiği devir IH. Selim zamanın--da cereyan eden bir vak'a dolayısiyledir. Napoleon'un Mısır'ı işgali ve Suriye'ye yürümesi üzerine, İngiltere ve Rusya ile birleşerek, ona karşı cephe alan Bâb-ı âli sonradan tekrar an'anevi Fransız politikasına dönmek istedi. Fakat bu dönüşü, Ruslar kadar arzu etmiyen, İngilizler tahditle önlemek istediler. Şubat 1807 yılında, elçi Arbuthnot'un İstanbul'dan ayrılmasından sonra, amiral Duckworth filosu Çanakkale boğazını harben geçerek Kızıl-adalar açığına geldi. İstanbul önlerindeki on günlük tehditkâr ikametleri esnasında bazı ihtiyaçlarını Kızıladalardan, bilhassa Kınalıadadaki sudan, istifade ile gidermek istediklerinden, burada bazı çarpışmalar oldu. Neticede hiç bir basarı sağlıyamayan İngilizler geldikleri gibi çekilip gittier. Fakat bu olaydan sonra adaların askerî yönden önemi anlaşıldı. Yeniçeriliğin ilgasını müteakip, II. Mahmud, Heybeliadada kışla yaptırdı. Abdülmecid devrinde Bahriye mektebi buraya getirildi. II. Meşrutiyetin ilânı üzerine, II. Ab-dülhamid'in bazı nazır ve mabeyncileri de bu adalara sürgün edilmiştiM.Sertoğlu.
KIZIL AHMEDLİ (Bak. : Candar-oğulları)M.Sertoğlu.
KIZILBAÇ Umumiyetle sünnî Müslümanların Alevî ve şiîlere verdikleri isim. Buna sebep de giydikleri başlığın kırmızı renkli oluşudur. XIV. Yüzyıldan itibaren Anadoluda yerleşen Türkmen ve Yörükler kırmızı serpuşu kullanırlardı. Daha ziyade şiîliğe mütemayil olan bu aşiretler, XI. Yüzyılda İran'a doğru hicret etmiye başlamışlar ve daha evvel İran topraklarının bilhassa kuzey taraflarında yerleşmiş olan diğer Türk aşiretleriyle birlikte İran Safevî devletini kurmuşlardır. İşte bunların hepsine birden Kızılbaş dendiği gibi, Anadolu'da kalan Alevî Türk aşiretlerine de bu isim verilmiştir. Osmanlı Türkleri ise baştanberi beyaz renkli başlığı kabul etmişlerdi. (Bak. Börk)M.Sertoğlu.
KIZILCA MÜSELLEM (Bak. Müsellem)M.Sertoğlu.
KIZILELMA Roma şehrine Türkler tarafından verilen isim. Bizansı alan Osmanlı Türkleri ikinci gaye olarak Kızılel-ma'ya varmayı, yani Roma'yı da fethetmeyi seçmişlerdi. Bu suretle Roma İmparatorluğunun doğuda ve batıdaki bütün arazisine sahip olacaklardıM.Sertoğlu.
KIZLAR AĞASI Sarayda bulunan haremağalarının başı ve en büyük âmiri. (Bak. Haremağası). Resmî unvanı Dâr'üs-saade ağası idi. XVI. Yüzyıl sonlarına kadar kızlar ağalığı saray akha-dımlarımn başı olan ve Bâb'üs-saade ağası da denen Kapı ağalarına mahsus iken sonra zenci haremağalarına geçmiş, bu yüzyılın sonunda bir müddet gene akağa-lara geçmişse de 1594 ten sonra katî olarak zencilere intikal etmiştir. Zenci ha-remağalarından Yenisaray başkapı gu-lamüğı derecesine erenler, sonra Eskisa-ray ağası ve münhal vukuunda Dâr'üs-saade ağası olurlardı. Sarayda, maiyetlerinde cariye bulundu?mıya yalınz onlar izinli idiler. XVII. Yüzyıldan itibaren bilhassa nüfuzları artmış ve padişahların üzerinde çok müessir olmuşlardır. Azl-olundukları zaman Mısır'a gönderilirler ve orada azatlık ismi verilen bir maaşla yaşarlardı. Dâr'üs-saade ağaları, aynı zamanda Haremeyn-i serifeyn denilen Mekke ve Medine'ye ait evkafın nazırı idiler. Bundan başka, hükümdar namına olarak selâtin evkafının idaresine de bakarlardı. (Bak. Selâtin Vakıfları). Bütün bu işleri görmek için her çarşamba günü sarayda, Orta kapının dışındaki Has ahır kapısı tarafında Dâr'üs-saade yazıcısının dairesi tarafındaki köşkte bir divan akdederlerdi. Bu divanda evkaf müfettişi, haremeyn evkafı muhasebecisi ve mukataacısı ruz-nameci, başhalife, ağa yazıcısı ve saire bulunurlardı. Bundan başka gerek sarayda ve gerekse hariçte bulunan sultanların maaşları Dâr'üs-saade ağalarının ter-tib ettiği cedvele göre dağıtılırdı. Her yıl yapılan surre alayı gene bunların nezaretinde olurdu. (Bak. Surre). Sarayın Enderun ve Harem kısmının en büyük ağası ve âmiri olmak dolayısiyle resmî teşrifatta sıraları sadrıâzam ve şeyhülislâmdan sonra gelirdiM.Sertoğlu.
Dostları ilə paylaş: |