AYDINOĞULLARI XIV. Yüzyılın başlarında Aydın, Birgi, İzmir, Ayasuluğ bölgelerinde kurulmuş olan bir Türk beyliği. 1426 yılında Osmanlılar tarafından bu soyun hâkimiyetine son verilerek toprakları kendi topraklarına katılmıştırM.Sertoğlu.
AZAB Kelime mânası evli olmayan veya henüz evlecnaenijs. bekâr erkek demektir. Anadolu beyliklerinde donanma hizmetinde kullanılan askere bu isim verildiği gibi, Osmanlılarda Eyalet askerinden hafif piyadeye bu isim verilmiştir. Bunlar, XVI. Yüzyılın ilk yarısına kadar kullanılmıştır. Bundan başka Osmanlı piyadesinde kullanılan ve Tersane halkı'ndan olan azablarla (Bak. Bahriye Azabları) kale korunmasında kullanılan azablar vardı. Bu sonuncular kale muhafızlarının yaya kısmı idi ve bekârlardan kurulur, kalelerin içinde otururlardı. Atlı olanlarına ise Farison denirdi. Bir kısmı ulûfeli, bir kısmı tımarlı olup gedik şeklinde, yani her kalede belli ve miktarı değişmez sayıda idiler. Ulûfeli azab, lâyık görülürse tımarlı olurduM.Sertoğlu.
AZABAN-I TERSANE (Bak. Bahriye Azabları)M.Sertoğlu.
AZAB KAPISI (Bak. Bahriye Azapları)M.Sertoğlu.
AZADIR İşten çıkarıldıkları zaman daha çok Mısır'a gönderilen Darüssaads ağalarının geçimlerini sağlamak için bağlanan maaş. (Bak. Darüssaade ağası)M.Sertoğlu.
AZAK Don nehrinin denize döküldüğü yere yakın bir şehir. Adını Azak denizinden almıştır. Bu deniz, insan ayağı şeklinde olduğu için Kırım lehçesiyle Azak diye anılmıştır. Azak şehri, 1475 yılında Gedik Ahmet Paşa kumandasındaki donanma ve asker tarafından fetholunmuş, 1696 tarihinde ise Deli Petro tarafından kuşatılıp zaptedil-miştir. 1713 de Edirne andlaşması Azak ve civarını Osmanlılara iade etmiştir. Azak kalesi, 1736 yılında, Rusların harp ilânı olmadan saldırısına uğramış, üç ay kahramanca müdafaa edildikten sonra kaybedilmiştir. 1739 Belgrad andlaşması Azağı kesin olarak Rus'lara terketmiş ve 1774 Kaynarca andlaşması da bunu öyle tanımıştırM.Sertoğlu.
BABA CAFER ZİNDANI İstanbul surlarının Haliç tarafında bugün hâlâ Zindan kapısı diye anılan kapının bulunduğu burcun altındaki meşhur zindan. Bizans devrinden kalma bir yapı olup İstanbul'un fethinden itibaren Osmanlılar tarafından hapishane olarak kullanılmıştır. Siyasî suçlular dışındaki katil, hırsız, ahlâksız ve borçlular burada hapsedilirdi. Siyasî mahkûmlar ve asker sınıfından olanlar ise Yedikule, Rumelihisarı, Kurşunlu mahzen, Ağakapısı ve Tersane zindanlarında hapsedilirlerdi. Baba Cafer ve Galata, zindanı âdi suçlular içindi. Bu zindanın kadınlar için ayrı bir kısmı da vardı. Bir subaşının nezaretinde bir odabaşı, yeteri kadar zindancı ve zindan kâtipleri tarafından korunur ve idare olunurdu. Burada bulunun mahpuslar devlet tarafından beslenmezler, halkın sadakasiy-le geçinirlerdi. 1831 senesinde yalnız kadınlara mahsus bir hapishane olarak kullanılmakta iken mahkûmlar başka yere götürülerek burası karakol olarak kullanılmıştırM.Sertoğlu.
BABA ÇEŞMESİ Topkapı sarayında zülüflü baltacıların duvarları çinili koğuşlarının avlusunda bulunan çeşmeye verilen isimM.Sertoğlu.
BABA FİNGO (Bak. Gabyar, Gıran-di)M.Sertoğlu.
BÂB-I AĞA Ağa kapısının başka adı. (Bak. Ağa Kapısı)M.Sertoğlu.
BÂB-I ÂLÎ Paşa kapısına I. Abdül-hamid devrinden itibaren verilen isim. (Bak. Paşakapısı)M.Sertoğlu.
BÂB-I AS AFİ Paşa kapısının diğer adı. (Bak. Paşakapısı)M.Sertoğlu.
BAB-Î ASKERİ (Bak. Serasker kapısı)M.Sertoğlu.
BÂB-I DEFTERİ Osmanlı Devletinin bütün malî işlerini yürüten kuruluşun adı. Bâb-ı defteri'nin en büyük âmiri Baş defterdar veya Şıkkı evvel defterdarı denilen zattı. (Bak. Defterdar). Kendisinden sonra Anadolu defterdarı gelir ve Anadolu'ya ait malî işlerle meşgul olurdu. Sonra sıra ile, Şıkkı sânî defterdarı Anadolu yalıla-rıyla Rumeli ve İstanbul'a ait işlere, Şıkk-ı sâlis defterdarı ise Tuna sahilleri bölgesine ait işlere bakarlardı. Yalnız Nizam-ı Cedîd devrinde bir de Şıkk-ı râbi defterdarı vardı ki kendisine bu askerin masraflarını karşılayan İrad-ı Cedid hazinesiyle meşgul olmak vazifesi verilmişti. Ayrıca her vilâyette bulundukları yere göre bu defterdarlardan birine bağlı bulunan Kenar defterdarları vardı. Bunlardan sonra gelen Bâb-ı Defteri'nin büyük âmirleri bütün maliye hesaplarını kontrolle vazifeli ve bugünkü Sayıştay'ın vazifesini gören Baş muhasebe kaleminin âmiri olan Baş muhasebeci veya Muhasebe-i evvel ve Ha-zine-i âmire dairesinin âmiri olan Büyük rnznamçeci veya Ruznamçe-i evvel'di. Maliyenin bütün kalemleri XVI. Yüzyılda dörde ayrılmıştı. Bir kısmı doğrudan doğruya Başdefterdarlığa, öbürleri Hazine-i âmire dairesine, Anadolu defterdarlığına. Şıkk-ı sânî defterdarlığına bağlıydılar. Bağ muhasebe teşkilâtı XVII. Yüzyılda kurulmuş ve mevcut kalemlerin bir kısmı buraya bağlanmış, yine buraya bağlı bazı kalemler kurulmuştur. XVIII. Yüzyılda ise, ihtiyaca göre eski kalemler yeniden şubelere ayrıldı ve bir kısım da yeni kalemler kuruldu. Bâb-ı defteri'nin kalemleri şu isimlerle anılırdı: / 1 — Doğrudan doğruya Başdefterdark- ğa bağlı olanlar: Baş mukataa veya Mu- kataa-ı evvele kalemi, Mukataa-ı sâni ka lemi, Mevkufat kalemi, Varidat kalemi, Kale tezkirecisi kalemi, Tezkire-i ahkâm-ı Rumeli kalemi, Başbakî kulu kalemi. / 2 — Hazinei âmire dairesine bağlı olanlar: Büyük ruznamçe veya Ruznamçei evvel kalemi, Küçük ruznamçe veya Ruz namçei sânî kalemi, Muhasebe-i Anadolu kalemi, Mukabele kalemi. / Anadolu kalemine bağh olanlar: Mu-kata-ı evvel-i Anadolu kalemi, Mukataa-ı sâni-i Anadolu kalemi. Mukataa-ı sâlis-i Anadolu kalemi, Mevkufatı Anadolu kalemi, Tezkire-i Ahkâmı Anadolu kalemi. / 3 — Şıkk-ı sânî defterdarlığına bağlı olanlar: Mukataa-ı evvel kalemi, Muka taa-ı sânî kalemi, Mukataa-ı sâlis kalemi, Tezkire-i ahkâm kalemi, Kale tezkirecisi kalemi. / 4 — Baş muhasebeye bağh olanlar: Arpa, Tersane, Zahire ve Nüzul, Tophane, Matbah, Baruthane emanetleri ve Kasap- başlıkla Malikâne, Zimmet ve Muhallefat halifelikleri. / 5 — XVIII. Yüzyılda mevcut bulunan diğer kalemler: Haremeyn muhasebesi ka lemi, Haremeyn mukataası kalemi. Süvari mukabelesi kalemi, Sipah kalemi, Silâh tar kalemi, Piyade mukabelesi kalemi, Evânıır-i maliye kalemi ve buna bağlı Pis kopos halifeliği kalemi, Cizye muhasebesi kalemi, Küçük evkaf kalemi. Büyük kale kalemi, Küçük kale kalemi, Haslar mu kataası kalemi, Maden kalemi, Salyane kalemi, Bursa mukataası kalemi, Avlonya ve Ağnboz mukataaiarı kalemi, Kefe mukataası kalemi, Mektubiî-i defterî kalemi, Tarihçi kalemi, Mevkufat kalemine bağlı olmak üzere Kalemiye dairesi, Ganem kitabeti ve Menzil halifeliği kalemleri. (Her-biri için kendi maddesine bak)M.Sertoğlu.
BÂB-I FETVA Şeyhülislâmların oturdukları, bir adı da Şeyhülislâm kapısı olan yer. Bâb-ı meşihat denildiği de olur. Yeniçeri ocağının kaldırılmasından yani 1826 senesine kadar Şeyhülislâm olanlara mahsus ayrı bir resmî daire olmadığı için bu makama gelenler kendi konaklannda vazife görürlerdi. Ocak kapatıldıktan sonra Ağa kapısı Bâb-ı Fetva olmuştur. (Bak. Ağa kapısı)M.Sertoğlu.
BÂB-I HÜMAYUN Fâtih'in yaptırdığı Saray-ı Cedid-i Âmire (Topkapı Sarayı) yi gehirden ayıran ve yine aynı padişah tarafından yaptırılan Sur-u Sultanî üzerindeki kapılardan biridir. Ayasofya Camii ile III. Ahmet çeşmesi karşısındadır. Saltanat kapısı adım da taşıyan bu yer 1478 yılında sarayın son olarak inşa edilen kısımlarındandır. Saray-ı Cedid-i Âmi-re'nin ilk giriş yeridir. Bâb-ı hümayun iç içe iki kapı olup bunların arasında sağlı sollu kapıcılara mahsus odalar vardır. Bazı kaynaklarda Yavuz'un Mısır'dan getirdiği sanatkârlara ayrılan sonradan mahzurlu görüldüğünden uzaklaştırıldıkları o-dalardan da bahsedilmektedir. Mafevk Bâb-ı Mualla, Mahzen-i Defatirî Hakanî gibi isimler de taşıyan bu yerler, Kanunî zamanında şehit ve kimsesizlerin bıraktıkları eşyanın saklandığı odalardı. Son devirlerde Maliye beytülmaline ait evrak burada saklanırdı. Bu kapının üzeri geniş bir taraşa benzer. Eskiden burada Fâtih'in bir köşkü vardı. 1283'te yanmıştır. Kapı ve müştemilâtı son olarak Abdülâziz devrinde tamir edilmiş ve bir hayli değiştirilmiş, jimdild çeşmeler o zaman yapılmıştır. 1922'de kapının üzerindeki kubbe ve müştemilâtı Fransız Senegal askerlerinin sebep oldukları bir yangında harap olmuş, bugünkü hale gelmiştir. Sarayın bu kapılan eskiden Bevve-ban-ı Bâb-ı Hümayun denilen kapıcılar tarafından korunurdu. (Bak. Kapıcılar). Bununla beraber daha XVI. Yüzyılın başından beri' bu kapıdan giriş aşağı yukarı serbest gibiydiM.Sertoğlu.
BÂB-I HÜMAYUN HAZİNESt Muhallefatın, yani ölen kimselerin herhangi bir vesile ile devlete intikal eden mal ve paralarının saklandığı yer. Taşra saray hazinesi diye de anılır ve Haznedarbaşmın nezaretinde bulunurdu. (Bak. Hazinedar-başı)M.Sertoğlu.
BÂB-I MURAD İstanbul'a verilen eski isimlerden biriM.Sertoğlu.
BÂBÜSSAADE Arz kapısı, Taht kapısı. Sarayın üçüncü kapısı olup Enderun ve Bîrun'u birbirinden ayırırdı. (Bak. Enderun, Bîrun). Bir adı da Akağalar kapısı idi. Burası iç içe iki kapı olup ön kısmında mermer sütunlara dayanan bir revak vardır. Padişahlar tahta otururken, ayak divanlarında ve bayramlaşma törenlerinde padişahların tahtı burada kurulurdu. Abdülâziz'in ilk saltanat yıllarına kadar sarayın bayramlaşma törenleri de burada yapılmıştır. Yine, herhangi bir sebeple Sancak-ı şerif çıkarılacak olsa, bu kapının önünde üstü başka zamanlarda mermer bir kapakla örtülü duran deliğe dikilirdi. Yine bu kapının sağ tarafındaki çınarın altında padişahların cenaze namazı kılınırdı, iki kapı arasının sağında dört beş odalı Kapı ağası dairesi, solda ise Akağalar koğuşu vardır. Bu kapıdan sarayın Üçüncü yeri de denilen Enderun kısmına girilir. Hemen karşısında Arz odası vardır. (Bak. Arz odası). Buna bakan tarafta Osmanlı padişahlarının altın yaldızla yazılmış isimlerini taşıyan üç büyük levha vardır. Bâbüssaade'yi, Kapı ağası da denilen Bâbüssaade ağasının gözetimindeki Akağalar beklerdi. (Bak. Bâbüssaade Ağası, Akağalar). Bu yüzden bir adı da Akağalar kapısı idiM.Sertoğlu.
BÂBÜSSAADE AĞASI (Bak Akağalar)M.Sertoğlu.
BÂBÜS SELÂM Topkapı sarayının i-kinci kapısı olup daha ziyade Ortakapı diye anılırdı. Bugün Topkası sarayı müzesinin giriş kapısıdır. Bunun iki tarafında iki kule vardır. Bunların altında koruyucu kapıcılara mahsus odalar vardır. Bâbüsse-lâm, iç içe iki kapıdan ibarettir. Ortasına Kapı arası denirdi. Sadnazamlarla bazı devlet erkânı ekseriyetle saraydan çıfcşla-n sırasında ve saraya gelirken tevkif olu-nurlarsa burada hapsedilirlerdi. Kapı arasında bir de çeşms vardı. Bu kapının dışı Birinci yer ve içi ikinci yer diye anılırdı. Orta kapıyı Bevveban-ı Dergâh-ı Ali denilen kapıcılar korurlardı. (Bak. Kapıcılar). Buradan, hükümdarlardan başka hiç kim-aa at sırtında geçemezdiM.Sertoğlu.
BAC Aslı f arşça baj kelimesi olup vergi, metbuun hükümdara vermek zorunda olduğu para ve hediye manasınadır. Osmanlılarda da bu mânada kullanılmış ve Türklerin Balkanlara yayılmasıyla bütün bu sahada kullanılmıştır. Fâtih'in Kanunnamesinde ise aynı zamanda bir alışveriş vergisi mânasına da gelmektedir. Osmanlı Devletinde ilk defa Osman Bey Pazar bacını koymuş ve Karahisar pazarına getirilip satılan her yükten iki akçe alınmasını tısül haline getirmiştirM.Sertoğlu.
BACALUŞKA, BADALUŞKA Osmanlıların kullandığı top cinslerinden biri. Frankı denilen cinsten, büyük Martin'den küçüktü. Bedeluşka, Beceluşka, Bedoluş-ka, diye de anılırdı. (Bak. Top)M.Sertoğlu.
BAC-I AĞNAM (Bak. Ağnam resmi)M.Sertoğlu.
BAC-I KEETİL Selâmet akçesinin diğer bir adı. (Bak. Ağnam resmi)M.Sertoğlu.
BAClYAN-I RÛM (Bak. Gaziyan-ı Rûm)M.Sertoğlu.
BAÇ MADENÎ Sırbistandan Kara-goyvaç'ın kuzey batısında bulunan ve imparatorluk devrinde Türkler tarafından işletilen meşhur demir madeni. Bir adı da Rudnik'diM.Sertoğlu.
BADBÂNÎ Tersane halkından olan Azabların bir sınıfıdır. Kendilerine Yelkenci de denirdi. Babdânî farsça yelken demektir. Bunlar kalyonlarda yelkencilik ve yelkenlerin bakımı hizmetini görürlerdi. (Bak. Bahriye azabları)M.Sertoğlu.
BÂD-İ HAVA Osmanlı devrinde alınan vergilerden biri. Rüsum-ı örfiye'nin Tekâlif-i örfiye kısmındandı. (Bak. Rüsum-ı örfiye). Bu vergi, bulunduğu bölgenin kanun ve geleneğine göre her yıl para olarak Sahib-i arz tarafından toplanırdı. (Bak. Sahib-i arz)M.Sertoğlu.
BAFEUM Koyunhisa'rın ilk çağlarda ki adıM.Sertoğlu.
BAĞCILAR OCAĞI Bostancı Ocağına bağlı olup Saraya ait bağlara bakanların kayıtlı oldukları ocak. (Bak. Bostancı ocağı)M.Sertoğlu.
BAĞDAD EYALETİ Osmanlı eya-letlerîndendir. Yirmi sancaktan meydana gelirdi. Sekiz sancağında tımar ve zeamet teşkilâtı olup diğerlerinde bu teşkilât yoktu. Ancak, sancak beyi hassı vardı ki, Yurtluk ve Ocaklık gibiydi. Köy ve çayırlarının bütün mahsulü ise devlet hazinene aitti. Tımar ve Zeamet erbabı 980 kılıç olup cebelileriyle birlikte 4500 kişilik bir savaş gücü teşkil ederlerdi. Ayrıca ulûfeli yerli kulu askeri vardı. Bağdad'-ın Sancakları şunlardı: Bağdad (Merkez), Zenkabad, Kille, Cevazir, Rumahiye, Aneh, Cengule, Karadağ, Dertenk, Semavat, Beyat, Derne, Dihbala, Vasit, Kerend (Kerned), Demir-kapı, Karaniye, Kabur, Geylan, Alişah. Bunlardan başka, Bağdad'a bağlı Umadiye hükümeti vardı ki, müstakil yurtluk ve ocaklıktı. (Bak. Yurtluk ve Ocaklık)M.Sertoğlu.
BAĞDAD KÖŞKÜ Bağdad'ın Osmanlılar tarafından 1639 senesinde ikinci defa fethi hatırası olarak IV. Murad'ın yaptırdığı içi ve dışı çinilerle kaplı meşhur köşk. XVII. Yüzyıl Türk sanatının en parlak numunesidir. Topkapı sarayında Dördüncü yer denilen bölgede bulunmaktadır. (Bak. Dördüncü yer)M.Sertoğlu.
BAĞ VE BAĞÇE BOSTAN RESMİ Rüsum-ı örfiyenin tekâlif cinsinden olup bağlardan ve sebze ve saire yetiştiren bağçe ve bostanlardan bulunduğu eyaletin kanunnamesine göre yılda bir kere Sa-hib-i arz tarafından maktuen alınırdıM.Sertoğlu.
BAHARİYE (Bak. Zemistaniye)M.Sertoğlu.
BAHARİYE YALISI Eyüpte, Bahariyede deniz kenarında bulunan büyük bir yalı. Burası, hükümdarlara mahsus yalılardandı. Kendisine mühür verilen yeni sadrıazamlar eğer Rumeli tarafında iseler, devlet ileri gelenleri tarafından Da-vudpaşa'da karşılanarak buraya getirilir ve kendisine yemeklik denilen bir ziyafet çekilirdi. (Bak. Yemeklik)M.Sertoğlu.
BAHR-İ AHMER KızıldenizM.Sertoğlu.
BAHR-İ HAZER Hazer deniziM.Sertoğlu.
BAHR-İ SEFİT AkdenizM.Sertoğlu.
BAHR-İ SİYAH KaradenizM.Sertoğlu.
BAHRİYE AZABLARI Tersane halfanın bir kısmı. Bunlar, devşirmeden gelmeyip Türk aslında idiler. Reisler,, Dümenciler, Vardiyalar, Yelkenciler hep bunlardan olurdu. Azablann yedi sekiz tanesi bir bölük sayılır ve BÖlükbaşılarına Reis denilirdi. Reisten sonra Odabaşı ve Aşçıbaşı gelirdi. Umumiyetle Bâdbanî denilen Yelkenciler terfi ederlerse reis olurlardı. Reis, aynı zamanda gemi süvarisi olursa Vardiya başı diye anılırdı. Süvarinin yolu ise kaptanlıktı. Bir de Bölfiksüz reis sınıfı vardı. Kıdemli yelkencilerin terfi zamanlarında münhal (boş) bölükbaşılık bulunmazsa bunlara reislik sadece bir rütbe olarak verilir ve yer açılınca kendilerine bölüklü reislik verilirdi. Azab bölüklerinin sayısı 350 kadardı, 150 de bölüksüz reis bulunurdu. Bölüklü ve bö-îüksüz reislerden başka, bir de bir yere bağlı olmayıp ihtiyaç halinde gereken vazifede kullanılan Müteferrika reisleri vardı. Bunlar bölüksüz cinsinden idiler; terfi ederlerse bölüklü başı olurlardı. Reislerden, bir gemiye tek basma müstakil olarak kumanda edene Kaptan denirdi. Kaptan olabilmek için savaşta bir düşman gemisini ele geçirmek lâzımdı. Bey gemilerine değil de, devlete ait gemileri kumanda edenlere Hassa reisi, Hassa kaptan veya Fenailı reîsi denirdi. Bunlar gemilerine fener takarlardı. (Bak. Bey gemileri). Bahriye azablarından bir kısmı gemilerde, bir kısmı tersanede hizmet ederlerdi. Gemilerde hizmst edenlere Azaban-ı donanma, tersanede hizmet edenlere ise Azaban-ı tersane denirdi. Bunlar tersanede muhafızlık hizmetinde bulunur lardı. Azablann tersane yanında bir kışlaları vardı. Bulunduğu yer hâlâ Azabkapısı diye anılır. Bu efrada ihtiyaç olduğu zaman, yirmi, otuz hanede bir güçlü; kuvvetli, bekâr Türklerden alınmaları kanundu. Fevkalâde zamanlarda, kale hizmetinde bulunan azablann tersaneye alındığı olurdu. (Bak. Tersane halkı, Azab). Donanmada azablardan başka hizmet edenler: Levendler, Kürekçiler, Aylakçılar, Kalyoncular, Gabyarlar ve Sudogabo'lar-dı. (her biri için kendi maddesine bak)M.Sertoğlu.
BAHRİYE HAZİNESİ (Bak. Tersane Emini)M.Sertoğlu.
BAHRİYE MÜHENDİSHANESİ (Bak. Tersane mühendishanesi)M.Sertoğlu.
BAHRİYE NAZIRI Kaptan-ı Deryalık unvanı 1867 yılına kadar kullanılmış, bu senenin nisan ayında bırakılarak Kaptan Paşalara Bahriye Nazırı denmeğe başlamıştır. 1876 yılında Kaptan-ı Derya unvanı yeniden getirilmiş ise de, aynı sene yine terkedilmiş ve Bahriye Nazırı tâbiri kesin olarak benimsenip Cumhuriyete kadar kullanılmıştır. Bundan başka Şubat 1805 tarihinde yürürlüğe giren Bahriye Kanunnamesine göre Tersane Eminliği kaldırılarak yerine Umur-ı Bahriye Nezaret! kurulmuş ve bu göreve ilk olarak Morali Seyyid Ali Efendi atanmıştır. Tersane Eminliğine ait vazifeleri yerine getirecek olan Bahriye Nazırı, aynı zamanda Bahriye Hazinesinin de başı ve sorumlusu olacaktı. (Bak. Tersane Emini). Bu memuriyet, 1830 yılında ilga olunmuşturM.Sertoğlu.
BAHŞİŞ (Bak: Sefer bahşişi, Cülus bahşişi)M.Sertoğlu.
BAHŞİŞ-İ KALENDERİ Bir şeyin nizamsız ve haksız olarak paylaşılması.kim aldıya gitmesi ve yağma mânasına gelen bir tâbirM.Sertoğlu.
BAKÎ KULU (Bak. Başbakîkulu)M.Sertoğlu.
BAKLAVA ALAYI Her ramazan ayının on besinci günü Hırka-i Şerif ziyaretinden sonra yeniçerilere saray mutfağından baklava verilmesi dolayısiyle yapılan tören. O gün, yeniçeri orta ve bölük çor-bacılariyle öbür subayları, Orta kapının önünde toplanırlar, baklavalar, İstanbul'da bulunan her on yeniçeriye bir tepsi hesabiyle saray mutfağında hazırlanır ve Silâhtar Ağanın Orta Kapıdan çıkarmasiy-îe tören başlardı. Önce bir tepsi padişaha takdim olunmak üzere Silâhtar Ağaya verilir, sonra efrat tepsileri alıp iki kişi bir tepsi olmak üzere, önde subayları bulunduğu halde alayla odalarına getirirlerdi. Tepsiler ve bunların içinde taşındığı futalar ertesi günü saray mutfağına geri verilirdiM.Sertoğlu.
BÂLÂ RÜTBESİ Osmanlı imparatorluğu devrinde sivil rütbelerden biri olup 1845 yılında konmuştur, ilk zamanlarda pek az kimselere verilen itibarlı bir rütbe olup yalnız vükelâya verilirken zamanla herkese verilir olmuş, ve bilhassa II. Abdülhamid zamanında bâlâ olanların sayısı bir hayli artmıştı. Daha sonra azaltılarak 1908 Meşrutiyetinden sonra, öbür sivil rütbeleri gibi, pek nadir olarak verilir olmuştur. Bâlâ ricaline atufetlâ diye hitap olunurdu. Ula Evveli rütbesini almış olanlar terfi ederlerse bâlâ olurlardı. Bâlâhktan sonra ise vezirlik gelirdi. Bu rütbeye mahsus olan üniforma yakası, göğsü ve kol kapakları sırmalı siyah uzun setre ve geniş zırhlı pantalon ile yine sırmalı kemere bağlı kılıçtan ibaretti. Bâlâ rütbesini ilk alanlar sadaret müsteşarı Zühtü bey ile Valide Kethüdası Hüseyin bey, son alanlar ise son Osmanlı padişahı Vahideddin zamanında Maarif Nazırı bulunan Gelenbevî Sait Beydir. Bu rütbe, diğerleri gibi Cumhuriyetin ilanıyla tarihe karışmıştır. Bâlâ rütbesini taşıyanlara paşa denmez, paşa unvanına sahip birisine bu rütbe verilirse Bey veya Efendi diye anılırlardıM.Sertoğlu.
BALIKÇIL TÜYÜ Balıkçıl kuşundan elde edilen uzun ve kıymetli bir tüy olup Yeniçeri ocağına mensup aşağıda yazılı kimseler bunu serpuşlarına takmak hakkına sahiptiler: Zağarcıbaşı, Saksoncubaşı, Turnacıba-şı. Hasekiler, Başdeveci ve deveciler, Başyayabaşı, Muhzırağa, Kethüdayeri. Bunlar, ocağın üeri derecede âmirleri olup Başdeveciden öncekiler Büyükağalar sayılırlardı. Bir de, Acemi ocağında aynı zamanda Ocak kâtibi olan Otuzuncu bölük çorbacısı serpuşna balıkçıl tüyü takardı. Padişah sorguçları da balıkçıl tü-yündendirM.Sertoğlu.
BALIK EMlNİ Saraya balık temin eden Balıkhane ocağının âmiri ve İstanbul civarındaki dalyanları işleten ve idare eden kimse olup kendisi Bostancı haseki-lerindendi. (Bak. Bostancı hasekisi)M.Sertoğlu.
BALIKHANE KAPISI Topkapı sarayının deniz suru tarafındaki kapılardaa biri. Bu kapı Ahırkapı ile Otluk kapısı arasındaydı. Gazaba uğrayan sadrıazam-lar burada idam olunduğu veya bu kapının önünde hazırlanan bir gemi ile sürgüne gönderildikleri için uğursuz sayılan bir yerdi. Buraya son indirilen sadrı-azam Mehmet Sait Galip Paşa olup tou olay 1824 yılında geçmiştirM.Sertoğlu.
BALIKHANE OCAĞI Bostancı ocağına bağlı olup saray için balık temin eden-erlere mahsustu. Balıkhane emininin idaresi altında idi. (Bak. Bostancı ocağı, Balıkhane emini)M.Sertoğlu.
BALKAPANI İstanbul'da Mısır çarşısı ile Tahtakale arasında bulunan Bi-zanstan kalma eski bir han. Burada şe-hire gelen bal depo edilir ve toptan satılırdı. Zamanla, başka yiyecekler de burada satılır olmuştur. Şehirde bunun gibi unun toptan satıldığı Unkapanı ve ya£ için Galata'da Yağkapanı vardı. Kapan kelimesinin asıl mânası büyük terazidir ve bundan kinaye olarak toptan satış yeri kastedilmiştirM.Sertoğlu.
BALLUBADRA (Bak. Balyabadra)M.Sertoğlu.
BALTA ASMAK Herhangi bir yeniçeri kabadayısının, zahire, odun vesaire getiren tüccar gemilerine kendi Orta veya Bölük'ünün nişanını koyması demekti. Bu, o gemiyi para karşılığında koruyacağı mânasına gelirdi. Bu suretle yeni yapılan binalara da balta astıkları olurdu. Bunun bir adı da Çap vurmak'tıM.Sertoğlu.
BALTACI Sarayın Birûn kısmına mensup bir cins hizmet erbabı. (Bak. Birûn). Bir adları da Teberdardı. Rivayete göre II. Murad sefere giderken dağ ve ormanların temizlenmesi için ilk önce bunları kullanmış, sonra Saraya almış, sonraları seferlere giderken yol açmak, çadırları kurup kaldırmak, yükleri indirip bindirmek gibi işleri bunlara gördürmüş-tü. İstanbul'un fethinden sonra ise, bunların bir kısmı Zülüflü baltacılar adıyla Yeni Saray hizmetlerine verilmiş, bir kısmı ise Eski Sarayın Mercan kapısı tarafındaki kışlalara yerleştirilmişlerdi. (Bak. Eski Saray). Bu yüzden Teberda-ran-ı Saray-ı Atik diye anılırlardı. Görevleri, Yeni Sarayda harem ile Eski Sarayın, şehzadelerin ve saray dışında bulunan sultanların hizmet ve korunmalarında bulunmaktı. Kendileri Darüssaade Ağasına bağlı idiler. Onun ve emrindeki ağaların hizmetinde de çalıştıkları gibi saraydaki Kadın Efendi, Sultan ve Şehzadelerden her birinin bir baltacısı vardı. Harem halkını Edirneye götürülecek olsa arabaların etrafında bunlar bulunur, yolda çadırlar kuruldukça ellerindeki teberleriyle harem çadırlarını korurlardı. Baltacılığa İstanbul Acemi ocağından, Galata ve ibrahim Paşa saraylarının hizmet bölüklerinden ve Topkapı sarayı hizmet bölüklerinden, yani aşçı, helvacı, çamaşırcı gibilerden er alınırdı. Darüssaade Ağasından sonra gelen büyük âmirleri Baltacılar Kethüdası idi. Sonra Bölükbaşı ve Odabaşı gelirdi. Darüssaade Ağasının sadnazamlıktaki işlerini baltacılardan Kapı Haseki Ağası görür, Haremeyn vakıflarının para toplama memurluğunu yazıcı bulunurdu. Zaten Darüssaade ağasının idaresinde bulunan Haremeyn evkafının muhtelif hizmetlerinde baltacılar bulundukları gibi, okur yazarlarından biri Darüssaade Ağası kâtipliği ve altı tanesi yazıcı halifeliği yaparlardı. Bir kısmı da, Bayazid camiinde ders okutan müderrislerden ders görüp yetişirlerdi. Eski Saray Baltacı Ocağı 1757 yılında kapatılmış, 1774 yılında ise yeniden açılmıştır. Dış hizmetlere çıkarlarsa Kapıkulu süvarisi olurlardı. Kıdemlilerine ve âmirlerine ise Müteferrikalık verilirdi. Yeni sarayda oturan Zülüflü baltacılar ise taınamiyle ayn bir sınıftı. Bunlar, Enderumm türlü hizmetleriyle görevli idiler, giydikleri serpuşun iki yanından iki örgü perçem gibi yanaklarına doğru sarktığı için Zülüflü diye anılırlardı. Eskiden Kapı ağasına bağlı iken XVIII. Yüzyıldan itibaren Silâhtar Ağanın emrine vs-rilmişlerdi. Koğuşları, sarayın en eski b> nalarındandı. Burası kendilerine dar geldiği için sonradan genişletilmişti. Daireleri bir katlı ve duvarları çini kaplı idL Kendilerinin ayrıca kethüdaları, bölük ve odabaşıları vardı. Ondan sonra ise Di-vanhaneci, Yemişçi, Suyolcu adlı üç eskileri ve daha sonra ise Koşucu denilen ve Silâhtar Ağa ile hünkârın postacılık hizmetinde bulunan altı kişi gelirdi. Divanhanenin, Arz odasının süpürülüp temizlenmesi, açılıp kapanması bunların işi olduğu gibi, Enderunda bir hizmet gerekirse bunlara gördürülürdü. Haremde yangın çıksa söndürmek Zülüflü baltacir ların görevi idi. Bunun için balta, kanca ve kova gibi şeyler bulunurdu. Yine, Saraydaki Ağalar camiinde nöbetle kayyum-luk ederler, Haremde Padişah, Sultan veya Şehzadelerden biri vefat etse cenazesi bunlar tarafından taşınırdı. Haremle fazlaca temasları olduğundan sağ ve sollarını görmemeleri maksadiyle yüksek atlas yaka takmaları âdetti. Bu yüzden Yakah baltacılar diye de anılırlardı. Taşra hizmetlerine çıksalar erlere Kapıkulu süva-filîSi. Eskilerine ve Ağalarına Çeşnigir di. Bu ocağa Eski Saray baltacılığına alınan yerlerden er alınırdı. Çiniden yukarı yatanlar Eski, Çiniden aşağı yatanlar Acemi sayılırlardı. Yani üst kat ranzalar Eskilere, alt kat ranzalar Acemilere ayiji-mıştı. XIX. Yüzyılda Zülüflü Baltacılar yeniden düzenlenmişlerdir. Buna göre kethüdalarından sonra ikinci Baş Baltacı, sonra sıra ile Divanhaneci, Kilercibaşı, Baltacıbaşı geliyordu. Nihayet sekiz tanesi Bıçaklı Eski sayılmıştı. Bunlara aday olanlara ise Bıçak müiâzlnıi denirdi. Harb dolayısiyle sadrıazam Sancak-ı Şerif ile sefere gitse, bunlardan otuz kişi beraber gider, sancak açıldığı zaman altında Kur'an-ı Kerim okurlardı. Zülüflü Baltacıların bir adı da Taber-daran-ı hassa idiM.Sertoğlu.
BALTA RESMİ Bir çeşit vergi olup ormanlardan odun kesen köylüden alınırdıM.Sertoğlu.
Dostları ilə paylaş: |