SANCAK Osmanlı idari teşkilâtının bir parçası. Sancaklar vilâyetleri teşkil eder ve kendileri de kazalara ayrılırlardı. Sancağın idarasi, Sancakb?ği adlı ve en az yüz bin akçelik has sahibi olan idarî ve askerî bir âmire verilirdi. XVII. Yüzyıldan itibaren bunlara paşa unvanı da tevcih olıınmıya başlanmıştır. Sancakbeğleri, bölgelerinin idarî bakımından mutlak âmiri olup yalnız adlî işlere karışmazlardı. Harb zamanlarında ise, mıntakalarındaki topraklı, süvariler çeribaşılar tarafından toplanıp alay beğlerina götürülür, alay beğ-leri ise bunları Sancakbeğlerinin maiyetine sevkeder ve onun tâbi olduğu beğler-beğinin kumandasında harbe giderlerdi. Sancakbeğleri bir tuğ sahibi idiler. (Bak. Tuğ). Terfi ederlerse Beğlerbeği olurlardı. (Bak. Beğlerbeği). Tanzimattan sonra sancaklar vilâyetlere bağlı olmak üzere mutasarrıf adlı mülki âmirlere tevcih olunmıya ve bunlar tarafından idare edilmiye başlanılmıştır. Mutasarrıfların hiç bir askerî sıfatı yoktu. Cumhuriyetten sonra ise bu teşkilât ilga olunarak kazalar doğrudan doğruya vilâyetlere bağlanmıştırM.Sertoğlu.
SANCAK (Bak. Bayrak)M.Sertoğlu.
SANCAK GEMİLERİ Osmanlı donanmasında kaptanpaşa ile birlikte kapu-dane, patrone ve riyale gemilerine bu i-sim verilir ve kaptanlarına da Sancak Kaptanları denirdi. (Bak. Donanma)M.Sertoğlu.
SANCAK KAPTANLARI (Bak. Sancak gemileri)M.Sertoğlu.
SANDAL Çözmeleri pamuk, atmaları ipek olan, çift çözme ve çift atma usûlü ile dokunan bir cins kumaş. Âlâsı Edirne'de dokunur ve Kapalıçarşı'da Sandal Bedesteni'ne getirilip burada top hesabı ile esnafa satılırdıM.Sertoğlu.
SANDIKLI (Bak. Hayriye Altını)M.Sertoğlu.
SANSON (Bak. Sekson)M.Sertoğlu.
SAPLAMA Muhtelif bölgelerden dev-şirilen hıristiyan çocuklarının devlet merkezine gelirken yolda aralarına karışan yabancılar hakkında kullanılan bir tâbir. Bunlar dikkatle aranarak meydana çıkarılırdı. Bundan başka yeniçeri ocağaıa hariçten kanşanlar da bu ismi alırlardıM.Sertoğlu.
SARAÇLAR (Bak. Hasahır Hademeleri)M.Sertoğlu.
SARAY AĞASI Sarayın akhadım a-ğalarmdan olup Bâb'üs - saade ağasının birinci derecede yardımcısıydı. Hazine-darbaşı akhadımlardan olduğu takdirde Bâb'üs - saade ağasından sonra o gelir, saray ağası ondan sonraya kalırdı. Hazinedar hadımlardan olmazsa, saray ağası Bâb'üs - saade ağasından sonra gelirdi. Sarayın temiz tutulmasından, tamire muhtaç yerlerinin tamirinden mes'uldıi. Padişah Edirne'ye gitse, bu gitmeyip sarayı beklerdi. Dış hizmete çıksa, kendisine Beğlerbeğilik ve -en az Sancak Beğlı-ği verilirdi. Kendisi padişaha doğrudan doğruya maruzatta bulunabilen arz ağalarından olmakla beraber, bu vazifeyi â-miri olan Bâb'üs - saade ağasının yapması usuldendi. Kilercibaşı hadımlardan olduğu takdirde onun da saray ağasma takaddüm etmesi kanundu. Lâkin, gerek ki-lercibaşınm ve gerekse hazinedarbaşının hadımlardan olması nâdirdi. (Bak. Ak-ağalar)M.Sertoğlu.
SARAY HAZİNESİ (Bak. îç hazine).
SARAY-I ÂMİRE (Bak. Yenisaray).
SARAY-I ATİK (Bak. Eskisaray).
SARAYİÇİ (Bak. Edirne Sarayı)M.Sertoğlu.
SARAY KETHÜDASI Akhadımlarm saray ağasından sonra gelen âmirleri idi ve Kapı - oğlanı kethüdası diye de anılırdı. Saray ağasının muavini olup saraydaki kapı - oğlanlarının, yani Bâb'üs -saade denilen kapıyı bekleyen ak hadımların idare ve inzibatından doğrudan doğruya mesuldü. Enderun koğuşlarından büyük ve küçük odaların oğlanlarına nezaret etmek de onun vazifesiydi. Bütün akhadımlar, geceleri bu odalardaki oğlanların arasında yatarlardı. Saray Kethüdası terfi ederse, Saray Ağası olurdu. Başkapı gulâmı'nın yolu ise Saray Kethüdahğıydı. (Bak. Saray Ağası, Akağalar)M.Sertoğlu.
SARAYLI Sarayda hizmet ettikten sonra çırak çıkartılıp hariçte evlendirilmiş olan cariyelere verilen isim. Hotoz nevilerinden biriM.Sertoğlu.
SARAY NAZIRI Saray Ağasının diğer adı. (Bak. Saray Ağası)M.Sertoğlu.
SÂRBÂN Deveci demek olup Has a-hıra ait develere bakarlardı. Bu develerin miktarı bin kadar olup ekseriya şehir dışında kışlakları bulunurdu. Sârbânlarm âmiri Sârbânbaşı idi. Kendisi büyük imra-höra tâbi idi. Maiyetindeki deveciler iki kısım olup bunlardan erkek develere bakanlara ise Sârbân-ı ner ve dişi develere bakanlara ise Sârbân-ı mâde denirdi. Sârbân-ı mâdeler yirmi dokuz bölük olup birinci bölük Sârbânlar Kethüdasının idare-sindeydi. Bu kethüda bölüğünde sernefer, korucu, duacı ve muhafızlar vardı. Son bölükde ise filbakan adlı iki fil hademesi vardı. Sârbân-ı ner'ler oniki bölük olup bunların da birinci bölüğü Kethüda bölüğüydü. Sârbân-ı mâde Kethüdası bütün dişi devecilerin ve Sârbân-ı ner kethüdası bütün erkek devecilerin âmiri olup, sar-banbaşı da onların âmiri idi. Her bölükte bir miktar Sârbân şagirdi vardı. Bu devecileri, yeniçeri ocağında cemaat ortaları arasında bulunan devecilerle karış-1 tırmamak lâzımdır. (Bak. Deveci Ortaları)M.Sertoğlu.
SÂRBÂNBAŞI (Bak. Sârbân)M.Sertoğlu.
SÂRBÂN-I MÂDE) (Bak. Sârbân)M.Sertoğlu.
SARI ALACA BAYRAK (Bak. Sol u-lûfeciler)M.Sertoğlu.
SARI BAYRAK (Bak. Silâhdar Bölüğü)M.Sertoğlu.
SARIBEY ZADELER Divan-ı Hümayuna tercüman yetiştirmiş Fenerli bir Rum ailesi. Diğer meşhur aileler Yanakı-zâde-deler, Kalmaki-zâdeler, İpsilanti-zâdeler, Mihal-zâdeler ve İskerlet-zâdsler idiler ki, bu sonuncu aile en çok tercüman yetiştirmiştir. (Bak. Divan-ı Hümayun Tercümanları)M.Sertoğlu.
SARICA 1590 senesine kadar, vezir ve beğlerbeğilerin muntazam kapı halkı mevcut değildi. (Bak. Kapı Halkı). Bu tarihten itibaren muhtelif eyaletlerde vali olarak bulunan vezir ve beğlerbeğilere merkezden, Yeniçeri ocağının sekban ortalarından birer mikdar muhafız gönderildi. (Bak. Sekban). Bunlar, paşaların kapı haki için çekirdek vazifesi gördüler ve onların maiyetinde atlı bir askerî sınıf teşkil ettiler. Yavaş yavaş yerli yeniçeri ve eşraf çocuklarından bir kısmı paşa kapılarına intisab ederek sekban adı altında vazife görür oldular. Bu suretle ilk defa muntazam kapı halkı teşkil eden Tebriz beğlerbeğisi Hadım Cafer Paşadır. XVII. Yüzyılın birinci yarısından itibaren merkezin mütemadi ve çok zaman haksız azil ve tediplerine uğnyan eyâlet valileri, daha kuvvetli bulunmak ve icabında devlete kafa tutabilmek için bulundukları mıntıkanın eli silâh tutar bütün haşaratı ile maruf haydutlarını, herhangi bir sebepden dolayı ocağından atılmış kapıkulu askerlerini, dirliği kesilmiş sipahi döküntülerini kapılarına alarak kırkar, ellişer kişilik atlı bölükler teşkil ettiler. Bunlara umumiyetle Sarıca adı verildi. Hepsi gözüpek, silâhşor, kavgacı kimselerdi. Dövüşmek, yağmalamak, kim para verirse ona hizmet etmek ezeli sanatlarıydı. Paşaları azlolunur veya öldürülür de açıkta kalırlarsa derhal eşkiyalığa başlayıp ortalığı kasar kavururlardı. Katırcı-oğlu, Ak-yakalı-oğlu, Karahaydar-oğlu gibi Anadolu-da yetişen namlı eşkiyalar bu zümre ara-rsından türemiş ve onlara dayanarak devlete kafa tutmuşlardır. Bundan başka, vali bulunan paşalardan bazıları herhangi bir sebepden ve bilhassa azil olunmayı kabul etmemek yüzünden isyan ettikleri zaman gens bunlara güvenirlerdi. Bir âsi paşanın maiyetinde bulunan sekban ve sarıcaların devlet ordularını üst üste mağlûp ettikleri vâki olmuştur. Bilhassa Ru- meli'de bir harb vâki olduğu zaman sekban ve sarıcalar Anadoluda meydanı boş 'bulurlar, köyleri basarlar, yakıp yağma ederler, halkın canına, malına ve ırzına sataşmaktan çekinmezlerdi. Bu yüzden devlet nihayet bunlarla mücadeleye başladı. Teşkilâtlarını resmen ilga etti. Lâkin gizli bir tarikat halini de almış olan Sarıcalığın kökünü kazımak mümkün olamı-'yordıı. Tehlike zamanında birleşiyorlar ve devlete karşı koyuyorlardı. XVIII. Yüzyılın ilk yirmi senesinde şiddetli bir mücadele sonunda bir hayli sindirildiler. Lâkin IH. Ahmed devrinde başkyan Iran harb-lerinde, merkez ordusu zayıf bulunduğu için bunlardan istifade edildi. Bu yüzden şımararak tekrar meydana çıktılar. Nihayet uzun mücadeleler sonunda XVIII. Yüzyılın sonlarında ve I. Abdülhamid'in saltanatının ilk yıllarında kökleri tamamen kazındı, varlıkları tarihe karıştı. Bunların teşkilâtına gelince, bölük kumandanlarına bölü'ibsşı, bir kapıda bulunan bütün Sarıca bölüklerinin âmirine Başbö-lükbaşı, devlet nezdindeki temsilcilerine Serçeşme denirdi. Bundan başka, bir kapıya bağlı olmayıp isyan halinde bulunan Sarıcaların başında olana başbuğ veya baş ve buğ dendiği de olurduM.Sertoğlu.
SARIK ALAYI Padişahlar cuma namazı için herhangi bir camiiye gidecekleri zaman bir kısım hasodalılar başçavuşlarının maiyetinde olarak atlanıp bir alay halinde yarım saat evvel o camiye giderlerdi. Yolda, hasodafılardan iki kişi münavebe ile hünkârın biri sor-guçlu, öbürü sorguçsuz iki sarığını taşırlar ve bunları iki tarafa eğerek seyreden halkı selâmlardı. Buna sarık alayı adı verilirdiM.Sertoğlu.
SARIKÇIBAŞI Hasoda mensuplarından padişahın sarıklarını hazırlamak ve muhafaza etmekle mükellef kimse. Beyaz tülbentten olan bu sarıklar Sarık Odası denilen bir odada, altın ve gümüş kaplamalı şimşir sarıklılar üzerinde dururdu. (Bak. Hasoda)M.Sertoğlu.
SARIK ODASI (Bak. Sarıkçıbaşı)M.Sertoğlu.
SARI SANCAK Saltanat sancaklarının bir cinsi. (Bak. Saltanat Sancakları)M.Sertoğlu.
SARUHAN Anadolunun batısında bir bölge olup ismini Selçuklu devletinin yıkılması sırasında, XIV. Yüzyılın başında burada bir beğlik kuran Saruhanoğul-larından almıştır. (Bak. Saruhan - oğulları). ihtiva ettiği saha bakımından aşağı yukarı ilkçağdaki Lydia'ya veya kısmen bugünkü Manisa vilâyetine tekabül eden Saruhan ile Osman - oğullan XIV. Yüzyılın sonuna doğru ilgilenmişlerdir. Yıldırım Bayezid Padişah olunca, Kosova harbi sırasında Karaman - oğlu ile birlikte Osmanlı ülkesine saldıran, Saruhan Baği Hızırşah'a karşı hemen sefere girişti (1390). Kısa zamanda Saruhana hâkim olarak bölgeyi Osmanlı topraklarına kattı ve burayı Aydın - eli, Menteşe -eli ile birleştirerek idaresini oğlu Er-tuğrul'a (bazı kaynaklara göre Emir Sü-lenman'a) verdi (1391). Önce Candar -oğlu Isfendiyar'a sığınan Hızırşah oradan Timur'un yanına gitti. Ankara meydan savaşından (1402) sonra Hızırşah, Saru-hanı ve beğliğini tekrar elde ettiyse de bu hâkimiyeti pak kısa sürdü. Fetret devrinde Osmanlı şehzadelerinde Isa Çe-lebi'yi tutmak suretiyle devam ettirmek istediği beğliği, Çelebi Mehmed'in isa'yı yenmesinden sonra mutlak olarak sona erdi. Hızırşah Manisada yakalanarak öldürüldü. (1405 veya 1410). Böylece Saruhan kafi olarak Osmanlı ülkesine katılmış oldu. Osmanlılar bu bölgeyi merkezi Manisa omak üzere Saruhan sancağı adı altında Anadolu eyâletine bağladılar, ilk zamanlar Karesi ile bireştirilnvşse de sonra yine ayrılmış ve bu vaziyetini XIX. Yüzyıla kadar muhafaza etmiştir. Bu yüzyılın başlarında Menteşe sancağı ile Anadolu eyâletinden ayrılarak yeni teşkil edilen Aydın eyâletine bağlandı. Fakat sonra yine eski vaziyetine iade edildi. 1833 senesini müteakip Anadolu eyâleti dört müşirliğe bölününce; Aydın, Menteşe, Sığla (izmir), Saruhan sancakları birleştirilerek Aydın eyâleti teşkil e-dildi. Fakat 1845 de yeni bir tertiple Saruhan ve Karesi sancakları birleştirilmek ve Manisa merkez olmak üzere yeni bir vilâyet kuruldu. Saruhan sancağının 1847 de tekrar Aydın'a bağlandığı görülür. Daha sonraları Saruhan 1922 de müstakil sancak ve 1923 te vilâyet olmuştur. Saruhan Vilâyeti adı da 1927 de Manisa Vilâyeti olarak değiştirilmiştir. Saruhan sancağı XIX. Yüzyılın ikinci yarısında Manisa merkez olmak üzere Turgutlu, Alaşehir, Kula, Akhisar, Salihli, Gördes, Demirci, Esma, Kırkağaç ve Soma ile beraber on bir kazayı ihtiva ediyordu. Saruhan Sancağı II. Murad'dan IH. Mehmed'e kadar umumiyetle şehzadelere has olarak tevcih edilmişti. Has'ın tutarı 400.000 akçe idi. 1627 den sonra ise, 1645 -1655 yılları arasında ceb-i hümayun harçlığı için havâss-ı hümayun'a ilhak edildiği müddet hariç, ekseriya arpalık olarak tevcih edildi. 1721 den sonra Tanzimata kadar da iltizama verildi. Bu sonuncu usul mahalli ayan ve müte-gallibe ailelerin meydana gelmesine sebep olmuştur. Sancağın idaresine gelince; II. Murad oğullarından önce Alâeddin'e, sonra Mehmed'e (Fatih) tevcih etti. Kendisi saltanattan feragat edince buraya çekildi. Fatih Mehmed, II. Bayezid, Yavuz Selim, Kanunî Süleyman, II. Selim, m. Murad Saruhan'ı şehzadeleriyle idare usulüne devam ettiler ve bu padişahlardan dört tanesi şehzadeliklerinde Saruhan sancak beğliği yaptılar. Saruhan sancağından Osmanlı tahtına gelen son şehzade III. Mehmed olmuştur. Bundan sonra 1750 ye kadar merkezden tayin edilen Saruhan bu tarihten itibaren iltizam usulünün doğurduğu bir netice olarak bu bölgede meydana çıkan ve Batı - Anadolunun geniş bir sahasına hâkim olan mahalli ayandan (veya mütegallibeden) Karaosınaıı oğullan idaresine girdi. Ancak ü. Man-mud bunlardan Hacı Hüseyin Ağa'nın ö-lümünü (1815) fırsat bilerek Karaosman -oğulları hâkimiyetine son verdi ve Saruhan ile diğer bölgelerde devlet nüfuzunu iadeye muvaffak oldu. Saruhan Osmanlılar tarafından Sancak haline konulduktan kısa zaman sonra Simavnalı Bedreddin olayında müridi Torlak Kemalin ve ondan sonra da izmir - oğlu Cüneyd'in hareketleri müstesna. XVII. Yüzyıla kadar sakin bir devre geçirmiş ve büyük imar hareketine maz-har olmuştur. Fakat XVII. Yüzyıl başlarında bütün Anadoluyu kaplıyan Celâliler ve mahalli isyanlar, kanunsuz hareketler yüzyılın sonuna kadar Saruhanda bütün şiddetiyle devam etmiş, sancağın iktisadi ve sosyal bünyesinde büyük sarsıntılar yaratmıştır. XVIII. yüzyılda eşkiyahk hareketleri eksik olmadı. Her ne kadar bu yüzyılın ortasında Saruhana hâkim olan Karaosman - oğulları zamanında eşkiyalık görülmezse de bunların içinde pek zalimlerine tesadüf edilmektedir. Kara - osman oğulları hâkimiyetine son verilmesinden kısa bir müddet sonra Anadoluya yürüyen Mısır valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa orduları Saruhana girdi ve Manisa'yı işgal etti (1832 -1833). İşgal ordusu külfetleri altında ezilen Saruhan, Kütahya anlaşmasından sonra bundan kurtula-bildi (1833). Saruhan sancağı, çekirge â-feti, kuraklık, nehir taşması gibi tabii felâketleri yanında XX. Yüzyıl başlarında bir de düşman istilâsına uğrayarak üç buçuk sene Yunan işgalinde kalmıştır. Sancağın merkezi Manisa önce dağ yamacında iken zamanla ovaya inmiştir. Şehzadelerin beğlik ettiği bir yer olduğundan XV ve XVI. Yüzyıllarda pek inkişaf etmişti. II. Murad burada bir saray, bir camii yaptırmış ve diğer şehzadeler de köşkler, camiiler, medreseler inşa ettirmişlerdir. Fakat sonraki devirlerde bunların mühim kısmı harap olmuş ve artık yerleri bile bilinmemektedir. Manisa'nın uzun müddet beğlik ve şehzadeler sancağı merkezi olması, ahalisinin bilgisini, görgüsünü arttırmış, buradan bir çok sanat adamları yetişmesini sağlamıştırM.Sertoğlu.
SARUHAN - OĞULLARI XIV. Yüzyıl başlarında Batı - Anadoluda beğlik kuran ve hakim olduğu bölgeye adını veren "bir Türk soyu. Beğliğin dolayısiyle sülâlenin kurucusu Saruhan Beğ'i, Harzem kumandanlarından iken Selçukların hizmetine girmiş bir zatın torunu olarak kaydedenler varsa da galip bir ihtimalle Germe-yan ümerasmdandır. Türk akınlarından ülkesini korumak isteyen Bizans İmparatorunun davet ettiği Katalanlarla İlkçağın Lydia bölgesinde 1304 den itibaren mücadeleye başlıyan Saruhan Beğ, 1313 de Manisa'yı alarak devletinin temellerini atmış oldu. Az sonra E-ge kıyılarına ulaşılınca denizciliğe önem verdi. Foça ve bazı Ege adalarındaki Cenevizlileri yıllık vergiye bağladı. Süratle inkişaf eden Osman - oğullan ile ittifak yaptı. Kuvvetli bir donanmaya sahip olan Saruhan Beğ icabında Bizansa--Foça muhasarasında imparator Andronik Paleologos'a- yardım ettiği gibi bazan iç mücadelelerine de karışmıştı. Kendisi Aydın - oğlu Umur Beğle beraber veya yalnız olarak pek çok deniz seferleri yapmıştır. Son defa Bizans imparatorlarından Cantacuzen'e Aydınoğlu Umur'la birlikte yardıma giden oğlu Süleyman yolda vefat etmişti (1345). Bir sene sonra genç Yuvan Paleologos'un validesi Anna'nın yardım isteği üzerine vukubulan hareketten başarı kazanamadan dönüşünde kendi si de vefat etti (1346). Yerine devirleri, olayları hakkında bir şey bilinemeyen oğlu Fahreddin îlyas, onun da 1374 de vefatından sonra torunu Muzafereddin İlyas geçtiler. Muzafereddin İlyas 1836 da ö-lünce iki oğlundan Hızırşah beğl'ğe hâkim oldu, diğeri Orhan ise Osmanlılara iltica etti (1388). Hızırşah Beğ, 1389 da Kosovada Murad Hüdavendigârm şehid olması üzerine Karaman - oğulları ile ittifak yaparak Osmanlı ülkesine hücum etti. Yıldırım Be-yazid'in mukabil hareketiyle Saruhan beğliki ilk defa Osmanlı topraklarına katıldı. Ülkesini ve beğliğini kaybeden Hızırşah Sinop'da Candaroğlu İsfendiyar Beğ'e iltica etti (1390 - 1391). Timur'un Ankara savaşında (1402) Yıldırım Baye-zid'i yenmesi üzerine Anadolu beğlikleri yeniden teşekkül edince Hızırşah da ülkesine kavuşarak Saruhan beği oldu. Osmanlı şehzadeleri mücadelesinde Hızırşah Beğ İsa Çelebi'yi tuttu. Fakat neticede İsa Çelebi kaybedince kendisi Manisa'da Çelebi Mehmed'in adamları tarafından yakalanarak öldürüldü. (1405- veya 1410). Böylece Saruhan beğliğinin ikinci devresi de sona erdi ve bu soy da söndü, toprakları mutlak olarak Osmanlı ülkesine katıldı. Merkezi Manisa olan Saruhan beğliği hakkında bazı kaynaklar 15 şehri, 20 kalesi, 10 bini mütecaviz askeri bir hayli de gemisi olduğunu kaydetmektedirler. Hakikaten beğlik en geniş zamanlarında Çandarlı körfezi dahil olmak üzere Akhisar - Gördes - Demirci - Adala - Turgutlu - Nif (Kemalpaşa) - Menemen kasabalarını ve bunların kuşattığı havaliye, aşağı yukarı ilkçağın Lydia'sına hâkim olmuştur. Bundan sonra da buralara beğ-liğin kurucusundan ölürü Türkler Saruhan adını vermişler ve belgelere de böyle kaydetmişlerdirM.Sertoğlu.
SAYA OCAĞI Padişahın nefsi için ayrılan en âlâ cinsinden koyunların beslendiği yer. Kesilecek olan koyun hergün buradan ayrılarak saya neferlerinden biri vasıtasiyle mezbahaya gönderilirdiM.Sertoğlu.
SAYICI-1 FODLA (Bak. Halife-i Şa-girdan, Fodla Fırını)M.Sertoğlu.
SA'Y-I MÎRÎ Herhangi bir şekilde devlet varidatının arttırılmasını icap ettiren muamele. Gerek müsadere suretiyle ve gerekse Kapıkulu ocakları münhalleri-nin hazinemande edilmesi neticesinde veya bir iş sahibinin devletten alacağını tahsil ederken hazine menfaatine olarak hesabından yapılan bir miktar tenzilâtla hasıl olan gelirler hep bu isimle anılırlardıM.Sertoğlu.
SEBZECİ (Bak. Sebzehane)M.Sertoğlu.
SEBZEHÂNE Her sene İstanbul Bostancıbaşısının idaresindeki bostanlarda hasıl olan sebze, mukataaya verilmeyip mahsul olarak serbest piyasada satılır ve masraflarla bostancıların bahşişi çıktıktan sonra kalan hükümdara takd.'m olunurdu. Bu, onun şahsî gelirlerindendi. işte bu sebzenin her sene satılmak üzere götürüldüğü yer sebzehâne idi. Sebzeler burada arttırma usulüyle toptan kabzımallara satılırdı. Bunlara ait defterleri ise sebzehâne kâtibleri tutardı. Sebzehânsde iki ,yüz kadar sebzeci bu işlerle meşgul olurlardı. Bu surelle yılda hasıl olan gelir bir milyon akçe kadardı. (Bak. Boslancı o-cağı)M.Sertoğlu.
SEBZEHANE KÂTlBLERl (Bak. Sebzehâne)M.Sertoğlu.
SEFARET TERCÜMANI İstanbul'da bulunan yabancı elçilerin kullandıkları tercümanlara verilen isim. Her sefaretin müteaddit tercümanlarından birincisi siyasi işlere memur olup Osmanlı devletine takdimi icap eden muhtıra ve notalan Türkçe olarak yazardı. Bu işte, ücreti sefaret tarafından verilen Osmanlı tabasından bir kâtib de ona yardım ederdi. Sefaretin öbür tercümanları ise, gümrüklerde, mahkemelerde vesair devlet dairelerindeki işleri takip ederlerdi. Bunlar Doğu kıyafetinde gezerlerdi. Sefaretler bilâhare aldıkları müsaade üzerine yerli tercümanlar da kullanmışlardır. Bu tercümanların hepsi beratlı olup kendileri ve hizmetkârları cizye'den ve her türlü vergi ve tekâliften muaftılar. Bu yüzden sefaretler bu beratları yerli hıristiyanlara büyük bedellerle satar olmuşlardı. Bu tercümanlar XVIII. Yüzyılın son yarısından ve Küçük - Kaynarca muahedesinden sonra devletin zaafından istifade ile mensup oldukları sefaretin menfaatma açıkça hizmet ve sefirleri namına Bâb-ı âliyi ziyaret, Avrupa ahvalini devlete istedikleri gibi bildirir olmuşlardı, içlerinden bazıları fırsat buldukça casusluk da ettiklerinden bu halleri sezilenlerden idam edilenler de olurduM.Sertoğlu.
SEFER BAHŞİŞİ Osmanlı padişahları cüluslarını müteakip ilk defa sefere çıktıkları zaman kapıkulu askerlerine seyyanen verilen biner akçe bahşiş. Bundan başka, muharebelerde fevkalâde muvaffakiyet ve hizmetlerinden dolayı padişahların askere verdikleri bahşiş de bu isimle anılırdıM.Sertoğlu.
SEFER FİLORtSt Avarız karşılığı her sekiz on yılda bir cizye vermekle mükellef her evden alınan bir buçuk guruş bir altın hesabiyle alınan bir guruşluk vergi. (Bak. Avarız)M.Sertoğlu.
SEFERLl KOĞUŞU Enderun koğuşlarından biri. Kiler koğuşundan evvel Doğancı koğuşundan sonra gelirdi. IV. Mu-rad, 1635 de Revan seferine giderken Büyük Oda koğuşundan bir miktar iç - oğlanı ayırarak bu koğuşu teşkil etmişti. O tarihte doğancı koğuşu henüz mevcut olmadığından seferli koğuşu bu suretle a-şağıdan üçüncü koğuş olmuştu. (Bak. Enderun). Bu koğuş mensuplarının ilk zamanlarda vazifeleri Enderun halkının çamaşırlarını yıkamak iken zamanla teşkilâtı genişlemiş bir sanat mektebi haline gelmiş, musikişinaslar, nakkaşlar, â-lim ve şairler, hanendeler, kemankeşler, pehlivanlar, berberler, tellaklar buradan yetişir olmuştur. Dilsiz ve cücelerden mürekkep olan saray soytarıları da bu koğuşa mensup olup daha yukarı koğuşlara geçemezlerdi. Seferli koğuşuna mensup olanlar terfi ederlerse Kiler koğuşuna, dış hizmete verilirlerse Kapıkulu Süvari bölüklerine verilirlerdi. Bu koğuş 1831 yılında lâğvedilerek mensupları kıdemlerine göre idler ve hazine odalarına verilmişlerdirM.Sertoğlu.
SEFERNEYÂMED Farsça bir tâbir olup sefere gelmedi demektir. Gerek Kapıkulu askerinde ve gerekse tımar ve zeamet sahiplerinden memur bulundukları sefere gelmeyenlerin bu hali yoklamalarda tahakkuk ettikçe künye defterlerindeki kayıtlarına bu şekilde şerh verilerek ocakları veya dirlikleriyle alâkaları kesilirdiM.Sertoğlu.
SEFER VOYNUKLARI (Bak. Voy-nuk)M.Sertoğlu.
SEĞİRDİM Yeniçerilerin günlük etleri şehir dışındaki mezbahalarda ve EMiraları yalnız Yedikule mezbahasında kesilerek hayvanlara yükletilip E! meydanındaki tomruğa getirilirdi. Etler otuz ka dar hayvan sırtında gelirken yolda bu hayvanların önünde ve arkasında kasaplarla birlikte koşarak yürüyen yeniçerilere seğirdim ve zabitlerine seğirdim ustası denirdi. Yolda gelirken bunların önünden veya arasından geçmek şiddetli memnu ve cezası idamdı. Etler tomruğa geldikten sonra kasaplara teslim olunur, sonra seğirdim ustalarının meydan şeyhi gülbank taşı denilen yüksek bir yere çıkarak bir gülbank çektikten sonra: Hazır olan ağalar, et geldi. Bildik bilmedik demeyin, der ve ustalariyle bir likte odalarının etini almıya gelen seğir dim efradına yüksek sesle: Çardak önünden geçmeyin, pazara ve sokaklara gitmeyin, halk sizi pazara giden sanmasın. Zabiti görünce kaçın, tozluğunuzu indirin, pestemallarımzı çevirin, haydi babam haydi!.. Diye bağırınca seğirdimler hep birden koşarak herkes kendi bölük veya ortasının etini kasaplardan bir hamlede kapardı. Ete ilk önce kim el sürerse odasına merasimle götürülürdü. Fatih devrine kadar yeniçeriler etlerini hariçteki kasaplardan temin ederlerdi. Lâkin bazan et bulunmaması veya fiyatlarının yüksek oluşu dolayısiyle askerin sıkıntı çektiği olurdu. Fatih bunun 5-nüne geçmek için ve yalnız Yeniçeri o-cağına et vermek üzere bir mezbaha açtırdı. Et ne kadar yükselirse yükselsin yeniçerilere üç akçeden verilecek ve aradaki fark her sene Fatih'in vakfettiği yirmi dört bin akçenin nemasından ödenecekti. Lâkin zamanla bu para çarçur e-dildiğinden Kanunî zamanında yeni odalarda et meydanı tesis olundu ve üç akçeden fazla olan fark hükümet tarafından zarar-ı lâaim adıyla ödenir oldu. Bu para ise her sene iskelelere gelen hayvanlardan alınan Kasabiye akçesinden verilmekteydi. Yeniçeri meydanında ocağa mahsus sekiz adet et tomruğu, yani kasap dükkânı vardı. Her birinde ikişer tu-ristiyan kasap ile dörder yamak hizmet görürdü. Buna karşılık kendileri tekâlif ve avarızdan muaf idiler. 1585 yılına kadar yeniçerilerin etleri Yedikule ve Edirnekapısındaki mezbahalarda kesilirken bu tarihten sonra ocağın kasap esnafıyla anlaşması üzerine şehire gelen koyunlardan yeniçerilere ait kısmının koyun emini va-sıtasiyle Yedikule mezbahasına şevki ile orada kesilmesi tekarrür etmiştir. Buradan et tomruğuna ise yukarıda anlattığımız şekilde Seğirdimler vasıtasiyle gelirdi. Bu tomruklar, başçavuşun ve burada hizmet görüp meydan kasapları diye anılan hıristiyan kasaplar iss başdevecinin nezaretinde idiler. Her orta veya bölüğün eti, efrad ve tayin miktarına göre bu kasaplar tarafından tevzi olunurdu. Et meydanında tomruklardan başka Seğirdim aşçı ustalarına mahsus bir daire, seğirdim aşçılarına mahsus bir mescid ve hıristiyan kasapların ikameti iç'.n ayrı bir daire vardı. Seğirdim aşçı ustaları, etlerin tevziine ve ete seğirtme merasimine nezaret ederlerdi. Bunların aşçılar çavuşu adlı üç eskileri, yani âmirleri vardı. Bunlardan biri Ağabölükbaşı'larından, biri Ya-yabaşı'lardan ve birisi de Eski odalardandı. Bu sayı bilâhare dörde çıkmıştır Eski odalardan olan aşçılar çavuşuna Kantar kulu denirdi. Bu seğirdim aşçı ustalarını, bölük ve orta aşçı ustalanyla karıştırmamak lâzımdır. Seğirdim aşçı ustalarının altı ayda bir saraya ve Paşaka-pısına Kâhî denilen üç köşe muska şeklindeki içi kıymalı börek ve boğaca takdimi ile bahşiş almaları kanunduM.Sertoğlu.
SEĞMEN (Bak. Sekban)M.Sertoğlu.
Dostları ilə paylaş: |