TERTİB-İ EVVEL, SÂNl (Bak. Tertib-i cedid-i piyade ve süvari-i arabacı-yan)M.Sertoğlu.
TESLİMATÇI Üçüncü defterdarlığa bağlı teslimatçı kaleminin âmiri olup bir adı da teslimatı idi. Vazifesi hazineden dikilmek ve işlenmek üzere verilen kumaş ve elbiselerin hesabım tutmaktıM.Sertoğlu.
TEŞRİFATÇILIK Kanunî tarafından ihdas edilmiş mühim bir memuriyettir. Bu işi görene teşrifati efendi veya Teşrifatçı efendi denilirdi. Kendisi sarayda ve devlete ait bütün seremoniyi bilir, gerek Sarayda ve Divan-ı Hümayunda va gerekse Paşakapısında yapılan merasimde elindeki defter mucibinde protokolü idare ve tatbik ederdi. Bundan başka, vezir ve beğlerbeğileriyle diğer devlet erkânına ait rüsum ve harç defterlerini tutardı. Evvelce Divan-ı Hümayuna bağlı iken III. Ahmed zamanında da Paşakapısına nakledilmiş ve sadaret kethüdalığına bağlanmıştırM.Sertoğlu.
TETÎMME Fatih medresesinda yüksek tahsile hazırlayıcı kısım. Bir adı da Musıla-i sahn idi. (Bak. Fatih Medreseleri, Medrese)M.Sertoğlu.
TEVKİ‘İ Divan-ı Hümayun âzasından ve mevkiinden ziyade vazife ve salâhiyeti bakımından birinci derecede olan bir zat. Kendisine nişancı, tuğral, mnvakki de denirdi. Bu memuriyet Selçuklularda ve Anadolu beğliklerinde olduğu gibi Osmanlılarda da ilk zamanlardan itibaren mevcut bulunmuş Nişancıların vazifesi, devlet kanunlarını iyi bilmek, yeni ve eski kanunları ve bunlarla şer'î ahkâmı telif etmek divanda icabında bu hususlarda fikir beyan etmek, yabancı hükümdarlara yazılacak namelerle vezirlere verilecek menşur, ve beratların müsveddelerini hazırlamak, ahitname, berat, menşur, nâme ve fermanların baştarafına padişahın imzası demek olan tuğrayı çekmek idi. XVI. Yüzyıl başlarına kadar ilmiyye sınıfından seçilmişler, sonradan Divan-ı Hümayun kaleminden yetişmişlerdir. Ekseriya, Reis'-ül - küttab'lar terfi ederek nişancı o-lurlardı. XVII. Yüzyıl sonlarında daha az muktedir kimseler bu makama gelmiye başladığından nâma, berat, ahitname gibi işler divan kalemine intikal etmiştir. Nişancılara ayrıca bir rütbe tevcih o-lunmaz ise kendileri ümeradan yani sancak beği payesinde addolunurlar ve Divan-ı Hümayunda defterdarla müsavi tutulurlardı. Yalnız devlet memuriyetinde hangisi kıdemli ise teşrifatta o öne alınırdı. Lâkin kendilerine bcğlerbeği ve veza-ret tevcih olunduğu ve nişancılığın kubbe vezirliği ile birleştirildiği de vâki idi. Divandaki yerleri, sadrıâzamların sağında ve vezirlerin alt yanında idi. (Bak. Divan-ı Hümayun). Nişancıların mühim bir vazifesi de, arazi tahriri işlerine nezaret, bu husustaki kanunların tatbikini temin, defterlerin hazırlanmasını kontrol etmekti. Tahrir defterlerinde icabeden tashih ve tadilâtı padişahın fermaniyle yalnız nişancı yapabilir ve icabeden şerhleri el yazı-siyle defterlere ilâve ederdi. (Bak. Tahrir). XVIII. Yüzyılın sonlarına doğru Tuğrakeş adlı bir de muavinleri bulunduğu m?vcut kayıtlardan anlaşılmaktadır. Tuğra yazmak vazifesini bu üzerine almış ve XIX. Yüzyıldan itibaren nişancıların ehemmiyeti büsbütün azalmıştır. Lâkin devlet teşrifatındaki mevkiilerini muhafaza etmişlerdir. Nişancılık 1836 yılında ilga olunarak vazifesi defter eminine devrolunmuş ve defter eminleri de fermanlara tuğra yazmak için tuğranüvvis adlı memurlar tâyin etmişlerdir. 1838 de bu memuriyet de ilga olunarak bu iş Bâb-ı âli'de görülür olmuşturM.Sertoğlu.
TEVLİYET Mütevellilik demekür. (Bak. Evkafı Mülhaka)M.Sertoğlu.
TEVZİ DEFTERİ XVIII. Yüzyıl bağlarından itibaren eyâletlerin mahalli masrafları için toplanacak vergiler, her bölgenin kadısı ile hak mümessillerince müştereken tesbit olunarak devlet merkezina bildirilir ve merkez tarafından tetkik ve tashih olunduktan sonra yürürlüğe girerdi. Bu vergiler, senede iki defa, Kasım ve Hıdrellez'de defterleri hazırlanarak buna göre tahsil olunurdu. İste bunlara tevzi defterleri denirdi. Bu defterler mucibince alınan vergiler eyâletin idarî masrafları, gelip geçen memur. Ulak vesaire masrafları, Vali, mütesellim, Voyvoda ve köy muhtarları masrafları, mîrî bina, yol köprü, suyolu inşa ve tamirlerine ait masraflar için kullanılırdı. Bunlar haricinde idari âmirler tarafından ve ekseriya keyfi vergiler için tertib olunan defterlere i-se Aralık tevzii denirdi ki, 1830 yılında bir fermanla kat'î surette ilga ve men o-lunmuşturM.Sertoğlu.
TEZKİRECİ Sadrıâzamların ve diğer vezirlerin bugünkü mânada hususi kalem müdürleri olan zat. Sadrıâzamlann tezki-recileri sadaret kaleminin de âmiri idiler. Gerek Divan-ı Hümayunda ve gerekse î-kindi divanlarında sadaret makamına takdim olunan istidaları bunlar yüksek sesle okurlardı. Divanda başlarına mücev-veze giyerek ayakta hizmet ederlerdi. Sadrıâzamların tezkirecisi iki tane olup birinci tezkire-i evvel veya büyük tezkirecl, ikincisi tezkire-i sani veya küçük tezkirecl diye anılırlardıM.Sertoğlu.
TEZKİRE-İ AHKAM-1 ANADOLU: Anadolu defterdarlığına bağlı Maliye kalemlerinden olup vazifesi Anadolu eyaletindeki maliyeye müteallik ahkâm ve şı-kâyetere ait muamelelerle meşgul olmak. Çeltikçi ve Tuzcuların ve tımarsız Şahincilerin beratlarım yazmaktı.
TEZKİRE-İ AHKÂM-I RUMELİ Maliyenin Başdefterdarlığına bağlı bir kalemi. Kümeliye ait ve maliyeye müteallik ahkâm ve şikâyetlere ait muamelelerle meşgul olur. Çeltikçi, Tuzcu ve timarsız Şahincilerin beratlarını yazardıM.Sertoğlu.
TEZKİRELİ, TEZKİRESİZ TİMAR (Bak. Kılıç)M.Sertoğlu.
TİMAR Herhangi bir toprak parçasının veya birden fazla toprak parçalarının yılda 20.000 akçeden az olan gelir miktarının muayyen bir vazife ve hizmet kargılığında ve belli şartlarla bir şahsa münferiden veya birden fazla kimseye müştereken tahsisi hakkında kullanılan bir tâbir. Aynı tarzda yapılan tahsisin miktarı 20.000 akçeyi geçer ve 100.000 akçeye varmazsa buna zeamet, 100.000 ve daha fazla miktarda olursa Hâs denirdi. (Bak. Zeamet, Hâs). Bu sistem, Osmanlılardan evvel Anadolu Selçuklulanyla büyük Selçuklular da, Mısır memlûklerinde ve daha evvel bazı Asya memleketlerinde mevcut olup ikta u-mumi adı ile anılırdı. Hatta kadîm Mısır'da firavunların Nil vadisinin münbit arazisini askerî sınıflara ikta' şeklinde tevzi ettikleri bilinmektedir. Bu sistem ve bilhassa Osmanlı devletinde tatbik olunan şekil batıdaki feodalite sistemiyle bazı müşterek hususiyetler arzederse de. timar sistemini doğrudan doğruya bir feodalite sistemi addetmek tamamen hatalıdır. Zira, feodaller toprağın Rand - hasıl denilen gelirini almakla iktifa etmeyip idarî, ka-zaî ve çok zaman mâli istiklâle sahip bulunurlar ve merkezdeki kiralı yalnız Büyük Senyör ve Birinci Şövalye tanıyıp harb zamanlarında yanında kendi kuvvetleriyle bulunurlardı. Merkezin ise bunlar üzerindeki otoritesi bir hayli zayıf olup onlan azil veya tebdil etmek selâhiyetine asla sahip bulunmadığı gibi kendilerine düşen vazifeyi ifaya bile çok zaman icbar edemezdi. Kıralların feodaller üzerindeki nüfuzu sadece kuvvete dayanır ve merkez kuvvetli oldukça artardı. Üstelik feodallerin bütün hakları veraset yoluyla intikal ederdi. Osmanlı împaratorluğundaki sistemde ise timar sahipleri birer devlet memurundan ibarettiler. Merkezfn katî emri altında bulunurlar, vazifelerini ifa etmezlerse derhal azledilirlerdi. Haiz odukları haklar ise veraset yoluyla intikal etmediği gibi idarî, kazaî ve malî istiklâlleri hiç bir şekilde bahis mevzuu değildi. Kazaî ve malî meselelerde selâhiyet sahibi bile olamayıp idarî meselelerde ise, devletin verdiği emirleri icra ve bahşettiği selâhiyetleri istimalden ileri gitmeyip bu hususta herhangi bir idare âmirinden farksız idiler. Hatta bazıları devlet merkezinde büyük veya küçük herhangi bir vazifenin ifası karşılığında böyle bir dirliğe sahip bulundukları gibi bir çok arazi gelirleri padişah ailesine mensup kadınlara e-mekli veya mazül memurlara da tahsis olunurdu. Feodalite sistemiyle bu sistemin müşterek hususiyeti ise Hasıl'ın devlet hazinesine girmeden doğrudan doğruya dirliğe sahip olanların eline geçmesidir. Bunun haricinde Serbest ve Mülk timarlar, Yurdîuk ve Ocaklıklar ve Malikâneler do-rece derece feodalite sistem'n'; biraz daha yakın olmakla beraber, bunların sayıca miktarı fevkalâde azdı. Osmanlılarda timar sahibi kendisine tahsis olunan arazinin Rüsum-ı şer'iyyc-sini tamamen ve Rüsum-ı örfiyeden tekâlif kısmını. Umarının nevine göre ve eyâletinin kanunnamesinde tasrih olunan miktarda alırdı. Sefere giderse, yanında yıllık geliri nisbetinde silâhlı ve iyi yetişmiş süvari askeri getirirdi. Bunlara C«-beli denirdi. Timar sahibi, Umarının kılıç kısmından başka her üç bin akçesi i-çin bir cebeli, zeamet sahipleri ise ilk bsş bin akçeden sonra her beş bin akçesi i-çin bir cebeli getirmekle mükellefti. Hâs sahipleri de timar sahiplerinin şartlarına tâbi idiler. Bir Umarın ilk tevcih olunan en az kısmına ibtida denirdi. Ibtida, Ru-melide azamî altı bin, Anadolu, Cezair vo Kıbrıs eyâletlerinde beş bin, Karaman ve Zülkadriyede dört bin, diğer eyâletlerde attı bin, yalnız Diyarbekir ile Doğu Anado-luda iki bin ve hatta yerine göre beş bin beş yüz akçe idi. İhtidanın bir kısmı kılıçtı. Kılıç tımarın çskirdeği demektir. (Bak. Kılıç). Kılıçtan sonra ibtida ve zamanla terakki tarzında eklenen kısımların adı hisse idi. Hisseler şahsa ait olup bir ti-mar herhangi bir şekilde inhilâl ettiği zaman bunlar düşer ve münhal olarak yalnız kılıç miktarı kalırdı. Bir eyaletin kaç timara bölünmüş olduğu kılıç adedinden anlaşılırdı. Zeametlerin ise asgarî miktarı olan yirmi bin akçesi kılıç, bundan sonraki ilâveler hisse itibar olunurdu. Timar sahipleri, mîrî topraklara devlet namına tasarruf ederler ve sahıb-i arz diye anılırlardı, Köylü onu efendisi olarak tanır ve hürmet ederdi. Timar sahibinin ise köylüyü himaye etmek, ona daha iyi çartlar temin ile toprağa arzusuyla bağlamak ve ziraatı geliştirmek kendi menfaatini iktizasındandı. Osmanlı imparatorluğunda, toprağa art gelirden doğrudan doğruda istifade eden sınıflar şunlardı: I — Sefere gitmesi şart olanlar. A — İleri hizmet erbabı: l — Doğrudan doğruya kara veya deniz seferine memur timar, zeamet ve hâs sahipleri. 2 — Benevbet timarlar. (Bak. Benevbet timar). 3 — Mülk timarlar (Bak. Mülk Timar). 4 — Serbest timarlar. (Bak. Serbest timar). 5 — Akıncı çe-ribaşlarına mahsus Umarlar. (Bak. Akıncı). 6 — Kumbaracılar. 7 — Lâğımcılar. B — Geri hizmet erbabı: l — Piyadeler. (Bak. Yaya). 2 — Müsellemler. (Bak. Müsellem). 3 — Yörükler. (Bak. Yörük). 4 — Canbazlav. (Bak. Canbaz). 5 — Voynuklar. (Bak. Voynuk). H — Sefere gitmesi şart olmayanlar; A — Devlet merkezinde vazifeli bulunanlar: l — Hâs sahibi vezirler. (Bak. Ha-vassı vüzera). 2 — Arpalıklar. (Bak. Arpalık). 3 — Bir kısım divan çavuşları. 4 — Bir kısım divan kâtibleri. 5 — Bir kısım müteferrikalar. B — Devlet merkezi dışında vazifeli bulunanlar: l — Kale muhafızları. 2 — Yuvacı ve Şahinciler. (Bak. Avcılar). 3 — Knez-ler. (Bak. Eflâkan). 4 — Okçular, yani ordu için ok yapanlar. 5 — Yurdluk ve ocaklılar. (Bak. Yurtluk ve ocaklık). C — Kendisinden vazife beklenmeyenler: l — Paşmaklılar. (Bak. Paşmaklık). 2 — Tekaüd tarikiyle olanlar. 3 — Ma-kam-ı himmete verilenler. Bu son kısım, 1500-2000 akçelik timarlar olup sadakatlarını temin için ve bir şeref payesi olarak doğudaki aşiret beğ - zadelerine verilirdiM.Sertoğlu.
TİMAR DEFTERDARI Her eyâletle bulunan ve o eyâletin tahrir defterine göre timarlara ait her çeşit malî işleri tedvir eden kimse. (Bak. Timar, Defterdar)M.Sertoğlu.
TÎMAR ERl Timar sahibinin diğer adı. (Bak. Timar)M.Sertoğlu.
TlNE tstindil adasının Türk fethinden evvelki adıM.Sertoğlu.
TİRKEŞ Ok muhafazasına verilen i-simM.Sertoğlu.
TOĞULGA Tulga demektir. (Bak. Miğfer)M.Sertoğlu.
TOKAT Siper, barikad, kale, ahır ağıl mânalarında kullanılan bir tâbirM.Sertoğlu.
TOLGA (Bak. Miğfer)M.Sertoğlu.
TOMAK Altı da üstü gibi yumuşak deriden mamul topuksuz kısa konçlu bir çizme. Türklere mahsus olup Osmanlılarda olduğu gibi Orta Asyada da kullanılmıştır. Şişmiş öküz ödünü top gibi kullanarak ayakla oynanan ve futbolun babası olan meşhur oyun sırasında ayağa tomak giyildiğinden bu oyunda Tomak o-yunu diye anılırdıM.Sertoğlu.
TOMAK OYUNU (Bak. Tomak)M.Sertoğlu.
TOMRUK Mahfuz, mahal, hapishane demektir. Yeniçeri odalarındaki meydanda et konulan yerlere tomruk denildiği gibi, şehirde tevkifhane veya hapishane olarak kullanılan binalara da tomruk denirdi. Bunların en marufu Paşakapısı civarında bulunup şimdi kapısı îstanbui vilâyetinin önünden Devlet Güvenlik Mahkemesine giden yolda bulunanı idi ki, Paşa-kapısının tomruk dairesi olarak kullandırdıM.Sertoğlu.
TOMRUK AĞASI Yeniçeri ocağının ilgasından sonra muhzır ağanın vazifesini görmek üzere ihdas olunan memuriyet. Muhzır ağanın maiyetinde vazife gören harbecilere de kavas adı verilmişti. (Bak. Muhzır ağa, Harbeci)M.Sertoğlu.
TOMRUK DAtRESİ (Bak. Tomruk)M.Sertoğlu.
TOP Demir veya taş gülle atan bütün ağır, ateşli silâhlara verilen isim. Bazı kaynaklarda Osmanlı devletinde topun ilk defa I. Murad Beğ (Hüdavendigâr) zamanında ve Birinci Kosova meydan muharebesinde, yani 1389 tarihinde kullanıldığı kayıtlıdır. Osmanlı topçuluğu Fatih devrinde süratle tekâmül etmiştir, İstanbul muhasarası sırasında kullanılan ve surları döven on dört bataryanın toplan kısmen Edirne'de dökülerek buraya getirilmiş ve kısmen kale önünde dökülmüştür. Bunlar içinde büyük top diye anılan bir tek tanesi FatiK'in hizmetinde bulunan meşhur Macar Urban tarafından dökülmüş, lâkin erbabı olmadığından hesaplan yanlış tutulan topu kale önünde beklenen faydayı temin edemeden üç beş atıştan sonra parçalanıp gitmiş ve o sırada yanında bulunan Urban da hatalı dökümünün cezasını hayatıyla ödemiştir. XVI. Yüzyıl ve hilbassa Kanunî devri Türk topçuluğunun en yüksek zamanıdır. Ağır ve hafif cinsten, taarruz ve müdafaa maksadıyla imal edilen çeşitli Türk topları, nevilerinin en mükemmel örnekleri olup bütün dünyaca taklid edilmekteydiler. Bunlar, tunçtan dökülüp, tag veya demir, yuvarlak mermi atarlardı. Bazan demirden ve dövme suretiyle de top imal edildiği' olmuşsa da bunlar pek makbul sayılmamıştır. Bu usul, dökümhane bulunmayan yerlerde arasıra tatbik olunurdu. Daha ziyade Avusturya ve Venedikliler böyle top yapmışlar ve Türkler ancak zaruret halinde bu usule başvurmuşlardır. Nitekim, düşmandan bir kale alınır alınmaz, ne kadar demir top varsa hemen tunç topla değiştirilirdi. Top Avrupada çok eskiden beri malûm bir şey olmakla beraber, onu bir türlü tekâmül ettirip birinci sınıftan bir harb gücü haline getirememişlerdi. Daha ziyada karşı tarafın manevi kuvvetini sarsan gürültüsünden istifade edilirdi. Onu tekâmül ettirip vazgeçilmez bir muharebe silâhı haline getiren ise Osmanlı Türkleridir. Türk topçuluğu XVI. Yüzyıl sonlarına doğru gittikçe ilerleyen Avrupa topçuluğu yanında bir duraklama devresi geçirmiştir. Nitekim ilk defa 1596 tarihinde Haçova meydan muharebesi sırasında Türk top'an düşman ordugâhını menzili içine alamazken, düşmanın Türk ordugâhını topla dövdüğü farkedilmiş ve fedakâr Türk topçusu hayatını hiçe sayarak topları ileri sürmüş ve açık arazide, düşman ateşi altında vazife görmeğe mecbur kalmıştı. Zaferden sonra ise ele geçen düşman toplan tetkik olunarak üstün olan cihetleri anlaşılıp Türk top dökücülüğü de buna görs ıslâh olunmuşsa da, bu sahada Türkler artık insiyatifi elden kaçırmış olduklarından bundan sonra daima Avrupa örneklerine yetişmeğe çalışmağa mecbur kalmışlardır. Türk ordusunda kullanılan toplann başlıca nevileri hafiften ağıra doğru olmak üzere şöyleydi: Küçük şayka, Orta şayka, Büyük şayka, Zarbazen, Miyane zarbazen, Şahî zar-bazen, Şakloz, Prankı, Bedoluşka, Marten, Ejderdehen, Kolomborna, Miyane, Balyemez, (Her biri için kendi maddesine bak). Bu topların çapı bir pus iki buçuk santim hesabıyla iki pustan, kırk pusa kadardı. XVII. Yüzyılda Osmanlıların elinde, gerek ordu ve donanmada ve gerekse kalelerde olsun, ceman on yedi bin kırk beş top bulunurduM.Sertoğlu.
TOP ARABACILARI Kapıkulu ocaklarının yaya kısmından olup büyük topların nakilleri için teşkil edilmiş ulan o-caktır. Kuruluş tarihi belli olmamakla beraber XV. Yüzyılın sonları olarak tahmin edilmektedir. Buraya Acemi ocağından ef-rad alınırken XVII. Yüzyıldan itibaren 't-cak arabacılarının evlâtlarından ve kul kardeşlerinden de alınmıştır. (Bak. Kul Kardeşleri). Top Arabacıları İstanbul'da bulunan kışlalarında otururlar ve icabında nöbetle kalelerde hizmet ederlerdi. Umumiyetle kapıkulu topçusu bulunan yerlerde top arabacıları da bulunurdu. İstanbul'da, Tophane'de bir imalâthaneleri, Ahırkapı-sı'nda araba ve hayvanların durduğu a-hırları şe Şehremini'de kendilerinin ikamet ettikleri kışlaları vardı. Seferde bütün topların nakli buralara ait bir vazife idi. Âmirleri arabacıbaşı olup ondan sonra kethüda, başçavuş, kethüda yeri ve ocak kâtibi gelirlerdi, ikinci derecedeki zabitleri ise, bölükbaşı, odabaşı ve halife idi. lstabl-ı âmirede saraç veya küçük imra-hor kethüdası terfi ederek arabacıbaşı o-lurdu. (Bak. Tertib-i cedid-i piyade ve suvari-i arabaciyan)M.Sertoğlu.
TOPÇUBAŞI (Bak. Topçu Ocağı)M.Sertoğlu.
TOPÇU OCAĞI Kapıkulu ocaklarının yaya kısmından olup top dökmek ve top kullanmak üzere iki kısımdan mürekkepti. Osmanlılarda muntazam bir topçu ocağının kurulması I. Murad Beğ zamanında ve Yeniçeri ocağının teşkilinden az sonra olup buraya Acemi ocağından efrad alınırdı. (Bak. Kul - oğulları). Topju kışlaları ile top dökümhanesi Galata suru haricinde, Kılıcalipaşa camii civarında, şimdi Tophane demim rnevkiideydi. R htegân ı top denilen dökücüler tarafından her cins top burada dökülürdü. Buranın binasını ilk yaptıran Fatih olup II. Bayezid devrinde tevsi olunmuş ve Kanunî tarafından yıktırılarak yeniden inşa olunmuştur. Yeri, Cihangir tepesinin altında denize yüz adım kadar mesafede idi. Topçuların ikamet ettiği kışla da bunun bitişiğinde bulunuyordu. Burası sonradan yanmış ve III. Mustafa tarafından yeniden yapılıp bir de mescit ilâve olunmuştur. Tophane'den çıkan bir yangın sonunda gerek kışla ve gerekse kısmen dökümhane yandığından 1823 tarihinde II. Mahmud tarafjndan gene yeniden inşa olunmuş, bir de iki minareli camii yapılmıştır. Topçu Ocağının âmiri Sertopî de denilen Topçubaşı idi. Dökümhanenin şefi de ona bağlı olup dökücübaşı veya Ser Rihte-gân diye anılırdı. Ocakta topçubaşıdan sonra o gelirdi. Maiyetinde bir muavini; tamirci, dökümcü, burgucu, yamacı, demirci, marangoz gibi sanatkârlar bulunurdu. Topları kullananlar ise tıpkı yeniçeri ocağı gibi ağa bölükleri ve cemaat ortalan olarak iki kısımdı. Ağa bölükleri beş tane ve cemaat ortaları yetmiş bir tane i-di. Her orta veya bölükte bir çorbacı, bir odabaşı ve daha küçük rütbede diğer zabitler bulunurdu. Ocak kethüdası, ocak çavuşu ve kâtibi de büyük âmirlerdendi. Bundan başka, Tophane'de sivil memurlardan olmak üzere bir Tophane nazın ve emini vardı. Tophane emini satın alınan ve sarfedilen malzemenin hesabını tutar, defterlerini hazırlar, bütün mubayaa işleriyle meşgul olurdu. Kendisi, Tophane nazırına karşı, Tophane nazırı ise Tophanenin bütün masraflariyle imalâtından ve ihtiyaçlarından devlete karşı mesuldü. İstanbul'dan başka, Belgrad, Budin, îşkodra, Temeşvar, Pravişte, Gülamber gibi mühim mevkiilerde de zaman zaman ve ihtiyaca göre tophaneler ihdas edilip top döktürülmüştür. Bilecik, Van, Kı£ı, Kamengrad, Rudnik, Novoberdo gibi yerlerde ise toplar için yuvarlaklar hazırlanırdı. Topçu ocağının bayrağı sarı - kırmızı idiM.Sertoğlu.
TOPHANE (Bak. Topçu ocağı)M.Sertoğlu.
TOPHANE CAMİİ VE ÇEŞMESİ İstanbul'da, Tophane semtinde XVI. Yüzyılın ikinci yansında (H. 998-M. 1580). meşhur denizcilerimizden Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa tarafından Ser-mimar-ı hassa Koca Sinan'a inşa ettirilen bir camidir. Umumiyetle halk arasında, Hadikatül Ce-vâmi'de yazılı olduğu gibi Tophane camii diye anılmakta ise de esas adı banisine nisbetle Kılıcalipaşa camii'dir. Kısmen deniz doldurularak kazanılan yerde inşa edildiği rivayet edilen bu camii, Mimar Sinan, XVII. Yüzyılda Evliya Çelebi'nin de eserinde işaret ettiği üzere, biraz Ayasofyaya özenerek, ona benzeterek yapmıştır. Camiin şekli, uzun ekseni esas giriş kapısıyla kıblesi arasında olmak ü-zere dikdörtgendir. Mihrap yeri ayrı biv çıkıntı teşkil eder. Üstünü örten büyük kubbe ile onun iki tarafındaki, kıblede ve mukabilinde bulunan yarım kubbeler kemerlerle yuvarlak dört fil ayağ'na bindirilmiştir. İçinin, kıble kısmı hariç, üç tarafı mahfellerla çevrilidir. Kapı cihetinde enlemesine bir dehliz bulunur. Son cemaat yeri beş kemerli altı sütunludur. Ayrıca bunun önünde on altı sütuna bindirilmiş geniş bir saçağı ihtiva eder. XVT. Yüzyıl Türk çiniciliğinin en güzel örneklerinin bulunduğu bu camii tek minarelidir. Avlusuna gelince sekiz sütunlu ve ü-zeri kubbeli bir şadırvan ve karşı duvarında yine üstü örtülü muslukları ihtiva eder. Etrafını çeviren duvarın I. Mahmud meydan çeşmesi ile ana cadde tarafındaki kısımlarının teşkil ettiği köşede meydana bakan sebili vardır. Camiin, Galata tarafında ve avlusu yakınında medrese ve hamamı bulunmaktadır. Bütün bunların banisi Kılıç Ali Pasa'nın türbesi ise kıble tarafındaki haziresindedir. Kılıç Ali Paşa (Tophane) camiinin doğusunda dört yanı gayet zarif bir şekilde işlenmiş mermerlerle kapalı büyük meydan çeşmesi vardır. Bir çok eserlerde ve halk arasında Tophane çeşmesi diye bilinen bu eserin esas ismi Mahmnda evvel (I. Mahrmtd) çesmesidir. Bazı mü-dekkikler bunu III. Ahmed'in yaptırdığını kaydetmişlerse de son yapılan tetkik ve a-raştırmalarda ele geçen belgelerden, üzerindeki kitabe tarihinin de işaret ettiği gibi, I. Mahmud tarafından inşa ve itmam edildiği anlaşılmıştır. H. 1145-M. 1732). Ancak suyu hususunda evvelce III. Ahmed'in Bahçeköyden getirttiği sudan fay-dalanıldığı da muhakkaktır. Türk rokokosu stilinde Bina Emini Ah-med Ağa nezaretinde etrafının açılması masrafı da dahil olmak üzere yetmiş aitı bin kuruş ve seksen dört akçe sarfolmak suretiyle adimüj - misil hsş tarh sekiz musluklu bu çeşme meydana getirilmiştir. XVIII. Yüzyıl ile XIX. Yüzyıl başlarına ait resimlerde çeşmenin, kubbeli, geniş saçaklı bir sakıfa malik olduğu görülür. Fakat XIX. Yüzyılın ikinci yansına ait olan Barttlet ve Allom'un eserlerinden şu veya bu sabepla sakıfın kaldırıldığı yerine yakın zamana kadar görülen parmaklıklı teras yapıldığı anlaşılmaktadır. Önce 1942 de ve son olarak 1953 de esaslı bir tamir geçiren çeşme bu son tamiri esnasında kubbe ve geniş saçaklı sakıfı da konmak suretiyle restore edilmiştirM.Sertoğlu.
TOPHANE EMİNİ (Bak. Topçu Ocağı)M.Sertoğlu.
TOPHANE MAHZENİ (Bak. Top Mahzeni)M.Sertoğlu.
TOPHANE NAZIRI (Bak. Topçu Ocağı)M.Sertoğlu.
TOP-I SER Gemilerin baş tarafına konan top olup bir adı da Baş topu idiM.Sertoğlu.
TOPKAPI SARAYI (Bak. Yeni Saray)M.Sertoğlu.
TOP MAHZENİ İstanbulda Tophanede bulunan ve içinde muhtelif bölgelerde yapılıp gelen top yuvarlaklarının muhafaza olunduğu yerM.Sertoğlu.
TOP OTU Toplarda kullanılan baruta verilen isimM.Sertoğlu.
TOPRAK BASTI PARASI (Bak. Ağnam Resmi)M.Sertoğlu.
TOPRAKLI SÜVARİ Timarlı süvarinin diğer adı. (Bak. Timar)M.Sertoğlu.
TOPUZLU SÜVARİ ÇAVUŞLARI Harp esnasında askerin kaçmasına veya gerilemesine meydan vermemek için ordunun etrafında ve hariçte firarileri geri döndürmek vazifesini görenlere verilen isimM.Sertoğlu.
TOP YUVARLAĞI (Bak. Yuvarlak)M.Sertoğlu.
TORBA OĞLANI (Bak. Acemi Ocağı)M.Sertoğlu.
TORBA YAZISI (Bak. Devşirme, Acemi Ocağı)M.Sertoğlu.
TOYCA (Bak. Taviçe).
TRABLUSŞAM EYÂLETİ Osmanlı Mevleti eyâletlerinden olup Trablussam ^nerkez, Hama, Humus, Selemiye, Cebele Sancaklarını ihtiva etmekteydi. Timar ve Zeamet sahipleri altı yüz on kıhç olup se-îer zamanlarında cobeh'leri ile beraber üç bin kişilik bir askerî kuvvet teşkil ederlerdiM.Sertoğlu.
TRABZON EYALETİ Osmanlı eyâletlerinden olup Trabzon (merkez) ve Ba-tum sancaklarını ihtiva ediyordu. Ze^.net ve timar sahipleri beş yüz elli dört kılıç olup cebelileriyle birlikte iki bin kişilik seferi bir kuvvet meydana gelirdi. Trabzon ve yöresi Fatih Mehmed tarafından 1460-1 yıllarında, buradaki Trabzon imparatorluğuna ve imparatorluğun buradaki Komnen soyuna son vermek suretiyle, Osmanlı ülkesine katılmıştır. Trabzon önceleri bir sancaktı. Yavuz Selim şehzadeliğinde burada sancak beğliğinde bulunmuş ve Şah ismail'in yarattığı tehlikeyi daha o zaman yakından görmüştü. Trabzonun eyâlet haline getirilmesi ise XVI. Yüzyılın sonlarına tesadüf eder. Birinci Dünya Harbinin ikinci yılında (1916) Rus istilâsına uğnyan Trabzon iki yıl sonra (1918) ki Brest - Litovsk muahedesi ile yine Osmanlı ülkesine katılmıştırM.Sertoğlu.
TRANSİLVANYA (Bak. Erdel)M.Sertoğlu.
Dostları ilə paylaş: |