Abdal (Bak. Fütüvvet)



Yüklə 2,51 Mb.
səhifə6/52
tarix27.12.2018
ölçüsü2,51 Mb.
#86799
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   52

BATTANCILAR Selânikte yenicen efradı için dokunan çuhayı battanlamak, yani doğup kalıplamak için bir lasını Musevi köylerinde bulunan sanatkârlar. Bunlar, Büyük Vardar nahiyesinin Gü-mülcüne, Küçük Vardar nahiyesinin Ka-rayova, Çernova ve Satılga köylerinde bulunurlardı. Bu köylerde sırasıyla 150, 86, 55 yani cem'an 291 battancı vardı. Bunlar dokunan çuhayı köylerine getirip battanlarlar ve buna karşılık her türlü vergiden muaf bulunurlardı. Bunların kethüdalarına Battan kethüdası denirdi. Kendisi, dokunan çuhaların battanlanmasına, battanlananlann mîrî ambarına teslimine, battancılann her işine nezaret eder ve gerektiğinde dokuma işleriyle de ilgilenirdi. Bu kethüda da öbür battancılar gibi Musevi idiM.Sertoğlu.

BATTANCILAR KETHÜDASI (Bak. Battancılar)M.Sertoğlu.

BAYEZİD KULESİ Yeniçeri Ocağının ilgasından sonra 1828 yılında yangın kulesi olarak yapılan ve bugün hâlâ varolan yangın kulesi. Bu kule, önce ahşap olarak yapılmış, lâkin muntazam asker arasına nasılsa sokulmuş olan yeniçeri döküntüleri bir gece ayaklanıp burasını yakmış olduklarından aynı yıl yeniden ve mermer taşından olmak üzere inşa edilmiştir. Yüksekliği 50 metre kadardır. 180 basamaklı ve bir ahşap merdivenle çıkılır. Hâlâ yangın kulesi olarak kullanılmaktadır.

BAYRAK Orta Asya Türkleri arasında büyük bir kahramanlık ve yararlık gösterenlere mızraklarının ucuna üç köşe ve uzun türlü renklerde ipskli kumaş parçaları takma imtiyazı verilir ve bu onlar için bir şeref ve iftihar vesilesi olurdu. Bunlar çoğu zaman bir birliğin kumandanlığı derecesine yükseltildikleri için, zamanla bu kendi işaretleri birliklerinin de alâmeti haline geldi. Daha sonraları ise, başbuğların bayrağı, bütün kavmin bayrağı ve millî alâmeti sayıldı. Sonunda, bayrak, devleti temsil eder oldu. Türkler, böylece siyah, kırmızı ve beyaz renkte bayraklar kullanmışlardır. Anadolu Selçuklu hükümdarı Gıyasüddin Mes'ud tarafından Osman Gazi'ye gönderilen uç beğliği bayrağı beyaz renkte idi. Osmanlılar böylece ilk zamanlarda beyaz bayrak kullanmışlardır. XV. Yüzyılın başlarında ise Alaşehir dokuması kırmızı bayrak kullandıkları bilinmektedir. Bununla beraber, daha XIV. Yüzyıldan beri öbür Türk - îslâm devletleri gibi Osmanlı Beğliği de çeşitli bayraklar kullanmıştır. Hükümdarın, devlet ileri gelenlerinin, ordu ve donanma birliklerinin, türlü renk ve şekillerde ve üzerinde çeşitli işaret ve alâmetler bulunan bayrakları vardı. Hükümdarların şahsına mahsus bayraklar daha ziyade beyaz renkte iken XVI. Yüzyılda ve Kanunî devrinden itibaren yeşil, kırmızı ve sarı bayraklar da kullanmışlardır. (Bak. Saltanat san-caıdarı). Türk bayrağında düz kırmızı renk üzerine hilâl ve yıldız şekli ilk defa in. Selim devrinde görülmüştür. Daha önce, yeşil kırmızı zemin üstünde bir veya üç hilâl şekli vardı. III. Selim devrinde kullanılan yıldız sekiz köşeli idi. Bu sekiz köşeli yıldız ü. Mahmud devrinde de kullanılmıştır. Yeniçeri Ocağı kapatıldıktan sonra, ocakta orta ve bölük alameti olarak ve ocağın sembolü olmak üzere bayrak kullanıldığından bayrak sözü yasak e-diîip onun yerine sancak tâbiri kabul edil mistir. Abdülmecid devrinde ise beş köşeli yıldız kullanılmağa başlanmıştır. Bugün Türk devletinin ve milletininin alâmet ve timsali olan beyaz ay yıldızlı kırmızı ve pak şerefli aziz bayrağımızın şekli ve ayrıntıları 29/5/1936 tarih ve 2994 sayılı kanun ve 28/7/1937 tarih ve 7175 tarihli kararname ile yürürlüğe konan tüzük hükümleriyle tesbit edilmiş bulunmaktadırM.Sertoğlu.

BAYRAK RESMi Kendisine vezirlik verilen kimsenin vezirlik bayrağını ve tuğlarını götüren divanı hümayun hademelerine verilmesi âdet olan para olup ne kadar olduğu belli değildi. Bu yüzden çok-zaman pazarlık konusu olurduM.Sertoğlu.

BAYRAKTAR Yeniçeri orta ve bölüklerinin yarısı kırmızı ve yansı sarı olup üzerinde orta ve bölük nişanlan bulunan bayraklarını taşıyan kimse. Derecesi Baş-e-Jd'den büyük Vekilharçtan küçüktü. (Bak. Yeniçeri subayları)M.Sertoğlu.

BAYRAM ALAYI Padişahlann Bayram namazlarını kılmak üzere camie gidişleri dolayısiyle yapılan tören. Bayram sabahı Muayede'den sonra. (Bak. Muaye-d°). Padişah hareme dönerek elbise değiştirir ve yine dışanya çıkardı. Etrafında Özengi ağaları bulunduğu halde büyük İm-rahor'un çektiği murassa eğerli ata biner, maiyetindekiler Padişah Orta kapıdan çıkıncaya kadar yaya yürürler, yalnız Silâhtarla Çuhadar ata binmiş oldukları halde Padişahı takip ederler. Orta kapıda ise Kapı ağası onlara katılırdı. Bu kapıdan çıkınca çavuşlar alkış tutar ve sol tarafta bulunan Sadrıâzam, hükümdan selâmladıktan sonra Padişahın yedekte götürülen atlarının önündeki yerini alırdı. Alay arzuya göre çok zaman Sultan Ahmed ve bazan Ayasofya camiine yollanırdı. Padişah daha camie varmadan Hazinedarbaşı önden gidip hünkâr mahfilinde onun namaz kılacağı yeri hazırlar, seccadesini yayar, buhur yakardı. Padişah camie varın-ce çizmeleri ayağından çekilerek pabuç giyerdi. Çavuşlar alkış yaparlar, Sadnâzam burada hükümdarı karşılayıp yer öper ve koltuğuna girip seccadesine kadar götürürdü. Namazdan sonra dönüşte de aynı tören yapılır, Sadnâzam Padişahı Orta kapıya kadar uğurlayarak orada selâmlayıp Kubbe altına gelir ve yemekten sonra Paşakapısına dönerdiM.Sertoğlu.

BAZDARAN Tımarlı avcıların başka adı. (Bak. Avcılar). Bunlara Hassa kuşbazları da denirdiM.Sertoğlu.

BAZHÂNE İstanbul'da Doğancılar semtinde bulunan av kuşlarının yetiştirilip korunduğu yer. Burası saray Çakırcıbaşı-sı'nın idaresinde olup hizmetinde bulunan efrada Bazhâne mülâzıma denirdi. Hassa kuşbazları denilen Tımarlı avcılar arasında boş yer bulunursa bu yer bazhâne mü-îâzimlerinden kıdemlilere verilirdi. Bunlara, baktıkları kuşlara göre Doğana, Şahinci, Atmacacı denilirdi. (Bak. Avcılar)M.Sertoğlu.

BAZHÂNE MÜLÂZIMI (Bak. Bazhâne)M.Sertoğlu.

BEBEK USTASI Padişahlara ait muhtelif bahçe ve bostanlardan Bebek bahçe-siyle bulunduğu semtin muhafaza ve inzibatından sorumlu Bostancı. (Bak. Bostancı Ocağı). Bunun gibi Kadıköy ustası, Bü-yükdere ustası, ilh... vardı. Bunlar arasında vazifelerini iyi yapamıyanlar Bos-tancıbaşı'nın isteği üzerine Kapıkulu Süvari bölüklerinden Orta bölüklerine çıkartılırlardıM.Sertoğlu.

BECELUgKA (Bak. Bacaluşka)M.Sertoğlu.

BEÇ Türkler Viyanaya Beç derlerdiM.Sertoğlu.

BEÇÇE Harpte alman esirlerden Acemi Ocağına yaramıyanlar veya sayısı bsş-ten aşağı olanlardan devlet Pençik resmi adıyla belli bir vergi alır, bu vergiye esas olmak üzere esirleri yaşlarına göre sıraya koyardı. (Bak. Peçnik). Buna göre erkek esirler: / 1 — Şirhor, yani henüz meme emen. / 2 — Beççe, 3 ilâ 8 yaşındakiler. / 3 — Gulâmçe, 8 ilâ 12 yaşındakiler. / 4 — Gulâm, bulûğa ermiş. / 5 — Sakallı, yaşı geçkin. / 6 — Pir, ihtiyar. / olmak üzere sınıflara ayrılırlardı. Kadın esirler ise, buna uygun olarak şu isimleri alırlardı: / Şirhor: Şirhor / Beççe: Duhterek / Gulâmçe: Duhter / Gulâm: Ümmülveled / Sakallı: Mariye / Pîr: Acuze ve daha ihtiyar olursa Fer-tute. / Bundan başka bir kusuru olanına Mayube, hastalıklı bulunana Bimâre dendiği gibi esirler arasında vücutça sakatlığı bulunanlar da bu sakatlığa göre Yekdest, (tek elli) Yekçeşim (tek gözlü) ilh.. şeklinde anılırlardıM.Sertoğlu.

BEDELİ-İ NÜZUL (Bak. Sürsat)M.Sertoğlu.

BEDEL-İ ÖŞÜR Mahsulünden öşür alınırken üzerine bina vesaire yapılarak ziraatin dışında kalan araziyi kullanandan öşre bedel alınan yıllık maktu vergi. (Bak. Öşür). Icare-i zemin ve Mukataa-ı zemin diye de anılırdıM.Sertoğlu.

BEDEL-İ SÜRSAT (Bak. Sürsat)M.Sertoğlu.

BEDEL-t TİMAR Malikâne olarak veya Mukataa yoluyla iltizama verilen yerlere, malî darlık sebebiyle 1737 yılından itibaren konan bir vergi. Aynı miktardaki timarla tasarruf edilen topraklar karşılığında Dirlik sahiplerine yüklenen vergi derecesinde idi. Birçok farklan bulunmakla beraber, aslında Cebelü bedeliyesi'ne benzerdi. (Bak. Cebelü bedeliyesi)M.Sertoğlu.

BEDELİ VERİLMEK Bir Tımar sahibi, elinde olan Tımar emrindeki istihkakından daha fazla gelirli bir yere tâyin edildiği zaman, fazlası değil istihkakının kendisine tahsisi mânasında kullanılan bir tabir. Eğer, münhal istihkakınd; n fazla olduğu halde hepsinin verilmesi isteniyorsa ziyadesiyle verilmek tâbiri kullanılırdıM.Sertoğlu.

BEDERGÂH Acemi Ocaklarında hizmet görenlerin belli bir zaman sonunda Yaya Kapıkulu Ocaklarına alındığını bildiren bir tâbir. Buna Kapıya çıkmak da denirdi. Yaya Kapıkulu Ocaklarına Beder-gâh suretiyle İstanbul ve Gelibolu Acemi Ocaklarından, Bostancı ocağından, Galata ve İbrahim Paşa saraylarının hizmet bölüklerinden ve gönüllü yeniçerilerden er-'cr alınırdı. XVII. Yüzyılın ortalarından itibaren ocağa kanunsuz olarak dışarıdan a-dam alınmağa başlandıktan sonra bu muameleye aynı isim verildi. Badergâh olan efrada önce iki akçe gündelik verilirken I. Ahmed devrinde üç akçeye çıkarılmıştır. Bunlara ayrıca bir defaya mahsus olmak üzere iki altın Düzen akçesi verilirdi. Kapıya çıkan eğer Bostancı ise buna Sil'âhbaha denir ve miktarı bin akçe olurdu. Ocağa ilk girenler ihtiyaca göre bölük ve ortalara taksim olunup odalarına verilirlerdi. Her oda efradı bir sıraya dizilerek birden koşturulur, odalarına varış sırasıyla Eski, yani daha kıdemli sayılırlardı. Bunlar, önce Kara-kuüukçu'luk hizmetine verilirlerdi. Yani, odaları siler süpürür, ihtiyar yoldaşların ve misafirlerin ayakkabılarını temizlerler, yemek kablarını yıkarlar, odun yararlar, kandilleri yakarlar, oda levazımı için alışveriş ederlerdi. Bu gördükleri işlere göre ise, Pabuççu, Kandilci, Pazara giden, ilh.. diye anılırlardı. Bedergâlı olmak için Acemi Ocağında yedi sekiz sene çalışmak lâzımdı. Lâkin bu, kapıya çıkmak için yeter değildi. Bunun için önce ocağa yeni efrad lâzım olması gerekirdi. Savaşlar sonunda pek çok boş yer açıldığı için acemiler kapıya çıkar-Sardı. Bir de, yararlık gösteren acemiler mükâfat olarak Bsdergâh olurlardı. (Bak. Acemi Ocağı)M.Sertoğlu.

BEĞ Aslı Çince Pek veya Sasanilerin hükümdar unvanı olarak Bağa kelimesi olması muhtemsl bulunan ve önce Türkler tarafından kullanılan, onlardan başka Altay kavimlerine geçen bir unvan. Han veya Kaan unvanından daha küçük olmak üzere kabile reislerine, kabile topluluklarının başında bulunanlara, imtiyazlı asiller sınıfından olanlara, büyük idare mevkilerinde bulunmaları dolayısiyle nüfuz ve yetki sahibi bulunanlara Beğ - Bey denirdi. Türkler İslâmlığı kabul ettikten sonra da hemen hemen aynı mânalarda kulla nılması sürmüş ve Osmanlı Türklerine de aynı şekilde geçmiştir. Bu sonuncularda Beğ unvanı büyük devlet adamlarının o-ğuîlarına ve son zamanlarda şehzadelerin hizmetinde bulunanlarla mevki sahibi herkese ve orduda Binbaşıdan Liva — yani Tuğgeneral— rütbesine kadar olanlara da Bey denmiştirM.Sertoğlu.

BEĞKOZ (BEYKOZ) KASRI Mısır valisi Mehmed Ali Paşa tarafından Beykoz'da Abdülmecid'e hediye edilmek üzere yaptırılmağa başlanıp ölümü üzerine oğlu Said Paşa tarafından tamamlanan köşkM.Sertoğlu.

BEĞLERBEĞİ Osmanlı DevletindE pek ileri ve itibarlı bir memuriyet ve ona bağlı unvan. Osmanlılarda ilk zamanlarda bir tek Beğlerbeği bulunur ve bütün ordu işlerinden sorumlu olurdu. Hükümdardan sonra sözü en fazla geçen o idi. İlk Beğlerbeği olarak bilinen ise, Orhan Beğin oğlu Süleyman Paşadır. Bu vazife onun vefatından sonra Lala Şahin Paşa'ya verilmiştir. I. Murad Beğ devrinde vezir Çao-darlı Halil Hayrettin Paşa'nın ordu işlerini eline alması üzerine Beğlerbeğlerin 5-nemi bir dereceye kadar azaldı. Rumeli fütuhatının genişlemesi üzerine bu müessese ikiye ayrılarak Anadolu ve Rumeli Bağlerbeğlikleri kuruldu. Bunun tarihi kesin olarak bilinmiyorsa da Yıldırım Baya zid devrinde olduğu muhakkaktır. Bu sarada Firuz Beğin Rumeli, Timurtaş Paşa'nın Anadolu Beğlerbeğisi olduğu bilinmektedir. Nitekim Çelebi Sultan Mehmed zamanında Hamza Bağ ve Bayazid Paşa Rumeli, ü. Murad zamanında Sinan Beğ ve Şahin Paşa Rumeli, Hamza Beğ ve Oruç Beğ Anadolu beğlerbcği idiler. Bu müessese Osmanlılara Selçuklardan geçmiştir. Onlardaki Melik-ül ümera unvanının Türk-çeleştirilmiş şeklidir. Nitekim Osmanlıların da Beğlerbeği yerine Emir-ül ümera tâbirini kullandıkları olmuştur. İki beğlerbe-ğilikten Rumeli beğlerbeğiliği derece bakımından daha büyük olup Fatih kanunnamesinde Defterdarla eşit olarak gösterilmiştir. Beğlerbeğilerin zamanla sayıları artmış, yetki ve nüfuzları da o ölçüde azalmıştır. Bunlar çoğu zaman bir eyâlete vali ve askerî kumandan olarak gönderilirler ve savşalarda eyâlet içindeki bütün Sancak Beğleri ve Topraklı süvari ile hazır bulunurlardı. Has derecesinde 800.000 -1.200.000 akçe arasında dirlikleri ve iki tuğlan vardı. Emeklilikleri 100.000 akçe ile olurdu. Beğlerbeğiler çoğaldığı zamanda bile itibarları devam etmiş ve derece bakımından da Rumeli eyâleti beğ-lerbeğisi ile Anadolu eyâleti beğierbeğisi başta bulunmuştur. (Bak: Anadolu eyâleti, Rumeli eyâleti). Toprağı dirlik olarak ayrılmamış olan Mısır, Bağdad, Yem=n, Habeş, Lahsa, Cezair, Trablusgarp ve Tunus gibi yerlerde Beğlerbeğilere Has yerine Salyâne yani yıllık verilirdi. Beğlerbe-ğiler terfi ederlerse Vezir, Mal deftardar-ları, Nişancılar, 500 akçe yevmiyeli kadılar, dirliği 400.000 akçeye varmış Sancak Beğleri ise terfi edince Beğlerbeği olurlardıM.Sertoğlu.

BEĞLERBEĞ1 SARAYI Önce H. Mahmud tarafından ahşap olarak yaptırılan ve Abdülâziz tarafından yıktırılarak Mimar Serlds kalfaya 1865 senesinde mermerden yaptırılan meşhur saray. Abdülâziz, yaz aylarında çoğu zaman burada o-tururlardı. Fransa împaratoriçesi Ojeni, Avusturya imparatoru Fransuva Jozef, Karadağ kiralı Nikola, Iran şahı Nasirud-din şah burada misafir edilmişlerdir. 93 (1877 - 78) harbinde yenilgiden sonra mütareke müzakereleri sırasında Rus orduları başkumandanı Grandük Nikola burada ağırlanrmg olduğu gibi Rus. ordusu erkânı için II. Abdülhamid tarafından burada bir kabul resmi tertip edilmiştir. Nihayet, II Abdülhamid tahttan indirilip ilkin Se'âniğe gönderilerek Alâtini köşkünde o-tnrmaya zorîanmışsa da Balkan savaşının kopması üzsı-ins İstanbul'a getirtilip kendisine Br-ğlsrbeği sarayı ikametgâh olarak tahsis olunmuştur. Tahttan indirilen Padişah, ölümüne kadar burada oturmuşturM.Sertoğlu.

BEĞLİKÇİ Divan-ı Hümayun kalemlerinden Beğlikçi veya Divan kaleminin şefi olan zat. Resmî unvanı Beğlikçi-i di Van-ı hümayun idi. Bu kalem, Divanda müzakE-re olunan evrakı gereken yere gönderir. Divan sicillerini tutardı. (Bak. Divan-ı hümayun, Divan sicilleri). Aynı zamanda îerman ve beratlar da bu kalemde yazılırdı. Gerek yabancı devletlere', gerekse azınlıklara ait meselelerin ahdî ve hukukî cepheleri de bu kalemde incelenir ve her türlü anlaşmalar, kanun, nizamname ve talimatnameler burada saklanırdı. BunuE için muktaza kayıtları, yani Divandan çıkacak bir kararın devlet kanunlarına ve andlaşmalara göre nasıl olması gerektiğini belirten kayıtlar da burada tutulurdu. Beğlikçi aynı zamanda Reisülküttab'-dan sonra bütün Divan-ı Hümayun kalem lerinin en büyük âmiriydi. Kendisinden sonra gelen Beğlikçi kesedarı divan kaleminin müdürüydü. Onun altında ise Kanuncu, İlâmcı ve Mümeyyiz adlı üç âmir daha vardı. Kanuncu, kanun ve nizamnamelerin koruyucusu idi. Bir mesele etrafında kanunî hüküm sorulduğu zaman bunu asıl metinlerden çıkarıp yazar ve imzalayarak takdim ederdi. Bir vazifesi de, ana kanunları yeni durumlara ve olaylara uydurmaktı. İlâmcı, Muktaza tezkirelerini yazardı. Mümeyyiz ise Divan kalemi kâtiplerinin yazdıkları yazıları düzeltirdi. Bu kalemde gereği kadar kâtipten başka Serdefterci adlı, mevcut defterleri derli toplu bir şekilde muhafaza etmekle görevli bir memur ve defterci denilen, işi istenen defterleri getirip götürmek olan yardımcısı vardı. Devlet işlerine ait mühim fermanların kayıtlarını tutanlara ise Mühimmenüvis denirdi. Bunlar, çok bilgili ve anlayışlı, sır saklar, namuslu kimselerden seçilirdi. Bütün gizli yazılan bunlar yazarlardı. Daha mahrem şeyleri isq Beğlikçi'nin kendisi yazardı. Bütün devlet sırlan bu kalemde olduğu için Beğlikçi kalemine alınacak kâtipler çok dikkatle seçilir, çoğu zaman yine burada hizmet eden dürüst kâtiplerin çocukları tercih edilirdiM.Sertoğlu.

BEĞLİKÇİ KESEDARI (Bak. Beğlik Çi)M.Sertoğlu.

BEĞOĞLU İstanbul'un meşhur semti ve merkez nahiyesinden başka Kasımpaşa, Galata, Hasköy ve Taksim nahiyelerini içine alan kazası. Bizans zamanında bütün bölgeye karşı taraf mânasına gelmek üzere Pera denirdi. Sonradan Beğ-oğlu denmesinin sebebi hakkında genel olarak sonuncusu daha kuvvetli görülmüş ve kabul edilmiş olan şu iki söylenti vardır. / 1 — Fâtih, Trabzon Rum imparatorlu ğunu ortadan kaldırdıktan sonra buranın son imparatoru olan David Komnen'i ve çocuklarını bir de yeğeni olup impara tor Kalo yani Kommen'in oğlu olan Aleksi Komneni esir almış. David Komnen ile çocuklarını Edirne'de, Alek si Komnen'i ise İstanbul'da oturmaya memur etmiş ve bu sonuncusuna Galata'- nın yukarısında bir köşk vermişti. Türk ler prenslere Beğzade veya Beğoğlu de diklerinden o semt bu isimle meşhur ol muştur. / 2 — Bir zamanlar İstanbul'da Venedik Balyosu olarak bulunan Venedikli soylu lardan Andre Gritti, burada bir Rum ka dınıyla düşüp kalkmış ve ondan Luici Gritti adlı bir oğlu olmuştu. Luici Gritti, Kanuni Sultan Süleyman'ın meşhur Sadrı- âzamı Makbul ibrahim Paşa'nın yakın dostu idi. Bu sayede Hünkâra da tesir edip Osmanlı imparatorluğunun yabancı devletlerle olan ilişkilerinde aracı olmuş, bu yüzden büyük nüfuz ve itibar kazan mıştı. Hattâ Kanunî onun konağına ara sıra gider, tertip olunan eğlencelerde ha zır bulunurdu. İşte babası asil, yani beğ olduğundan Türkler tarafından Beğ oğlu diye anılan Luici Gritti'nin bu konağı bu günkü Taksim gezisinin yanında bulunu yordu. Bu yüzden semt yavaş yavaş onun adını aldı. / Beğoğlu semti, Bizanslılar zamanında tamamı ile boş, dağlık ve ormanlık bir yerdi. Galataya hâkim olan Cenevizliler burada avlanırlardı. İstanbul'un Türkler tarafından alınışından sonra yavaş yavaş oturulur bir hale gelmeğe başladı. Daha çok yabancı elçiler burada yabancı elçilik binası yaptırdıklarından daha ziyade bir Hıristiyan mahallesi haline geldi. Bununla beraber meskûn yerler Galatasaray semtine kadar uzanıyordu. Geri kalan kısmı yine uzun zaman bağlar, bağçeler, tarlalar, bostanlar ve ormanlardan ibaretti. Zaten Galatasaraya kadar olan kısma Türkler Galata demişler. Bağoğlu ismini buradan ilerisine vermişlerdir. Beğoğlu pek yavaş iskân edilmiştir. XVII ve XVIIL Yüzyıllarda bile mühim bir kısmı boş topraklardı. XIX. Yüzyıl sonlarında Tepe-başı'nın arka tarafında Kasımpaşa'ya kadar olan yerhrde, Ayaspaşa, Taksim, Dolmabahçe arası, Harbiye, Pangalü. Bomonti, Şişli, Maçka, Firuzağa, Tophane tarafları çayırlık ve mezarlık, bahçe, bostan ve tarlalarla doluydu. Bugün Bağoğlunun göbeğinde Tarlabaşı diye bir mahalle vardır. Beğoğlu semti, asıl XX. Yüzyıldan itibaren geniş ölçüde imar edilmiş, mahalleler kurulmuş. Cumhuriyetten sonra Türkler tarafından gittikçe rağbet kazanmış, nihayet kozmopolit görünüşünü kaybedip Türk İstanbul'un tamamiyle Türk bir semti haline gelmiştir. Yabancı ve azınlık nüfus yoğunluğu Beyoğlu için bugün artık bahis konusu değildir. Bu nüfus Türk çoğunluğunun yanında önemsiz bir duruma girmiştirM.Sertoğlu.

BEKÇİ Sancak-ı şerif hizmet ve koruyuculuğunda bulunan onbeş kişi. Bunlar Beşbekçi'nin nezaretinde idiler. (Bak. Sancak-ı şerif). Bundan başka Yeniçeri Ocağının kaldırılmasından sonra, 1826 yılında Bostancı Ocağına yeni bir nizam verildiği sırada Saraya ait çeşitli köşklere geyik, karaca, devekuşu ve başka hayvanlara bakan ve bunları koruyanlara Bekçi, ustalarına Bskçi-i evvel, halifelerine Bekçi-i sânı adı varildi. (Bak. Bostancı ocağı). Ayrıca Yeniçeri Ocağında Ondokuzuncu Ağa bölüğü Bekçi diye anılırdıM.Sertoğlu.

BEKÇİ-İ EVVEL (Bak. Bekçi).

BEKİK EFENDİ AKÇESİ (Bak Akçe)M.Sertoğlu.

BELDAR Anadolu ve Kümelinin bir çok yerlerinde ve dağlık bölgelerindeki geçitleri koruyan ve geçenlerin selâmetini sağlamakla görevli kimseler. Bunlar iki çeşit idiler. Bir kısmı civar köyler halkından oîup bu vazife onlar için bir görev şeklindeydi. Buna karşılık Tekâlif ve Avârız'dan, yani örfi vergilerden muaf olurlardı. Bunlara Berbentçi denirdi. Öbürleri ise, Beldar'lardı. Bu vazifeyi bir ücret karşılığında yaparlardı. Aldıkları ücret ise bulundukları bölgeye göre değişir ve o yerin vergi dağıtım defterine alınıp halktan toplanırdıM.Sertoğlu.

BENEFŞE (Bak. Menekşe)M.Sertoğlu.

BENEVBET TIMAR işmarın çeşitlerinden olup böyle tımarlara birkaç kişi birden sahiplik eder ve sefer zamanla-rjnda nöbetle göreve giderlerdi. Bu şekilde tımara sahip olanlara hiçbir zaman normal tımar verilmezdi. Ancak normal tımar sahibi isterse benevbet tımar mah-lûl olsa, oğluna oğlu yoksa dışarıdan bir başkasına verilirdi. Lâkin Rumeli'de benevbet tımar tasarruf edenlere bu tımarlar Padişahların fermanlarıyla verilmiş olduğu için mal ve mülkleri gibi mirasçılarına geçerdi. Dışarıdan başkasına verilmezdi, içlerinden birisi öldüğü zaman kaç oğlu kalırsa Beğlerbeğiler tarafından onlara verilip sefer zamanlarında nöbetle vazife görürlerdi. (Bak. Tımar)M.Sertoğlu.

BENNAK (Bak. Çift)M.Sertoğlu.

BERAT Lügat mânası mektup olup bu tâbir Osmanlı devletinde herhangi bir göreve veya hizmete tâyin veya maaş tahsisi yahut da unvan veya nişan verilmesi, bir muafiyet veya imtiyaz verilmesi dola-yjsiyle hazırlanan fermanlar için kullanılmıştır. (Bak. Ferman). Berat yerine ba-zan menşur sözünün kullanıldığı, bazan ise ikisinin bir arada söylediği olurdu. Bununla beraber genel olarak Serdarlık, Kırım Hanlığı, Vezirlik, Eflâk - Buğdan Voyvodalığı, Valilik cinsinden önemli büyük görevlere tâyin dolayısiyle yazılanlara daha ziyade Menşur denirdi. Beratlara gerektiğinde Nişan adı da verildiği olurdu. Lâkin nişan, Padişahın aynı zamanda nişan da denilen tuğrasını taşıyan bütün belgelere verilen bir isimdir. Berat veya menşurun ferman veya hükümden şekilce en büyük farkı, tuğranın altında şu cümlenin yazılı bulunuşudur: / Nişan-ı şerif-i âlîşan-ı sâmi mekân-ı sultanî ve tuğray-ı garray-ı cihan sitan-ı hakanı hükmü oldur ki.. / Bir menşur şu sekiz kısımdan meydana gelirdi: / 1 — Allaha hamdü sena, / 2 — Peygamberimize tazim, / 3 — Menşurun verilişinin sebebi ve bu hususta . teşvik, / 4 — Menşurun verildiği zatın vasıflan, / 5 — Menşurun verilmesine dair hü kümdarın emri, / 6 — Menşurda bildirilen şeylerin ya pılması, / 7 — Menşurda yazılı olduğu şekilde hareket olunması ve aksinden çekinilmesi, / 8 — Tarih ve yazıldığı yer. Beratlarda ise, verilen vazifenin adı, / yeri, maaşı veya geliri, vergisi, verilen kimsenin ismi, görev veya hizmetin neden verildiği ayrı ayrı açıklanırdıM.Sertoğlu.

BERATLI Kendisine beratla bir muafiyet veya imtiyaz verilmiş kimse. Bunlara Bitili de denirdi. (Bak. Berat, ferman)M.Sertoğlu.

BERATLI TERCÜMAN (Bak. Tercüman)M.Sertoğlu.

BERBER Orducu esnafı arasında bulunan ve işleri askeri traş etmek olan sınıf ile. (Bak. Orducu) Ağakapısı kârhanesinde bu sanatı yapanlara. (Bak. Ağa kârhanesi). Enderun odalarından seferli koğuşunda bulunup sarayda berberlik edenlere verilen unvan. (Bak. Şef erli koğuşu)M.Sertoğlu.

BERBERBAŞI Enderun odalarından Has oda ağalarından olup Padişahın tıraş hizmetinde bulunan kimse. Berberbaşı Padişahın başını tıraş eder ve kesilen saçları gümüş bir leğende yıkadıktan sonra buhurla tütsüler ve bir çekmecede saklardı. Sürre alayı giderken bu çekmece mühürlenerek Medine'ye gönderilir ve Peygamberimizin türbesi civarında gömülürdü. Bundan başka, Padişahın oğlu olan Şehzadenin saçlarını ilk tıraş ettiği zaman Berberbaşı bunu Sadrıâzama bildirmeğe memurdu. Bunun için alayla Paşakapısı'-na gider, bildirisini yaptıktan sonra kendisine orada hil'at giydirilir ve aralarında beşyüz altın ile donanmış bir at da bulunan birçok hediyeler alırdıM.Sertoğlu.



BERLİN MUAHEDESİ Osmanlı devleti ile Rusya, Fransa, Almanya, Avusturya, Macaristan ve ingiltere arasında Berlin şehrinde aktedilen bir antlaşmadır. Osmanlı devleti, Sultan Abdülaziz'in saltanatının son yıllarında başlıyan Bosna, Hersek ve Bulgar isyanları ile karşılaşmış, V. Murad zamanında da isyanların gerçek kışkırtıcısı Sırbistan ve Karadağ ile savaşa tutuşmuştu. Fakat Osmanlı ordularının başarı kazanması üzerine bu devletlerin koruyucusu Rusya işe karışarak savaşı durdurmuş ve Balkan meselesi ile Öbür Şark (Doğu) meselelerini çözmek için görüşme yoluna gidilmişti. Bu maksatla toplanan İstanbul Tersane veya İstanbul Süfera (sefirler) konferansının kararlarının ve bunun dağılışından sonra Londra'da hazırlanan protokolün Osmanlı devletince red edilmesi Rusya'nın harb ilânına kâfi gelmişti. Az sonra Rusyanın müttefiki Romanya ile de harb haline giren Osmanlı devleti, hem Anadoludaki, hem de Rumelideki savaşlarda yenilmiş ve Ruslardan barış istemişti. Osmanlı devleti, Ayastafanosta (Yeşilköy) pek ağır şartlı ve doğu meselelerini yalnız Ruslar lehine çözen bir andlaşmayı kabul ve imza etti. Fakat öbür Avrupa devletleri, bilhassa ingiltere ve Avusturya, Macaristan, bu Ayastafanos andlaşmasım kabul etmediler. Almanya da onların tarafını tutunca Ruslar Şark ve Balkan meselelerinin halli için bir konferansın toplanmasına razı olmak zorunda kaldı. Osmanlı devleti de, Ayastafanos andlaşmasının bazı maddelerinin değiştirilmesi, bilhassa sa-ysş tazminatının azaltılması için Rusya-ya bir heyet göndermiş, fakat oradan red cevabı almıştı. Devletin bu zayıf durumundan faydalanmak isteyen ingiltere, Osmanlılara ittifak teklif etmiş ve Kıbrıs kendisine verilirse Asyadaki Osmanlı ülkesine Rusların saldırması halinde yardımda bulunabileceğini bildirmişti. Çaresiz .kalan Devlet-i Aliyye de bunu kabul ederek ingiltere ile tedafüi bir ittifak yapmıştı. (4 Haziran 1878). Konferansta, Osmanlıları Müşir Mehrned Ali Paşa, Berlin Büyükelçisi, Sadullah Bey, nafıa nazın Karatodori Paşa; Almanyayı Prens Bismark, Von Bülow, Prens Hohenlohe; Avusturya-Macaristan'ı Kont Andrassy, Kont Karoly, Baron Hay-merle; Ingiltereyi Lord Beaconsfield, Lord Salisbury, Lord Odo Russell; Ital-yayı Kont Corti, Kont de Launag, Fransayı W. H. Waddigton, Kont de Saint-Vallier. F. Desprez; Rusyayı Prens Gorçakov. Kont Şuvalov, Baron d'Ubril temsil etmekteydi. Alman Başvekili Bismark'ın başkanlığında 13 Temmuz 1878 e kadar devam eden Berlin kongresinde büyük devletlerin emelleri ve ihtirasları şiddetle çarpıştığı ve bilhassa Osmanlı devletinin bırakmak zorunda kaldığı topraklar bunlar arasında anlaşmazlık konusu olduğu görülmektedir. Konferans daha ziyade Devlet-i Aliyye ve topraklan üzerinde üstün nüfuz sağlamak isteyenlerin ve bunların aralarındaki çarpışmaların sahnesi olmuştur. Hattâ Balkan devletleri de işe karışarak Yunanistan Rum milleti adına isteklerde bulunup sonunda lehine bir hava hazırlamıştır. Nihayet çetin görüşmelerden sonra 64 maddelik andlaşma hazırlanarak imza edilmiştir. Berlin andlaş-ması özet olarak şu esaslan taşıyordu: Madde l ilâ 12 — Bulgaristan'a aittir ve Ayastafanostaki anlaşmaya göre kurulan Bulgaristan Barlinde üçe bölündüğünden yeni duruma göre kurulan prensliği statüsünden bahseder. Buna göre Bulgaristan, Osmanlı hükümdarına tabi, vergi verir ve mümtaz, iç işlerinde bağımsız bir Hıristiyan hükümeti, prensliği oluyordu. Güney hududu Balkanlardır. Prensini halk serbestçe seçer, Bâb-ı âli tasdik ve büyük devletler kabul ederler. Prens, Avrupada hükümdarlık etmekte olan hanedandan seçilemez. Bulgaristanın idaresi şimdilik bir Rus komiseri nezareti altında ve Berlin andlaşmasını imzalayan devletlerin ve Osmanlı komiserlerinin katılmasiyle kurulan geçici hükümet tarafından idare olunacak ve bunlar dokuz aydan fazla olmamak üzere anayasa yapılıncaya kadar işbaşında kalacaklar. Balgaristanda Osmanlı askeri bulunmayacak, eski kuleler de yıkılacaktır. / Madde 13 ilâ 21 — Üçe bölünen Büyük Bulgaristan'ın Şarkî (Doğu) Rumeli diye kurulan kısmı ile Osmanlılara bırakılan Makedonya'ya aittir. Balkanların güneyinde Şark! Rumeli adiyle idarî bağımsızlığı olan, fakat siyasî ve askerî yönden Padişaha tâbi bir eyalet kurulacaktır. Burası büyük devletlerin muvaffakatiyle ve Hristiyan ve beş yıl için olmak üzere Bâb-ı Ali'ce tâyin edilen bir vali tarafından idare olunacaktır. Vali, eyâletinin iç ve dış emniyeti tehdit olunduğu takdirde Osmanlı askerini çağırabilecektir. Makedonya'da İslahat yapılacaktır. / Madde 22 — Bulgar prensliğinde ve Şarkî Rumeli'de 9 ay müddetle kalacak olan Rus işgal küveti 55.000 kişiden fazla olamıyacaktır. / Madde 23 — Girit adası, 1868 iç tüzüğünde haklı görülen değişiklikler yapılarak ve tarnamile tatbik einıek taahhüdü ile yine Osmanlılara bırakılacaktır. / Madde 24 — Berlin konferansı esnasında kabul edilen 13 numaralı mazbata gereğince Yunanlılar lehine olarak Kalamas ve Salambirya hattı boyunca değişildik yapmak için tanınan müzakere açma hakkının Yunanlılarca kullanılması esnasında Osmanlılarla bu devlet arasında sınır tashihinde bir anlaşmazlık halinde büyük devletler aracılık etme haklarını korurlar. / Madde 25 — Bosna ve Hersek eyâletleri Avusturya - Macaristan tarafından belirsiz bir zaman için asker getirerek idare olunacaktır. Yeni - pazar sancağı Osmanlılara bırakılmakla beraber Avusturya -Macaristan'ın burada gerekirse asker bulundurabilmek hususunu ve şâir meselelerini iki devlet sonra kararlaştıracaklardır. / Madde 26 ilâ 33 -- Karadağ istiklâli Osmanlılar ve antlaşmayı imzalayan öbür devletlerce kabul edilecek, prenslikte din ve mezhep farkı kimseye imtiyaz vermeyecektir. Dulcino il Antivari, Karadağa ve Karadağ'dan İspica, Avusturya - Macaristan'a verilecektir. Bu prensliğin gemisi ve harb bayrağı olmayacak, kendisine terke-dilen arazi dolayısiyle Osmanlı borçlarından pay yüklenecektir. / Madde 34 ilâ 42 — Sırbistan prensliği istiklâli Osmanlılar ve muahedeyi imzalı-yan devletlerce kabul olunacak ve prenslikte din ve mezhep farkı kimseye bir imtiyaz hakkı vermeyecektir. Niş ve Prut Sırbistan'a bırakılacak ve kendisine terke-dilen arazi dolayısiyle Osmanlı borçlarından pay yüklenecektir. / Madde 43 ilâ 57: — Romanya'nın istiklâli antlaşmayı imzalıyan devletlerce kabul edilecektir. Paris muahedesi (1856) ile Romanya'ya terkedilen Besarabya'nın büyük bir parçası Rusya'ya terkedilecek ve Tuna deltasındaki adalar, Tulçi ve sancağı ve Dobruca Romanya'ya verilecektir. Tuna'da trafik serbestliği için Demirkapı-dan deltaya kadar nehir boyu kaleleri yıkılacak, nehrin bu kısmına hiçbir milletin savaş gemisi giremeyecektir. / Madde 53 — Osmanlı devleti Doğuda; Ardahan, Batum, Kars'ı topraklariyle Rusyaya terkedecektir. / Madde 59 — Rusya Batum limanını tahkim etmiyerek serbest liman yapmayı vaad eder. / Madde 60 — Ayastafanos muahedesi lie Rusyaya verilen Eleşkirt vadisi ve Doğu Bayazid Osmanlılara geri verilecek, fakat Kotur kasabası ve dolayları İranlılara verilecektir. / Madde 61 — Ahalisi arasında Ermeniler olan yerlerde Bâb-ı âh' zaman kaybetmeksizin hemen İslâhata baylıyacaktır. / Madde 62 — Osmanlı ülkesinde bütün din ve mezhepler serbest olacak ve medeni tahkim etmiyerek serbest liman yapmayı haklardan tam mânasiyle faydalanmaya hiç bir suretle engel olunamayacaktır. / Madde 63 -- Karadeniz ve Çanakkale boğazları için 1865 Paris ve 1871 Londra antlaşmaları gereğince kurulan statü devam edecektir. / Madde 64 — Antlaşmanın onaylanmış nüshaları üç hafta içinde, mümkün olursa daha önce Berlin'de taraflara verilecektir. / Bütün bunlardan başka Osmanlı devletinin Rusyaya 802.500.000 Frank tazminat ödemesi ve bu tazminatı yıllık 350.000 liralık taksitlerle ödemesi ve ödenmediği takdirde Rusyanın arazi istemesi kabul edildi. / Büyük devletler bu antlaşma ile Osmanlı devletinin durumunu sağlama bağladıklarını söylemişlerse de beş buçuk milyon nüfus ve 212 bin kilometre kare arazisini kayden Osmanlılar sonuçtan memnun kalmamışlar, bütün devletler Berlin muhadesi ile imparatorluğun zararına arazi ve başka menfaatler sağlamışlardı. Görünüşte bir şey istemeyen Bismark, Rusya ile Avusturya-Macaristan'ın dostluğunu kazanmak için Osmanlıları feda etmekle beraber Rusya yine Almanyadan uzaklaştı. Zamanla Berlin muahedesinin arzu edilen genel barışı sağlamak şöyle dursun, tam tersine büyük devletlerle küçüklerin arasını büsbütün açtığı ve bir takım yeni hâdiseler hazırladığı anlaşıldıM.Sertoğlu.

BERVECH-İ ARPALIK DlRLİK (Bak. Arpalık)M.Sertoğlu.


Yüklə 2,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   52




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin