Abdürrezzak bahşI 8 Bibliyografya 8



Yüklə 1,61 Mb.
səhifə47/56
tarix27.12.2018
ölçüsü1,61 Mb.
#87562
1   ...   43   44   45   46   47   48   49   50   ...   56

ADİYAT SÛRESİ

Kur'ân-ı Kerîm'in yüzüncü sûresi. Mekke döneminde Asr sûresinden sonra nazil olmuştur. Medenî süreler­den olduğu da söylenmiştir. Ancak ko­nusu ve üslûbu itibariyle Mekkî sûrele-

rin belirgin özelliğini taşımaktadır. Ye­minle başlayan sûrelerden olup on bir âyettir. Fâsıla’sı elif, dâl ve râ harfleridir. Adını, ilk âyette geçen âdiyât kelimesinden almıştır. Müfessirler âdi­yât kelimesini genellikle, "soluk soluğa koşan savaş atlan" olarak anlamışlar­dır. Esasen âdiyât, “Hızla koşmak, se­ğirtmek” anlamına gelen ve at. deve gi­bi koşan hayvanlar hakkında kullanılan adv kelimesinin ism-i fail müennes cemidir. Sürekli olarak savaşa ko­şup düşmana hücum eden askerî birli­ğe ve akıncılara da adiy veya âdiye de­nilir. İkinci âyetteki kadh kelimesi ise “Taşlı yollarda at nallarından çıkan kıvıl­cımlar” veya “Baskın sonrasında kamp yerlerine geri dönünce geceleyin orada yakılan ateş” diye tefsir edilmiştir. İkrime'den gelen bir rivayete göre kadh, kılıç ve mızrak çarpışmalarından çıkan kıvılcımlardır, vuruşmanın şiddet ve dehşetiyle ilgili bir mecazdır.

Sürenin ilk beş âyeti, kıyameti andı­ran bir savaş sahnesini canlandırmak­tadır. Bu beş âyet. “Uğultulu sesler çıkararak hızla koşan, kıvılcımlar, ateş­ler saçan, sabah erken baskınlar yapan, tozu dumana katan, düşman birliklerini kuşatıp onlara cepheden saldıran” ce­sur gazilerin Allah katındaki değerlerini İlân ve şanlarını yüceltir; müminleri de böyle olmaya teşvik eder. Daha sonraki âyetler, genelde insanoğlunun nankör ve menfaat düşkünü olduğuna dikkat çeker. İnsanın kendisinin de yakından şahit olduğu bu özelliğinin ona bir de­ğer kazandırmayacağını, aksine ilerde basına iş açabileceğini ima eder. Niha­yet sûre, insanların bir gün yeniden dirilip Allah'ın huzuruna döneceklerini ve esasen Allah'ın hepsini bütün yönleriyle bildiğini hükme bağlayan âyetlerle son bulur. Böylece sûre, Allah yolunda can­larını bile feda etmekten çekinmeyen inanmış ve fedakâr insanlarla en küçük bir çıkarı için başkalarının hakkını çiğ­neyen, aç gözlü ve nankör insanlar ara­sındaki çelişkiyi, inançları ve manevî de­ğerleri uğruna mücadele edenlerle, hak hukuk ve mukaddesat tanımadan toplumu kemirenler arasındaki farkı göz­ler önüne serer.

Bu süreyi yalnızca Asr-ı saâdet'te ger­çekleşmiş olan İslâm inkılâbının haber­cisi gibi görmek, sadece ona mahsus bir müjde sanmak da doğru değildir. Daha sonraki yüzyıllarda gerçekleşmiş olan yenilikler, özellikle savaş silâh ve araçlarındaki gelişmeler de onun geniş muhtevası içine girer. Sûrenin Mekkî ol­duğu, o dönemde müslümanlann elin­de at ve silâh bulunmadığı göz önüne alındığında, bu âyetlerdeki mânaların bütünüyle gelecek zamanlarla ilgili ol­duğu anlaşılır. Burada sonraki yüzyıllar­da icat edilecek ateşli silâhlardan söz edilmesi, geleceğin harp alet ve vasıtalarındaki gelişmeleri çok önceden haber veren bir mucize sayılır. Buna göre âdiyât yalnızca at ve develeri değil, motor­lu savaş araçlarını, mûriyât kelimesi de ateşli silâhların hepsini içine alır. 748

Bibliyografya



1- Taberî. Câm'i'ul-beyân, Bulak 1323-29-Beyrut 1398/1978.

2- Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât; Lisânü'l-'Arab, “Ady”, “Dbh”, “Vry”, “Kdh”, “Gvr” md.leri.

3- Kurtubî, el-Cami’li-ahkâmi'l-Kur'ân (nşr. Ebû İshak İbrahim), Kahire 1386-87/1966-67.

4- Aynî. “Ümdetü'l-kan.” Kahire 1392/1972.

5- Süyûtî. el-İtkân, Kahire 1387/1967.

6- Turayhî, Mecma'u-1-bahreyn, Beyrut 1985.

7- Âlûsî. Rûhu'l-me'ânt, Bulak 1301.

8- Elmalılı. Hak Dini Kuran Diii, İstanbul 1982.

9- Ö. Rıza Doğrul, “Âdiyât”, İTA, I, 107-108.

10- Zuhur Ahmed Azilar. “Âdiyât”, ÜDMİ, XII, 656-657. 749

ADL

Kelâm, tasavvuf ve hadis alanlarında kullanılan bîr terim. Adi, “Doğru olmak, doğru davranmak, adaletle hükmetmek; eşitlemek” vb. mânalara gelen bir masdardır. Ayrıca “Doğruluk, hakkaniyet ve adalet” an­lamlarıyla isim olarak kullanıldığı gibi. “Çok âdil” anlamında sıfat olarak da kullanılır. 750



Kelâm Alıntı Adl.

Allah'ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri. Adi, Allah'ın doksan dokuz ismini sa­yan esmâ-i hüsnâ hadisinde 751 yer alır. Kur'ân-ı Kerîm'de çeşitli müştaklarıyla birlikte yirmi sekiz âyette geçerse de bunların hiçbirinde Allah'ın adalet sıfatını ifade eder mahi­yette kullanılmamıştır. Yalnız bir âyet­te 752 Allah'ın sözünün adaletli olduğu belirtilir. Ancak birçok âyette Allah, adaletin zıddı olan zulüm­den tenzih edilmiş, ayrıca “Adi” mânası­na gelen kist da Kur'an'da ve hadisler­de Allah'a izafe edilmiştir. 753

Yine adi ve adalete yakın bir mâna ifa­de eden hayrü'l-hâkimîn 754 ve ahkernü'l-hâkimîn 755 Kur'an'da Allah'a nisbet edilmiştir. Buna göre, “Peygamberin Allah'a adi sıfatını vermeyi münasip görmüş olup olmadığında şüphe edilebilir” tarzında D. B. Macdonald tarafından ileriye sü­rülen iddianın 756 tutarlı gö­rülebilecek hiçbir yönü yoktur.

Adi, Allah'ın isimlerinden biri olarak kullanıldığında mübalağa ifade eden bir sıfat olup “Çok âdil, asla zulmetme­yen, hakkaniyetle hükmeden, haktan başkasını söylemeyen ve yapmayan” anlamına gelir. İslâm filozofları adi sıfa­tını, “Allah'ın her varlığa lâyık olduğu imkân ve kabiliyetleri bahşetmesi” an­lamına gelen inayet ve cömertlik (cûd) kavramlarıyla açıklamışlardır. İbn Teymiyye de muhtemelen bu görüşten ya­rarlanarak adle “Allah'ın, yaratıklarına nimet vermesi ve ihsanda bulunması” mânasını verir. 757 Ehl-i sünnetin çoğuna göre Allah'ın zâtıyla kaim olan adi sıfatı vardır. 758 Gazzâlî, Allah'ın adaletinin ne anlama geldiğini bilmeden onun âdil olduğunu anlama­nın, fiillerini, yaratıp idare ettiği kâina­tı tanımadan da adaletini kavramanın mümkün olmadığını söyler ve kâinatın tanınması konusunda çeşitli örnekler verir. 759 Kâ­inattaki bütün nesnelerle olaylardaki hikmet ve adaleti kavramak hususunda beşerî bir aczin bulunduğu kabul edil­mekle birlikte (bk. hikmet, şer), bütün müslüman âlimler Allah'ın âdil olduğu noktasında ittifak etmişlerdir. Ancak adi sıfatının yorumu hususunda Mute­zile âlimleriyle diğer İslâm bilginleri ara­sında farklı görüşler ortaya çıkmıştır (aş. bk.).760



Bibliyografya



1- İbn Mâce, “Ducâ”, 10.

2- Tirmizî, “Da'avât”, 83.

3- Fârâbt. el-Medînetu’l-fâzıla. Kahire, ts. (Matbaatü'n-Nîl).

4- Halîmî, el-Minhâc fî şu’abi'l-îmân (nşr Hilmi Muhammed Fûdel, Beyrut 1399/1979.

5- Râgıb el-isfahânî. el-Müfredât, “Adl” md.

6- Gazzâlî. el-Maksadü'i-esnâ, Beyrut, ts. (Dârü'1-Kütübi'l-il-mıyyc).

7- Sâbûnî, el-Bidâye (nşr. Bekir Topaloğlul, Dımaşk 1399/1979.

8- Râzî, Levâmi’u'l-beyyinât (nşr Tâhâ Abdurraûf Sa'd). Kahire 1396/1976.

9- ibnü'l-Esîr, en-Nihâye, “Adi” md.

10- İbn Teymiyye. Mecmu'u fetâvâ (nşr Abdurrahman b Mu­hammed), Riyad 1381-86.

11- Lisânü'l-Arab, “Adi” md.

12- İbnü'l-Vezîr, îşârü'l-hak'ale'l-halk, Beyrut 1403/1983.

13- Ebü'l-Bekâ, el-Külliyyât, Bulak 1281.

14- Kamus Tercümesi, “Adl”, md.

15- M. Fuad Abdülbâki. Mu'cem, “Adl”, “Kist”, “Zulm” md.leri.

16- D. B. Macdonald. “Allah”, İA, I, 363.

17- E. Tyan, “Adl”, El (Fr ). I, 215-216. 761

Kelâm Alıntı Adl

Mu'tezile'nin beş temel prensibinden (usûl-i hamse) biri. Allah'ın âdil olduğu noktasında bütün müslümanlar görüş birliği içinde bulun­makla birlikte, Mu'tezile âlimleri ilâhî adli Ehl-i sünnetten farklı bir şekilde yorumlamışlardır. Onlara göre Allah'ın âdil olması, yalnızca güzel (hasen) olan fiilleri işlemesi, kötü ve çirkin (kabih) hiçbir fiili işlememesi ve yapması ge­rekenleri de terketmemesi demektir. Bundan dolayı adalete riayet etmek Al­lah için vaciptir (bk. vücûb). İyilik ve kötülüğün ne olduğunu akıl veya vahiy yo­luyla insanlara bildiren Allah, buna da­yanarak onları yaptıkları işlerden so­rumlu tutmuştur. Kulun sorumlu tu­tulabilmesi için ayrıca ihtiyarî fiillerini kendine has tam ve müstakil bir irade ve kudretle yapabilir durumda olması gerekir. İnsanın sorumlu olduğu hiçbir fiilini Allah yaratmadığı gibi, onun in­kâra sapmasını, zalim ve kötü olmasını, isyan içinde bulunmasını da dilememiştir. Aksi takdirde onu mükellef tutup cezalandırmak, adi sıfatını ihlâl eden bir zulüm olur.

Mu'tezile'nin adi anlayışı, onların beş temel prensibi içinde tevhidden sonra yer almış ve diğer üç prensibi de ihti­va eder mahiyette görülmüştür. Çün­kü kul için faydalı olan (bk. aslah) her şeyi akıl ve vahiy yoluyla ona bildirmek âdil olmanın gereklerindendir. 762 Böylece kelâm ilminin “Nübüvvet” ve “Sem'iyyât” bahisleriyle birlikte “Men­zile beyne'l-menzileteyn”, “Va'd ve vaîd”, “Emir bi'1-ma'rûf nehiy ani'1-münker” prensipleri de adle. adi ise tevhid prensibine bağlanmaktadır.

Mu'tezile'nin adi prensibi İslâm lite­ratüründe daha çok kaderin inkârı mâ­nasına alınmıştır. Mu'tezile âlimleri ilâ­hî adalet ve ferdî hürriyetle çelişir ma­hiyette buldukları hidâyet, tevfîk, hızlan, hatm gibi kavramları kader anlayışlarıyla uzlaşacak şekilde tevil et­mişlerdir. Ayrıca adi prensibi, Mu'te­zile ile diğer itikadî mezhep mensupları arasında münakaşa konusu olan hüsün, kubuh, vücûb, şer, îstitâat, teklif gibi konularla da yakından ilgilidir. Mu'tezile âlimleri. Allah'ın ada­let sahibi olduğunu sadece kendilerinin ispat ettiğini savunmuşlar ve bundan dolayı mezheplerine ehlü'1-adl, ashâbül-adl, adliyye gibi adlar da vermişlerdir. Onlar kendilerini, “İlâhî adaletin doğru olarak anlaşılmasını sağlayanlar” anla­mında ensârü'l-adâleti'l-ilâhiyye diye ta­nıtmışlardır.

Mu'tezile'nin adi anlayışı, kulun so­rumluluğunu sağlam bir zemine oturt­makla birlikte, irade ve kudret sıfatları­nı sınırlandırarak Allah'a acz isnadına yol açmaktadır. Bu sebeple, gerek se­lef âlimleri gerekse kelâm metodunu benimseyen diğer Ehl-i sünnet bilgin­leri bu şekildeki bir adi anlayışına kar­şı çıkmış ve bir fiilin meydana gelişinde hem ilâhî hem de beşerî irade ve kudretin rol oynadığını benimseyen orta yo­lu tercih etmişlerdir (bk. kader). 763

Bibliyografya



1- Hayyât, el-İntişâr (nşr. H. S Nyberg), Kahire 1925-Beyrut 1957.

2- Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnt, Vl/l (nşr. Ahmed Fuâd el-Ehvânî v.dğr.). Kahire 1382/1962.

3- Kâdî Abdülcebbâr, Şer-hu't-Uşûti'l-hamse (nşr. Abdulkerîm Osman), Kahire 1384/1965.

4- Kâdî Abdülcebbâr, el-Muhit bi't-teklîf (nşr. Ömer Seyyid Azmi-Ah­med Fuâd el-Ehvânî), Kahire, ts., (Dârü'l-Mısriyye).

5- Şehristânî, el-Milel ve'n-nihal (nşr. M. Seyyid Kîlânî), Kahire 1381/ 1961-Beyrut 1395/Î975.

6- Tehânevî, Keşşaf, II, 1015-1016;

7- Ahmed Emin, Duha'l-İslâm, Beyrut 1351-55/1933-36.

8- Zühdî Hasan Cârullah. el-Mûcteziie, Kahire 1947.

9- Alî Sami en-Neşşâr, Neş'etü'l-fikn't-felsefî fil-İsiâm, İskenderiye 1966.

10- Abdurrahman Bedevî, Mezâhibü't-islâmiyyîn, Beyrut 1979.

11- W. Montgomery Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri (trc. E. Ruhi Fığlalı), Ankara 1981.

12- Ah­med Mahmüd Subhî, ez-Zeydiyye, Kahire 1404/ 1984.

13- H. S. Nyberg, “Mutezile”, İA, VIII, 762-763.

14- E. Tyan, “Adl”, El2 (Ing), I, 209. 764

Tasavvuf Alıntı Adl

İlk varlık, hakîkat-i Muhammediyye. Bazı mutasavvıflar Allah'ın her şeyi hak ile yarattığını bildiren âyetteki 765

hak kelimesini “Adi” mâ­nasında anlamışlar ve bunun hakîkat-i Muhammediyye olduğunu öne sür­müşlerdir. Adi kelimesini bu şekilde tasavvufî mânada ilk kullanan sûfî, Sehl et-Tüsterî'dir. Gerçi o, hakîkat-i Muham­mediyye kavramından açıkça bahsedip bunun ibda' ve yaratma vesilesi oldu­ğunu söylememiştir. Ancak Âdem'in ya­ratılışını açıklarken Hz. Peygamber'in şeref itibariyle Âdem'den önce geldiğini ve ruhanî baba (ebü'l-ervâh) olduğunu söylemesi, onun hakîkat-i Muhamme­diyye fikrine yaklaştığını gösterir. İbn Berrecân, "el-hakku'1-mahlûk bih (sa­yesinde mahlûkatın yaratıldığı gerçek, ya­ratma vasıtası) nazariyesiyle adi fikri­ni geliştirmiş. Allah'ın her şeyi adi yani hak ile yarattığını ifade etmiştir. Bura­daki adi ve hak tâbirleri Hallâc'ın “Nûr-ı Muhammedî” nazariyesine benzemek­tedir.

Adi ve “el-hakku'1-mahlûk bih” tâbir­lerini aynı kabul ederek bunları “Allah'­ın yarattığı ilk mevcut” şeklinde mâna-landıran İbnü'l-Arabî, bu konuyu el-Fütûhâtü'î-Mekkiyye'dz geniş olarak ele almıştır. Ona göre buradaki adi, Allah'ın mutlak gayb olmaktan vazgeçip (adele) tecellîye meyletmesinden (adale ilâ) ibarettir. Diğer bir ifadeyle adi, vücûbdan imkâna, butun­dan zuhura, saf zâttan taayyüne, sübût-tan vücûda geçişin başlangıç noktası­dır. Zât-ı ilâhî daima gizli kalmaya mey­lederse de ulühiyyet devamlı olarak te­cellîler vasıtasıyla kendini açığa vurmak ister. Adi zât-ı ilâhî ile ulühiyyet ara­sında bir denge kurar. Varlıkları bu adi meydana getirdiğinden âlemde sadece adi vardır. Zira her şey adi ile yaratılmış ve yerli yerine konulmuştur. Bu anlam­daki adi, kâinattaki kusursuz ve mü­kemmel dengeden ibarettir. 766



Bibliyografya



1- Buhâri, “Rikâk”, 18.

2- Müslim, “Münâfikin”, 71.

3- Sehl et-Tüsteri, Risâletü'l-hurûf, Kahire 1974.

4- Sehl et-Tüsteri, Tefsîrü't-Kur'âni'l-'azîm, Kahire 1908.

5- Hakîm et-Tirmizî, Hatmul-evtiyâ (nşr Osman İsmail Yahya], Beyrut 1965.

6- Hucvirî. Keşfü'l-mahcab, Hakikat Bilgisi (trc. Süleyman Uludağ), İstanbul 1982.

7- Baklî, Meşrebii'l-ervah (nşr. Nazif M Hoca), İstanbul 1974.

8- İbnü'l-Arabî, el-Fütûhâtü'l-Mekkiyye, Kahire 1293.

9- eJ-Mu'cemü'ş-şüfi, “Adi” md, 767

Hadis Alıntı Adl

Adalet vasfını taşıyan râvi. Adi, aynı zamanda bir ta'dil teri­mi olup Sehâvrye göre ta'dilin üçüncü mertebesinde yer alan râvi için kullanı­lır. Böyle bir râvinin rivayet ettiği hadis, diğer şartları taşıması halinde delil ola­rak kullanılabilir. 768



Bibliyografya



1- Sehâvî, Fethu'l-muğİş, Kahire 1388/1968.

2- Süyûtî. Tedrîbû'r-râoî (nşr. Abdül-vehhâb Abdüllatîf), Kahire 1379/1959.

3- Ali el-Kârî, Mustalahâtü ehli'l-eser, İstanbul 1327.

4- Talât Koçyiğit. Hadis Is­tılahları, Ankara 1980. 769

FIKIH. (bk.ADALET).



Yüklə 1,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   43   44   45   46   47   48   49   50   ...   56




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin