Abdürrezzak bahşI 8 Bibliyografya 8



Yüklə 1,64 Mb.
səhifə29/56
tarix29.11.2018
ölçüsü1,64 Mb.
#85078
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   56

ADALET KASRI

Edirne Sarây-ı Hümâyunu'nda bir kule ve üstünde yer alan kasır.

Sarayiçi'nde, halkın Cephanelik Köp­rüsü olarak adlandırdığı. Fâtih Sultan Mehmed'in yaptırdığı köprünün başında bulunan kare planlı bu yüksek kule. Adalet Kulesi ve Kasrı olarak tanınmak­tadır. 1085'te (1674-75) Âşık Ali Ağa (ö. 1088/1677) adına bir bostancibaşı tarafından yazılan ve tek nüshası Rıfat Osman Bey'in Balkan Savaşı sırasında evi yağma edildiğinde kaybolan Sarây-ı Cedîd-i Sultanî isimli Edirne Sarayı'nı anlatan risaleden Rifat Osman Bey'in naklettiğine göre, Adalet Kasn'nın şeh­re bakan yüzünden elli adım kadar uzakta, bir buçuk zira yüksekliğinde al­tı tane mermer “İbret tası” (seng-i ibret) dikili idi ve idam edilenlerin başları bunların üstüne konuluyordu. Yine Ri­fat Osman Bey'in bu risaleden nakletti­ğine göre, Adalet Kasn'nın önündeki di­kili sütunların hizasında ihtiyaç sahiple­rinin dilekçeleri bostancılar tarafından alınarak kasırda bekleyen memura teslim edilirdi. Kule ve üstündeki kasır, adını bundan almış olmalıdır. Burasının Kanunî Sultan Süleyman'ın emriyle. 968'de (1560-61) Mimar Sinan tarafın­dan yapıldığı ileri sürülmekte ise de, bu hususta kaynak verilmediğinden bu bilginin doğruluk derecesini tesbit etmek mümkün değildir. Sinan'ın eserlerini sayan tezkirelerde de Adalet Kasrı'na rastlanmamaktadır.

Rifat Osman Bey tarafından. 1290 (1873-74) tarihinde çekildiği ileri sürü­len fotoğraflarda Adalet Kasri’nın üstünü örten piramit biçimindeki küla­hın yok olduğu, ancak kulenin gövde­si ile kasrın duvarlarının sağlam durumda bulunduğu görülmektedir. Fa­kat sarayın bütünü ile yok olmasına se­bep, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nda burada depolanmış askerî mal­zemenin havaya uçurulmasıdır. Daha sonra harap ve yanık yapıların taşları, başta kışlalar olmak üzere çeşitli inşa­atlarda kullanılmak üzere sokulurken, 1894-1896 yıllarında Adalet Kasrfnın da yıkımına girişilmiştir. Rifat Osman Bey'in bildirdiğine göre o sıralarda Rus­ya'nın konsolosu olarak Edirne'de bulu­nan Leşin adındaki eski eserlere me­raklı diplomat, Vali Abdurrahman Paşa'ya başvurarak bu tahribin önlenme­sini istemişti. Ancak valinin bu uyarı­ya pek itibar etmemesi üzerine telgraf­la saraya başvurup yıkımın durdurul­masını sağlamışsa da bu arada üstte­ki kasrın kagir duvarlarının tamamı yı­kılmıştı.

Adalet Kasn'nın yalnız kule kısmının evvelce kasrın çıkmasını taşıyan konsol­lara kadar olan bölümü zamanımıza ulaşmıştır. Edirne Sarayı'nın ayakta ka­labilmiş son parçası olan kulenin da­ha fazla harap olmasını önlemek üze­re son yıllarda tamirine girişilerek bir ölçüde kurtarılmıştır. Bu tamirde kule­nin üstündeki kasır eski resimlerine göre inşa edilmiş, tepedeki külah yeni­den yapılmış, ancak kasrın iç mimarisi ele alınmamıştır. Bu tamirle Adalet Ku­lesi hiç değilse eski biçimini alabilmiş­tir. Tamamen kesme taştan inşa edilen kule zeminden, üstteki kasrın tabanı seviyesine kadar yaklaşık 13-14 m. yükseklikte idi. Her bir kenarı 8 m. uzunluğunda kare planlı olan kulenin duvar kalınlığı içinde, üstü tonozlu bir merdiven ortadaki iki ara kat odalarına çıkışı sağladıktan başka, en üstteki kasra da ulaşmaya imkân veriyordu. Kuleye nazaran, konsollara oturmak suretiyle hafifçe dışarı taşan kasrın bir cephesinde altta üç. üstte de üç tane olmak üzere altı pencere açılmıştı. Es­ki fotoğraflarda diğer bir cephede ise yalnız dört pencere olduğu görülmek­tedir.

İçi, duvar ve tavanı muhtemelen zen­gin bir şekilde bezenmiş olan kasrın üstünün aslında piramit biçiminde kurşun kaplı ahşap bir külah ile örtülmüş olduğu da bilinmektedir. Rifat Osman Bey. evvelce kasrın ortasında bir de ha­vuz bulunduğunu yazmaktadır. 1855'e doğru çekilen bir fotoğraftan, geçen yüzyılın ortalarına kadar İstanbul'da Topkapı Sarayı'nın kulesinin tepesinde de aynen Edirne'de olduğu gibi bir oda­nın bulunduğu ve bunun da piramit biçiminde bir külahla örtülü olduğu an­laşılmaktadır. 469



Bibliyografya



1- Ahmed Bâdî Efendi. Riyâz-ı Belde-i Edirne, Edirne Selimiye Ktp. nr. 2315.

2- Rifat Os­man, Edirne Rehnümâsı, Edirne 1336.

3- a.mlf.. Edirne Sarayı Inşr. A Süheyl Unver), Ankara 1957.

4- 0. Nuri Peremeci. Edirne Tarihi. İstanbul 1940.

5- Oktay Aslanapa. Edir­ne'de Osmanlı Devri Âbideleri. İstanbul 1949. 470

ADÂLETNÂME

Devlet otoritesini temsil edenlerin halka karşı bu otoriteyi kötüye kullanmalarını, olağan üstü tedbirlerle yasaklayan umumi mahiyetteki padişah fermanı.

Adâletnâme. kökü eski İran İmpara­torluklarına uzanan Ortadoğu devlet ve hükümdar anlayışının en belirgin özelli­ğidir. Burada hükümdarın mutlak oto­ritesi, haksızlığın kaldırılmasında en son tedbir olarak görülür. Zulmü gider­mek, kuvvetlinin zayıfı ezmesine mey­dan vermemek, halkın can ve mal em­niyetini sağlamak, devlet anlayışı olarak ön planda tutulur. Öte yandan Türk ve Moğol devlet geleneğinde de adalet, değişmez bir töre ve yasanın tarafsızlık ilkesi ile uygulanması şeklinde anlaşı­lır. Bu görüş, eski İran devlet anlayışı ile bağdaşarak Ortadoğu'da kurulmuş Türk-İslâm devletlerinde de hâkim ol­muştur.

Bu devlet anlayışı aynı zamanda bir­takım kurumların ortaya çıkmasına se­bep olmuştur ki bunların başlıcaları Dârüladl, Dîvân-ı Mezâlim. Dîvân-ı A'lâ. teftîş-i memâlik ve adâletnâme ilânı şeklinde kendini gösterir. Sâsânî İmparatorluğu'nda her ayın ilk haftasında halktan herhangi bir kimse, hükümda­rın maiyetinde toplanan yüksek divana çıkmak ve şikâyetini doğrudan ona ilet­mek hakkına sahipti. İslâm devletlerin­de hükümdarın bizzat başkanlık ettiği ve halkın şikâyetini dinleyip hüküm ver­diği Dârüladi, Dîvân-ı A'lâ veya Dîvân-ı Mezâlim de bu geleneğin bir nevi deva­mı idi. Bu toplantılarda gerek idareye, gerekse devlet sorumlularına karşı her türlü şikâyet yapılabilirdi. Bazı İslâm hükümdarları, meselâ Halife Mehdî ve Nûreddin Zengî buna çok önem verirdi. Mısır'da bu olağan üstü toplantıların yapıldığı özel daireye Dârüladl denirdi. Büyük Selçuklu hükümdarları haftada iki gün halkın şikâyetlerini (mezâlim) dinlerdi. Anadolu Selçuklulan'nda ise hükümdar, eski Sâsânî hükümdarları gibi yıida bir defa mahkemeye gider. kadı karşısında ayakta durur ve davacı varsa kadı tarafından verilen hüküm yerine getirilirdi. O durumda hüküm­darlık haşmet ve merasimi bir tarafa bırakılırdı. İlk Osmanlı padişahlarından Orhan ve II. Murad. sabahları saray ka­pısı önünde yüksek bir yere çıkarak doğrudan halkın şikâyetlerini dinlerler­di. Osmanlılar'da Dîvân-ı Hümâyun'un ilk ve aslî görevi de şikâyetleri dinleyip halletmekti. Osmanlı padişahları divan­da başkanlık vazifesinden çekildikten sonra, davaları kasr-ı adalet veya ada­let köşkü denilen bir yerde divana açılan pencere arkasından dinlemeyi en önemli görevleri saymışlardır.

İşte adâletnâme de padişahın ülke­sinde adaleti kurmak için başvurdu­ğu tedbirlerden biri idi. Osmanlılar'dan önce. hükümdarlar birtakım haksızlık­ların ve bilhassa haksız vergilerin kal­dırıldığını ilân eden hükümler çıkarır, bunları eyaletlerde herkesin görebilece­ği yerlere, büyük camilerin duvarları­na veya şehirlerin giriş kapısına taş ki­tabe halinde koyarlardı. Bu geleneğin devamı olarak Osmanlılar'da da adâ­letnâme, yaygın bir hal alan bazı hak­sızlıkların padişah tarafından yasak­landığını, halka ve görevlilere bildiren genel bir beyanname idi. Kanunnâme­lerde belirtilmiş olan hükümlere aykı­rı vergi toplanması, bid'at denilen son­radan ortaya çıkmış ve halka ağır gelen yükümlülükler, neşredilen bu tip fer­manlarla yasaklanmaktaydı. Hatta bazı sancak kanunnâmelerinde de tahrir memurlarının tesbit ettiği haksız uy­gulamalar ve bid'atların ortadan kaldırıldığına dair adâletnâme metinleri bulunmaktaydı.

Adâletnâme veya adalet hükmü, pa­dişahın verdiği emir olup diğer ferman­larla aynı özelliği gösterir; ancak berat gibi üçüncü şahıslara değil, doğrudan doğruya bütün idarecilere veya belli bir bölgenin yöneticilerine hitap eder. Bu da idaredeki suistimallerin genel olarak önlenmesi gayesini ön plana çıkarır. Adâletnâmelerin yayımlanmasında yay­gın hale gelen suistimaller. padişah ka­tına yapılan toplu şikâyetler, teftişler sonunda tesbit edilmiş haksız uygula­malar esas teşkil eder. Ayrıca tahta ye­ni çıkan padişah da âdil bir saltanat devri açmak istediğini göstermek için genel mahiyette bir adâletnâme çıkara­bilir. Adalet fermanı hüküm sahibi yüksek idarecilere, yani şeriat ve kanu­na göre hüküm verme yetkisini taşıyan kadılara, bedenî cezaları uygulama yet­kisi bulunan beylerbeyi ve sancakbeyle-rine veya bunların adamlarına yazılırdı. Hükmün konusu, genellikle bu otorite sahiplerinin kendilerinin veya başkaları­nın yaptıkları zulüm ve haksızlıkların onlardan sorulmasıdır. Çünkü onların görevi zulmü önlemektir. Bu sebeple adâletnâmelerde. “Almayasız ve aldırmayasız”, “Etmeyesiz ve ettirmeyesiz” gibi ibarelere sık sık rastlanır. Bu fer­manların halka duyurulması şarttır; hatta isteyen, kadı siciline kaydedilmiş olan adâletnâmenin bir suretini de ala­bilir. Tipik adâletnâme hükmü, bu gibi ilân emri taşıyan vesikalardır. Bunlarda emrin mutlaka yerine getirilmesi iste­nir ve bu yapılmadığı takdirde, ilgili yöneticilere sert cezalar verileceği bildi­rilir. Hatta bazılarında padişahın, emir­lerinin yerine getirilip getirilmediğini gizlice teftiş ettireceği de yazılıdır.

Adâletnâmeler muhteva bakımından kanunların teyidi niteliğini taşımakla beraber bazan yeni kanunları da ihtiva edebilir. Genel mahiyette emirler olma­ları onları kanunlara çok yaklaştırır. Fa­kat bu umumi emirler idare ve idareci­ler hakkındadır ve kamu hukukunu ilgi­lendirir. Osmanlı kanunlarının genel prensiplerini bazı özel durumlarda uy­gular ve yorumlar. Vergi yolsuzlukları, salmalar, kadıların yaptıkları suistimal­ler. angarya hizmetler halk ve askerî zümre arasında sürekli olarak çatışma konusu olmuş, özellikle XVI. yüzyılda devlet için genel bir huzursuzluk, hatta felâket halini almıştır. Bunların önlen­mesi umumi adalet fermanlarının ana konusunu teşkil etmiş, ayrıca yeniçeri ve diğer askerî zümrelerin, halkı kaç­mış köylerde çiftlik kurmaları gibi bazı hususi şartlar neticesi ortaya çıkmış meselelerin halli için de adalet ferman­ları neşredilmiştir. Neşredilen adâlet-nâmelerde yasaklanan haksızlıklar, su-istimalier ve bid'atlar halka ağır gelen angaryalar, halka “Salınan” olağan üstü nakdî ve aynî vergiler yani salgunlar, idarecilerin kendi adlarına zorla para ve mal toplamaları, kadıların görevlerini kötüye kullanmaları, hububat vb. mah­sullerden öşür alınması sırasında yapı­lan yolsuzluklar, k

Yüklə 1,64 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   56




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin