DİVAN BAŞKANI AV. ZİYA YERGÖK
Teşekkür ediyorum değerli meslektaşım. Sayın İsmail Hakkı Atal.
AV. İSMAİL HAKKI ATAL :
Sayın divan başkanı ve sayın divan ve baromuzun genel kuruluna katılan az sayıda meslektaşım, genel kurulun değerli üyeleri. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabi benim esas konuşma alanım faaliyet raporu üzerinde, benim çok önem verdiğim, insanlığın en büyük sorunu, 21’inci yüzyılda insanlığın en büyük sorununu oluşturan çevre problemleri ile ilgili olacak, ama, ondan önce üzerinde durmak istediğim şu genel kurula katılımın ne kadar az olduğunu görünce söylemeden edemeyeceğim bir husus var.
1996’da ilk baro genel kuruluna katılmıştım, Ziya abi o genel kurulda başkan olmuştu. Sonrasında sağ olsun bizim ufkumuzu aşan çalışmalar yapmıştı, bu vesile ile O’na da bir kez daha teşekkür ediyorum. O zaman Ziya abinin yönetiminde yer alan ve diğer çalışma organlarında yer alan meslektaşlarımıza. 1996 yılında ilk genel kurula katıldığımda, yine burada Seyhan Oteli’nde olmuştu. Herhalde o zaman Adana Barosu’na kayıtlı avukat sayısı tahmin ediyorum 700-800 civarındaydı ve genel kurulda yaklaşık olarak 300 civarında avukat vardı. Yani o zaman Adana Barosu’na kayıtlı üyelerin neredeyse yarısına yakını, aktif avukatlık yapanların neredeyse yarısına yakını genel kurula katılmıştı. Bugün 2600 zannedersem değil mi?
(Divan Başkanı 2229 kişi olarak bildiriyor)
Evet 2 bin 200 civarında kişi, meslektaşımız var ve şu anda yaklaşık olarak salonda 100 kişi veya 150 kişi civarındayız. Yani aslında tartıştığımız her şeyin, hukukun Türkiye’de geldiği noktanın, yargı bağımsızlığının nasıl ortadan kalktığının, tarafsızlığın nasıl ortadan kalktığının, neden ortadan kalktığının cevabı buradaki bu sayı. Başka hiçbir yerde bunu aramamız gerekiyor. Bizim meslektaşlarımız, 2 bin 200 meslektaşımız, yeni katılan meslektaşlarımız, avukatlık mesleğinin sadece para kazanmaktan ibaret bir meslek olmadığını algılayamamışlarsa veya biz algılamamışsak, işte bizim gerçek sıkıntımız burada.
Tabi sonuç itibariyle baromuz bir sistem. Bir sosyal sistem var Türkiye’de. Bu sosyal sistemin içerisinde de artık sözde kalan yargının kurucu unsuru olan ama sözde kalan, siyasi iktidar tarafından ötelenmek, itelenmek istenen Avukatlık mesleğini düzenleyen kurumsal bir sistem. Tabi bu kurumsal sistemin bir geri besleme mekanizması var. Yani, bugün biz avukatlığa başladığımızda ilkokulda olan çocuklar bugün avukatlık yapıyor. Bu geri besleme mekanizmasında üstatlarımız işte yavaş yavaş emekli oluyor. Bir kısmımız artık mevcut sisteme, bu kaotik, hukuktan uzaklaşan düzensizliğe dayanamayarak mesleği bırakıyor. Bu arada da alttan yeni meslektaşlar geliyor. İşte o yeni gelen meslektaşlarımız hukuka nasıl bakıyor? İşte nasıl baktıkları ortada. Buradaki sayıdan belli. Avukatlık mesleğine nasıl bakıyor, buradaki sayıdan belli.
Bu tabi baronun yapabileceği bir şey mi?
Hayır. Bu siyasi iktidarın organize ettiği bir şey. Siyasi iktidar Türkiye’de hukuk fakültesinin sayısını üst üstüne çıkarmış. İki tane sıra üç tane öğretim elemanı hukuk fakültesi kurulmuş, ondan sonra 4 yılda bizim aldığımız eğitime ne kadar benzediğini bilmiyorum ama, 4 yılda herkes diplomayı alıyor. Ondan sonra da herhangi bir sınava tabi olmaksızın avukatlık mesleğine adım atıyor. Bu durumda siyasi iktidar bu hususta özel bir çaba gösterirken, avukatlık mesleğini ötelemek, itelemek konusunda, hukuku, demokrasiyi, insan haklarını, evrensel standartlardan uzaklaştırmak konusunda özel bir çaba gösterirken ve bunun da gerçekten sistemli bir çalışması varken onunla nasıl uzlaşacaksınız? Nasıl lobi yürüteceksiniz? O lobi ile nasıl sonuca ulaşacaksınız?
Bu hani bana hani hukuk dilinde hayatın olağan akışına çok aykırı, fantezi bir söylem olarak geldi. Mesela; hemen benim konumla alakalı bir şey söyleyeyim. Son torba yasada, ağustos ayında, işte bu son 15 Temmuz darbe girişiminden sonra fırsat bilinerek çıkartılan torba yasada bir 80’inci madde çıktı, 80’inci madde ile ne olacak biliyor musunuz? 80’inci madde ile Bakanlar Kurulu kararıyla, nükleer santral, termik santral, her türlü zarar verici, çevreyi yıkıma uğratıcı faaliyet Bakanlar Kurulu kararıyla lisans, izin, ruhsat, ÇED, aklınıza gelebilecek, bizim dava açtığımız her ne prosedür varsa dışına taşınımış olacak ve yargı denetiminden bağımsız, muaf hale gelecek. 80’inci madde bu.
İşte… Yani… Nasıl uzlaşacağız? 80’inci maddeyi uzlaşarak nasıl çıkarttırın diyeceğiz. Zamanında öyle bir faaliyetimiz olmuştu. 2011’de referandumdan önce Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu’nun İstanbul’da düzenlediği bir toplantıya katılmıştık davetli olarak. O zaman da Avrupa Birliği Parlamentosu, Türkiye’de demokrasi, insan hakları gelişiyor diye destekliyorlardı siyasi iktidarı. O zaman bir Tabiatın Biyolojik Çeşitliliğini Koruma Kanunu Yasa Tasarısı vardı. Biz orada lobi faaliyeti yürüterek onu engellemiştik. Orada Avrupa Parlamentosu üyelerine, Doğu Akdeniz’deki bütün çevre dernekleri temsilcileri olarak imzalı bir bildirge verip, ondan sonra Avrupa Birliği Parlamentosu’ndan Egemen Bağış’a bir ültimatom gönderilmesini sağlayıp, o zamanki yasanın çıkmasını geciktirmiştik.
Ama şu anda maalesef bizim elimizde o lobi faaliyetini uygulayacak etkin herhangi bir mekanizma kalmamıştır. Bu durumda, baromuza teşekkür ediyorum. Adana Barosu’nun son 4 yılda yaptığı gibi, baroların mümkün olduğunca sesini çıkartması, hukukun, demokrasinin, insan haklarının ayaklar altına alınmasına karşı her türlü etkin çabayı göstermesi şu anda yapabileceğimiz tek etkin yol olarak gözüküyor.
Fazla zamanınızı almama için kendi konumuza dönecek olursam. Şu ana kadar 2014’te Adana Barosu’nun da davacı olduğu 5 tane termik santral lisans iptali davası açtık.
20 Haziran 2016’da yine baromuzun da davacı olduğu, Türkiye Barolar Birliği’nin de davacı olduğu, 7 tane termik santralin lisans ve ön lisanslarının iptali davaları açtık. Daha önce siyasi iktidar bizim Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’ndan içtihat raporumuz üzerine, içtihat üzerine bir yasa ve yönetmelik çıkartmıştı. O yasa ve yönetmelik lisansı iptal edilen enerji üretim santrallerine yeniden lisans verilmesine ilişkin kanun ve yönetmeliğin iptali için yine baromuzla birlikte dava açmıştık. Bu hususlarda gerçekten ben Baro Yönetim Kurulumuza, ülkemiz ve dünya için çok önemli olan bu süreçte verdiği destek için teşekkür ediyorum.
Ve aslına bakarsanız, bana göre, salonda birçok şeyi konuşuyoruz ama hani Kızıldereli şef Seatlet’ın dediği gibi, insanlık yakın bir gelecekte, hep birlikte ezenler, ezilenler, hukuku, demokrasiyi katledenler, adaletsizliğe uğrayanlar, tüm etnik kökenden, dünyanın tüm halkları, hep birlikte bir var oluş mücadelesi verecekler. Belki bu 20 yıl sonra olacak, belki 50 yıl sonra olacak, belki 100 yıl sonra olacak. Ama bu olacak ve şu anda bana göre Adana Barosu’nun son 2 yılda yaptığı en önemli faaliyet, bizim açmış olduğumuz 7 tane termik santrali lisansının iptal davasıdır ve 7 Eylül’de açmış olduğumuz nükleer santralin ön lisans iptal davasıdır. Çünkü, biraz sonra açıklayacağım, neden bütün insanlığı yok edecek bir süreç.
Şimdi Nasrettin Hoca’ya sormuşlar, “kıyamet ne zaman kopacak?” diye. Nasrettin Hoca da demiş ki, “Küçük kıyamet mi, büyük kıyamet mi?.”
“Ya” demişler, “Kardeşim küçük kıyamet, büyük kıyamet mi olur? Bir kıyamet olur”
“Yok ya” demiş. “Küçük kıyamet bizim hanımın öldüğü gün, büyük kıyamet de benim öldüğüm gün”
Şimdi bizim için de çevre mücadelesinde iki tane kıyamet var. Bir küçük kıyamet, bir de büyük kıyamet.
Küçük kıyamet ne biliyor musunuz? Şu anda bizim yaklaşık olarak, benim 10-11 yıldır içinde bulunduğum, arkadaşlarımın çok daha uzun bir süre içerisinde bulunduğu, Türkiye topraklarının yok edilmesi, zehirlenmesi, kirletilmesi, insanlarımızın kanser olması, topraklarımızda artık yiyeceklerin ve içecek su, nefes alacak hava olmayacak derecede topraklarımızın yok edilmesi. Bu küçük kıyamet.
Bir de büyük kıyamet var. Dünyanın sonunun gelmesi. Biz şimdiye kadar hep küçük kıyamet üzerine çalıştık. Yani küçük kıyamet derken, çok da küçük değil. Mesela bizim dava açtığımız termik santraller şu anda 1 milyar 400 milyon nüfuslu Çin, 1 milyar 300 milyon nüfuslu Hindistan’tan sonra Türkiye, dünyada kömürlü termik santrallere dünyada en çok yatırım yapan 3’üncü ülke. Yani 1 milyar 400 milyonluk Çin ile hemen hemen aynı seviyede siz kömürlü termik santrallere yatırım yapıyorsunuz. 80 milyonluk ülkede ne kadar enerjiye, ne kadar elektriğe ihtiyacınız olacaksa. Tabi bunun arkasında başta bir şey var. Avrupa Birliği’ne geçen yıl enterkonnektör httı kurulduğu için bizim topraklarımız zehirlenerek, Avrupa Birliği’ne fazla ürettiğimiz elektrik satılacak. Yani, bizim ölmemiz, kanser olmamız pahasına böyle bir şey var.
Tabi bu küçük kıyametin üzerinde kısaca durayım. Bu bölgemizle 20 oldu bizim açtığımız dava sayısı. 2011 yılında açtığım 8 tane lisans iptal davası var. O zaman baromuz davacı değildi. 2014’te açtığımız 5 tane termik santral lisans iptal davası vardı. En son da 20 Haziran 2016’da 7 tane daha açtık, 20 tane oldu. Şimdi 200 kilometrelik bir sahil şeridinde 20 tane kömürlü ve doğalgazlı termik santral var. 16 tanesi kömürlü, 4 tanesi doğal gazlı. Dünyanın hiçbir yerinde kömürlü termik santraller 200 kilometreden daha yakın birbirine yakın yapılmıyor. Neden yapılmıyor? Çünkü kömürlü termik santrallerin bacasından çıkan partikül maddeler, yaklaşık olarak 300 kilometre mesafe katedebilme yeteneğine sahip. Bu partikül maddeleri doğrudan akciğer kanserine yol açtığını, mesane kanseri ile pozitif ilişkisi olduğunu 2013 yılında dünya çapındaki en büyük sağlık teşkilatı Dünya Sağlık Örgütü açıkladı.
Partikül madde, siz nefes alırsınız, hiçbir şey hissetmezsiniz. Doğrudan akciğere gider. Saç telinin yüzde 1’i kadar kalınlıkta olduğu için burnunuzda bunu tutan herhangi bir mekanizma yoktur. Akciğerlerde doğrudan kana karışır. Farkında olmadan vücudunuzda akciğer kanserinin ve mesane kanserinin alt yapısını hazırlarsınız.
Dünya Sağlık Örgütü’nün verdiği sağlığa zararlı sınır metreküpte 20 mikrogramdır. Avrupa Birliği’nin verdiği sağlığa zararlı sınır metreküpte 40 mikrogramdır. Türkiye’de sanayi kaynaklı Hava Kirliliği Kontrol Yönetmeliği’nin verdiği sağlığa zararlı sınır değeri metreküpte 58 mikrogramdır. Hatay Erzin’de termik santral henüz kurulmadan önce yapılan ölçümlemelerde metreküpte mikrogram oranı 118 mikrogramdır. Daha termik santral yok ortada. 118 mikrogram. Oradaki insanlar kanser. 10 yıl, 15 yıl sonra kanser olmak üzere, bir taraftan da toprakları, suları zehirlenerek nefes alıyorlar ve siz buraya 20 küsür tane termik santral kuruyorsunuz, 8 tane Türkiye’ye termik santral donatıyorsunuz, Avrupa Birliği’ne enterkonnektör hattı kuruyorsunuz. Türkiye’de tarımı, ziraatı, endüstriyi bitiriyorsunuz, Avrupa Birliği’nin yüzde 100 yenilenebilir enerjiye geçeceği tarihe kadar ülkenizde insanların ölmesi pahasına, topraklarınızı zehirleyerek, kirleterek ürettiğiniz elektriği oraya gönderiyorsunuz.
Mesela son açtığımız 20 Haziran’daki davalarda şey yaptık, mesela, koyduğumuz birçok rapor var. Dünya Sağlık Örgütü’nün raporları bunlardan bir tanesi. Mesela, Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi’nden Prof. Dr. Nejat Ağca’nın İskenderun Sarıseki ile Payas arasındaki topraktaki ağır metal kirliliğini gösteren raporları koyduk. Radyum, uranyum, kurşun gibi ağır metaller ziraat yapılan toprakta insan sağlığına zararlı sınırın 10 katı ile 20 katı. Yani siz o toprakta yetişen buğdaydan yapılan ekmeği yiyorsunuz, ama, markette üzerinde “Kanser yapıcı toprakta yetiştirilmiştir” diye yazmıyor. Çünkü, Çukurova’nın kenarını donatıyorsunuz. Şu anda biz 20 tane davayı açtık. 10 yıldır mücadeleyle, hukuk varken az buçuk, Türkiye’de hukuk varken, 10 yıldır mücadelemizle 10 küsür termik santralini engelledik ama 4 tanesini engelleyemedik. İşte Sugözü Termik Santral var. Kuş uçuşu 30 kilometre ilerde Atlas Enerji’nin termik santrali var. İşte Tufanbeyli’de açıldı. Bu termik santraller şu anda çalışıyor. İşte küçük kıyamet bu.Siz, biz şu anda Ceyhan’a gidecek olursanız, Ceyhan’da ne kadar çok kanser vakası olduğunu gözlemleyeceksiniz. Çünkü, biraz önce bahsettiğim partikül maddeler, elektro manyetik filtreler tarafından tutulmayan o partikül maddeler, güneyden esen hakim rüzgarlar vasıtasıyla Ceyhan’ın üzerine çöküyor ve Ceyhan’da insanlar sağlıklı yaşadıklarını zannederken 10 yıl sonra, 20 yıl sonra kanser olmanın alt yapısını hazırlamak üzere nefes alıyorlar ve günde 24 saat nefes alıyorlar. Günde 24 saat. Hepimiz nefes alıyoruz.
Adana’da size söyleyeyim, o kötü kömürlerin yakıldığı 3 aylık periyodda Adana’da partikül madde kirliliği valilikteki istasyonda mekreküpte 200 mikrogram. Bakın Dünya Sağlık Örgütü diyor ki, “Metreküpte 20 mikrogramın üzeri kanser yapar” diyor. Avrupa Birliği diyor ki “Metreküpte 40 mikrogramın üzeri kanser yapar” diyor. Türkiye Sanayi Kaynaklı Hava Kirliliği Kontrol Yönetmeliği diyor ki, “Metreküpte 58 mikrogramın üzeri kanser yapar” diyor. Siz aralık, ocak, şubat ayında, siz, ben,hepimiz metreküpte 200 mikrogram partikül madde nefes alıyoruz.
DİVAN BAŞKANI AV. ZİYA YERGÖK
İsmail bey. Değerli meslektaşım. Çok önemli konulara değiniyorsunuz. Çevreci duyarlılığınızla her zaman her genel kurulumuza güç veriyorsunuz. Bu gerçekten üzerinde günlerce konuşulacak bir konu. Siz de bu yetkinliktesiniz. Ben takdirlerinize bırakıyorum.
AV. İSMAİL HAKKI ATAL
Teşekkür ederim sayın başkanım. Ben tabi küçük kıyametin üzerinde fazla durduk demek ki. Hemen büyük kıyamete geçeyim.
Şimdi biliyorsunuz bu bizim dava açtığımız termik santraller kanser yapıyor, toprakları zehirliyor, insanları öldürüyor vesaire, bir de şöyle bir etkisi var.
Termik santral çalıştırdığınızda kömürün yakılması sonucunda ortaya çıkan karbon kökenli sera gazları küresel ısınmaya neden oluyor. Şimdi bu küresel ısınmayı ben kısaca anlatayım neden olduğunu. Sera etkisi gazlar deniyor. Sera gazları.
Atmosferin üzerinde dünyayı saran atmosferle birlikte bir manto var. Dünyaya gelen güneş ışınlarının bir kısmı yansıyor, bir kısmı içeride kalıyor ve dünyada bizim canlı organizmamızın yaşamasını sağlayacak iklim koşullarının devamını sağlayacak bir ısı oluşuyor.
Şimdi termik santral çalıştırdığınız zaman bundan çıkan karbon kökenli sera gazları dünyanın üzerindeki bu mantoyu kalınlaştırıyor. Bu manto kalınlaştığı zaman dünyaya gelen güneş ışınları yeterince yansıyamıyor ve alttaki dünyanın ısısı artıyor. Bilim insanları ve dünya üzerinde sera gazlarının en önemli etkisi de kömürlü termik santralleri.
Şimdi bilim insanları biliyorsunuz Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi var, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamında yapılan toplantılar var. Kyoto Protokolü bunun bir ayağıydı. Ondan sonra geçen yıl 2015 kasım ayında Paris’te TOP21 adıyla İklim Zirvesi toplandı.
Artık sera gazlarının dünyanın sonunu getireceği belli olduğu için Obama’dan Çin Devlet Başkanı’na kadar hepsi geldiler, “Ne yapacağız” diye konuştular.
Sonuçta ortaya bir yargılama mekanizması çıkmadı. Bir denetim, bir yaptırım çıkmadı. Ama bilim insanları şunu ortaya koydular. Bu da bilimsel gerçekler.
Sanayi devrimi gerçekleştiğinden bu yana 1850 yılından bu yana dünya 0,9 santigrat derece ısınmış durumda. Bilim insanları 2 santigrat dereceyi geri dönülemez sınır olarak belirlediler.
Yani, dünyanın ısısı 2 santigrat derece yükselecek olursa buzullar eriyor. Buzulların altından 250 milyon yıl önce hapsolmuş olan sera gazları çıkıyor. Bu sera gazları sera gazı etkisini daha da artırıyor. Bir taraftan buzullar erirken, dünya ısısı artarken okyanuslar, bu küresel ısınmaya neden olan sera gazları hemen okyanuslar ısındıkları için mercan resifleri ölüyor, şu anda dünya üzerindeki mercan resiflerinin yüzde 20’si ölmüş durumda. Okyanuslar sera gazını emme niteliğini kaybediyor, kartopu etkisi, daha büyüyor.
Dünya ısındıkça sera gazlarını emen en önemli yutan alanlar olan ormanlar bir ateşle yanabilecek hale geliyor, ormanlar ortadan kalkıyor. Kartopu etkisi, sera gazı daha da fazlalaşıyor.
Hani bu kartopu etkisi denilen bir şey var. Çığ aşıldığı zaman aldığı kütleyle beraber etkisi daha fazla oluyor. TOP21’de şunu ortaya koydular. Bakın bu çok önemli.
Arkadaşlar, bakın yarın bir gün. Konuşan arkadaşlar, hey size sesleniyorum. Burayı dinleyin. Bakın bana bakın. Konuşanlar.
DİVAN BAŞKANI AV. ZİYA YERGÖK
Arkadaşlar sessiz olun. İsmail Bey siz konuşmanıza devam edin.
AV. İSMAİL HAKKI ATAL
Hayır, yarın bir gün çocukları ölüm-kalım mücadelesi verecekler. Var oluş mücadelesi verecekler. Burası çok önemli.
DİVAN BAŞKANI AV. ZİYA YERGÖK
Siz genel kurula hitap edin, genel kurula.
AV. İSMAİL HAKKI ATAL
2 santigrat derece geri dönülemez sınır. 2 santigrat dereceyi aşarsak uygarlığın sonu geliyor. Bitiyor, her şey bitiyor. Yani bunu idrak edelim. Ve bilim insanları dediler ki “1,5 santigrat derecenin altında tutalım.”
1,5 santigrat derecenin altında tutabilmek için bir modelleme ortaya koydular. Şu. Eğer biz 6 yıl içerisinde kömür ve petrol tüketimini sonlandırırsak, küresel ısınmanın 1,5 santigrat derecenin altında kalma olasılığı yüzde 66.
Eğer 17 yıl içerisinde kömür ve petrol tüketimini sıfırlarsak, küresel ısınmanın 1,5 santigrat derecenin altında kalma olasılığı yüzde 33.
Şimdi Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli var. Birleşmiş Milletler Genel kuruluşu. Okuyorsunuz belki. 300 yıl içerisinde deniz seviyesi, buzullar tamamen eriyecek deniz seviyesi 80 metre yükselecek. Deniz seviyesi 80 metre yükselirse ne oluyor biliyor musunuz? Adana ortadan kalkıyor. Çukurova tamamen ortadan kalkıyor, Antalya ortadan kalkıyor. Türkiye’nin yarısı gidiyor. Ama bunlar çok iyimser raporlar. Kartopu etkisini hesaplamayan ve insanlığı paniğe sevk etmemek için sınırlı olarak sunulan, kasten sınırlı olarak sunulan perspektifler.
Neden biliyor musunuz? Çünkü, 1850 yılında Sanayi Devrimi ile birlikte küresel ısınma başladığında dünya nüfusu sadece 900 milyon. Bu 900 milyonun sadece 8-10 milyonu kömür, petrol kullanıyordu. 900 milyonun büyük çoğunluğu sera gazı etkisine neden olan fosil yakıt kullanmıyor zaten. Şu anda dünya nüfusu 1600 yılında 600 milyon iken 12 nesilde katlanarak 7 milyara geldi. 10 binlerce yıl boyunca 10 milyondan az olan dünya nüfusu 12 nesilde 7 milyara geldi ve bu 7 milyarın insanın önemli bir çoğunluğu her geçen gün daha çok fosil yakıt kullanıyor, daha çok otomobil kullanıyor. Daha çok şey satın alıyor, daha çok fabrika çalışıyor. 20-30 yıl sonra dünya nüfusu 12-13 milyar olduğunda artık zaten şu anda bilim insanları 7 milyar insanı dünya kaynaklarını taşıma kapasitesinin sınırına geldiğini açıkladılar. Dünyada daha fazla nüfusu taşıma potansiyeli yok diyorlar. Nüfus katlanarak gidiyor arkadaşlar.
Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli’nde olduğu gibi buzullar 200-300 yıl içinde erimeyecek. Çok daha yakın süreçte. Erimeye başladı zaten ve bunun en büyük sebebi bizim şu ana kadar baroyla birlikte açtığımız 20 davanın konusunu oluşturan termik santraller büyük kıyametin altyapısını hazırlıyor.
Şimdi bu kartopu etkisini açıklayabilmek için size bir örnek vermek istiyorum. Güney Afrika’da Victoria Gölü diye bir göl var. Oradaki yoksul halkların balık en büyük protein kaynağı, balıkçı tekneleri vasıtasıyla karınlarını doyuruyorlar.
Şimdi buraya Su Sümbülü diye bir bitki geliyor. Su sümbülü her ay katlanarak artıyor. Birinci ay bir tane su sümbülü girdikten sonra ikinci ay su sümbülü 2 tane oluyor. Üçüncü ay 4 tane oluyor. Dördüncü ay 8 tane oluyor. 5’inci ay 16 tane oluyor. Her ay katlanıyor. İlk 2 yılın sonunda tek bir tane su sümbülü geldikten sonra ilk 2 yıl sonunda su sümbülü popülasyonu 14 milyona varıyor ve gölün toplam alanının yüzde 0.2’sini kaplıyor.
2 yıl 5 ay geçtikten sonra 17 milyon su sümbülünün sayısı katlanarak 1 milyara çıkıyor. Gölün yüzde 13’nü kaplıyor. Burada bazı insanlar çıkıyor, çevreciler falan, “Ya bakın balık görmeyeceğiz, her tarafı kaplayacak” diyor. Çoğunluk da diyor ki, bizi dinlemeyen Türkiye’deki çoğunluk gibi, “Ne olacak kardeşim bir şey olmaz” diyor.
Ne oluyor biliyor musunuz? Tam 4 ay sonra, 2 yıl 9 ayda su sümbülü sayısı katlanarak 8 milyara çıkıyor. Gölün tamamı kaplanıyor. Kayıkçı tekneleri çıkamıyor ve halk aç kalıyor.
Binlerce insan aç kalıyor. İşte bu kartopu etkisine çok basit bir örnek. Biz sera gazı üretmeye devam ettiğimiz sürece, biz daha fazla tüketmeye devam ettiğimiz sürece, su içmeye bile otomobille gittiğimiz sürece, altımıza 5 bin motorlu, 3 bin motorlu sırf gösteriş olsun diye kocaman otomobillerle fazla yakıt tüketmeye devam ettiğimiz sürece, ortalama bir kentli kadın hiç alışveriş yapmasa 40 yıl kendine yetecek kadar kıyafeti olduğu müddetçe ve çocuklarımıza kapitalizmin bize gösterdiği bu doğrultuda yaşamayı şiar olarak bellettikçe- Şiar seni tenzi ederim- sonumuz geliyor, gidiyoruz. Yok oluşa gidiyoruz. Bunun şakası yok. Kimse de bunun farkında değil.
Bu süreçte madem öyle bir fıkrayla kapatayım konuşmayı. Bozduğum moralleri düzeltmeye çalışayım. Biraz moralinizi bozmam gerekiyor. Bunları anlatmam gerekiyor. Bu bir gerçek. Bir realite.
Bir köyü sel basacak, sel tehlikesi var. Fıkra bu ya köyde hem cami, hem kilise, hem de sinagog varmış. Köylü kaçarken 3 cemaat de kaçarken, köylü hem imamı, hem papaza, hem de hahama demişler ki.
“Haydi hoca efendiler kaçalım.”
Bizimkiler demiş ki, “Biz Allah’ın sevgili kuluyuz. Tanrı’nın sevgili kuluyuz. Tanrı bizi korur, siz gidin.”
Köyde bir tek bizim imam, papaz bir de hamam kalmış. Sel suları gelmiş, bizimkiler ibadet yerlerinin üzerine çıkmışlar sular yükselince. Bu arada kayıklar gelmiş. Adamlar demiş ki;
“Gelin kayığa sizi götürelim.”
“Hayır. Tanrı bizi korur. Siz gidin” demişler.
Neyse sular biraz daha da yükselmiş. Bizim imam minarenin tepesine tünemiş, papaz kilisenin üzerine, haham sinagogun üzerine çıkmış. Bu arada helikopterle gelmişler.
“Yok” demişler. “Tanrı bizi korur, siz gidin”
Helikopterler de gitmiş.
Biraz sonra sel suları yükselmiş bunlar boğulmuş. Neyse öbür tarafta bunlar çıkmışlar. Demişler;
“Ya tanrım biz senin emir ve yasaklarını her gün yerine getirdik. Neden bizi korumadın?”
Oradan tok bir ses.
“Ey benim salak kullarım. Bize araba gönderdim binmediniz. Helikopter gönderdim binmediniz. Kayık gönderdim binmediniz. Ben daha ne yapayım?”
Şimdi insanlığa biz raporları sunuyoruz. Küresel ısınmanın, iklim değişikliğinin dünyanın sonunu getirdiğini, 3 milyar insanın yaşam alanının sular altında kalacağını, sadece sular altında kalanın bizim evlerimiz, binalarımız olmayacağını, aynı zamanda 7 milyar insanı besleyen tarım alanlarının sular altında kalacağını, yaklaşık 3 milyar insanın su ve yiyecek savaşları nedeniyle öleceğini söylüyoruz ki, bunlara rağmen ortada kayık var, helikopter var, araba var, ama, insanlık bunlara binmemekte ısrar ediyor. İnsanlar göz göre göre, Kapitalizm dünyaya insanlığı aşırı tüketim, vahşi kapitalizm sona götürüyor. Biz vahşi kapitalizmin esiri olduğumuz sürece doğa, yaradan bize öyle bir tokat atacak ki neye uğradığımızı şaşıracağız. Hepinize teşekkür ediyorum. Baromuza çevre faaliyetlerine verdiği destek nedeniyle teşekkür ediyorum. 20 tane davanın 16’sında, son 12’sinde, son 4 yılda biz davacı olduk. Şu anda birçok şeyi tartışıyoruz ama, 20 yıl sonra, 50 yıl sonra, 100 yıl sonra insanlık tarihine geçecek işler yaptık. Bir de tablet olarak mermere kazıyıp, baro tesislerinin bahçesine gömdük ve dedik ki, eğer bir gün bir gün insanlık ve uygarlık yok olacak olursa bu tableti bulacak olursanız, uygarlığın sonunun gelmemesi için mücadele eden kurumlar ve insanlar olduğunu bilmenizi isteriz diye, 5 bin yıl sonrasına, 10 bin yıl sonrasına mektuplar yazdık. Saygılar sunarım.
DİVAN BAŞKANI AV. ZİYA YERGÖK
Çok teşekkürler. İsmail beye çok teşekkür ediyorum. Gerçekten ülkemiz için, geleceğimiz için yaşamsal önemde olan çok önemli konulara değindi. Tekrar çok teşekkür ediyorum.
Arkadaşlar bu arada, öğle arası var mı diye soruluyor. Şu anda görüşmeler devam ederken, daha ibra işlemi tamamlanmadan ara veremeyiz. Mümkünse devam ettirmemiz gerekiyor. Zaten salonda büyük ölçüde katılım az. Başından beri ibretle izleyen arkadaşların konsantrasyonunu bölmüş oluruz. Onlara da teşekkür ediyorum. Şu anda az önce arkadaşıma rica ettim. Salonda 92 kişi vardı. Bu toplam sayımızın yüzde 4’üne tekabül ediyor. Teşekkür ediyorum. Sayın Şiar Rişvanoğlu. Buyurun lütfen.
Dostları ilə paylaş: |