HU Ali Sapak
BAHÂ TEVFİK
(1884-1914)
II. Meşrutiyet devri materyalist fikir adamı ve yazarı.
İzmir'de doğdu. İlk ve orta öğrenimini burada tamamladı; ardından İstanbul'a giderek Mekteb-i Mülkiyye'yi bitirdi (1907). 11. Meşrutiyet'ten sonra kısa bir süre vilâyet maiyet memurluğu ile Meclis-İ A'yân kâtipliğinde çalıştı. Daha sonra ölümüne kadar Rehber-i İttihâd-ı Osmânî Mektebi'nde felsefe hocalığı yaptı. Zamanında müdahale edilemeyen bir apandisit yüzünden genç yaşta öldü (15 Mayıs 1914). Mezarı Karacaahmet'tedir.
Yazı hayatına 1907 yılında İzmir gazetesinde başlayan Bahâ Tevfik, II. Meşrutiyetin ilânını takip eden günlerde basına getirilen serbestliğin de etkisiyle, 31 Mart Vak'ası'ndan sonra İstanbul'a gelerek gazeteciliğe başladı. 1910 yılında yakın arkadaşı Ahmed Nebil ile, gençlerin fennî ve felsefî bilgilerini arttırmak ve bu şekilde "içtimaî ve ilmî bir inkılâbın esaslarını hazırlamak" maksadıyla Teceddüd-i İlmî ve Felsefî Kütüphanesi
' adlı yayınevini kurdu. Yayımladığı gazete, mecmua, telif ve tercüme eserlerle kısa zamanda dikkatleri üzerine çekti. 1913'te Türkiye'deki ilk felsefe dergilerinden biri olan Felsefe Mecmuası'm çıkardı. Bu dergide daha çok materyalizmi savunan yazılar yazdı. Bu anlayışın dışında kalan veya buna karşı çıkan devrin tanınmış yazar ve fikir adamlarını yazılarıyla tenkit etti.
Bahâ Tevfik bilhassa materyalizm anlayışını yayabilmek amacıyla cemiyette yerleşmiş inançlara, gelenek ve göreneklere karşı âdeta savaş açarak pervasız yazıları ile aleyhtarlarını da arttırmıştır. İlm-i Ahlâk (İstanbul 1330) adlı kitabı yüzünden Ali Kemal'e, filozofluk iddiasında bulunduğu için Rıza Tevfik'e çatmış, Serâb (İstanbul 1325) adlı eserinden dolayı Mehmed Rauf'u hırpalayıp Râif Necdet'in fikir ve duygularına hücum etmekten geri kalmamıştır. Maddeci anlayışı tenkit eden eserler yazdığı için Şeh-benderzâde Ahmed Hilmi'ye, Türkçülük konusunda Ziya Gökalp'e. edebiyatın faydasız ve lüzumsuzluğu hususunda Ahmed Hâşim'e sataşmış, böylece bu isimlerin şahsında materyalist görüşün reddettiği bazı fikirleri yargılamak istemiştir. Bahâ Tevfik gayesine uiaşmak için bir yandan da materyalizmin hararetli savunucularından olan Ahmed Nebil ve Memduh Süleyman ile birlikte telif ve tercüme irili ufaklı birçok eser yayımlamıştır.
Bahâ Tevfik'e göre felsefe geleceğin İlmidir. İlmin ve fennin geçerli olmadığı saha faraziye ve nazariye sahasıdır ki buna felsefe denir. Şu halde her zaman dünün felsefesi bugünün ilim ve fenni, yarının ilim ve fenni bugünün felsefesidir {Felsefe Mecmuası, 1326, sy. 1, s. 1). Ayrıca dinî olsun felsefî olsun eski ahlâk anlayışının tamamen iflâs ettiğini, XX. yüzyılda ahlâkın "insanî" olması gerektiğini savunarak şu görüşleri ileri sürmüştür: Ahlâkın esasını ne semalarda ne de semavî kitaplarda aramak doğrudur. Bu esas yine insanlardadır; onların hareketlerinde ve bu hareketin kaynağı olan fikir, hassasiyet, âdet, içgüdü gibi ruhî ve fizyolojik hadiselerin iyi idare-sindedir. Yani ahlâk, iyi olduğu kesinleşen hareketlerin gerçekleşmesiyle uğraşır. Bahâ Tevfik'e göre affetme ve âlicenaplık gibi insanî özellikler de boş şeylerdir {Piyano, 1326, sy.2, s. 10);sanatve edebiyat zararlıdır [Tenkid, 1326, sy. 1, s. 2); vatan ve millet gibi kelimeler tantanalı sözlerden başka bir şey değildir.
Tenkide halkın zihninde tabu haline gelmiş şeyleri devirmekle girmeli ve tenkit mutlaka yıkıcı olmalıdır {Tenktd, i326, sy. 2, s. 5). Ona göre insanlık en son anarşizme varacak ve orada ferdiyet bütün istiklâlini kazanacaktır.
Bahâ Tevfik bu fikirlerin gerçekleşmesi için immoralizmi (töre tanımazlık) formüle etti ve daha çok bunun savunucusu olarak tanındı. Bu görüşlerinde kendisine rehber olarak aldığı Nietzsche hakkında da bir eser yazdı. Arkadaşları Ahmed Nebil, Subhi Edhem ve Memduh Süleyman'la birlikte yabancı dillerden tercümeler yaptı ve bu tercümelerde kasıtlı olarak tahrifatta bulundu. Tanzimat'tan beri Doğu'ya ve Batı'ya aynı derecede bağlı olan Türk fikir adamları arasında ilk defa Bahâ Tevfik tek yönlü bilgisiyle bütün dikkatini Batı'ya çevirdi. Altı yedi yıla sığan yayın hayatında birçok kitap neşretti. Orta öğretim öğrencilerine, halka, aydınlara ayrı ayrı hitap etti. Aynı zamanda kuvvetli bîr polemîk-çi olan Bahâ Tevfik çağdaşlarına radikal hareketi öğrettiği gibi çeşitli olaylar karşısında kişinin tek başına karar verme meselesinde de örnek oldu. Yaşadığı dönemde "materyalizm" sözünü bayrak-laştırmaktan çekinmedi. Felsefenin iki temel meselesi olarak kabul ettiği mantık ve ahlâk üzerinde de Önemle durdu.
Bahâ Tevfik yazılarında ve eserlerinde daha çok biyolojiye dayanan bir materyalizmi savunmuştur. Türkiye'de Öteden beri muteber olan düşünce anlayışlarına, dine, muhafazakârlığa, boş inançlara ve o dönemin ahlâkına karşı aldığı tavrı, yazdığı yazılar ve yaptığı tercümelerle açıkça ortaya koymuştur. Fert ve ahlâk, üzerinde en çok durduğu iki konudur. Ferdiyetçiliğin temsilcisi olmamakla beraber kadının toplumdaki yeri ve eşitliği, evlilik ve aile kurumu, metafizik düşünce, boş inançlar, din, felsefe ve insan ilişkileri gibi konuları ele ala-
rak incelemiş ve bu konulan çeşitli açılardan tenkide tâbi tutmuştur. Türk fikir hayatında ona gelinceye kadar ateizmi savunan, dine ve dince mukaddes sayıian şeylere karşı sistemli bir şekilde hücum eden çok az kimse vardır.
Bilhassa Ahmed Nebil ile birlikte tercüme ettiği materyalist Alman filozofu Ernest Haeckel'in Vahdet-i Mevcûd ve başka bir Alman materyalisti olan Lud-wig Büchner'in Madde ve Kuvvet adlı kitapları, pozitif ilimlerle uğraşan kimseler ve özellikle üniversite öğrencileri arasında yaygın bir şekilde okunup önemli etkiler uyandırmıştır. Bahâ Tev-fik'in yaymaya çalıştığı görüşlerle Madde ve Kuvvet adlı kitaba ilk tepki İslamcı çevrelerden gelmiş, onun tanıtıp yaymaya çalıştığı "biyolojik materyalizm" şiddetle tenkit edilmiş ve savunduğu fikirlere karşı ilmî reddiyeler yazılmıştır. Bu reddiyelerden ilki, Harpûtîzâde Mustafa Efendi'nin Red ve İsbat (İstanbul 1330) adlı kitabıdır. Bu kitap Madde ve Kuvvetin 1. cildine yazılmış bir reddiyedir. Burada materyalizm reddedilirken dayanılan deliller daha çok Büchner'in çelişkileri olmuş, bu çelişkiler bazı İslâm âlimlerinin fikirleriyle desteklenmiştir. Diğer önemli reddiyeler ise İsmail Ferid'in İbtâl-i Mezheb-i Maddiy-yûn (İzmir 1312], Şehbenderzâde Ahmed Hilmi'nin Maddiyyûn Meslek-i Dalâleti (İstanbul 1332) ve İsmail Fennî"nin Maddiyyûn Mezhebinin İzmihlali''dir (İstanbul 1928).
Bahâ Tevfik'in çıkardığı, çıkmasına yardımcı olduğu ve başyazarlığını yaptığı başlıca süreli yayınlar şunlardır: Hâle (İstanbul 1320], İzmir [İzmir 1323], Edeb Yâhû (İstanbul 1324), Kadın (Selanik 1324), 11 Temmuz 1324 (İzmir 1324], Eşref (İstanbul 1325), M usa vver Eşref (İstanbul 1325), Şehbal (İstanbul 1325), el-Ma'lûm (İstanbul 1326], Eşek (İstanbul 1326), Felsefe Mecmuası (İstanbul 1326], Karagöz (İstanbul 1326], Kibar (İstanbul 1326], Piyano (17. sayıdan sonra Düşü-nüyorum, İstanbul 1326), Tenkid (İstanbul 1326), Yine O (İstanbul 1326], Yûhâ (İstanbul 1326), Âlem (İstanbul 1327], Yirminci Asırda Zekâ (İstanbul 1328], Zekâ (İstanbul 1328), Çocuk Duygusu (İstanbul 1329].
Eserleri. Biraz Felsefe (AÜ DTCF, İsmail Saib Sencer Ktp., nr. 1/4907); Fransızca İştikak Lügati (Hasan Vasfi İle, [-II, İstanbul 1323-1325); Ba's ü Ba'del-mevt (Tolstoy'dan tercüme, İstanbul 1325); Ted-kîkât; Terâcim-i Ahvâl (İstanbul 1325); Hassâsiyât Bahsi ve Yeni Ahlâk (Ah-
med Nebil ile, İstanbul 1910); Karagöz Salnamesi (istanbul 1913); Felsefe-i Ede-biyyat ve Şair Celîs (İstanbul 1330); Muhtasar Felsefe (İstanbul 1331); Felsefe-i Ferd (İstanbul 1332); Teceddüd-i İlmî ve Edebî (İstanbul, ts..|; Feminizm-Aiem-i Nisvan (O. Lacquerre'den, İstanbul, ts.)i Mantık (Robier'den, İstanbul, ts.h Vahdet-i Mevcûd: Bir Tabîiyyât Âliminin Dini (Ahmed Nebil ile E. Haec-kel'den, İstanbul, ts.); Madde ve Kuvvet (Ahmed Nebil ile L. Büchner'den, I-1I1, İstanbul, tsj; Târîh-i Felsefe (Ahmed Nebil ile A. Fouillee'den, I—II, istanbul, ts.); Psikoloji - İim-i Ahvâl-i Rûh (Ahmed Nebil ile, İstanbul, ts.); Nice, Hayatı ve Felsefesi (Ahmed NecHl ve Memduh Süleyman ile, İstanbul, ts.).-' ■
BİBLİYOGRAFYA:
Server İskit, Türkiye'de Matbuat Rejimleri, İstanbul 1939, s. 96, 97, 102; Bezmi Nusret Kaygusuz, Bir Roman Gİb'ı, İzmir 1955, s. 50-51 ; Hilmi Ziya Ülken. Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi, İstanbul 1966, s. 365-387; Süleyman Hayri Bolay, Türkiye'de Ruhçu ue Maddeci Görüşün Mücadelesi, İstanbul 1967, s. 25-29, 47-88; Cemil Meriç Bu ülke, istanbul 1985, s. 105; Mehmet Ö. Alkan, "Düşünce Tarihimizde Önemli Bir İsim: Baha Tevfik", 7T, sy. 52 (1988), s. 43, 44, 47, 49; a.mlf.. "Türkiye'nin İlk Felsefe Dergisi: Felsefe Mecmuası", a.e., sy. 66 (1989), s. 49-56; Rıza Bağcı, "Baha Tevfik Üzerine", a.e., sy. 62 (1989), s. 61, 63, 64; Nuri Akbayar, "Baha Tevfik", TDEA, !, 286-287; Ekrem Işın, "Osmanlı Materyalizmi", TCTA, 11, 368-370. m
m Abdullah Uçman
BAHA ZÜHEYR
(sü W )
Bahâüddîn Ebü'1-Faz! (Ebü'1-Alâ)
Züheyr b. Muhammed
b. Alî el-Mühellebî el-Atekî
(ö. 656/1258)
Eyyûbîler devrinin tanınmış Arap şairi ve divan kâtibi.
Aslen Mısır'ın Saîd bölgesindeki Kus şehrinden olup ailesinin hac münasebetiyle gittiği Mekke yakınındaki Nahle'de doğdu (581/1185-86). Emevî kumandanlarından Mühelleb b. Ebû Sufre'nin soyundan geldiği için Mühellebî nisbesiyle de anılır. Ailesiyle birkaç yıl Mekke'de kaldıktan sonra birlikte memleketleri olan Yukarı Mısır'daki Kus'a döndüler. Bahâ, o devrin ilim merkezlerinden olan bu şehirde Kur'an, hadis ve edebiyat öğrenimi gördü. İleride yakın arkadaşları arasında yer alacak olan Mısırlı şair ve edip İbn Matrûh'u burada tanıdı. İlk şiirleri. Kus Valisi Mecdüddin b. İsmail el-Lamtîye yazdığı altı kasidedir. Bunun
453
üzerine valinin katibi oldu ve on yıl kadar bu görevde kaldı. Bu sırada Kahire'-ye giderek oraya yerleşti (1227). Eyyûbî sultanlarından et-Melikü'1-Adil. el-Meli-kü'l-Kâmil ve el-Melikü'1-Mes'ûd'a kasideler yazdı. Daha sonra el-Melikü'1-Kâ-mil'in oğlu el-Melikü's-Salih'in hizmetine girdi i 1232). Onunla Yukarı Mezopotamya ve Suriye seferlerine katıldı, el-Melikü's-Sâlih Dımaşk'ı ele geçirince kâtibi sıfatıyla onunla birlikte Dımaşk'a gitti. Melik, Nablus'ta askerlerinin ihanetine uğrayarak el-Melikü'n-Nasır Dâvûd tarafından hapsedildiğinde Bahâ Züheyr hükümdara sadık kalarak başkasının hizmetine girmeyi kabul etmedi. el-Meli-kü's-Sâlih hapisten kurtulup tekrar Mısır hükümdarı olunca şair onun maiyetinde Kahire'ye döndü (1239!. Sadakatinin bedeli olarak hükümdar onu Dîvân-ı İnşâ'nın başına getirerek kendisine ihsanlarda bulundu. Şairin İbn Hallikân'la tanışması ve dostluğu bu tarihe rastlamaktadır. Bahâ Züheyr 1247'de el-Me-likü'n-Nâsır'a elçi olarak gönderildi, el-Melikü'n-Nâsır'a gönderilen bir mektup hususundaki dikkatsizliği yüzünden görevinden uzaklaştırıldı. el-Meiikü's-Sâ-lih'in ölümünden sonra Suriye'ye giderek en güzel kasidelerinden birini Şam Hükümdarı el-Melikü'n-Nâsır'a sundu; ancak umduğu ilgiyi göremeyince tekrar Kahire'ye döndü ve son yıllarını münzevi olarak burada geçirdi. Kahire'de çıkan bir salgın hastalığa yakalanarak 4 Zilkade 656 (2 Kasım 1258) tarihinde vefat etti ve İmam Şafiî'nin türbesinin bulunduğu yere defnedildi.
Bahâ Züheyr üstün şahsiyeti, güzel ahlâkı, ibadete düşkünlüğü ve bulunduğu makamda insanlara iyilik yapmasıyla tanınmıştır. İbn Hallikân onun sehl-i müm-teni* derecesinde güzel ve mükemmel şiirleri olduğunu söylemektedir. Samimiyet ve zarafeti âdeta sanatına da yansımıştı. Klasik Arap kasidesi kalıbını daima sultanların ve önemli şahısların methinde kullanmıştır. Onun sanattaki kudretini, daha ziyade bestelenmiş oian çok sayıdaki kısa kasidelerinde ve yine bazı lugazlan (bilmece) ihtiva eden mizahî kasidelerinde aramak gerekir. Ayrıca kelime, vezin ve kafiye seçmedeki titizliği, şiirinde ritim ve ahenk açısından mükemmelliği sağlamıştır. Onun eski şiirin kayıtlarından âzâde serbest şiiri, bu yönüyle eski şairlerinkinden üstündür. Şiirlerinde sık sık işlediği temalardan biri de vatan sevgisidir. Bu sebeple Âmid'-deki ikametini ömründen kaybedilmiş günler olarak daima nefretle anar (bk.
454
GAL SuppL, I, 465). Şiirindeki bu özellik her Mısırlı'nın kalbinde devamlı bir yankı bulur. Onun şiirlerinin birçoğu halkın dilinde zaman zaman darbımesel olarak kullanılır. Bazıları da latife türünden şiirlerdir.
Yaşadığı dönemde büyük bir şöhrete sahip olan şairin divanının yazma nüshaları çeşitli kütüphanelerde bulunmaktadır. Eser ilk defa taş basması olarak yayımlanmıştır (Kahire i 277). Daha sonra da çeşitli baskıları yapılmıştır (Kahire 1278, 1297, 1300, 1305, 1311, 1314, 1322, 1934, 1354/1935; Beyrut 1964 ve Matba-atü'l-umûmiyye, ts.). Muhammed Ebü'l-Fazl İbrahim ile Muhammed Tâhir el-CüblâvI, divanın muhtelif yazmalarına dayanarak Kahire'de (1977) yeni bir neşrini yapmışlardır. Ayrıca divanının Palmer tarafından İngilizce'ye manzum bir tercümesi yapılmış olup bazı şerhlerle 1876 yılında iki cilt halinde Cambridge'de yayımlanmıştır.
Şairin hayatına dair Ahmed SSib'in el-Baha" Züheyr: Târîhuhû ve mülehuh (İskenderiye 1926), Mustafa es-Sekkâ'nın Tercemetü Bahâ' Züheyr (Kahire 1347/ 1929), Mustafa Abdürrâzık'ın el-Bahâ^ Züheyr (Kahire 1928, 1935), Abdülfettah Şelebfnin el-Bahâ3 Züheyr (Kahire 1960] adlı çalışmaları neşredilmiştir.
BİBLİYOGRAFYA:
İbn Hallikân, Vefeyât, II, 332-338; İbn Tağrî-berdî, en-Nücûmii'2-zâhire, V, 324-325; VII, 62; Taşköprizâde. Meuzûâlü'iulûm, I, 277-278; İb-nü'1-İmâd, Sezerdi, V, 276-277; C. Zeydan. Âdâb, III, 18-19; Serkls, Mu'cem, I, 596; Brockelmann, GAL, I, 307-308; Suppi., I, 465-466; Ziriklî, el-Aclâm, III, 88; Kehhâle. Mu'cemü'l-mü.' eltifîn, !, 187; Ömer Ferrûh, TSrîhu'l-edeb, ili, 587-590; Şevki Dayf, Târîljul-edeb, VI, 278-286; Abdülfettah Selebî, el-Bahâ' Züheyr, Kahire 1960; Saîde Muhammed Ramazan, "İzâfât calâ dîvâni Bahâ'iddîn Züheyr", Mecettetü'l-Baiy şi'l-'ilmî oe't.-t.ürâsi'1-hlS.mt, VI, Mekke 1401/ İ 981, s. 211-221; J. Rikabİ, "Bahâ' al-DinZu-hayr", E/2(İng.), I, 912-913.
lüffij Hüseyin Elmalılı
BAHADIR
Altay dillerinde "yiğit, kahraman, cengâver" anlamında
kullanılan bir İsim ve unvan.
L J
Moğolca'da bagatur veya ba'atur; Farsça ve Urdu dilinde bahâdır; Çağatay, Kırgız, Kazak ve Başkırt lehçelerinde bâtur, batır, matur; Çuvaşça'da pattar, Uygurca'da patır şeklinde geçmektedir. Kal-muklar kelimeyi bâtr biçiminde telaffuz ederler. Macarca'da bator (XI. yüzyıl) olarak görülen bu kelime Anadolu Türkçe-
si'nde "yiğit" mânasında bahadır şeklinde kullanılmaktadır.
Kelimenin aslının nereden geldiği kesin olarak belli değilse de Türkçe ve Moğolca'da birlikte kullanıldığı görülmektedir. Pelliot kelimenin Türkler'e Avarlar'dan geçtiğini ileri sürerken A. Stein'in Tun-Huang'dan getirdiği Orhun alfabesiyle yazılı bir parçada da bu isme rastlanmıştır.
Çin tarihinde unvan olarak Vll. yüzyılda mo-ho-to şeklinde görülen bu kelimeye 927'de Proto Bulgarlar'da aloboga-tur biçiminde rastlanır. Marguart'a göre Alobogatur adlı reis Alp Bagatur'dan başkası değildir. Kelime Moğolca'dan Rusça'ya bagatur, buradan da Leh diline bahatır şeklin'de geçmiştir.
Moğol Hükümdarı Cengiz Han'ın maiyetinde bahadır unvanını taşıyan bir seçme kahraman grubunun varlığı bilinmektedir. Bahadırı resmî unvan olarak kullanan ilk hükümdar ilhanlı Ebû Saîd Bahadır Han'dır. Ebû Saîd, Moğol emîrleri-nin çıkardığı büyük bir isyanı bizzat savaşarak bastırdığı için bu unvanı almış ve daha sonraki bütün resmî vesikalarda Bahadır unvanıyla zikredilmiştir. Cengiz geleneklerini sürdüren Ceiâyirliler, Timurlular, Kara koyunlular, Akkoyunlu-lar, Safevîler, Bâbürlüier ve Hindistan'da hüküm süren diğer Türk devletleri İle Hâ-rizm, Mâverâünnehir, Doğu Türkistan'daki çeşitli Türk hanedanları ve Moğol kültürünün etkisinde kalan Memlüklü emîr-leri de bahadır unvanını kullanmışlardır. Kazak- Kırgızlar'da son zamanlara kadar bu kelime unvan olarak batır şeklinde geçmiştir. Anadolu Türkleri'nde ise bu kelimeye unvan olarak değil sadece şahıs adı olarak rastlanmaktadır.
BİBLİYOGRAFYA:
M. Quatremâre. Hlstoire des Mongols de la. Perse, Paris 1836, s. 307 vd.; J. Marquart, Os-teuropaische und Ostasialische Streifzüge, Leip-zig 1903, s. 150; B. Y. Vladimirtsov, Moğolların İçtimaî Teşkilâtı (trc. Abdülkadir İnan), Ankara 1944 — 2. bs. Ankara 1987, s. 114, 124, 145, 201; Doerfer, TMEN, II, 366-377; Râsanen, Ver-such, s. 55, 65; V. Thomsen. "Dr. M. A. Stein's manuseripts in Turkish "Rurıic" seript frora Miran and Tun-Huang", JRAS, İV (1912), s. 181-227; M. Fuad Köprülü, "Bahadır", M, II, 216-219; D. Sinor. "Bahâdur", E!2 (İng.), 1,913.
W Orhan F. Köprülü
BAHADIR HAN, Ebû Said
(bk. EBÛ SAİD BAHADIR HAN).
L J
BAHADIR HAN, Haydar Ali
(bk. HAYDAR ALİ HAN).
BAHADIR ŞAH
Ahmednagar ve Devletâbâd'da
hüküm süren Nizamşâhîler hanedanının
onuncu hükümdarı
BAHADIR ŞAH I
Ebû Nasr Kutbüddîn
Muhammed Muazzam Şâh Âlem
Bahâdır Şâh b. Evrengzîb
(ö. 1124/1712)
Bâbürlü hükümdarı (1707-1712).
L J
14 Ekim 1643'te Dekken'e bağlı Bur-hânpûr'da doğdu. Babası Bâbürlü Hükümdarı Evrengzîb, annesi ise Râcâ Râ-cû'nun kızı Rahmetünnisâ Nevâb-Baî'dir. Babası eğitimiyle yakından ilgilendi. Çeşitli ilim dallarında bilgi edindi ve özellikle harp sanatını öğrendi. Bu arada Kur'ân-ı Kerîm'i de ezberledi.
Küçük yaşta devlet işlerinde önemli görevler alan Bahadır Şah. 1663'ten itibaren Bîcâpür Krallığı'na karşı düzenlenen sefere katıldı. Bu arada kardeşi Ek-ber'in Ecmîr civarında çıkardığı isyanın bastırılmasına yardım etti. 1683'te Goa üzerine yürüdü. Daha sonra emrindeki ordu ile Konkan'daki Maratalar ve Gol-konda ülkesine yapılan seferlere katıldı (1685-1686). Fakat bu sırada Goikonda Kutubşâhî Hükümdarı Ebü'l-Hasan ile gizlice iş birliği yapmasından şüphelenilerek oğuliarı Muizzüddin ve Azîmüş-şan'la birlikte hapse atıldı (4 Mart 1687).
Yedi yıl sonra serbest bırakılan Bahadır Şah Agra valiliğine (sûbedâr) getirildi. 1699'da Kabil valisi tayin edildi ve babasının ölümüne kadar bu görevde kaldı. Babasının 22 Mart 1707'de ölümü üzerine hemen Bâbürlü tahtı için harekete geçti. Babası ölümünden önce Bahadır Şah'ı veliaht tayin etmiş, kardeşlerinden Muhammed Âzam'ı Malva. Gu-cerât ve Kuzey Dekken, Kâm Bahş'ı da Bîcâpûr ve Haydarâbâd valiliğine getirerek ağabeyleri Bahadır Şah'a tâbi olmalarını istemişti. Ancak Evrengzîb'in ölümü üzerine her biri hükümdarlığını ilân etti. Bahadır Şah Âzam Şah'a mektup yazarak babasının vasiyetini hatırlattı ve tahtta hak iddia etmekten vazgeçmesini istedi. Fakat Âzam Şah bu sözlere öfkelenerek kardeşinin üzerine yürüdü, İki kardeş Agra'nın güneyinde Sarây-ı Câcev denilen yerde karşı kar-
şıya geldi. Yapılan savaşta Âzam Şah yenildi ve oğlu Bîdâr Baht ile birlikte savaş meydanında öldürüldü (18 Haziran 1707).
Bahadır Şah'ın hükümdarlığının ilk yılları karışıklık içinde geçti. Nitekim Rac-pûtlar'a karşı sefere hazırlandığı sırada diğer kardeşi Kâm Bahş'ın isyanı üzerine bu seferden vazgeçerek onunla savaşmak zorunda kaldı. 13 Ocak 1709'da Haydarâbâd yakınlarında meydana gelen savaşta kardeşi Kâm Bahş yaralı olarak esir alındı ve bir süre sonra öldü. ordusu da dağıldı.
Kardeşlerini bertaraf ettikten sonra Racpûtlar, Maratalar ve Sihler'le uğraştı. Racpûtlar babası Evrengzîb zamanında hiçbir olaya karışmamışlardı. Fakat onun ölümü ve taht kavgalarının başlaması üzerine derhal isyana teşebbüs ettiler. Bunun üzerine oğlu Azîmüşşan ile kumandanlarından Mün'im Han'ı gönderip bu isyanı bastırdı. Racpûtlar daha sonra haraç tesbiti için gönderilen kâ-dılkudâta karşı yeniden isyan ettiler ve Ecmîr Kalesi mustahfızını öldürdüler. Bahadır Şah süratle üzerlerine yürüyünce yine af dilediler.
Maratalar da Evrengzîb döneminde iyice sindirilmiş oldukları için ses çıkaramı-yorlardı. Taht kavgaları sırasında Maha-rashtra'ya yerleşmek üzere izin istediler. Zülfikar Han'ın tavsiyesiyle Marata-lar'dan Şivâcî'nin torunu Şâhû, Kokan'a mansabdâr* tayin ediidi. Ancak bu büyük bir hata oldu ve giderek güçlenen Maratalar müslümanlara ait birçok yeri işgal ederek ayaklandılar.
Bahadır Şah'ın en uzun seferi, Sihler'in lideri Bendâ'ya karşı tertip edileniydi. Sihler'in son gurusu (dinî lider) Govind Singh, Bahadır Şah devrinde Bâbürlü ordusunda mansabdâr olarak görev almış ve taht kavgaları sırasında da onu desteklemişti. Govind Singh'in fanatik bir Afgan tarafından öldürülmesi (1708] üzerine ona halef olan Bendâ, Pencap'ta kendisinin Govind Singh olduğunu ve yeniden dünyaya geldiğini ilân ederek etrafına büyük bir kütleyi toplamayı başardı. Delhi'nin 25 mil kuzeyindeki So-nepafta kazandığı başarıdan cesaret alarak Hindistan'ın kuzeyinde hâkimiyet kurmak için 40.000 kişiyle yola çıktı. Sadhaura ve Sirhind'i işgal edip bütün müslümanlan öldürdü. Bunun üzerine Bahadır Şah bizzat sefere çıktı. Sih-ler 4 Aralık 1710'da Sadhaura'yı boşaltıp müstahkem Lohgarh şehrine çekildiler. Bahadır Şah Lohgarh'ı ele geçirdiyse de Bendâ'yı yakalayamadı. Ocak 1711 'de
Sirhind'i de zapteden Bahadır Sah daha sonra Lahor'a döndü ve 20 Muharrem 1124'te (28 Şubat 1712) orada öldü. Ölümü, üzerine dört oğlu Muizzüddin Cihan-dar Şah, Azîmüşşan, Refîüşşan ve Cihan Şah arasında taht mücadelesi başladı; sonunda Muizzüddin Cihandar Şah Bâbürlü tahtına geçmeyi başardı.
Bahadır Şah yaklaşık beş yıl süren saltanatı döneminde devletin bütünlüğünü korumayı büyük ölçüde başarmış ve hâkimiyet sahasını Kabil'den Dekken'in en uzak-.noktalarına kadar genişletmiştir. Onun ölümünden sonra taht kavgaları, iç isyanlar ve dışarıdan yapılan mü-dahaieler sonucunda Bâbürlü Devleti tam bir karışıklık içine düşmüştür. Bahadır Şah âdil, merhametli, cesur, cömert ve nazik bir hükümdardı, fakat iyi bir devlet adamı değildi. Şiî olduğu için cuma ve bayram hutbelerinde Hz. Ali'nin vasî olarak zikredilmesini istedi. Bu Sünnîler arasında büyük tepkilere yol açtı. Bunun üzerine Sünnî âlimleri toplayarak Hz. Ali'nin bizzat Hz. Peygamber tarafından halife tayin edildiğine dair rivayetleri okuyup onları ikna etmeye uğraştı. Fakat halkın tepkisinin giderek arttığını ve oğlu Azîmüşşan'ın da onlarla birlikte hareket ettiğini görünce bu kararından vazgeçti.
Bahadır Şah ilme meraklı bir hükümdardı. Gâziddin ve Han Fîrûz Ceng medreseleri onun zamanında kurulmuştur.
BİBLİYOGRAFYA:
Abdülhay el-Hasenî, Nüzhetü'l-havâtır, VI, 103-104; Bayur. Hindistan Tarihi, II, 326-328; Ahmed Mahmûd es-Sâdâtî, Târlhu'l-müslimîn fî şlbhl'l-karreü'l-Hlndlyye ve hadâretühüm. Kahire 1957, II, 178, 202-205; 3. M. İkram. Müslim CiüilizaUon in India, ISew York 1969, s. 195-197, 242-243, 254-255; Jadunath Sarkar, A Short History ofAumngzib, Mew Delhi 1979, s. 171. 181-182, 184-185, 220, 228, 232, 249-253; Bosworth. İslâm Devletleri Tarihi, s. 260, 264; Abdülmün'im en-Nemr, TSrthu'l-İslâm fi'l-Hind, Beyrut 1981, s. 368-375; Mujeeb Ashraf. Müslim Attîtudes tou>ards Brillsh Rule and Western Culture in India, Delhi 1982, s. 250; Ashvini Agrawal, Siudies in Mughal History, Delhi 1983, s. 20, 22, 97, 192-194; Mehmet Saray, Türkistan Türkleri, Rus ve Çin İdaresinde Yaşayan Türklerin Millî Mücadele Tarihleri, istanbul 1984, s. 80; Erdoğan MerçİI, Müs-lüman-Türk Deuletleri Tarihi, İstanbul 1985, s. 353; Saqi Musfad Khan, Maâsir-i 'Âlamgiri (trc. ladunatK Sarkar], New Delhi 1986, s. 37, 40, 94, 96, 105, 117, 123, 125, 145, 164, 179, 206-207, 224, 233, 240, 255, 319-320; History pf India, IX, 175-177; Enver Konukça "Babur-lular", Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İstanbul 1989, IX, 509; VUİlliam Irvine, "Bahadır Şah 1", İA, I], 219-220; T. G. P. Spear, "Bahâdur Şlıâh I", £/2(İng.), 1,913-914.
Bil Ahmet Taşağıl 455
BAHADIR ŞAH H
Ebü'l-Muzaffer Sirâcüddîn Muhammed
Bahâdır Şâh b. Ekber Şâh
(ö. 1862)
Son Bâbürlü hükümdarı
(1837-1858).
L J
23 Ekim 1775'te doğdu. Babası II. Ekber Şah, annesi Racpût asıllı Lâl Bâî'dir. Babasının 1837'de ölümü üzerine tahta çıktı. Hükümdarlığı Hindistan'da İngiliz nüfuzunun iyice arttığı bir döneme rastlar. Bu bakımdan Bahadır Şah hükümdarlığı süresince İngilizler'in elinde bir kukla olarak kaldı. Hayatını başşehir Delhi'deki Kal'a-i Mu'allâ'da geçiren Bahadır Şah âdeta Doğu Hindistan Şirketi'n-den (East India Company) maaş alan bir emekli gibiydi, idarî hiçbir nüfuz ve otoritesi kalmamıştı. Onun bu dönemdeki yegâne faaliyeti şiir yazmak, kitap okumak ve Nizâmeddin Evliya, Kutbüddin Bahtiyar gibi bazı şeyhlerin türbelerini ziyaret etmekten ibaretti. Fakat daha sonra işgalcilerin sebep olduğu bazı olaylar yüzünden o da İngilizler'e karşı başlatılan mücadeleye katılmak zorunda kaldı.
Dostları ilə paylaş: |