Ağır Kayıplar verdiler



Yüklə 1,75 Mb.
səhifə14/40
tarix30.12.2018
ölçüsü1,75 Mb.
#88434
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   40

HU Ali Sapak

BAHÂ TEVFİK

(1884-1914)

II. Meşrutiyet devri materyalist fikir adamı ve yazarı.

İzmir'de doğdu. İlk ve orta öğrenimi­ni burada tamamladı; ardından İstan­bul'a giderek Mekteb-i Mülkiyye'yi bitir­di (1907). 11. Meşrutiyet'ten sonra kısa bir süre vilâyet maiyet memurluğu ile Meclis-İ A'yân kâtipliğinde çalıştı. Daha sonra ölümüne kadar Rehber-i İttihâd-ı Osmânî Mektebi'nde felsefe hocalığı yap­tı. Zamanında müdahale edilemeyen bir apandisit yüzünden genç yaşta öldü (15 Mayıs 1914). Mezarı Karacaahmet'tedir.

Yazı hayatına 1907 yılında İzmir ga­zetesinde başlayan Bahâ Tevfik, II. Meş­rutiyetin ilânını takip eden günlerde ba­sına getirilen serbestliğin de etkisiyle, 31 Mart Vak'ası'ndan sonra İstanbul'a gelerek gazeteciliğe başladı. 1910 yılın­da yakın arkadaşı Ahmed Nebil ile, genç­lerin fennî ve felsefî bilgilerini arttırmak ve bu şekilde "içtimaî ve ilmî bir inkılâ­bın esaslarını hazırlamak" maksadıyla Teceddüd-i İlmî ve Felsefî Kütüphanesi

' adlı yayınevini kurdu. Yayımladığı gaze­te, mecmua, telif ve tercüme eserlerle kısa zamanda dikkatleri üzerine çekti. 1913'te Türkiye'deki ilk felsefe dergile­rinden biri olan Felsefe Mecmuası'm çı­kardı. Bu dergide daha çok materyaliz­mi savunan yazılar yazdı. Bu anlayışın dışında kalan veya buna karşı çıkan dev­rin tanınmış yazar ve fikir adamlarını yazılarıyla tenkit etti.

Bahâ Tevfik bilhassa materyalizm an­layışını yayabilmek amacıyla cemiyette yerleşmiş inançlara, gelenek ve görenek­lere karşı âdeta savaş açarak pervasız yazıları ile aleyhtarlarını da arttırmıştır. İlm-i Ahlâk (İstanbul 1330) adlı kitabı yüzünden Ali Kemal'e, filozofluk iddia­sında bulunduğu için Rıza Tevfik'e çat­mış, Serâb (İstanbul 1325) adlı eserinden dolayı Mehmed Rauf'u hırpalayıp Râif Necdet'in fikir ve duygularına hücum et­mekten geri kalmamıştır. Maddeci anla­yışı tenkit eden eserler yazdığı için Şeh-benderzâde Ahmed Hilmi'ye, Türkçülük konusunda Ziya Gökalp'e. edebiyatın fay­dasız ve lüzumsuzluğu hususunda Ah­med Hâşim'e sataşmış, böylece bu isim­lerin şahsında materyalist görüşün red­dettiği bazı fikirleri yargılamak istemiş­tir. Bahâ Tevfik gayesine uiaşmak için bir yandan da materyalizmin hararetli savunucularından olan Ahmed Nebil ve Memduh Süleyman ile birlikte telif ve tercüme irili ufaklı birçok eser yayımla­mıştır.

Bahâ Tevfik'e göre felsefe geleceğin İlmidir. İlmin ve fennin geçerli olmadığı saha faraziye ve nazariye sahasıdır ki buna felsefe denir. Şu halde her zaman dünün felsefesi bugünün ilim ve fenni, yarının ilim ve fenni bugünün felsefesi­dir {Felsefe Mecmuası, 1326, sy. 1, s. 1). Ayrıca dinî olsun felsefî olsun eski ah­lâk anlayışının tamamen iflâs ettiğini, XX. yüzyılda ahlâkın "insanî" olması ge­rektiğini savunarak şu görüşleri ileri sür­müştür: Ahlâkın esasını ne semalarda ne de semavî kitaplarda aramak doğru­dur. Bu esas yine insanlardadır; onların hareketlerinde ve bu hareketin kaynağı olan fikir, hassasiyet, âdet, içgüdü gibi ruhî ve fizyolojik hadiselerin iyi idare-sindedir. Yani ahlâk, iyi olduğu kesinle­şen hareketlerin gerçekleşmesiyle uğ­raşır. Bahâ Tevfik'e göre affetme ve âli­cenaplık gibi insanî özellikler de boş şey­lerdir {Piyano, 1326, sy.2, s. 10);sanatve edebiyat zararlıdır [Tenkid, 1326, sy. 1, s. 2); vatan ve millet gibi kelimeler tan­tanalı sözlerden başka bir şey değildir.

Tenkide halkın zihninde tabu haline gel­miş şeyleri devirmekle girmeli ve tenkit mutlaka yıkıcı olmalıdır {Tenktd, i326, sy. 2, s. 5). Ona göre insanlık en son anar­şizme varacak ve orada ferdiyet bütün istiklâlini kazanacaktır.

Bahâ Tevfik bu fikirlerin gerçekleşme­si için immoralizmi (töre tanımazlık) for­müle etti ve daha çok bunun savunucu­su olarak tanındı. Bu görüşlerinde ken­disine rehber olarak aldığı Nietzsche hakkında da bir eser yazdı. Arkadaşları Ahmed Nebil, Subhi Edhem ve Memduh Süleyman'la birlikte yabancı dillerden tercümeler yaptı ve bu tercümelerde ka­sıtlı olarak tahrifatta bulundu. Tanzi­mat'tan beri Doğu'ya ve Batı'ya aynı de­recede bağlı olan Türk fikir adamları arasında ilk defa Bahâ Tevfik tek yönlü bilgisiyle bütün dikkatini Batı'ya çevirdi. Altı yedi yıla sığan yayın hayatında bir­çok kitap neşretti. Orta öğretim öğren­cilerine, halka, aydınlara ayrı ayrı hitap etti. Aynı zamanda kuvvetli bîr polemîk-çi olan Bahâ Tevfik çağdaşlarına radikal hareketi öğrettiği gibi çeşitli olaylar kar­şısında kişinin tek başına karar verme meselesinde de örnek oldu. Yaşadığı dö­nemde "materyalizm" sözünü bayrak-laştırmaktan çekinmedi. Felsefenin iki temel meselesi olarak kabul ettiği man­tık ve ahlâk üzerinde de Önemle durdu.

Bahâ Tevfik yazılarında ve eserlerin­de daha çok biyolojiye dayanan bir ma­teryalizmi savunmuştur. Türkiye'de Öte­den beri muteber olan düşünce anlayış­larına, dine, muhafazakârlığa, boş inanç­lara ve o dönemin ahlâkına karşı aldığı tavrı, yazdığı yazılar ve yaptığı tercüme­lerle açıkça ortaya koymuştur. Fert ve ahlâk, üzerinde en çok durduğu iki ko­nudur. Ferdiyetçiliğin temsilcisi olma­makla beraber kadının toplumdaki yeri ve eşitliği, evlilik ve aile kurumu, meta­fizik düşünce, boş inançlar, din, felsefe ve insan ilişkileri gibi konuları ele ala-

rak incelemiş ve bu konulan çeşitli açı­lardan tenkide tâbi tutmuştur. Türk fi­kir hayatında ona gelinceye kadar ate­izmi savunan, dine ve dince mukaddes sayıian şeylere karşı sistemli bir şekilde hücum eden çok az kimse vardır.

Bilhassa Ahmed Nebil ile birlikte ter­cüme ettiği materyalist Alman filozofu Ernest Haeckel'in Vahdet-i Mevcûd ve başka bir Alman materyalisti olan Lud-wig Büchner'in Madde ve Kuvvet adlı kitapları, pozitif ilimlerle uğraşan kim­seler ve özellikle üniversite öğrencile­ri arasında yaygın bir şekilde okunup önemli etkiler uyandırmıştır. Bahâ Tev-fik'in yaymaya çalıştığı görüşlerle Mad­de ve Kuvvet adlı kitaba ilk tepki İs­lamcı çevrelerden gelmiş, onun tanıtıp yaymaya çalıştığı "biyolojik materyalizm" şiddetle tenkit edilmiş ve savunduğu fi­kirlere karşı ilmî reddiyeler yazılmıştır. Bu reddiyelerden ilki, Harpûtîzâde Mus­tafa Efendi'nin Red ve İsbat (İstanbul 1330) adlı kitabıdır. Bu kitap Madde ve Kuvvetin 1. cildine yazılmış bir reddi­yedir. Burada materyalizm reddedilir­ken dayanılan deliller daha çok Büch­ner'in çelişkileri olmuş, bu çelişkiler ba­zı İslâm âlimlerinin fikirleriyle destek­lenmiştir. Diğer önemli reddiyeler ise İs­mail Ferid'in İbtâl-i Mezheb-i Maddiy-yûn (İzmir 1312], Şehbenderzâde Ahmed Hilmi'nin Maddiyyûn Meslek-i Dalâ­leti (İstanbul 1332) ve İsmail Fennî"nin Maddiyyûn Mezhebinin İzmihlali''dir (İstanbul 1928).

Bahâ Tevfik'in çıkardığı, çıkmasına yar­dımcı olduğu ve başyazarlığını yaptığı başlıca süreli yayınlar şunlardır: Hâle (İstanbul 1320], İzmir [İzmir 1323], Edeb Yâhû (İstanbul 1324), Kadın (Selanik 1324), 11 Temmuz 1324 (İzmir 1324], Eş­ref (İstanbul 1325), M usa vver Eşref (İs­tanbul 1325), Şehbal (İstanbul 1325), el-Ma'lûm (İstanbul 1326], Eşek (İstanbul 1326), Felsefe Mecmuası (İstanbul 1326], Karagöz (İstanbul 1326], Kibar (İstanbul 1326], Piyano (17. sayıdan sonra Düşü-nüyorum, İstanbul 1326), Tenkid (İstan­bul 1326), Yine O (İstanbul 1326], Yûhâ (İstanbul 1326), Âlem (İstanbul 1327], Yir­minci Asırda Zekâ (İstanbul 1328], Ze­kâ (İstanbul 1328), Çocuk Duygusu (İs­tanbul 1329].

Eserleri. Biraz Felsefe (AÜ DTCF, İsmail Saib Sencer Ktp., nr. 1/4907); Fransızca İştikak Lügati (Hasan Vasfi İle, [-II, İs­tanbul 1323-1325); Ba's ü Ba'del-mevt (Tolstoy'dan tercüme, İstanbul 1325); Ted-kîkât; Terâcim-i Ahvâl (İstanbul 1325); Hassâsiyât Bahsi ve Yeni Ahlâk (Ah-

med Nebil ile, İstanbul 1910); Karagöz Salnamesi (istanbul 1913); Felsefe-i Ede-biyyat ve Şair Celîs (İstanbul 1330); Muhtasar Felsefe (İstanbul 1331); Fel­sefe-i Ferd (İstanbul 1332); Teceddüd-i İlmî ve Edebî (İstanbul, ts..|; Feminizm-Aiem-i Nisvan (O. Lacquerre'den, İstan­bul, ts.)i Mantık (Robier'den, İstanbul, ts.h Vahdet-i Mevcûd: Bir Tabîiyyât Âliminin Dini (Ahmed Nebil ile E. Haec-kel'den, İstanbul, ts.); Madde ve Kuvvet (Ahmed Nebil ile L. Büchner'den, I-1I1, İs­tanbul, tsj; Târîh-i Felsefe (Ahmed Ne­bil ile A. Fouillee'den, I—II, istanbul, ts.); Psikoloji - İim-i Ahvâl-i Rûh (Ahmed Nebil ile, İstanbul, ts.); Nice, Hayatı ve Felsefesi (Ahmed NecHl ve Memduh Sü­leyman ile, İstanbul, ts.).-' ■

BİBLİYOGRAFYA:

Server İskit, Türkiye'de Matbuat Rejimleri, İstanbul 1939, s. 96, 97, 102; Bezmi Nusret Kaygusuz, Bir Roman Gİb'ı, İzmir 1955, s. 50-51 ; Hilmi Ziya Ülken. Türkiye'de Çağdaş Dü­şünce Tarihi, İstanbul 1966, s. 365-387; Süley­man Hayri Bolay, Türkiye'de Ruhçu ue Madde­ci Görüşün Mücadelesi, İstanbul 1967, s. 25-29, 47-88; Cemil Meriç Bu ülke, istanbul 1985, s. 105; Mehmet Ö. Alkan, "Düşünce Tarihimiz­de Önemli Bir İsim: Baha Tevfik", 7T, sy. 52 (1988), s. 43, 44, 47, 49; a.mlf.. "Türkiye'nin İlk Felsefe Dergisi: Felsefe Mecmuası", a.e., sy. 66 (1989), s. 49-56; Rıza Bağcı, "Baha Tev­fik Üzerine", a.e., sy. 62 (1989), s. 61, 63, 64; Nuri Akbayar, "Baha Tevfik", TDEA, !, 286-287; Ekrem Işın, "Osmanlı Materyalizmi", TCTA, 11, 368-370. m

m Abdullah Uçman

BAHA ZÜHEYR

(sü W )

Bahâüddîn Ebü'1-Faz! (Ebü'1-Alâ)



Züheyr b. Muhammed

b. Alî el-Mühellebî el-Atekî

(ö. 656/1258)

Eyyûbîler devrinin tanınmış Arap şairi ve divan kâtibi.

Aslen Mısır'ın Saîd bölgesindeki Kus şehrinden olup ailesinin hac münasebe­tiyle gittiği Mekke yakınındaki Nahle'de doğdu (581/1185-86). Emevî kumandan­larından Mühelleb b. Ebû Sufre'nin so­yundan geldiği için Mühellebî nisbesiyle de anılır. Ailesiyle birkaç yıl Mekke'de kaldıktan sonra birlikte memleketleri olan Yukarı Mısır'daki Kus'a döndüler. Bahâ, o devrin ilim merkezlerinden olan bu şehirde Kur'an, hadis ve edebiyat öğ­renimi gördü. İleride yakın arkadaşları arasında yer alacak olan Mısırlı şair ve edip İbn Matrûh'u burada tanıdı. İlk şiir­leri. Kus Valisi Mecdüddin b. İsmail el-Lamtîye yazdığı altı kasidedir. Bunun

453


üzerine valinin katibi oldu ve on yıl ka­dar bu görevde kaldı. Bu sırada Kahire'-ye giderek oraya yerleşti (1227). Eyyûbî sultanlarından et-Melikü'1-Adil. el-Meli-kü'l-Kâmil ve el-Melikü'1-Mes'ûd'a ka­sideler yazdı. Daha sonra el-Melikü'1-Kâ-mil'in oğlu el-Melikü's-Salih'in hizmeti­ne girdi i 1232). Onunla Yukarı Mezopo­tamya ve Suriye seferlerine katıldı, el-Melikü's-Sâlih Dımaşk'ı ele geçirince kâ­tibi sıfatıyla onunla birlikte Dımaşk'a git­ti. Melik, Nablus'ta askerlerinin ihaneti­ne uğrayarak el-Melikü'n-Nasır Dâvûd tarafından hapsedildiğinde Bahâ Züheyr hükümdara sadık kalarak başkasının hiz­metine girmeyi kabul etmedi. el-Meli-kü's-Sâlih hapisten kurtulup tekrar Mı­sır hükümdarı olunca şair onun maiye­tinde Kahire'ye döndü (1239!. Sadakati­nin bedeli olarak hükümdar onu Dîvân-ı İnşâ'nın başına getirerek kendisine ih­sanlarda bulundu. Şairin İbn Hallikân'la tanışması ve dostluğu bu tarihe rastla­maktadır. Bahâ Züheyr 1247'de el-Me-likü'n-Nâsır'a elçi olarak gönderildi, el-Melikü'n-Nâsır'a gönderilen bir mektup hususundaki dikkatsizliği yüzünden gö­revinden uzaklaştırıldı. el-Meiikü's-Sâ-lih'in ölümünden sonra Suriye'ye gide­rek en güzel kasidelerinden birini Şam Hükümdarı el-Melikü'n-Nâsır'a sundu; ancak umduğu ilgiyi göremeyince tek­rar Kahire'ye döndü ve son yıllarını mün­zevi olarak burada geçirdi. Kahire'de çı­kan bir salgın hastalığa yakalanarak 4 Zilkade 656 (2 Kasım 1258) tarihinde ve­fat etti ve İmam Şafiî'nin türbesinin bu­lunduğu yere defnedildi.

Bahâ Züheyr üstün şahsiyeti, güzel ah­lâkı, ibadete düşkünlüğü ve bulunduğu makamda insanlara iyilik yapmasıyla ta­nınmıştır. İbn Hallikân onun sehl-i müm-teni* derecesinde güzel ve mükemmel şiirleri olduğunu söylemektedir. Sami­miyet ve zarafeti âdeta sanatına da yan­sımıştı. Klasik Arap kasidesi kalıbını dai­ma sultanların ve önemli şahısların met­hinde kullanmıştır. Onun sanattaki kud­retini, daha ziyade bestelenmiş oian çok sayıdaki kısa kasidelerinde ve yine bazı lugazlan (bilmece) ihtiva eden mizahî ka­sidelerinde aramak gerekir. Ayrıca keli­me, vezin ve kafiye seçmedeki titizliği, şiirinde ritim ve ahenk açısından mü­kemmelliği sağlamıştır. Onun eski şiirin kayıtlarından âzâde serbest şiiri, bu yö­nüyle eski şairlerinkinden üstündür. Şi­irlerinde sık sık işlediği temalardan bi­ri de vatan sevgisidir. Bu sebeple Âmid'-deki ikametini ömründen kaybedilmiş günler olarak daima nefretle anar (bk.

454

GAL SuppL, I, 465). Şiirindeki bu özellik her Mısırlı'nın kalbinde devamlı bir yan­kı bulur. Onun şiirlerinin birçoğu halkın dilinde zaman zaman darbımesel olarak kullanılır. Bazıları da latife türünden şiir­lerdir.



Yaşadığı dönemde büyük bir şöhrete sahip olan şairin divanının yazma nüsha­ları çeşitli kütüphanelerde bulunmakta­dır. Eser ilk defa taş basması olarak ya­yımlanmıştır (Kahire i 277). Daha sonra da çeşitli baskıları yapılmıştır (Kahire 1278, 1297, 1300, 1305, 1311, 1314, 1322, 1934, 1354/1935; Beyrut 1964 ve Matba-atü'l-umûmiyye, ts.). Muhammed Ebü'l-Fazl İbrahim ile Muhammed Tâhir el-CüblâvI, divanın muhtelif yazmalarına da­yanarak Kahire'de (1977) yeni bir neşri­ni yapmışlardır. Ayrıca divanının Palmer tarafından İngilizce'ye manzum bir ter­cümesi yapılmış olup bazı şerhlerle 1876 yılında iki cilt halinde Cambridge'de ya­yımlanmıştır.

Şairin hayatına dair Ahmed SSib'in el-Baha" Züheyr: Târîhuhû ve mülehuh (İskenderiye 1926), Mustafa es-Sekkâ'nın Tercemetü Bahâ' Züheyr (Kahire 1347/ 1929), Mustafa Abdürrâzık'ın el-Bahâ^ Züheyr (Kahire 1928, 1935), Abdülfettah Şelebfnin el-Bahâ3 Züheyr (Kahire 1960] adlı çalışmaları neşredilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Hallikân, Vefeyât, II, 332-338; İbn Tağrî-berdî, en-Nücûmii'2-zâhire, V, 324-325; VII, 62; Taşköprizâde. Meuzûâlü'iulûm, I, 277-278; İb-nü'1-İmâd, Sezerdi, V, 276-277; C. Zeydan. Âdâb, III, 18-19; Serkls, Mu'cem, I, 596; Brockelmann, GAL, I, 307-308; Suppi., I, 465-466; Ziriklî, el-Aclâm, III, 88; Kehhâle. Mu'cemü'l-mü.' eltifîn, !, 187; Ömer Ferrûh, TSrîhu'l-edeb, ili, 587-590; Şevki Dayf, Târîljul-edeb, VI, 278-286; Abdülfettah Selebî, el-Bahâ' Züheyr, Kahire 1960; Saîde Muhammed Ramazan, "İzâfât calâ dîvâni Bahâ'iddîn Züheyr", Mecettetü'l-Baiy şi'l-'ilmî oe't.-t.ürâsi'1-hlS.mt, VI, Mekke 1401/ İ 981, s. 211-221; J. Rikabİ, "Bahâ' al-DinZu-hayr", E/2(İng.), I, 912-913.

lüffij Hüseyin Elmalılı

BAHADIR


Altay dillerinde "yiğit, kahraman, cengâver" anlamında

kullanılan bir İsim ve unvan.

L J

Moğolca'da bagatur veya ba'atur; Fars­ça ve Urdu dilinde bahâdır; Çağatay, Kır­gız, Kazak ve Başkırt lehçelerinde bâtur, batır, matur; Çuvaşça'da pattar, Uygur­ca'da patır şeklinde geçmektedir. Kal-muklar kelimeyi bâtr biçiminde telaffuz ederler. Macarca'da bator (XI. yüzyıl) ola­rak görülen bu kelime Anadolu Türkçe-



si'nde "yiğit" mânasında bahadır şeklin­de kullanılmaktadır.

Kelimenin aslının nereden geldiği ke­sin olarak belli değilse de Türkçe ve Mo­ğolca'da birlikte kullanıldığı görülmekte­dir. Pelliot kelimenin Türkler'e Avarlar'dan geçtiğini ileri sürerken A. Stein'in Tun-Huang'dan getirdiği Orhun alfabesiyle ya­zılı bir parçada da bu isme rastlanmıştır.

Çin tarihinde unvan olarak Vll. yüzyıl­da mo-ho-to şeklinde görülen bu keli­meye 927'de Proto Bulgarlar'da aloboga-tur biçiminde rastlanır. Marguart'a gö­re Alobogatur adlı reis Alp Bagatur'dan başkası değildir. Kelime Moğolca'dan Rusça'ya bagatur, buradan da Leh dili­ne bahatır şeklin'de geçmiştir.

Moğol Hükümdarı Cengiz Han'ın mai­yetinde bahadır unvanını taşıyan bir seç­me kahraman grubunun varlığı bilinmek­tedir. Bahadırı resmî unvan olarak kul­lanan ilk hükümdar ilhanlı Ebû Saîd Ba­hadır Han'dır. Ebû Saîd, Moğol emîrleri-nin çıkardığı büyük bir isyanı bizzat sa­vaşarak bastırdığı için bu unvanı almış ve daha sonraki bütün resmî vesikalar­da Bahadır unvanıyla zikredilmiştir. Cen­giz geleneklerini sürdüren Ceiâyirliler, Timurlular, Kara koyunlular, Akkoyunlu-lar, Safevîler, Bâbürlüier ve Hindistan'da hüküm süren diğer Türk devletleri İle Hâ-rizm, Mâverâünnehir, Doğu Türkistan'da­ki çeşitli Türk hanedanları ve Moğol kül­türünün etkisinde kalan Memlüklü emîr-leri de bahadır unvanını kullanmışlardır. Kazak- Kırgızlar'da son zamanlara ka­dar bu kelime unvan olarak batır şeklin­de geçmiştir. Anadolu Türkleri'nde ise bu kelimeye unvan olarak değil sadece şahıs adı olarak rastlanmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

M. Quatremâre. Hlstoire des Mongols de la. Perse, Paris 1836, s. 307 vd.; J. Marquart, Os-teuropaische und Ostasialische Streifzüge, Leip-zig 1903, s. 150; B. Y. Vladimirtsov, Moğolların İçtimaî Teşkilâtı (trc. Abdülkadir İnan), Ankara 1944 — 2. bs. Ankara 1987, s. 114, 124, 145, 201; Doerfer, TMEN, II, 366-377; Râsanen, Ver-such, s. 55, 65; V. Thomsen. "Dr. M. A. Stein's manuseripts in Turkish "Rurıic" seript frora Miran and Tun-Huang", JRAS, İV (1912), s. 181-227; M. Fuad Köprülü, "Bahadır", M, II, 216-219; D. Sinor. "Bahâdur", E!2 (İng.), 1,913.

W Orhan F. Köprülü

BAHADIR HAN, Ebû Said

(bk. EBÛ SAİD BAHADIR HAN).

L J


BAHADIR HAN, Haydar Ali

(bk. HAYDAR ALİ HAN).

BAHADIR ŞAH

Ahmednagar ve Devletâbâd'da

hüküm süren Nizamşâhîler hanedanının

onuncu hükümdarı



BAHADIR ŞAH I

Ebû Nasr Kutbüddîn

Muhammed Muazzam Şâh Âlem

Bahâdır Şâh b. Evrengzîb

(ö. 1124/1712)

Bâbürlü hükümdarı (1707-1712).

L J


14 Ekim 1643'te Dekken'e bağlı Bur-hânpûr'da doğdu. Babası Bâbürlü Hü­kümdarı Evrengzîb, annesi ise Râcâ Râ-cû'nun kızı Rahmetünnisâ Nevâb-Baî'dir. Babası eğitimiyle yakından ilgilendi. Çe­şitli ilim dallarında bilgi edindi ve özel­likle harp sanatını öğrendi. Bu arada Kur'ân-ı Kerîm'i de ezberledi.

Küçük yaşta devlet işlerinde önemli görevler alan Bahadır Şah. 1663'ten iti­baren Bîcâpür Krallığı'na karşı düzenle­nen sefere katıldı. Bu arada kardeşi Ek-ber'in Ecmîr civarında çıkardığı isyanın bastırılmasına yardım etti. 1683'te Goa üzerine yürüdü. Daha sonra emrindeki ordu ile Konkan'daki Maratalar ve Gol-konda ülkesine yapılan seferlere katıldı (1685-1686). Fakat bu sırada Goikonda Kutubşâhî Hükümdarı Ebü'l-Hasan ile gizlice iş birliği yapmasından şüphele­nilerek oğuliarı Muizzüddin ve Azîmüş-şan'la birlikte hapse atıldı (4 Mart 1687).

Yedi yıl sonra serbest bırakılan Baha­dır Şah Agra valiliğine (sûbedâr) getirildi. 1699'da Kabil valisi tayin edildi ve ba­basının ölümüne kadar bu görevde kal­dı. Babasının 22 Mart 1707'de ölümü üzerine hemen Bâbürlü tahtı için hare­kete geçti. Babası ölümünden önce Ba­hadır Şah'ı veliaht tayin etmiş, kardeş­lerinden Muhammed Âzam'ı Malva. Gu-cerât ve Kuzey Dekken, Kâm Bahş'ı da Bîcâpûr ve Haydarâbâd valiliğine geti­rerek ağabeyleri Bahadır Şah'a tâbi ol­malarını istemişti. Ancak Evrengzîb'in ölümü üzerine her biri hükümdarlığını ilân etti. Bahadır Şah Âzam Şah'a mek­tup yazarak babasının vasiyetini hatır­lattı ve tahtta hak iddia etmekten vaz­geçmesini istedi. Fakat Âzam Şah bu sözlere öfkelenerek kardeşinin üzerine yürüdü, İki kardeş Agra'nın güneyinde Sarây-ı Câcev denilen yerde karşı kar-

şıya geldi. Yapılan savaşta Âzam Şah ye­nildi ve oğlu Bîdâr Baht ile birlikte savaş meydanında öldürüldü (18 Haziran 1707).

Bahadır Şah'ın hükümdarlığının ilk yıl­ları karışıklık içinde geçti. Nitekim Rac-pûtlar'a karşı sefere hazırlandığı sırada diğer kardeşi Kâm Bahş'ın isyanı üzeri­ne bu seferden vazgeçerek onunla sa­vaşmak zorunda kaldı. 13 Ocak 1709'da Haydarâbâd yakınlarında meydana ge­len savaşta kardeşi Kâm Bahş yaralı ola­rak esir alındı ve bir süre sonra öldü. or­dusu da dağıldı.

Kardeşlerini bertaraf ettikten sonra Racpûtlar, Maratalar ve Sihler'le uğraş­tı. Racpûtlar babası Evrengzîb zamanın­da hiçbir olaya karışmamışlardı. Fakat onun ölümü ve taht kavgalarının başla­ması üzerine derhal isyana teşebbüs et­tiler. Bunun üzerine oğlu Azîmüşşan ile kumandanlarından Mün'im Han'ı gönde­rip bu isyanı bastırdı. Racpûtlar daha sonra haraç tesbiti için gönderilen kâ-dılkudâta karşı yeniden isyan ettiler ve Ecmîr Kalesi mustahfızını öldürdüler. Bahadır Şah süratle üzerlerine yürüyün­ce yine af dilediler.

Maratalar da Evrengzîb döneminde iyi­ce sindirilmiş oldukları için ses çıkaramı-yorlardı. Taht kavgaları sırasında Maha-rashtra'ya yerleşmek üzere izin istedi­ler. Zülfikar Han'ın tavsiyesiyle Marata-lar'dan Şivâcî'nin torunu Şâhû, Kokan'a mansabdâr* tayin ediidi. Ancak bu bü­yük bir hata oldu ve giderek güçlenen Maratalar müslümanlara ait birçok yeri işgal ederek ayaklandılar.

Bahadır Şah'ın en uzun seferi, Sihler'in lideri Bendâ'ya karşı tertip edileniydi. Sihler'in son gurusu (dinî lider) Govind Singh, Bahadır Şah devrinde Bâbürlü or­dusunda mansabdâr olarak görev almış ve taht kavgaları sırasında da onu des­teklemişti. Govind Singh'in fanatik bir Afgan tarafından öldürülmesi (1708] üze­rine ona halef olan Bendâ, Pencap'ta kendisinin Govind Singh olduğunu ve yeniden dünyaya geldiğini ilân ederek etrafına büyük bir kütleyi toplamayı ba­şardı. Delhi'nin 25 mil kuzeyindeki So-nepafta kazandığı başarıdan cesaret alarak Hindistan'ın kuzeyinde hâkimi­yet kurmak için 40.000 kişiyle yola çık­tı. Sadhaura ve Sirhind'i işgal edip bü­tün müslümanlan öldürdü. Bunun üze­rine Bahadır Şah bizzat sefere çıktı. Sih-ler 4 Aralık 1710'da Sadhaura'yı boşaltıp müstahkem Lohgarh şehrine çekildiler. Bahadır Şah Lohgarh'ı ele geçirdiyse de Bendâ'yı yakalayamadı. Ocak 1711 'de

Sirhind'i de zapteden Bahadır Sah daha sonra Lahor'a döndü ve 20 Muharrem 1124'te (28 Şubat 1712) orada öldü. Ölü­mü, üzerine dört oğlu Muizzüddin Cihan-dar Şah, Azîmüşşan, Refîüşşan ve Cihan Şah arasında taht mücadelesi başladı; sonunda Muizzüddin Cihandar Şah Bâ­bürlü tahtına geçmeyi başardı.

Bahadır Şah yaklaşık beş yıl süren sal­tanatı döneminde devletin bütünlüğü­nü korumayı büyük ölçüde başarmış ve hâkimiyet sahasını Kabil'den Dekken'in en uzak-.noktalarına kadar genişletmiş­tir. Onun ölümünden sonra taht kavga­ları, iç isyanlar ve dışarıdan yapılan mü-dahaieler sonucunda Bâbürlü Devleti tam bir karışıklık içine düşmüştür. Ba­hadır Şah âdil, merhametli, cesur, cö­mert ve nazik bir hükümdardı, fakat iyi bir devlet adamı değildi. Şiî olduğu için cuma ve bayram hutbelerinde Hz. Ali'nin vasî olarak zikredilmesini istedi. Bu Sün­nîler arasında büyük tepkilere yol açtı. Bunun üzerine Sünnî âlimleri toplaya­rak Hz. Ali'nin bizzat Hz. Peygamber ta­rafından halife tayin edildiğine dair ri­vayetleri okuyup onları ikna etmeye uğ­raştı. Fakat halkın tepkisinin giderek arttığını ve oğlu Azîmüşşan'ın da onlar­la birlikte hareket ettiğini görünce bu kararından vazgeçti.

Bahadır Şah ilme meraklı bir hüküm­dardı. Gâziddin ve Han Fîrûz Ceng med­reseleri onun zamanında kurulmuştur.

BİBLİYOGRAFYA:

Abdülhay el-Hasenî, Nüzhetü'l-havâtır, VI, 103-104; Bayur. Hindistan Tarihi, II, 326-328; Ahmed Mahmûd es-Sâdâtî, Târlhu'l-müslimîn fî şlbhl'l-karreü'l-Hlndlyye ve hadâretühüm. Kahire 1957, II, 178, 202-205; 3. M. İkram. Müs­lim CiüilizaUon in India, ISew York 1969, s. 195-197, 242-243, 254-255; Jadunath Sarkar, A Short History ofAumngzib, Mew Delhi 1979, s. 171. 181-182, 184-185, 220, 228, 232, 249-253; Bosworth. İslâm Devletleri Tarihi, s. 260, 264; Abdülmün'im en-Nemr, TSrthu'l-İslâm fi'l-Hind, Beyrut 1981, s. 368-375; Mujeeb Ashraf. Müslim Attîtudes tou>ards Brillsh Rule and Western Culture in India, Delhi 1982, s. 250; Ashvini Agrawal, Siudies in Mughal History, Delhi 1983, s. 20, 22, 97, 192-194; Mehmet Saray, Türkistan Türkleri, Rus ve Çin İdaresin­de Yaşayan Türklerin Millî Mücadele Tarihle­ri, istanbul 1984, s. 80; Erdoğan MerçİI, Müs-lüman-Türk Deuletleri Tarihi, İstanbul 1985, s. 353; Saqi Musfad Khan, Maâsir-i 'Âlamgiri (trc. ladunatK Sarkar], New Delhi 1986, s. 37, 40, 94, 96, 105, 117, 123, 125, 145, 164, 179, 206-207, 224, 233, 240, 255, 319-320; History pf India, IX, 175-177; Enver Konukça "Babur-lular", Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Ta­rihi, İstanbul 1989, IX, 509; VUİlliam Irvine, "Ba­hadır Şah 1", İA, I], 219-220; T. G. P. Spear, "Bahâdur Şlıâh I", £/2(İng.), 1,913-914.

Bil Ahmet Taşağıl 455

BAHADIR ŞAH H

Ebü'l-Muzaffer Sirâcüddîn Muhammed

Bahâdır Şâh b. Ekber Şâh

(ö. 1862)

Son Bâbürlü hükümdarı

(1837-1858).

L J

23 Ekim 1775'te doğdu. Babası II. Ek­ber Şah, annesi Racpût asıllı Lâl Bâî'dir. Babasının 1837'de ölümü üzerine tahta çıktı. Hükümdarlığı Hindistan'da İngiliz nüfuzunun iyice arttığı bir döneme rast­lar. Bu bakımdan Bahadır Şah hüküm­darlığı süresince İngilizler'in elinde bir kukla olarak kaldı. Hayatını başşehir Del­hi'deki Kal'a-i Mu'allâ'da geçiren Baha­dır Şah âdeta Doğu Hindistan Şirketi'n-den (East India Company) maaş alan bir emekli gibiydi, idarî hiçbir nüfuz ve oto­ritesi kalmamıştı. Onun bu dönemdeki yegâne faaliyeti şiir yazmak, kitap oku­mak ve Nizâmeddin Evliya, Kutbüddin Bahtiyar gibi bazı şeyhlerin türbelerini ziyaret etmekten ibaretti. Fakat daha sonra işgalcilerin sebep olduğu bazı olay­lar yüzünden o da İngilizler'e karşı başla­tılan mücadeleye katılmak zorunda kaldı.


Yüklə 1,75 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin