Ağır Kayıplar verdiler



Yüklə 1,75 Mb.
səhifə20/40
tarix30.12.2018
ölçüsü1,75 Mb.
#88434
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   40

İmam Buhârî'nin Hârtenk'teki kabrini sık sık ziyaret edip türbesini tamir etti­ren, içini örtü ve kandillerle süslettiren Bâharzî, 25 Zilkade 659'da (21 Ekim 1261) Fethâbâd'daki hankahında vefat

etti. Ardında büyük bir servet, çok sayı­da mürid ve halife bıraktı.

Bâharzî'nin Fethâbâd'daki kabri ve tek­kesi uzun müddet halkın ve devlet adam­larının ziyaret ettikleri bir yer olmuştur. İbn Battüta VII. (XIII.) yüzyılın ilk yarı­sında burayı ziyaret ettiği zaman han-kah Bâharzî'nin torunu Şeyh Yahya ta­rafından idare edilmekteydi. Yahya İbn Battüta'yi evinde ağırlamıştı; şehrin ileri gelenleri burada toplanmış, vaazlar ve­rilmiş, hafızlar tarafından Kur'an tilâvet edilmiş, makamla Farsça ve Türkçe şi­irler okunmuştu. İbn Battüta hankahın zengin vakıfları bulunduğunu özellikle belirtir. Bu tekke son asırlarda Tara si-ku'1-haka^ik müellifi Mâ'sûm Ali Şah tarafından da ziyaret edilmiştir. Bâhar-zfnin tekkesiyle ilgili vakfiye yayımlan­mıştır (bk. Teheschevitch, O. D. Bukhskİye Dokumenti XIV. veka, Tashkent 1956).

Eserleri. Aynı zamanda şair olan Bâ­harzî'nin Arapça ve Farsça eserlerinin başlıcaları şunlardır: l. Şerhu esmâ^i'î-hüsnâ (Süieyınaniye Ktp., Fâtih, nr. 5341). 2. Risale der cIşk (nşr. îrec Afşar, Mecel­le-i Dânişkede-i Edebiyyât, VIII/4, Tahran 1340 hş., s. 11-24). 3. Ruba ciyyât. Bâhar­zî'nin rubâîleri Ömer Hayyâm, Ebû Saîd-i Ebü'1-Hayr ve Baba Efdal'in rubaileriyle karıştırılmıştır. Elli tanesi Hudâbahş ta­rafından yayımlanan {ZDMG, LIX [19051, s. 345-354), bu rubailerin sayısını daha sonra Said Nefîsî doksana çıkarmıştır {Mecelle-i Dânişkede-i Edebiyyât, U/4, Tahran 1334 hş., s. 1-151. 4. Veköyi'u'l-halveiibk. Brockelmann, I, 810). 5. Veşd-yâ. Bâharzî'nin vasiyetnamesi îrec Af­şar tarafından yayımlanmıştır {Ferheng-i Imn-zemîn, XX/l-2, Tahran 1353 hş., s. 316-323). 6. Rûznûme. Torunu Yahya'nın anlattığına göre Bâharzî'nin karşılaştı­ğı önemli hadiseleri günü gününe kay­dettiği bu eser bugün mevcut değildir. Evradı (Şehid Ali Paşa, nr. 1384/6) ile Sa'deddîn-i Hammûye'ye yazdığı bir mek­tup (Bağdatlı Vehbi, nr. 2023/ 11, vr. 80-82) Süleymaniye Kütüphanesi'ndedir.

Bâharzfnin soyundan gelenler uzun sü­re Fethâbâd'daki hankahın ve medrese­nin idaresini üstlenmişlerdir. Bunların içinde meşhur olanlardan bazıları şun­lardır: Büyük oğlu Celâleddin Muham-med (ö. 661/1263). Ortanca oğlu Burhâ­neddin Ahmed (ö. 696/1297) Şeyhzâde-i Saîd diye tanınır. Terken Hatun'un ricası üzerine Kirman'a gönderilmiştir. Üçüncü oğlu Muzhirüddin Mutahhar Konya'ya giderek Mevlânâ ile görüşmüştür (Eflâkî, s. 273). Mezârût'i Kirman {Tezkiretü'l-euliyâ') adlı eserin müellifi Şaîd-i Mih-

rabı, Burhâneddin Ahmed'in soyundan-dır. Burhâneddin Ahmed'in oğlu Ebü'l-Mefâhir Yahya (ö. 736/1335) Evrûdü'l-ahbâb ve fu.şûşü'1-âdâb isimli eseriyle tanınır.

BİBLİYOGRAFYA:

Bâharzî, Eurâdül-ahbâb ue'l-fusûsi'l-âdâb (nşr. îrec Afşar), Tahran 1358 hş., naşirin mu­kaddimesi, s. 3-39; Ebü'n-Necîb es-Sührever-dî, Adâbü'l-mürîdtn (nşr. Necîb Mâyil Herevî), Tahran 1404, naşirin mukaddimesi, s. 29; Nec­meddîn-i Kübrâ, Die FaLüa'ih al-Gamâl wa-FaıuaLih al-Galâi {nşr. Fritz Meier), Wiesbaden 1957, s. 42; Zehebî, A'tâmü'n-nübelâ', XXIII. 363-370; Jvtüstevfî. Târîh-Î Güzîde (Browne), s. 791; Eflâkî, Menâkıbü'l-'âriftn (Yazıcı), s. 273; Safedî, el-Vâfî, XV, 262; Camı. Nefehât, s. 430; Hândmîr, Habîbü's-siyer, III, 36, 61, 64; Emîn Ahmed-i Râzî, Heft İklîm (nşr. Cevâd Fâ­zıl), Tahran 1341/1962,'-s. 165; İbnü'l-İmâd, Şezerât, V, 298; Zeynelâbidîn-i Sirvânî. Riya-zü's-seyâha, Tahran 1341 hş., s. 151; Rızâ kulı Han Hidâyet, Tezkire-i Riyâzü'l-'ârifln, Tahran 1305 hş., s. 85; a.mlf.. Mecma'u'l-fuşahâ', I, 244; Brockelmann, GAL Supp!., 1, 810; Ma'sum Ali Şah. Tarâ'ik, II, 342; Abdülhüseyin Zerrin-kûb, Cüsfücü der Tasauuuf-i hân, Tahran 1367 hş., s. 108-111; Köprülü, İlk Mutasaumftar (An­kara 1976, 3. bs.]r s. 29-30; Hidayat Hosain, "Saif-ud-Din Bakharzi and His Ruba'İyat", İC, I (1927], s. 165-188; Saîd Nefîsî. "Seyfüd-dîn-i Bâharzî", Mecelle-i Dânişkede-i Edebiy­yât, II/4, Tahran 1334 hş., s. 1 -15; Ahmed Ateş, "Seyfeddin Bâherzî", İA, X, 534-536; DMF, 1/2,

Süleyman Uludağ

s. 1459. [11

lifti

BÂHABZİYYE



Kübreviyye tarikatının Seyfeddin Saîd b. Mutahhar'a

(ö. 659/1261)

nisbet edilen kollarından biri (bk. BAHARZİ, Seyfeddİn).

BAHAüLLAH, Mirza Hüseyin Ali

Mirza Ali Muhammed-i Şîrâzî

tarafından kurulan Bâbîlîği

Bahaîlik adıyla devanı ettiren

Mirza Hüseyin Ali Nuri'nin lakabı

, (bk. BAHAÎLİK).

BAHÂÜDDEVLE

Bahâüddevle ve Ziyaülm ille

Ebû Nasr Fîrûz Hârşâz b. Adudiddevle

(ö. 403/1012)

Büveyhî hükümdarı (989-1012).

Adudüddevle'nin Samsâmüddevle Mer-zübân ve Şerefüddevle'den sonra üçüncü oğludur. Babasının ölümü üzerine (372/ 983) ağabeyi Samsâmüddevle emîrü'l-

475


ümerâ oldu. Ancak kardeşi Şerefüddev-le onun emirliğini tanımadı. Bahâüd-devle'nin de katılmasıyla Adudüddev-le'nin oğullan arasında büyük bir mü­cadele başladı. Sonunda mücadeleyi Şe~ refüddevle kazandı ve Samsâmüddev-le hapsedildi (376/987). Şerefüddevle ölünce yerine veliaht tayin ettiği Bahâ-üddevle genç yaşta Bağdat'ta Büveyhî tahtına oturdu (2 Cemâziyelâlıir 379/ 7 Eylül 989). Abbasî Halifesi Tâi'-Lillâh ona Bahâüddevle ve Ziyâülmille lakabını verdi.

Bahâüddevle ilk olarak yeğeni Ebû Ali b. Şerefüddevle'yi ortadan kaldırdı. Da­ha sonra da ağabeyi Samsâmüddevle ve amcası Fahrüddevle ile uğraşmak zo­runda kaldı. 379 (989) yılında hapisten kaçtıktan sonra Fars, Kirman ve Hûzis-tan bölgelerine hâkim olan Samsâmüd­devle Şiraz'ı merkez yapmıştı. Bahâüd­devle, Samsâmüddevle üzerine gönder­diği ordunun mağlûp olduğunu görün­ce onu kendisiyle aynı seviyede bir hü­kümdar olarak kabul etmek zorunda kaldı. Ahvaz'ı ele geçirmiş olan Fahrüd­devle ise Bahâüddevle'nin gönderdiği ordu karşısında bu şehri terketti.

Bahâüddevle'nin isteği üzerine Halife Tâi'-üllâh hilâfet makamından indirildi (19 Receb 381/1 Ekim 991) ve yerine ye­ğeni Kadir-Billâh geçti. Yeni halife Ba­hâüddevle'nin kızıyla nikahlandı, ancak gelin Kadir- Billâh'ın evine gitmeden öl­dü. Buna rağmen halife Bahâüddevle'ye "şehinşah" gibi büyük unvanlar verdi. Bahâüddevle daha sonra Bağdat'taki Sünnîler'le Şiîler ve Büveyhî ordusunda-ki Türkler'le Deylemliler arasındaki iç mücadeleyle meşgul oldu. Bunu fırsat bilen Samsâmüddevle Hûzistan'a hâkim oldu (383/993), ancak ertesi yıl Bahâüd­devle'nin Türk emîri Togan kumanda­sında gönderdiği birlik Samsâmüddev-le'nin kuvvetlerini yenerek Ahvaz ve Vâ-sıt'ı ele geçirdi. Mücadeleye devam eden Samsâmüddevle bu defa önce Ahvaz'a, ertesi yıl da Basra'ya hâkim oldu (386/ 996). Bahâüddevle, Batîha hâkimi Mü-hezzibüddevle Ali ve Bedr b. Hasanveyh ile bir ittifak yaptı. Bu ittifaktan sonra Samsâmüddevle'ye karşı birkaç defa sa­vaştı. İki kardeş arasındaki mücadele Samsâmüddevle'nin İsfahan yakınında öldürülmesiyle sona erdi (388/998). Sam-sâmüddevle'nin kumandanı Ebû Ali el-Hürmüz ve Deylemli askerleri Bahâüd­devle'nin safına geçtiler. Böylece Bahâüd­devle Fars, Hûzistan, Kirman ve Uman'ın tek hâkimi oldu. Amcası Fahrücldevle'-

476


nin öiümü üzerine halefleri Mecdüddev-le Rüstem ile Şemsüddevle Ebû Tâhir de Bahâüddevle'ye tâbi oldular (400/ 1009-10).

Bahâüddevle bundan sonra başşehri­ni Şiraz'a nakletti ve bir daha Bağdat'a dönmedi. Saffârîler'den Tâhir b. Halef tarafından Kirman bölgesinin kısa bir müddet işgali dışında İran toprakların­da genellikle barış hâkim oldu. Ayrıca Bahâüddevle doğudan yaklaşan büyük tehlikeyi görmüş, Gazneli Sultan Man-mud karşısında tutunamayacağını anla­yarak hediyeler ve elçiler gönderip bu Türk sultanı ile dostluk kurmuştur.

Bağdat'ın terkedilmesi Irak'ta otori­tenin zayıflamasına sebep oldu. Irak'taki mahallî Arap emirlikleri, özellikle Ukay-lîler, Mezyedîler ve Hamdânîler Büvey-hîler aleyhinde nüfuz sahalarını genişlet­me imkânı buldular. Bahâüddevle onlar­la mücadele etmek zorunda kaldı. Ukaylî Hükümdarı Ebü'z-Zevvâd Muhammed'e karşı Ebû Ca'fer Haccâc kumandasın­da bir ordu göndermesine rağmen onun nüfuzunu tam anlamıyla yok edemedi. Ebü'z-Zevvâd "in ölümünden sonra Ukay-lîler arasındaki taht mücadelesini ka­zanan yeğeni Kırvâş b. Mukalled Bahâ­üddevle'ye karşı başarılı bir mücadele verdi.

Öte yandan ülkenin güneyinde ortaya çıkan Ebü'l-Abbâs b. Vâsıl adlı bir âsi önce Basra'yı, sonra da Ahvaz'ı ele ge­çirdi (395/1004-1005). Ertesi yıl Bedr b. Hasanveyh ile Ebû Ca'fer Haccâc bir ittifak oluşturarak Bağdat'ı kuşattılar. Ancak bu sırada İbn Vâsıl'ın esir alınıp idam edilmesiyle kuşatma kaldırıldı ve kuşatmaya katılan emîrlerie barış yapıl­dı (397/1006-1007). Bahâüddevle daha sonra Irak'taki mahallî emirliklerle de barış yaptı. Onun Bağdat'a vali tayin et­tiği Fahrülmülk Muhammed b. Ali Ukay-lîler'i mağlûp etti; bedevî Hafâce kabi­lesi mensuplarını sürdü ve Bedr b. Ha-sanveyh'in öldürülmesinden sonra böl­gede Büveyhî otoritesini sağladı [405/ 1014-15). Bu arada Bahâüddevle 5 Ce-mâziyelâhir 403'te (22 Aralık 1012) Erre-cân'da kırk iki yaşında öldü. Naaşı Ne-cefte Hz. Ali'nin türbesinin yanına gö­müldü. Yerine ölümünden kısa bir süre önce veliaht tayin ettiği Sultânüddevle Ebû Şücâ' emîr ilân edildi.

Kaynaklardaki bilgiler Bahâüddevle'­nin şahsiyeti hakkında kesin bir hük­me varmak için yeterli değildir. Ancak çevresindekilere karşı gaddar davrandı­ğı ve cimri olduğu söylenebilir. İmar ve

kültür faaliyetleri hakkında da fazla bir şey bilinmemektedir. Zaten saltanatı­nın birinci kısmı büyük ölçüde savaşlar­la geçtiği için buna imkân bulamamış­tır. Tarihçi ve düşünür İbn Miskeveyh onun zamanında Büveyhî idaresinde kâ­tip olarak çalıştı. Veziri Ebû Nasr Şâpur b. Erdeşîr de çevresinde önemli edebî şahsiyetlerin toplandığı bir devlet ada­mı idi. Bahâüddevle devrinin dikkati çe­ken bir yönü de Türk askerlerin Bağ­dat'ta Deylemliler'e karşı üstünlüğü ele geçirmeleri idi.

BİBLİYOGRAFYA:

Gerdîzî. Zeynü'l-ahbâr (nşr. Abdülhay Ha-bîbî), Tahran 1347 hş., s. 89-91; Rûzrâverf, Zey-lü Kitabi Tecâripi'i-ümem (nşr. H. F. Amed-roz), Oxford 1920-21 — Kahire 1334/1916, III, 182-185, 269-326; İbnü'l-Ezrak ei-Fârikl, Tâ-rthu Meyyâfârikin ue Âmid, s. 55-57, 62-64, 164-165; İbnü'l-Esîr, el-Kâmü (üre. Abdülke-rim Özaydın), istanbul 1987, X, 56-58, 68-72, 79, 89-90, 96-97, 104-107, 125-126, 141, 148-150, 158-161, 193; Müstevfî, Târîh-i Güzide (Nevâî|, s. 349, 417, 423; Mafizullah Kabir, The Buıuayhid Dynasly of Baghdad (334/946-447/1055), Calcutta 1964, s. 77-91, 179-185; H. Busse, Chalif und Gıvsskönig: Die Buyiden İm Iraq (945-1055), Beyrut 1969, s. 67, 71, 73, 76-86, 91; a.mlf.. "Iran Under the Buyids", CHIr., !V, 292-296; H. İbrahim Hasan, İslâm Ta­rihi (trc. İsmail Yiğit v.dğr.), İstanbul 1985, III, 414-419; Erdoğan Mercii, "Gazncliler'in Kir­man Hâkimiyeti (1031-1034)", TD, sy. 24 (1970), s. 35; K. V. Zettersteen. "Bahâüddev­le", İA, II, 223-224; C. E. Bosvrorth. JJBahâ! al-Dawla wa-Diyâ' al-Müla, Abû Naşr Flrüz", El2 Suppi (Ing.), s. 118-119.

İA! Erdoğan Mercii.

BAHAÜLHAK (bk. BAHAEDDİN ZEKERİYYÂ).

BAHÂVELPÜR

L

Pakistan'da bir şehir



ve bu şehrin merkez olduğu

idarî bölge.

Birçok yönden Bağdat'a benzediği için Bağdadulcedîd adıyla da bilinir. Sutlej ır­mağı kıyısında Emîr Muhammed Bahâ-vel tarafından 1748'de kurulmuştur. Da­ha sonra Bahâvelpûr Nevvâblığı'nın baş­şehri olan şehir bugün de bölgenin mer­kezidir. Karaçi ve Peşâver'e demiryoluy­la bağlı olan Bahâvelpûr'da halkın ço­ğu Sünnî müslümandır; 1981 sayimm-da şehrin nüfusu 178.000, bölgeninki ise 4.668.000 idi. Şehirdeki eğitim ku­rumları arasında Kâid-i A'zam Tıp Koleji

ile İslâm Üniversitesi'ne (Câmia-i Abbâsiy-ye) ve Pencap Üniversitesi'ne bağlı bir­çok yüksek okul vardır. Doksan beş Arap­ça ve 295 Farsça yazmanın da bulundu­ğu kütüphane binası, Bahâvelpûr nev-vabları (emîr) zamanında yapılan Nur Mahal, Gülzar Mahal ve Sâdık Garh sa­rayları ile biriikte şehirdeki ilgi çeken yapılar arasında yer alır; ayrıca şehir­de bir hayvanat bahçesiyle bir de müze mevcuttur.

Bahâvelpûr idarî bölgesi, Pakistan Pen-cabı'nı meydana getiren sekiz idarî böl­geden biridir ve bugün adını taşıdığı es­ki devletin sınırları içinde bulunur. Bu idarî birim Bahâvelpûr, Bahâvelnagar ve Rahimyar Han olmak üzere üç alt bölge­ye ayrılır. 27° ve 30° kuzey enlemleriyle 69° ve 74° doğu boylamları arasında yer alan bölge kuzeyden Sutlej, Pençned ve İndus nehirleriyle, güney ve güneydo­ğudan Hindistan'ın Jaisalmir ve Bikanir eyaletleriyle, batıdan da Sind eyaletinin Sukkur bölgesiyle çevrilidir. Kuzeydoğu­daki en uç kesimi Hindistan Pencabı'nın FTrûzepûr idarî bölgesine dayanır. Böl­ge, çoğunluğunu alüvyonlu düzlüklerle çöllerin oluşturduğu 45.558 kilometre­karelik bir alanı kaplar. Yazlan son dere­ce sıcak, kışları ise sert geçer. Isı 42° C ile 6° C arasında değişiklik gösterir; yıl­lık yağış miktarı yetersizdir. % 3,3'lük bir nüfus artışına sahip olan Bahâvel­pûr bölgesinde yaşayan başlıca etnik gruplar Arain, Cât, Racpüt ve Guccarlar, bölgenin eski sakinleri ise Coiyalar, Va-tular, Dâvudputralar (Dâvudoğullan), Be-lûcîler, Seyyidler ve Pathanlar'dır. Çulis-tan yöresinde Boharlar, Larklar ve Bi­nenler yaşarlar. Pakistan'ın resmî di­li olan Urduca'nın geniş şekilde anlaşı-

lıp konuşulmasına rağmen bölgedeki halk ana dil olarak Pencap dilinin Sera-iki ağzını kullanır. Okuma yazma oranı % 20,4'tûr.

Bahâvelpûr bölgesi, Delhi Sultanlığı ve Bâbürlüler'den önce sırasıyla güçlü Pers, Yunan, Arap ve Afgan yöneticilerinin hâ­kimiyetinde kaldı. Bâbürlüler zamanın­da Evrengzîb'in ölümünden sonra, Bağ­dat ve Mısır'daki Abbasî halifelerinin so­yundan geldiğini iddia eden Sind asıllı Dâvudputralar bölgede 1, Mübarek Han Abbasî (1702-17231 liderliğinde bir nev-vâblık kurdular. Başlangıçta Bahâvelpûr Abbâsîleri diye bilinen bu emirlik Afga­nistan'a bağlıydı. 1802'de Afgan Kralı Şah Mahmud'un izniyle sikke basma hakkı eide ederek bağımsız bir devlet hüviyeti kazandı. Bahâvelpûr Nevvâbı II. Sâdık Muhammed Han (1811-1826) kom­şu topraklardaki emirlerle ilişkilerin bo­zulması üzerine Sutlej nehrinin güne­yindeki toprakların korunmasını İngiliz-ler'den istemek zorunda kaldı. Onun bir suikast sonucu öldürülmesinden sonra geçen III. Bahâvel Han (1826-1852), ha­nedanın İngiliz hükümetinin isteklerine yumuşak bakan geleneksel politikasını sürdürdü ve İngilizler'e bölgede daha rahat faaliyet gösterme imkânı sağladı. 1830'larda İngilizler bölgenin kuzeybatı kesiminde ticaret yapma yollarını araş­tırmaya başladılar ve önce hükümetle İndus nehrini geçiş anlaşması (1833), da­ha sonra da 1838'de Bahâvelpûr nevvâ-bının, İngiliz hükümetiyle iş birliği için­de hareket etmesi şartıyla kendi top­raklarında süresiz yönetime sahip olma­sını ve korunmasını hükme bağlayan bir himaye anlaşması imzaladılar. Bu anlaş­malara dayanarak Bahâvelpûr nevvâbı, Afgan savaşı sırasında İngiliz ordusunun Bahâvelpûr topraklarından geçmesi ko­nusunda her türlü kolaylığı göstermiştir. Bahâvelpûr Devieti'nin İngilizlerle yap­tığı bu himaye antlaşması, ülkenin Pa­kistan'la birleştiği 1947 yılına kadar ge­çerli kaldı. Pakistan birliği içinde önce­leri özerkliğini koruyan devlet, 1955'te Bahâvelnagar ve Rahimyar Han idarî böl­geleriyle birleşerek Pencap eyaletine ka­tıldı ve böylece nevvâblık tamamen or­tadan kalkmış oldu.

Bugün başlıca meşguliyetin ziraat ol­duğu Bahâvelpûr artık ihmal edilen bir bölge değildir. 500 km. uzunluğunda ne­hir ve kanalların suladığı yaklaşık 15 milyon hektarlık büyük arazi, çoğunlu­ğu bölgeye ülkenin başka yerlerinden gelmiş olan göçmenler tarafından işle-

tilir. Tahıl ürünlerinin başında buğday ve darı gelir. Ayrıca parriuk ve şeker ka­mışı üretilir. Çırçır, pamuklu dokuma, pamuk yağı ve şeker işleme tesisleri bölgede rastlanan küçük sanayi kuru­luşlarını oluşturur.

BİBLİYOGRAFYA:

"Bahawalpur State", Panjab States Gazet-teers, XIV, Lahore 1935; Nazeer Ali Shah, Sa-dignameh: The History of Bahauıalpur State, Lahore 1959; "Bahawalpur, Bahawalnagar and Rahimyar Khan", District Census Reports, I-V, Karachi 1961; el-Kâmûsü'l-Islâmî, I, 379; Muhammed Shafi Sabir, Pakistan Culture, Pe-ople and Place, Peşaver 1970, s. 275-276; E. Fodor — W. Curtis, Fodor's Istamic Asia, La Haey 1974, s. 589-590; C. Masson. Balochistan Af-ghanistan and the Panjab, Graz 1975, 1, 17-28; "BahawaJpur, Bahawalna(jar and Rahimyar Khan", 1981 District Census Reports, Islama-bad 1984; S. N. Bannaji, "Cis-Sutlej States", CHİn., XI, 256-258; Sh. Inayatullah, "Bahâwal-pür", El2 (İng.), I, 919; Kazı Saied - Uddin Ah-mad. "Bahawalpur", EBr., II, 1033.

Mİ M. Naeem Qureshı

BAHÇE

L J


Kelimenin aslı Farsça bâğçe olup "kü­çük bağ" anlamındadır. Arapça'da bahçe karşılığında hadîka, ravza, firdevs, cen­net ve Farsça'dan geçmiş bulunan bus-tân (bostan) gibi kelimeler kullanılmak­tadır. Bahçe düzenleme sanatının kay­nağında dinî inanışlar yatar. Bilinen en eski örneklerin yer aldığı Mısır, Mezopo­tamya, İran gibi yörelerde ve daha son­ra geleneği oralardan alan Grekler'le Romalılar'da bahçe, kutsal ruhların ya­şadığına inanılan toprak parçalan üze­rinde ve tapınakla ilişkili olarak düzen­lenirdi. Zamanla zevk için de bahçe dü­zenlenmesi yaygınlaştı. Ancak bunlarda da yine tapınak bahçelerinden kalma bazı dinî unsurlar bulunmakta, ayrıca

477


birçok bahçenin yanında tabii şekilde tertiplenmiş geniş avlanma parkları da yer almaktaydı.

Doğu'da ortaya çıkıp Grek ve Roma dünyasında geliştirilen muntazam plan­lı (şekle bağlı, formel) bahçe kurgusu Ba-tı'da Ortaçağ'a kadar devam etmiştir. Ortaçağ'da hayat şartlan, katı dinî ku­ral ve telkinler, şehirlerin korunma ama­cıyla dar tutulup yüksek surlarla çevril­mesi artık zevk bahçelerinin yapımına imkân vermediğinden bahçeler manas­tırlara veya derebeyi şatolarına ait. yük­sek duvarla korunmuş, zevk vermekten çok günlük hayata yönelik küçük birer mekân haline gelmişlerdir. Daha sonra ticaret yollarının emniyeti sağlanıp ta­cirlerin nüfuzlu bir sınıf halinde ortaya çıkması ve zenginleşerek emin bir yer konumuna giren şehirlerde hayat biçi­minin değişmesi üzerine bahçelerin ter­tiplenmesine tekrar başlanmıştır. Özel­likle Rönesans döneminde bahçe mima­risi resim, heykel, müzik gibi üstün bir sanat kabul edilmiş ve bu sanat yalnız bahçıvanlarca değil çağın ünlü mimar­larınca da icra edilmiştir. Böylece bü­tün Avrupa'da bir bahçe zevki gelişmiş ve çiçek tarhlarıyla patikaların binaya bağlı olarak düz hatlar, dik açılarla dü­zenlendiği, ağaçlarla bodur ağaçların kır­pılarak mimari elemanlar gibi kullanıl­dığı fevkalâde muntazam planlı formel Rönesans devri bahçeleri ortaya çıkmış­tır. Daha sonra Fransa'da yine munta­zam planlı barok bahçeler geliştiği gibi İngiltere'de de tam bir tabiat parçası görünümünde küçük dere. tepe, gölcük ve ağaçlıklardan oluşan informel bah­çeler düzenlenmiştir.

Türkler'de Bahçe. Bahçe, göçebe haya­tın tabiatı en geniş boyutlarında algıla­ma ve onunla içli dışlı yaşama alışkanlı­ğı getirdiği Orta Asya Türkleri için ol­dukça geç başlayan bir uğraşma konu­sudur. Zaman içinde yerleşik düzene sa­hip milletlerle olan alışverişleri bahçe kavramını tanımalarına, göçebeliği kıs­men terkettikten sonra X. yüzyılda Müs­lümanlığı kabul etmeleri de bu kavramı "cennet" ile bütünleştirip dinî değere yüceltmelerine ve böylece bahçeyi kül­türlerinin bir parçası durumuna getir­melerine sebep olmuştur. Eski Türk bah­çelerinin Çin, Hint ve İran bahçe sanat­larından etkilendiği, iklim ve sosyal ya­pıya uygun olarak bir dizi avlulardan meydana geldiği, içinde göçebe çadırla­rına benzeyen biçimlerde küçük binala­rın (pavyon) yer aldığı ve su elemanına büyük önem verildiği XI-XIII. yüzyıllara

478


ait Afganistan, Özbekistan ve Diyarba­kır'daki bazı saray kalıntılarından anla­şılmaktadır. Hindistan'da XVI-XVII. yüz­yıllarda Bâbürlü imparator!arınca yaptı­rılıp günümüzde restore edilmiş bulu­nan bahçeler de o çağın Türk bahçesi hakkında fikir vermektedirler. Türkler'in Batı Asya'da yerleşik düzene geçtikten sonra bağa bahçeye verdikleri değer, Semerkant'ta varlığı bilinen, içinde Bâğ-ı Dilkûşe ve Bâğ-ı Biheşest adıyla anılan bahçelerin de yer aldığı 2-3 km. eninde­ki yeşil kuşaktan anlaşılmaktadır. Müs­lüman Türkler Anadolu'ya yerleştikten sonra da bahçeye ve yeşile önem ver­meyi sürdürmüşlerdir. Göçebe gelene­ğinin bir kalıntısı olarak yazın göçtük­leri yaylaların ve şehirlerin yanıbaşında-ki bağların dışında hemen her evin kü­çük veya büyük bir bahçesinin bulundu­ğu İbn Battûta (ö. 1377] gibi seyyahlar tarafından dile getirilmiştir.

Bahçe şekil değiştiren ve kalıcılığı ol­mayan malzemeden meydana geldiği için eski örneklerine rastlamak güçtür. Türk bahçe düzenini zamanında resmetmiş tasvirler ise teknik olarak aslını tam yan­sıtmayan minyatürlerden ibarettir. An­cak hem yer yer duran bina kalıntıların­dan, hem de zamanında görenlerin bı­raktıkları yazılı belgelerdeki tanıtmalar­dan saray bahçelerinin düzeni hakkında bir fikir edinmek ve bazı ortak özellik­lerini öğrenmek mümkün olmaktadır. Meselâ Selçuklu sultanlarının Antalya, Alanya, Konya, Kayseri, Sivas ve Erzin­can'daki yazlık köşkleriyle bahçelerinin bazılarının yazılı tasvirleri, Beyşehir gö­lü kıyısındaki Kubadâbâd'ın da kalıntı­ları mevcuttur.

Osmanlılar'ın İznik, Bursa, Manisa. Edirne ve İstanbul gibi önemli şehirler­de inşa ettikleri sarayların ve saray bah­çelerine ait yazılı-resimli belgelerin ince-

lenmesi, bu dönemlere ait bahçe sana­tının tanınmasına yardımcı olmaktadır. XV. yüzyıl ortasından XIX. yüzyıl ortası­na kadar çeşitli eklemelerle meydana getirilen İstanbul Topkapı Sarayı komp­leksi, XVI. yüzyıl sonunda 921 bahçıva­nın çalıştığı geniş sebze bahçeleri, bağ­lar, meyvelikler ve fundalıklar tarafın­dan çevreleniyordu. XVII. yüzyıl sonla­rında duraklama dönemiyle birlikte ön­celeri büyük kısmı dış mekânda geçen gündelik saray hayatının gittikçe lüks döşenen iç mekânlara çekildiği ve bah­çenin artık tabiatla iç içe huzur dolu sa­atler geçirilebilecek bir yerden ziyade içinde sadece şatafatlı eğlencelerin dü­zenlendiği bir yer olarak telakki edilme­ye başlandığı'- görülmektedir. Lâle Dev-ri'nde, Fransa'-daki Versailles Sarayı'n-dan ve yazlık saraylar topluluğu Marly-le-Roi'dan etkilenen Paris elçisinin ver­diği fikir üzerine Kâğıthane'de sultan ve devlet erkânı için 170 yazlık köşkün ya­pımıyla meydana getirilen Sâdâbâd sa­raylar kompleksi bu yeni hayat biçimi­nin ifadesi olmuştur.

Batı'nın bahçe sanatı tesiri altına gi­rinceye kadar Türk bahçesi düzende ya­lınlık, içinde yaşanıyor olmak ve fonksi-yonellik özelliklerine sahipti. Dış mekân­da yaşamaya verilen değer göçebe ge­leneğinin bir kalıntısı olarak görülebilir. Bahçede huzur arama o kadar önemliy­di ki saray için yer seçiminde bile önce arazinin genel konumu, eğimi, manzara­sı, havası, suyu gözetilir, bahçe düzen­lenir, bina ondan sonra gelirdi. Bu se­beple İstanbul'da erken devirlerde yapı­lan saraylar "bahçe" adıyla anılmışlar­dır: Tokat Bahçesi, İstavroz Bahçesi gi­bi. Bina bahçeye göre önemsiz sayıldı­ğından bahçe düzenini fazla etkilemez­di. Bu durum, bahçenin binaya bağlı ola­rak onun çevresinde ve mimari düzen içinde tertip edilmesi şeklinde uygula-

nan Batı'nın barok bahçesi fikrinden farklı bir oluşum göstermiştir. Bahçe­nin ana eksenler etrafında güzel bir ge­nel görünüm vermek ve dolayısıyla be­lirli bir noktadan seyredilmek için değil de içinde yaşanmak için tertiplenmesi, bir ağaç altında oturulduğunda dallarla çerçevelenmiş bir deniz manzarasını ve­ya bir çardakta dinlenirken geri plan­daki tepe üzerinde yeşil bir fon teşkil eden bir fundalığı gözler önüne serme­si gibi çok sayıda ufak görüş açılarının sağlanmasına imkân vermiştir. Düzen­lemenin eksenlere bağiı olmaması aşı­rı şekilciliği önlemiş, ancak sık sık kul­lanılan düz hatlar ve dik açılarla küçük Ölçüde bir şekle bağımlılık gösterilmiş­tir. Buna göre Türk bahçesinde insan eli değmişiikle tabiatın hakkını veriyor ol­ma ustaca dengelenmiştir denilebilir.

Bina ile bahçe düzeni arasında ekse­ne bağlı kurgu olmamasının iç-dış me­kân bağlantısını bir bakıma engelledi­ği söyienebilirse de binanın yarı örtülü uzantılarıyla veya çardak ve köşk gibi küçük yapılarla iç-dış mekân kaynaşma­sı kesin olarak sağlanmıştır. Bu yarı ör­tülü oturma yerlerinin yanıbaşında ge­nellikle bir su elemanı bulunur. Ufak da olsa fıskiyeli bir havuz, sesi ve serinli­ği için âdeta vazgeçilmez bir unsurdur. Türk mimarisinde durgun su yerine dai­ma akarsu tercih edilmiş, havuzlarda da başka İslâm sanatı örneklerinde pek görülmeyen, fıskiyenin altındaki üç katlı çanaklarla suyun akması temin edilmiş­tir. Su elemanı bahçe ve avlularda oldu­ğu gibi bazan iç mekânlarda da ortada fıskiyeli bir havuz veya duvarda seisebil olarak mevcuttur.


Yüklə 1,75 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin