Ağır Kayıplar verdiler



Yüklə 1,75 Mb.
səhifə6/40
tarix30.12.2018
ölçüsü1,75 Mb.
#88434
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   40

Bâdisî, babasından ve Bâdis'teki hoca­lardan öğrenim görmeye başlamış, bilgi­sini arttırmak için birkaç defa Fas'a git­miştir, el-Makşadü'ş-şerifte Fas'ta ders aldığı Ebû İsmail el-A'rec'in hayatını da anlatır (s. 110).

Hadis, nesep, tarih ve tasavvuf hakkın­da geniş bilgiye sahip bulunan Bâdisî'nin günümüze kadar gelen tek eseri, 711 'de (1312) kaleme aldığı el- Makşadü'ş -şe­rif vel-menzecu'l-latif fi't-tâcrif bi-şu-lehâ*i'r-Rîf adlı kitabıdır (Rabat 1402/ 1982, nşr. Said Ahmed A'rab, s. 5-11 na­şirin önsözü, s. 13-151 metin, s. 153-176 fihristler). İbnü'z-Zeyyât (ö. 627/12301, et-Teşevvüf ilâ ncâli't-tasavvuf IRabat 1984, nşr. Ahmed et-Tevfik) adlı eserinde Tlemsen ile Sebte arasında kalan Rif te­ki velî ve mutasavvıfları anlatmadığın­dan, Bâdisî hem bu bölgedeki velîleri hem de İbnü'z-Zeyyât'tan sonra yaşa­mış bulunan Kuzey Afrika velîlerini ki­tabında anlatarak:onu tamamlamıştır.

el-Makşadü'ş-şerif bir giriş ve üç bö­lümden meydana gelir. Girişte eserin ya­zılış maksadı anlatılır (s. 13-16). Birinci bölümde (s. 18-42), eî-Teşewüf ilâ ricâ-li't-tasavvufta olduğu gibi velîlerden ve kerametten, ikinci bölümde (s. 44-48) Hı­zır'ın hayatta olduğundan bahsedilir. Üçüncü bölüm (s. 50-51), eserin yazıldığı tarihte vefat etmiş bulunan kırk aitı ve­lînin hayat hikâyesine dairdir.

Bâdisî, Ebû Nuaym, Attâr ve Hücvîrf-nin yaptıkları gibi seçili ifadelerle safîle­rin hayatlarını anlatmaya başlar ve her süfî hakkında söylediği birkaç mısra İle bahsi bitirir. Söz konusu ettiği süfîlerin kabileleri, ikamet ettikleri yerler, men­sup oldukları şehirleri, ders aldıkları ve ders verdikleri medreseler ve zaviyeler, faydalandıkları üstatlar, yetiştirdikleri mürid ve halifeler, bunların keramet ve menkıbeleri hakkında bilgi verir; bazan ölüm ve doğum tarihlerini de bildirir. Eserde keramet ve menkıbelere büyük önem verilmekle beraber şathiye'lere ve vahdet-i vücûd* fikrine rastlanmaz. Hatta vahdet-i vücûdcu İbn Seb'în açık­ça tenkit edilir (s. 69). Bu özelliğiyle eser bir sûfîler ve velîler tabakat kitabı ol­maktan çok âbidler ve zâhidlere dair bir kitap niteliği taşır. Eserin isminde yer alan "sulehâ" (salihler) sözü ile de bu hu­susa işaret edilmiş olmalıdır. Kitap ayrı­ca Kuzeybatı Afrika'nın dinî tarihi ya­nında aynı bölgenin umumi tarihi, coğ­rafyası, buradaki kabileler ve yaşadıkla­rı muhitler hakkında verdiği ayrıntılı bil­giler bakımından da önem taşır. Bu yön­den İbn Haldun'un Mukaddime''sine benzer. G. S. Colin eserin son bölümünü Fransızca'ya tercüme etmiştir [Archiues Marocaines, Paris 1926, c. XXVI].

Bâdisî'nin eî-Makşadü'ş-şerifte (s. 73! bahsettiği, ancak günümüze kadar gel-

meyen Tabakâtül-evliya* adlı bir ese­ri daha vardır.

BİBLİYOGRAFYA:

Brockelmann. GAL SuppL, li, 337; Ziriklî, el-A'lâm, IV, 51; Bel, el-Fıraku'l-lsl&miyye, s. 382; Saîd Ahmed A'râb. el-Makşadü'ş-şerîf [Bâdisîl, Rabat 1403/1983, Önsöz, s. 5-15, 16, 73, 110, 126, 131; M. Kürd Ali. "el-Makşad", MMİADm., XIİ/l-2 (1932), s. 60; G. S. Cnlin. "Bâdisî", El2 (Ing.), 1, 860; a.mlf., "Bâdisî", ÜDMİ, III, 865.

İSİ Süleyman Uludağ

bAdiye

Genel anlamda çölü ve çöl hayatını



ifade eden coğrafya terimi

(bk. BEDEVİ).

BADRACIK

Yunanistan'da Ypate kasabasının Osmanlılar dönemindeki adı.

Orta Yunanistan'da İzdin'in (Lamia) 18 km. batısında, Oita dağlarının kuzey ya­maçları üzerinde, Spercheios-Varka neh­rinin meydana getirdiği verimli ovaya akan bir yerde kurulmuştur. Osman­lı hâkimiyeti döneminde bugünkünden daha büyük ve önemli bir kasaba olup hayli kalabalık ve Türkçe konuşan müs-lüman nüfusu bulunan bir kadılıktı.

Badracık'ın bulunduğu yerde, milâttan önce İV. yüzyılda ortaya çıktığı anlaşılan antik Hypate şehri yer almaktaydı. Bu­rası VII ve VIII. yüzyıllarda Slav akınları sırasında tahribata uğramış ve tama­men boşaltılmıştı. 900 yılı civarında Neo Patras (Yeni Patras) adıyla yeniden ku­rularak Bizans başpiskoposluk merkezi haline geldi. Katalanlar tarafından zap-tedildiği 1319'a kadar Bizanslı idareci­lerin elinde kalan şehir Neo Patras dük­lerinin merkezi haline geldi. 1391'den İ394'e kadar Floransalı Atina dükü Ne-rio Acciaiuoli tarafından idare edildi. Bi­zans tarihçisi Chalkokondylas'ın belirt­tiğine göre burası 1394'te Yıldırım Ba-yezid tarafından fethedildi. Böylece Os­manlı hâkimiyeti altına giren şehir, Mo­ra yarımadasının önemli merkezlerinden Patras'tan (Balyabadra) ayırt edilmek için yeni sahipleri tarafından Badracık şek­linde adlandırıldı.

Eski surların fazla uzun olmamasına bakılırsa Neo Patras küçük bir şehir du­rumundaydı. Burası hakkında Osmanlı dönemine ait ilk bilgiler 871 (1466-67) tarihli İcmal De/teri'nde yer alır. Buna

göre Badracık'ın kırk yedi müslüman, 230 hıristiyan hanesi ve iki dış mahalle­si bulunuyor, kasabanın toplam nüfusu tahminen 1200-1400 arasında değişiyor­du. Bu durumuyla eski Bizans dönemi Neo Patras'ı ile hemen hemen aynı bü­yüklükte olduğu söylenebilir. 1570'e doğ­ru şehir hayli gelişme gösterdi. Bu sıra­larda kasabada 160 müslüman, 362 hı­ristiyan ve on dört yahudi hanesi bulu­nuyor, bu rakamlara göre toplam nüfu­su yaklaşık 2700'e ulaşıyordu. Osmanlı­lar, Badracık'ın Bizans-Katalan döne­minden kalan kalesini muhafaza ederek buraya küçük bir garnizon yerleştirdiler. Badracık'ın müslüman nüfusu avarız* türü vergilerden muaf özel bir statüye sahipti. Ekonomisinin temelini ise kumaş boyamakta kullanılan çivit üretimi, şa­rapçılık ve ipekçilik teşkil ediyordu.

1665'te Badracık'a gelen Evliya Çele­bi buradan, yaklaşık 800 kadar taş bi­naya sahip müreffeh bir kasaba olarak söz eder ve birçok cami-mescid ile bir medrese, mektep, han, hamam ve 100 kadar dükkânın bulunduğunu yazar. Aşa­ğıda ovada ise Spercheios (Badra) nehri üzerinde Valide Kösem Sultan'ın hayır eseri olarak yaptırdığı, yedi gözü bulu­nan sağlam bir taş köprünün yer aldı­ğını, onun yakınlarında küçük kubbeli binaları olan kaplıca hamamlarının bu­lunduğunu belirtir. Evliya Çelebi ayrıca Badracık'ın hıristiyan ve müslüman aha­lisinin İstanbul'daki yeniçerilere koyun eti sağlama görevi karşılığı oldukça ağır olan fevkalâde vergilerin tamamından muaf olduklarını da yazar. Bu sıralarda Badracık Valide Sultan haslarına bağlı durumda bulunmaktaydı.

XVII. yüzyıla ait cizye defterlerinde, Badracık bölgesinin kırktan fazla köyü bulunduğu ve kasabanın aşağı kesimin­deki verimli ovada çiftlik arazi sisteminin kurulduğu görülmektedir. 1052 (1642) tarihli defterde (BA, MAD, nr. 15.94 i) Bad­racık kazasında doksandan fazla çiftliğin yer aldığı belirtilmiştir. 1040 (1630-31) tarihli defterde ise (BA, MAD, nr. 2928) on beş keşişi bulunan ve vergilerini mak­tu olarak veren Aghatonos Manastın'n-dan ilk defa bahsedilir. Badracık kazası köylerinde, Kalovracha'daki birkaç müh-tedî Rum hariç, hiçbir müslüman nüfus yer almamaktaydı. Spercheios (Badra) vadisindeki ilk müslüman-Türk kolonisi komşu İzdin kazasında teşkil edilmiş dört kadar köyden ibaretti. Böylece Badracık kasabası kalabalık müslüman nüfusa sahip olarak bu topraklarda İslâmiyet'in tek temsilcisi olma özelliğini korudu.

XVIII. yüzyılın sonları ile XIX. yüzyılın başlarında Badracık'ın gelişmesi en yük­sek noktasına ulaştı. Osmanlı kaynak­larını da kullanan Pouqueville, 1810'da Badracık'ta 1S00 ailenin yaşadığını (yak­laşık 7500 kişi), bunun yarısının Türk, ya­rısının Rum olduğunu, 600 kadar da ya-hudinin bulunduğunu belirtir. İngiliz sey­yah Leake ise bundan bir yıl önce geldi­ği şehirde daha az Rum nüfusun bu­lunduğunu, ayrıca camilerin ve biri he­nüz inşaat halinde üç kilisenin mevcut olduğunu yazar.

Badracık Yunan bağımsızlık savaşı sı­rasında ve sonrasında bir çöküş döne­mi yaşadı. Bu sırada müslümanlarla ya-hudilerin bir kısmı yok edildi, bir kıs­mı ise buradan kaçmayı başardı. Yuna­nistan'ın bağımsızlığını kazanmasından (1829) sonra mahallî idare merkezi da­ha önemli bir yer olan Lamia'ya taşındı. 1879'da 1659 kişiden ibaret olan nüfu­su 1920'de 1259'a, 1961 "de ise 819'a düştü. Bugün bu küçük kasabada Os­manlı dönemine ait hiçbir eser kalma­masına rağmen yakınlarındaki Aghato­nos Manastırı, Bizans-Osmanlı karışımı mimari özellikler taşıyan XVII. yüzyıl ya­pısı büyük kilisesi ile dönemin sembo­lü olarak hâlâ ayaktadır. Ayrıca Bizans-Katalan yapısı kalesinin bazı duvarları da bugüne ulaşabilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

BA. MAD, nr. 66, vr. 72"; nr. 2928, s. 23; nr. 15.941, s. 5-7; BA, TD, nr. 36, s. 485-493; TK. TD, nr. 55, s. 72-79; Chalkokondylas, Hİstoria, Bonnae 1843, I, 62; Evliya Çelebi. Seyahat­name, V11I, 222-223; F. C. H. L. Pouquevİlle. Vo-yage de la Grece, Paris 1826, IV, 68; W. M. Leake. Traueis in /Yorfhern Greece, London 1835, II, 15-17; A. Rubio y Llluch, "Els Castells Catalans de ]a Grecia Continental", Arman d'Estudios Caialanos, Barcelona 1908, s. 364-425; J. Koder - F. Hild. Tabula Imperii Byzan-tini, !. Heiias und Thessalien, Wİen 1976, s. 223-234; Antoine Bon. "Forteresses medievals de la Grece centrale", Bulleün de Correspon-dence Hell&nique, sy. 61, Paris 1937, s. 136-208; Fr. Stâhlin, "Hypete", RE, K/l, s. 236-

24°- m

Mİ Machıel KrEL



bâdüsbAniler

Taberistan'ın Rûyân, Rüstemdâr,

Nur ve Kucur şehirlerinde

665-1598 yılları arasında

hüküm süren mahallî bir hanedan.

L J


Hanedanın kurucusu Bâdüsbân'ın ba­bası Gavbâra, Sâsânî Hükümdarı III. Yez-dicerd'in Taberistan valisiydi. Emevî Ha­lifesi Muâviye devrinde Maskala b. Hü-

421


beyre idaresindeki islâm ordusu Tabe-ristan'a yürümüş, fakat başarılı olama­mıştı. Süleyman b. Abdülmelik zamanın­da Yezîd b. Mühelleb 98'de (716-17) Ta-beristan'ın "ispehbed" unvanlı idarecisiy­le yıllık haraç ve hediyeler karşılığı sulh yaptı. 105 (723-24) yılında hanedanın başında II. Bâdüsbân vardı. Aynı aileden Dâbüvend hanedanının topraklarını da ele geçiren II. Bâdüsbân kırk yıl hüküm sürdü ve Ölümünden sonra yerine oğlu Şehriyâr geçti. Abbasî Halifesi Ebû Ca'fer el-Mansûr devrinde Emîr Ebü'l-Hâsib ve Ömer b. Alâ dağlık Deylem bölgesini is­tilâ ettiler (141/758-59). Taberistan'da Abbasîler devrinde ağır vergiler yüzün­den meydana gelen iki büyük isyan kı­sa sürede'bastırıldı. Daha sonra hane­danın başına Abdullah b. Vendâd Üm-mîd geçti. Bu devrede Aleviyye haneda­nının kurucusu Dâî el-Kebîr Hasan el-Alevî Taberistan'ı istilâ etti (250/864). Abdullah otuz dört yıl hüküm sürdükten sonra öldü ve yerini amcazadesi Efrîdûn b. Kârin aldı. Onun kısa süren hüküm­darlığından sonra hanedanın başına oğ­lu III. Bâdüsbân geçti.

Saffârîler'in kurucusu Ya'küb b. Leys Taberistan'ı ele geçirince (260/873-741, III. Bâdüsbân'ı buraya vali tayin etti. An­cak Ya'küb'un bu eyaletteki hâkimiyeti dört ay sürdü. Hasan el-Alevî'nin ölü­münden sonra hanedanın başına, "dâî es-sagîr" lakabıyla meşhur olan kardeşi Muhammed geçti. III. Bâdüsbân'ın ülke­yi on sekiz yıl idare ettikten sonra ölü­mü üzerine oğlu Şehriyâr ona halef ol­du. Sâmânîler, Muhammed b. Zeyd el-Alevî'nin öldürülmesinden 1287/900) son­ra Taberistan'a hâkim oldular, İspehbed Şehriyâr da onlara itaat etti. Şehriyâr'ın zamanında Muhammed b. Zeyd'in inti­kamını almak isteyen Nâsır-Lilhak Ha­san el-Utrûş, Taberistan'a hâkim olan Sâmânîler'i mağlûp ederek bölgeyi ita­at altına aldı (301/914).

Bâdüsbânîler'den Ebü'1-Fazl Muham­med île Mâzenderan hâkimi Şehriyâr b. Dârâ arasındaki anlaşmazlık savaşla so­nuçlandı. Mağlûp olan Şehriyâr b. Dârâ bir süre sonra Büveyhîler'in yardımıyla Taberistan'ın büyük bir kısmına hâkim oldu. Bâdüsbânîler daha sonra Büvey-hîler'in üstünlüğünü tanıdılar, zaman zaman da Selçuklular'a tâbi oldular. Ni­tekim Nâsırüddevte Şerefeddin Nasr b. Şehrîveş'in bastırdığı sikkelerden, onun Selçuklu Sultanı Muhammed Tapar ve oğlu Sultan Mahmûd b. Muhammed'e tâbi olduğu anlaşılmaktadır. Nâsırüddev-

422


le, "üstendâr" unvanını kullanan ilk Bâ-düsbânî hükümdarıdır. Bâdüsbânîler'den dikkati çeken hükümdarlardan biri de Şehrîveş b. Hezâresb idi. Şehrîveş'in ölü­müyle (553/1! 58] yerine kardeşi Keykâ-vus (ö. 580/1184 |?]| geçti. Onunla Bâ-vendfler'den Şah Gazi arasında anlaşmaz­lık çıktı ve şiddetli savaşlar oldu. Keykâ-vus'un ölümüyle Rûyân'a Hezâresb b. Şehrîveş hâkim oldu. Hezâresb Bâvendî-ler'den Şah Erdeşîr'e yenilince, kardeşiy­le beraber Hemedan'da bulunan Irak Sel­çuklu Sultanı Tuğrul'un yanına sığındı (tahminî 581/1185). Ancak bir daha ülke­sine dönmeye muvaffak olamadan Öldü.

Şah Erdeşîr daha sonra Keykâvus'un torunu Zerrînkemer b. Cüstan'ı Rûyân'a hükümdar tayin etti. Onun ölümü (12131 üzerine yerine oğlu Bîsütûn geçti. Onâ da çocuk yaştaki oğlu Fahrüddevle Nâ-mâver halef oldu (1223). Hârizmşah Mu­hammed devrinde (1200-1220) Mâzen­deran ve Taberistan bölgeleri Hârizm-şahlar'a bağlandı. Fahrüddevle Nâmâver (ö. 640/1242-43) Celâleddin Hârizmşah'ın hizmetinde bulundu. Ülkesine dönünce Rüyan ve Deyleman'ı hâkimiyeti altına aldı. Bâdüsbânîler'den Sehrâkim b. Nâ­mâver (ö. 671 /1272-73), Hülâgû ile Aba-ka'nın İran'daki istilâ harekâtına katıldı. Ancak daha sonra Moğol ordusunu ter-kederek ülkesine çekildi. Abaka Han onun cezalandırılması için Gazan Baha-dır'ı gönderdi. Şehrâkim önce kaçmayı düşündüyse de sonra Gazan Bahadır'-dan özür diledi. Gazan Bahadır da hü­kümdarlığının devamı için Moğol hanın­dan yarlık* aldı. Şehrâkim'in yerine ge­çen oğlu Fahrüddevle Şah Gazi âdil ve dindar bir hükümdardı, 701'de (1302) ölünce yerine kardeşi Keyhusrev geçti (1302-1313).

Bâdüsbânîler'den Celâlüddevle İsken­der b. Ziyâr devrinde Rüstemdâr, Gîlân ve Mâzenderan bölgelerindeki halkın çoğu Celâlüddevie'ye tâbi oldu. Celâlüd­devle Kucur kasabasını başşehir olarak kurdu. Buraya Kazvin'den getirttiği bir­çok kişiyle Rey ve Sehriyâr'dan meşhur Türk ve Moğol kabilelerini kasabanın muhtelif yerlerine iskân etti. Bir eğlen­ce sırasında muhafızlardan biri tarafın­dan öldürülünce (761/1359-60) yerine kardeşi Fahrüddevle Şah Gazi, onun ölü­münden (781 /1379) sonra da oğlu Adu-düddevle Kubâd geçti. Ancak Adudüd-devle'nin hükümdarlığı kısa sürdü ve 1381'deki bir savaşta öldürüldü. Daha sonra Bâdüsbânî tahtına Sa'düddevle Tûs b. Ziyâr geçti. Timur Taberistan'a

hâkim olunca (1393) Bâdüsbânîler'den Keyûmers b. Bîsütûn'u Nur Kalesi'ni ida­reyle görevlendirdi. Ancak bir müddet sonra Timurlular'la anlaşmazlığa düştüy­se de neticede Şâhruh'a elçiler göndere­rek itaat arzetti ve elli yıl saltanattan sonra 857'de (1453) öldü. Onun ölümün­den sonra oğullan Melik Muzaffer, Melik Kâûs ve Melik İskender arasındaki mü­cadele Karakoyunlu Hükümdarı Cihan Şah'm müdahalesiyle sona erdi ve ülke topraklan eşit olarak bölündü. Melik Kâ-ûs'un 871'de (1467) ölümü üzerine yeri­ne büyük oğlu Melik Cihangir geçti. Ha­nedanın mensupları arasındaki mücade­le bu devrede de devam etti. İskender 801'de (1476) öldü. Bâdüsbânîler bun- sonra da Kucur ve Nur'da iki emir­liğe bölünmüş olarak varlıklarını devam ettirdiler. Safevî Hükümdarı Şah I, Ab-bas devrinde her iki kolun hâkimiyetine son verildi (1598).

BİBLİYOGRAFYA:

İbnü'1-Esîr, et-KS.mil, V (trc. Yunus Apaydın), İstanbul 1986, s. 34, 412-413; VII (trc. Ahmed Ağırakça), İstanbul 1986, s. 115, 223-224; VIII (trc. Ahmed Ağırakça), İstanbul 1987, s. 69, 71, 158-159; Zarurüddîn-i Mar'aşî, Târth-İ Tabe­ristan (nşr. B. Dom), St. Petersburg 1850, s. 19-22, 42-154; a.mlf., Târîh-i Gîlân ue Deyle-mistân (nşr. H. L. Rabino), Rest 1330 hş., s. 267-278, 286-318; Hândmfr, HabTbus-siyer, II, 405-416; Gaffârî, Cihan-ârâ, Tahran 1343 hş., s. 182-187; Müneccİmbaşi, Sah.âifü'1-ah-bâr, II, 394-400; Düvel-t İslâmiyye, s. 196-197; İbrahim Kafesoğlu, Harezmşahlar Deületi Tari­hi, Ankara 1956, s. 30, 166-167; W. Madelung. "The Minör Dynasties of Northern Iran", CHİr., IV, 206 vd, 218-219 ı a.mlf.. "Baduspanids", Elr., III, 385-391 ; C. E. Bosworth, "The Iranian World(A. D. 1000-1217)", CHİr,, V, 29-30; Ab-dülhüseyin Zerrînkûb. Târîh-i Merdüm-i îrân, Tahran 1367 hş., s. 381-382; M. Rabino, "Les Dynasties Du Mâzandarân", JA, CCXXVIII (1936), s. 409-437; a.mlf.. "L'Histoire Du Mâ­zandarân", a.e., CCXXXIV (1943-45), s. 218-222; V. Minorsky. "Rûyân", İA, IX, 791-792; V. F. Büchner, "Serbedârîler", a.e., X, 509-512; B. Nikitine, "Bâdüsbânids", E!2 (İng.), I, 871-872; a.mlf., "Bâdûsbâniyye", ÜDMİ, III, 866-

868. m

İSİ Erdoğan Merçil



BAER, Gabriel

(1919-1982)

Kudüs İbranî Üniversitesi'nin önde gelen müsteşriklerinden.

J

Berlin'de doğdu ve Kudüs'te öldü. Ku­düs İbranî Üniversitesi'nde (Hebrew Uni-versity) otuz yıl ders verdi. İhtisas alanı İslâm tarihi, özellikle Mısır olmak üzere Ortadoğu yakın tarihidir. Gerek kendi



memleketinde gerekse diğer ülkelerde çok tanınan araştırmalarının odak nok­tası da bu alandır. İbrânîce'yi. Arapça'yı, Türkçe'yi ve başlıca Avrupa dillerini bi­len Baer, ilmî araştırmalarında sosyoloji verilerinden de yararlanmıştır.

Eserleri. 1. A History of Landowner-ship in Modem Egypt, 1800-1950 (Ox-ford 1962). Müellif doktora\tezi üzerine kurduğu bu ilk eserinde Mısırda ziraî ko­nuları incelemekte ve modern Mısır'ın ekonomik ve politik üst tabakasının olu­şumundaki etkisini araştırmaktadır. 2. Egypüan Guilds in Modern Times (]e-rusalem 1964). Eser Yeniçağ'da loncala­rın gerileyişini, sosyo-ekonomik hayatta­ki rollerini ele almaktadır. 3. Population and Sodety in the Arah Eost (London 1964; Ibrânîce olarak da basılmıştır). İsra­il'de ve İsrail dışındaki üniversitelerde yaygın bir şekilde başvurulan ders kita­bı niteliğindedir; bu eserde onun zaman zaman çelişki gösteren verileri değerlen­dirmedeki tarafsızlığı dikkati çekmekte­dir. 4. Studies in the Sociaî History of Modern Egypt (Chicago 1969; Arapça olarak da basılmıştır). Bedeviler, köy ağa­lan, vakıf reformu, fellâhlann itaatsizliği, Mısır ceza hukuku, şehirleşmenin baş­langıcı, köleliğin ilgası ve belediye idare­lerinin doğuşu konularındaki on üç ma­kalesinden oluşan bir eserdir, s. FeUah and Townsman in the Middle East, Studies in Social History (London 1982). Baer'in bu son eseri, başta taşra ve şe­hir gelişimi olmak üzere Osmanlı İm­paratorluğu ve Arap ülkelerinin son dö­nemlerindeki sosyal kurumlan ve sosyal ilişkileri üzerine birçok karşılaştırmalı araştırmayı ihtiva etmektedir.

Baer İslâmiyet, Osmanlı İmparatorlu­ğu, Arap ülkeleri, Türkiye ve İran araş­tırmalarıyla ilgilenen İsrailli müsteşrik­leri bünyesinde toplayan ve ilmî bir ku­rum olan Israel Oriental Society'nin ku­rucularından biridir. Bir süre bu kuru­mun başkanlığını ve neşrettiği iki ilmî derginin de editörlüğünü yapmıştır. Bun­lar Kudüs'te İbrânîce çıkan Ha-Mizroh Ha-Hadash (Yeni doğu) ile önce Kudüs'­te, daha sonra Hayfa'da İngilizce çıkan Asian and Aîrican Studies'tir. Her iki dergi de İsrail'de Ortadoğu tarihi, edebi­yatı, dilleri, siyaseti, sosyal ve ekonomik şartlarının araştırılması yönünde kayda değer bir ilgi uyandırmıştır. Bu dergiler­de yayımlanan çok sayıdaki makaleler­den bazıları bizzat Baer'e aitse de onun

araştırmalarının çoğu muhtelif dillerde olmak üzere yurt dışındaki çeşitli dergi ve ansiklopedilerde yer almıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

AAS, XVII (19831, s. 3Î5-321 [Baer'in basılmış eserlerinin listesi); Gad G. Gilbar. "Notes and Communications, in Memoriarnı Professor Gabriel Baer, Berlin 1919-Jerusalem 1982", UMES, XV/1 (1983], s. 129-130; Jacob M. Lan-dau, "Gabriel Baer, an Obituary", İsi, LX1 (1984), s. 8-9. rri

Iffl Jacob M. Landau

L

bAgandi



(bk. İBNÜ'i-BAGANDÎ).

bAgi


(bk. BAĞY).

r ~ı


BAGIRMI

Orta Afrika'da kurulan

eski bîr İslâm devleti

ve bugün Çad Cumhurîyeti'nde

bir bölge.

Çad gölünün güneydoğusu ve Sari nehrinin doğusunda yer alır; bölgenin eski tarihi bilinmemektedir.

XVI. yüzyılın başlarında Bagirmi bölge­sinde yasayan göçebe putperest Kenkâ (&*) kabilesi, Birni Besi liderliğinde (1522-1536) Çad gölünün 200 km. doğu­sunda kalan Masinya'da güçlü bir dev­let kurdu. İslâmiyet'in bölgede yayılma­sı, XVI. yüzyılın başlarında Fülânî kabile­sinden bir şeyhin müridleriyle birlikte hacca giderken Masinya yakınındaki Bi-diri'de (Bidden) bir zaviye açmasıyla baş­ladı. Bunun yanında komşu Bornu Dev-leti'nin de İslâm'ın Bagirmi'ye yayılması ve kökleşmesinde büyük ölçüde katkısı olmuştur. Buradaki faaliyetler sonucun­da Müslümanlığı kabul eden Bagirmi Devleti'nin dördüncü hükümdarı Sultan Abdullah Hac (1568-1608) bazı müesse­seleri İslâmîleştirmeye çalıştıysa da halk arasında eski putperest inançlar büyük ölçüde yaşamaya devam etti. Mbang un­vanını alan Sultan Abdullah monarşik bir yönetimle devletin gücünü arttırdı. An­cak bir ara, İdris Alavma olarak bilinen Bornu Sultanı İdrîs b. Ali (1570-1602) dü­zenlediği çeşitli seferler sonunda Bagir-mi'yi hâkimiyeti altına alarak vergiye bağladı. Fakat bu durum fazla sürmedi, Alavma'nın ölümünden sonra Bagirmi yine istiklâline kavuştu (16031. Bu dö-

nemde Bornu'dan bir grup din âlimi Ba­girmi'ye göç etti.

Barma da denilen Bagirmililer'in halk olarak teşekkül etmesi XVI. yüzyıla rast­lar. Kenkâ kabilesinin bölgedeki diğer yerli kabilelerle ve özellikle Yemen'den gelen Araplar'la karışması sonucu Bar­ma adı verilen bir etnik grup oluştu. Ba­girmililer'in çevrede bulunan kabileleri hâkimiyetleri altına alarak genişlemesi, komşuları Bornu ve Veday devletlerinin tepki göstermelerine yol açtı. Bu dönem­den sonra'Bagirmi'nin tarihi bu devlet­lerle yapılan mücadelelerle devam etti ve sonunda Bagirmi yine Bornu'nun nü­fuzu altında kaldı. t

Sultan Muhammed el-Emîn (1751-1785), Bornu hâkimiyetine karşı bağımsızlığını ilân etti ve halkın İslâmiyet'i benimse­mesi için gayret gösterdi. Onun zama­nında devlet altın çağını yaşadı. XVIII. yüzyılda Bornu'nun bölgedeki hâkimiye­ti azalınca Bagirmi güney ve güneydoğu­ya doğru akınlarda bulundu ve elde et­tiği kölelerin ticaretinden oldukça zen­ginleşti. Muhammed el-Emîn'den sonra gelen Sultan Abdurrahman Gavarang'ın (1785-18061 İslam'a uymayan hareketle­ri, Veday Sultanı Abdülkerim Sabûn'un Bagirmi'ye saldırmasına bir bahane teş­kil etti. Sultan Sabun başşehir Masin-ya'ya girdi ve şehri yağmalayıp halkını köle olarak Veday'a götürdü (1806). Ba­girmi bundan sonra Bornu ve Veday ara­sında cereyan eden mücadelelerden et­kilendi. XIX. yüzyılda bu iki devlet Ba-girmi'nin kendilerine bağlı olduğunu id­dia ettiler ve Bagirmi bazan Bornu, ba-zan da Veday'ın hâkimiyeti altında kal­dı. Her saldırı sırasında halkın köleleşti-rilmesi Bagirmi'yi bir köle kaynağı hali­ne getirdi.

Bagirmi Devleti XIX. yüzyıl ortalarında, biri başşehir Masinya bölgesinde Bar-malılar, Çad Arapları ve Fülânîler'den oluşan toplulukların oturduğu ve mer­keze bağlı olarak yönetilen, diğeri gü­neyde bulunan ve yıllık vergi ödeyerek muhtariyet kazanmış etnik grupların oturduğu bölge olmak üzere iki yönetim bölgesine ayrıldı. Bu yüzyılda sürekli sa­vaşlar Bagirmililer'i ticaret ve ziraat mer­kezi olan şehirlerinin etrafını surlarla çe­virmeye şevketti. Devletin başında bu­lunan Osman Burkomanda (1807-1846), Abdülkadir (1846-1858) ve oğlu Muham-medu'nun (Ebû Sikkîn, 1858-1870; 1882-1894) Bornu ve Vedaylar'a karşı bağım-

423


sizlik çabalan sonuçsuz kaldı; 1870'te ülke Vedaylar tarafından tekrar işgal edilip yağmalandı. Bu dönemde İslâmî anlayışın zayıflaması üzerine Sokotolu bazı müslüman âlimler bölgeye gelerek irşad faaliyetlerinde bulundular.

Ebû Sikkîn'in yerine Bagirmi sultanı olan II. Gavrang/ Bornu'yu hâkimiyeti altına alan RâbjK b. Zübeyr'in hücumla­rına mâruz kaldı. 4 Şubat 1894 tarihin­de Fransa ile Almanya arasında imzala­nan ve Çad gölü çevresinin paylaşılma­sını sağlayan bir antlaşmaya göre Ba­girmi Fransız nüfuz alanına bırakıldı. Bu durum karşısında Gavrang Fransa ile mecburen bir himaye antlaşması yaptı (1897) ve buna şiddetli tepki gösteren Râbih'in Bagirmi'yi işgale yönelmesi üze­rine kendi eli ile başşehri Masinya'yı yaktı. Himaye antlaşması gereği Fran­sızlar Râbih'i Bagirmi'den çıkarmak için saldırıya geçtiler ve 1900'de onu yene­rek bölgenin tamamını kontrolleri altı­na aldılar. 1903'te imzalanan yeni bir antlaşma ile sultan, Sari nehrinin sol ta­rafındaki topraklar üzerinde hâkimi­yet iddiasından ve köle ticaretinden vaz­geçti.

Bagirmi 1910'da Fransız Ekvatoral Af-rikası'nın sınırları içinde kaldı ve Fransız­lar burayı I. Dünya Savaşı sırasında Ka­merun'da bulunan Almanlar'a karşı bir üs olarak kullandılar. Bundan sonra Ba­girmi Fransızlar'ın Çad askerî bölgesinin kontrolüne girdi, ancak yerli yöneticiler tarafından idare edildi. Gavarang ölün­ce yerine Abdülkadir (1918-1935) geçti. Bagirmili liderler Çad'ın bağımsızlık ön­cesi ve sonrasında önemli roller üstlen­diler.


Yüklə 1,75 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin