İbadetin Fıtri Oluşu
İbadet insandaki fıtri esaslardan biridir. Şu mübarek Ramazan ayında tutulan oruç, insanın fıtratıyla mutabakat halindedir. Zira eğer insan Allah’ı bulursa, kalbi Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmayı diler ve Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmanın en iyi yolu mübarek Ramazan ayının orucudur. Dikkat ederseniz bazıları için oruç tutmak hususunda büyük lezzet vardır. İmam Seccad’a (a.s) baktığımızda, Ramazan ayı gelince çok mutlu olduğunu, ama mübarek ayın sonlarına doğru ve ayın bitiminde ise son derece mutsuz olduğunu ve ağladığını görüyorsak, bunun sebebi fıtratlarıyla uyumlu olan bir şey gelmiş olması ve de gitmek üzere olmasıdır.
Namaz kılmak; Allah’ını bulan ve perdeleri kenara itip Allah’ı hisseden insan için en büyük lezzettir. Hem öyle bir lezzetlidir ki İmam Sadık (a.s) bu konuda “Gecenin kalbinde kılınan iki rekât namaz, benim için dünya ve dünyanın içinde bulunan her şeyden daha lezzetli ve yücedir” diye buyurmaktadır
Yani İmam Sadık(a.s) buyuruyor ki: Eğer bana “bütün dünya senin olsun ama iki rekât gece namazını kılma” deseler, ben razı olmam. Niçin razı değil? Çünkü Rabbini bulmuştur, onun fırsatı Allah karşısında küçülmesini söylemektedir ona. Allah karşısında en iyi küçülme ise namazdır. Artık infakta bulunmak onun için zor olmak bir yana, lezzetli ve keyifli bir iş haline gelir. Zira Rabbini bulan kimse, hem de o yüce kemal sıfatlarıyla, bütün kemal sıfatlarını kendinde toplamış zatı bulunca, Bilindiği gibi neyi var neyi yok, ona feda etmek ister. Yalnızca malını onun yoluna feda etmeyi istemekle kalmayıp, belki eşini, çocuğunu neyi var neyi yok her şeyini, hatta canını bile ona feda etmek ister.
Artık böyle bir kimse için kelebeğin mum karşısında yanması gibi. Allah’ın karşısında, Allah için, Allah yolunda yanmak, en büyük lezzet haline dönüşür. Kur’an-ı Kerim bununla ilgili ne de güzel buyuruyor:
تَتَجَافَى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفاً وَطَمَعاً وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ فَلَا تَعْلَمُ نَفْسٌ مَّا أُخْفِيَ لَهُم مِّن قُرَّةِ أَعْيُنٍ جَزَاء بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
“Korkuyla ve umutla yalvarmak üzere (ibadet ettikleri için), vücutları yataklardan uzak kalır ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar. Şimdi hiç kimse kendileri için, yaptıklarına karşılık gözler aydınlığı olacak şeylerden neler gizlenmiş olduğunu bilemez.”1
Yani bazı kimseler vardır, onlar kimdirler? Allah’ı bulanlardır onlar. O kimselerdir ki Allah’ın cemal ve celal sıfatları kalplerine hükmetmektedir. Perdeler bir kenara çekilmiş ve bunlar Allah’ı bilmekten de öte, derk ve his etmişlerdir. Buyrulmaktadır ki bunlar yataklarını terk etmişlerdir. Bunlar kalkıp namaz kılıyorlar, gece namazı kılıyorlar. Sahip oldukları şeylerden Allah yolunda infakta bulunuyorlar ve Allah yolunda bulundukları infaktan ve gece namazından öylesine bir lezzet alıyorlar ki onların makamında olanlardan başka hiç kimse onları derk edemez, anlayamaz. Allah’ı hissettiği zaman namaz ve oruç onun için fıtri bir iş haline gelmektedir. Namaz ve oruçtan aldığı lezzet onun için vicdani bir iş haline gelmektedir. Sadece hums ve zekât değil, belki neye sahipse, hatta canını dahi Allah yolunda vermek, artık bu insan için fıtri ve vicdani bir iştir. Ona “humsunu ve zekâtını ver, fakirlere yardım et” demek gerekmez; çünkü susuz bir kimsenin su peşinde koştuğu gibi, kendisi de bunları yapmanın peşice koşturmaktadır.
“Az su bizzat kötü susatıcıdır Ta ki suyun üstten ve alttan coşup aksın”
Görüyorsun ki aç kimse ekmek peşindedir. Gerçekten de Allah’ı fıtratıyla bulan kimse namazını, orucunu, hums ve zekâtını eda etme çabası içerisinde olur. Onun için en büyük lezzet gidip artık Allah’ın evini Kâbe’yi ziyaret etmesidir. Zira aşık kimse; maşukunun şehrinin kapı ve duvarlarını öper. Safa ve Merve arasındaki sa’yı yerine getirme ve sonuç olarak her şey onun için lezzet vericidir. Oracıkta ev sahibini bulur, ev sahibi onun kalbindedir, onun kalbine hükümet etmektedir. Artık Allah’tan başka hiç bir şey, hiçbir kimse onun kalbinde değildir. Bütün ibadetler onun için fıtrileşir. Namaz, oruç, hums, zekât, hac, cihat, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak, tevella1, teberra2 onun için fıtri bir iştir.
Bilindiği gibi Allah’ı kalp gözüyle gören kimse açlığını anlayan kimse gibidir. Susuzluğunu gören kimse gibidir. Şu an burada bulunan siz azizler açsınız, açlığınızı ve susuzluğunuzu görüyorsunuz, ama başınızdaki gözlerle değil, çünkü baştaki gözler bazen hata yapar, kalp gözüyle, içgüdüler gözüyle (batın gözünüzle) açlığınızı ve susuzluğunuzu görüyorsunuz.
Bazı insanlar büyün kemalleri kendinde toplanmış o zatı fıtrat gözüyle görürler ve bu sebepten de ona âşıktırlar. Hem de nasıl bir âşık! Öylesine bir aşk besliyorlar ki İbn-ı Ziyad gibi cahil biri meclisinde Hz. Zeyneb’e karşı cesaret edip, “Gördün mü Allah seni ne yaptı?” Deyince Hz. Zeynep kalktı ve şöyle cevap verdi: “Ben güzellikten başka bir şey görmedim… Annen ölümüne ağlasın ey İbn-i Mercane”
Yani sen anlamıyorsun çünkü körsün. Anlamadığın için ölmelisin. Ben Kerbela olayında Allah’tan güzellikten başka bir şey görmedim. Eğer ben kardeşimi verdiysem Allah yolunda verdim, eriştiğim derk ettiğim Allah yolunda. İnsan Allah’a eriştiği zaman bütün ibadetler, cihat, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak, Allah’ın dostlarını sevip, düşmanlarına düşman olmak, bütün bunlar onun için fıtri bir iş haline dönüşür. Başka bir deyişle derk edilen bir iş haline gelir. Allah’ı bulmak ve derk etmekle kalmaz, insanın namaz kılması gerektiğini de derk eder. İnsanın eğer insan olmak istiyorsa oruç tutması gerektiğini derk eder. Oruç insanın Allah’ın ahlakıyla ahlaklanması ve ona benzemesidir. Eğer insan kemale ulaşıp kâmil insan olmak istiyorsa Allah’a yakın olması gerekir. Bir insan Allah’ı bulup ona eriştiği zaman artık hums, zekât, kanun ve eşitlikle yetinmeyecek, belki infak etmek onu için fıtri ve makbul bir şey olacaktır.
Özet olarak bütün İslamî ibadetler fıtridir. Derk ve hissedilen bir iştir. Eğer biz de derk etmek istiyorsak, perdelerin kaldırılması gerekir. Bu toplantıda bulunup da benim gibi Rabbini bulamayanlar varsa, bilsin ki hastadır, bu toplantıda bulunanlar arasında namazın kendisine ağır geldiği benim gibi bir kimse varsa, hasta olduğunu bilmelidir.
İnsan bazen acıkır ama hasta olduğu için açlığını hissetmez. İki gündür yemek yemiyor, onu serumla yaşatıyorlar, çünkü onun yemek yemeye meyli yok, neden? Çünkü hastadır. Hasta olduğu için o hissi iş yapamıyor. Eğer bu toplantıda bulunup ta benim gibi Allah yolunda infak etmenin kendisine ağır geldiği kimseler varsa, hasta olduğunu bilmelidir. İki üç gün yemek yemediği halde yine de yemeğe karşı meyli olmayan kimse gibidir. Yani açlığını hissetmiyor. Bu artık o yere ulaşmıştır ki bütün perdeler bir birinin ardı sıra kendisine engel olmuş; dünya, rezil sıfatlar ve sonuçta Allah korusun günah üstüne günah, onu çok kötü bir konuma sürüklemiştir. Öyle ki artık bu insan namazın ruhun gıdası, orucun Allah’a benzeme vesilesi ve bir kamil insan için en yüce lezzet olduğunu derk edememektedir.
Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in zamanında bir koyunu kesip paylaşmışlardı. Peygamber-i Ekrem efendimiz geldiğinde ondan bir şey kalıp kalmadığını sorduğunda, “Ya Resulullah sadece boynu kaldı, hepsini Allah yolunda verdik.” Dediler. Resulullah (s.a.a), “Hayır hepsi kaldı deyin, belki sadece boynu fani oldu, çünkü boynunu Allah yolunda vermediniz” diye buyurdu. Allah yolunda infak Allah’ın evini tavaf etmek, Allah yolunda can vermek, Allah’ın dinin yaymak, Allah’ın dostlarını sevindirmek, düşmanlarını düşman bilmek, delil ve kanıt isteyen bir şey değildir.
Dostları ilə paylaş: |