Ahlak Temizliğine Duyulan İhtiyaç Ahlak Temizliğinin Etkileri ve Önemi Şeyh Hüseyin Behrani



Yüklə 1,71 Mb.
səhifə47/68
tarix03.08.2018
ölçüsü1,71 Mb.
#66881
1   ...   43   44   45   46   47   48   49   50   ...   68

Saadet ve Şekavetin Hakikati


Saadet ve şekavet nefiste meydana gelen hallerdir. Ve bu esas üzere insani nefisler saadet ve şekavet açısından ikiye ayrılırlar:

A- Kamil nefisler: İnsan başlangıçtan itibaren yaptığı her işte, o işin sonucunda nefiste bir saadet veya şekavet haleti ortaya çıkmaktadır. Saadetten maksat insana, insan ve hayır olduğu açısından ortaya çıkan durum ve halettir. Şekavetten maksat ise insan ve zararlı olduğu açısından insan için ortaya çıkan halettir. Eğer bu amel tekrar edilecek olursa yavaş yavaş o halet şiddetlenecek, nefsin iki defterinin üzerine kazınacak ve bir meleke (yeti) haline gelecektir. Daha sonra bu meleke daha fazla kökleşerek nefiste saadet veya şekavet sahibi bir suret icat edecektir ki bu da nefsanî suret ve haletlerin kaynağı olacaktır. Eğer bu meleke saadetli olursa etkileri varlıksal ve nefsin yeni suretiyle uyum içinde olacaktır. Eğer şekavetli olursa o zaman da etkileri yokluksal olup akli yorum ile yokluğa ve kötülüğe döner. Bu esas üzere saadetli olan nefisten ortaya çıkan haletten lezzet alır. Aksine şekavetli olan nefis ise akli yorum ile yokluğa ve kötülüğe sürüklenir. O halde şekavet sahibi kimsenin etkileri de kendisiyle uyum içindedir. Zira sonuçta bu kendi eseridir ve o eserlerden etkilenmektedir. Bu konu saadet ve şekavet boyutunda kamil nefisle ilgili bulunmaktadır. Yani hem zatı salih ve saadetli ve hem de ameli salih olan veya hem zatı şekavetli ve hem de ameli bozuk olan kimseye aittir.

B- Nakıs nefisler: Hem saadet ve hem de şekavet boyutunda nakıs olan nefisler de iki çeşittir:

1- Zatı gereği saadetli, ama fiil amel açısından şekavetli olan nefis.

2- Zatı gereği şekavetli olan ama amel açısından saadetli olan nefis. Zatı gereği saadetli bir surete sahip olan bir nefistir; yani hak inançlara sahip demektir. Hak inançlar ise sabit gerçeklerdendir. Ama yavaş yavaş günahlar ve çirkin işler sebebiyle bu bedene ait olduğu günden beri şekavetli haletler içinde şekillenmiştir. Bu suretler zatı ile uyumlu olmadığı için böyle bir nefis dünyada veya berzahta ya da kıyamette zati temizliğini yeniden elde eder. Zatı gereği şekavetli olan ama geçici olarak salih amelleri sebebiyle güzel haletler elde eden bir nefise gelince bu haletler ve suretler nefsin zatıyla uyumlu olmadığı için ve kendisine doğal gelmediğinden dolayı er veya geç bu dünyada, berzahta veya kıyamette bu salih suretleri kaybedecektir. Ama dünya hayatında şekavet veya saadet fiiliyetini elde etmemiş nakıs ve zayıf nefislere gelince, bu tür nefisler de “Allah’ın emrini ümit ederler” ayetinin reel örneği olan nefislerdir.

Sünnet açısından saadet ve şekavet


Saadet ve şekavet hususunda dini önderlerimizden bir çok rivayetler nakledilmiştir. Bunlardan bazılarına işaret edelim:

İmam Sadık’tan (a.s) nakledildiği üzere Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) saadet ve şekavet hususunda şöyle buyurmaktadır: Saadetin hakikati insanın hayatının son aşamasının saadetli amelle sona ermesidir, Şekavetin hakikati ise ömrün son aşamasının şekavetli amel ile sona ermesidir. 1

Hz. Ali’den (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Saadetli kimse başkalarının durumundan öğüt alan kimsedir. Şekavetli kimse ise nefsinin isteklerine aldatmalarına aldanan kimsedir.”2

Bu ve benzeri hadisler saadet ve Şekavetin sonradan kazanılan bir husus olduğuna delalet etmektedir. Bu haletler başka bir âlemde tecessüm edecektir. İnsanoğlu bu lezzet ve sıkıntılara ulaşmak için çaba göstermek zorundadır. Herkes seçmiş olduğu yolda sorumlu bulunmaktadır. Eğer saadet yoluna girecek olursa mutlaka saadete erer ve eğer şekavet sahibi kimselerin yoluna girecek olursa mutlaka şekavete ulaşır.

Ama peygamber’den (s.a.a) aynı anlamı içeren başka bir rivayet de nakledilmektedir ki bu rivayet saadet ve Şekavetin sonradan kazanıldığı gerçeği ile uyum içinde değildir. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şekavetli kimse annesinin karnında şekavet sahibidir. Saadetli kimse de annesinin karnında saadet sahibidir.”

Zahir açısından bu hadisten sadet ve şekavetin sonradan kazanılmadığı anlamı istifade edilmektedir ama biraz dikkat gösterilecek ve diğer imamların (a.s) sözlerinden istifade edilecek olursa bu konu da açıklığa kavuşturulabilir. Musa b. Cafer’den (a.s) rivayet edildiği üzere kendisine Peygamber’in (s.a.a) bu hadisi hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “Şekavetli kimse henüz annesinin karnında iken Allah onun şekavetli kimselerin amellerini yapacağını bilmektedir. Saadetli kimse de henüz annesinin karnında iken Allah onun saadetli kimselerin amellerini yapacağını bilmektedir.



Lezzet ve Saadet


Lezzet ve saadet kavram açısından farklılık içermektedir. Bunların farklılığı da şudur ki saadet sadece insana özel bir halet vermektedir. Oysa lezzet insan ve hayvan arasında ortak bir halettir. Ama bu iki kavram birbirine oldukça yakındır. Ve kısa zaman için kullanılmaktadır. Ama saadet kalıcı veya nispeten sabit lezzetler hakkında kullanılmaktadır. Örneğin saadet; lezzetli bir yemek yiyen ve geçici bir süre yemekten lezzet alan kimse hakkında kullanılmamaktadır. Bu esas üzere saadette kalıcı lezzetler gizlidir, eğer bir kimse hayatında sürekli lezzet alacaksa tümüyle saadet sahibi olmuş demektir. Ama dünya hayatı sıkıntı ve dertlerle iç içe olduğu için bu dünyada saadetli olan kimse nitelik ve nicelik açısından dert ve sıkıntıları daha fazla olan kimsedir demek mümkündür. Bunda da iki özellik göz önünde bulundurulmaktadır ki onlardan biri niteliksel ve diğeri ise niceliksel devam üstünlüktür.

Müslüman bilginler açısında sadet ve şekavet


Müslüman bilginlerde saadet hususunda bir çok görüşler ortaya atmışlardır. Bu görüşlerden bazıları şunlardır:

1- Farabi1 şöyle diyor: İnsan aklani kemal ve akl-i faal ile irtibat kurabilecek bir makama erdiğinde saadet veya kemaline ulaşmış demektir. Yani Farabi, insanın aklani hareketlerini saadetin farklı mertebeleri ile yorumlamaktadır.

2- İhvan’us Sefa2 şöyle diyor: Saadet iki türdür: Dünyevi ve uhrevi saadet. Dünyevi saadet yani en uzun zaman ve en mümkün olan en iyi halette baki kalan varlık demektir. Uhrevi saadet ise bir nefsin en iyi halet üzere baki kalmasıdır.

3- İbn-i Sina özel bir saadet ve şekavet türüne inanmaktadır. İbn-ı Sina’ya göre saadet ve şekavet aklidir. İbn-i Sina1 İşarat ve Tembihat adlı kitabında şöyle yazmaktadır: Saadeti hissi lezzetlere özgü kılan kimseler filozofların bedenin fani olmasından insanın kâmil nefsi için ispat ettikleri saadeti inkâr etmektedirler. Bu saadeti inkâr edenlerin görüşü esasınca sadece yiyen, içen ve çiftleşen hayvan dışında hiç kimse saadetli olamayacaktır. 1

4- Molla Sadra2 şöyle diyor: “İnsani nefisler bendenden ayrılınca baki kalmaktadırlar.” Molla Sadra’ya göre saadet düşünen nefis ile ilgilidir. Nefis bedene maddi dünyadaki hayata bağlılığı esasınca vücuda gelmektedir. Bu yüzden hissi lezzetlerin yanı sıra akli lezzetlerde düşünülmektedir. 3

Ama ilk filozoflara göre saadet sadece nefis ile ilgilidir. Onlar şöyle demişlerdir: “Bedenin bu saadetten bir nasibi yoktur.” Filozoflar saadetin üstün ahlaka özgü olduğun kabul etmektedirler. Onların bu konudaki delili de şudur ki insanın hakikati o düşünen nefsidir. Beden ise sadece bir alet ve bir araçtır. O halde kemal olarak sayılan her şey lüzumu gereği insanın saadeti değildir. O halde saadet hem nefse ve hem de bedene ait bir şeydir. Nitekim daha önce de söylendiği gibi İslam filozofları dünya hayatında saadetin asla tam ve kamil olamayacağına inanmaktadırlar. Meğer ki ruh ve bedenle ilgili olan bütün kemaller onlarda bir araya gelmiş olsun.

Saadetin en düşük mertebesi; bedensel saadetin nefsanî saadete bilfiil galip olmasındadır. Meğer ki aynı zamanda nefsanî saadete şevk ve insani kemallerin elde edilmesine fazladan bir ihtiras üstün ve galip olsun. Neticede saadetin en üstün mertebesi ise ruhi saadet ve kemal için iştiyakın ve fiiliyetin daha çok olduğu mertebedir. Ama bedensel işlerden müstağni olan ölüler hakkında ise saadet sadece nefis, ebedi cemali müşahedeye ulaşma ve ebedi cemali görme iledir. İnsani saadet ilk halette (nefis bedenle olduğunda) hissi zevahir ve doğal özellikler ve işler ile karışık haldedir. Ama ikinci halette (nefis bedenden ayrılınca) bu özellikler olmadığı için saf ve halistir. Bu halette insan sürekli olarak ilahi nurlarla aydınlanır ve aklın ışığında nur elde eder. Allah’tan gayrisine hiç bir iltifatta bulunmaz. Elbette bu saadet türü görecelidir. Ama hayır ve saadetin hakikati sadece hakiki öğretiler ve temiz ahlaktır. Zira hayır ve saadetin hakikati kendisi için istemektir. Onlar sürekli nefis ile bakidir. Velhasıl bu konuda hiç şüphe yoktur ki Allah’a karşı duyulan sevgi ve ünsiyet ile ruhani lezzetler ve akli sevinçler gibi hayır ve saadetin etkileri de ibret alma açısından kendilerinden ayrıdır. Gerçi bu ikisi birbirinden ayrılmamaktadır. O eserlerin zati istenirliği beğenilen ve güçlü eserlerdir. Onlar için saadet ve hayır adına daha uygun ve evladır; böylece filozoflar ve hikmet sahiplerinin sözlerini arif ve tasavvufçuların haletini ve nakil ve hadis olarak şeriat ehlinin görüşünü bir araya toplamak mümkündür. Zira birinci grup saadetin hakikatinin akıl ve ilim olduğunu inanmaktadırlar. İkinci grup ise saadet hakikatinin aşk olduğuna inanmaktadır. Üçüncü grup ise ondan maksadın züht ve dünyayı terk etme olduğuna inanmaktadırlar. 1


Yüklə 1,71 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   43   44   45   46   47   48   49   50   ...   68




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin