Uyuşmak; Uzlaşmak Değil!
Cahillerden birçoğu insanlarla uyuşmayı, uzlaşmakla karıştırmaktadırlar. Bu ikisinin aynı olduğunu sanmaktadırlar. Emredilen halkla uyuşmanın, uzlaşma olduğunu düşünmektedirler. Oysa bu ikisi arasında büyük bir fark vardır. Kınamış olan uzlaşma, şahsın halkın elinde olan şeylere göz dikerek çirkinliklerini övmek veya reddedilmesini terk etmek suretiyle uzlaşması, insanların sürçmesini görmemesi ve her türlü iş karşısında suskun kalmasıdır. Bu vesileyle insanların eliyle bir takım dünyevi menfaatler elde etmesi veya onların kalbini kazanmaya çalışmasıdır. Bunu yaparken de hiçbir kötülüğü ortadan kaldırma amacını taşımamaktadır. Halkı idare etmenin ve insanlara iyi davranmanın iyi bir iş olduğunu ve hayırla sonuçlandığını ifade eden rivayetlerden biri de Şamlı adam ile ilgili olan meşhur rivayettir. İmam Seccad’ı (a.s) lanetli Yezid’e doğru götürürlerken bu Şamlı adam kötü laflar ederek şöyle diyordu: “Sizleri öldüren, hikâyenizin yalan olduğunu ortaya koyan ve insanları sizin elinizden kurtaran Allah’a hamdolsun.” Bu Şamlı adam konuşmasını bitirince İmam Seccad (a.s) ona şöyle buyurdu: “Ey yaşlı adam! Acaba sen Kuran okumuş musun?” Yaşlı adam: “Evet, okumuşum.” İmam: “Acaba sen şu ayeti okumuş musun: “Ben akrabalarımı sevmenizden başka sizden herhangi bir şey istemiyorum.”1 Yaşlı adam: “Evet” İmam, “el-Kurba” (Peygamber’in akrabaları) biziz. Sen şu ayeti de okumuş musun? “Eğer Allah’a ve hakkı batıldan ayran o günde, iki topluluğun karşılaştığı günde kulumuza indirdiğimize inanıyorsanız, bilin ki, ele geçirdiğiniz ganimetin beşte biri Allah’ın, Peygamber’in ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır.” 2 Yaşlı adam: “Evet”
İmam: “el-Kurba (akraba) biziz. Peki, şu ayeti: “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” 3
Yaşlı adam: “Evet.”
İmam Zeynülabidin: “Biz, işte bu ayetin muhatabı olan o Ehl-i Beyt’iz.”
Ravi şöyle devam eder: “Yaşlı adam durdu ve söylediği sözden dolayı pişman oldu, İmam’a dönerek, gerçekten o aileden olduğuna dair yemin etmesini istedi. İmam, Peygamber ailesinden olduğuna dair yemin edince yaşlı adam sarığını başından attı, ellerini kaldırdı ve başını göğe çevirerek şöyle dedi: “Allah’ım! “Ben, Muhammed’in cin ve insanlardan olan düşmanlarından beriyim (uzağım).” Ardından tövbe etti. Bu mesele, sonra Yezid b. Muaviye’nin kulağına gidince Yezid’in emriyle öldürüldü.
Bir bak da İmam’ın (a.s) onu nasıl hayır, iyilik ve tövbeye sürüklediğini gör!
Halkı idare etmek; bir fesadı önlemek, azaltmak veya yükselişini engellemek için olduğu gibi bırakmak ve dokunmamak anlamını ifade etmektedir. Bu nerede, uzlaşmak nerede? İdare etmek bazen idare ettiğin kimsenin şerrini def etmek içindir. Bazen o şahsı iyiliğe çekmek amacını gütmektedir ve bütün bunlar da kötülüğü önlemenin mümkün olmadığı, ortada bir korku bulunduğu veya hiçbir etki yaratmayacağı yerlerde geçerlidir. Bu durumda yumuşak, güler yüzlü davranmak, karşı tarafın eziyetine tahammül etmek ve kötü davranışlarına iyilikle cevap vermek halkı idare etmek anlamını ifade etmektedir ki hakkında şöyle buyurulmuştur: “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel bir tavırla sav O zaman bakarsın ki seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost oluvermiştir. Bu haslete ancak sabredenler kavuşturulur. Buna ancak hayırda büyük pay sahibi olan kimse kavuşturulur. 1
Hakeza: “Ona yumuşak sözler söyleyiniz. Belki aklı başına gelir ya da kötü akıbete uğramaktan korkar.”2
Hakeza Kâfi’de İmam Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğu yer almıştır: “Bir gün Peygamber (s.a.a) Aişe’nin yanında oturmuştu. Aniden bir şahıs giriş için izin istedi. Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: “Falan kabileden olan bu şahıs kötü bir kimsedir.” Aişe kalkıp odanın içine geçti. Allah Resulü (s.a.a) o şahsa giriş için izin verdi. O şahıs içeri girince Peygamber onu güzellikle karşıladı ve ona ikramda bulunarak sohbet etti. Konuşmaları bitince o şahıs Peygamberin (s.a.a) yanından ayrıldı. Aişe şöyle dedi: “Ey Allah’ın Resulü! O kimseyi kötü olarak andığın halde neden onu güzel karşıladın.” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Allah’ın kullarından en kötüsü; insanların, kötü dili sebebiyle kendisiyle oturmaktan hoşlanmadığı kimsedir.” (Yani ben ona kötü davrandığım takdirde, o benden uzaklaşacak ve bu durumda da ben insanların kendisiyle oturmaktan hoşlanmadığı en kötü insan konumuna gelmiş olacaktım.)
Bütün bunlar bir tür takiyye olan insanları idare etme hasletidir. Takiyyenin övgüsü hakkında birçok rivayet nakledilmiştir. Hatta “Şüphesiz Allah indinde en yüceniz en takvalı olanınızdır”1 ayetinin tefsiri hakkında şöyle demişlerdir: “Maksat takiyyedir. Bu konuda Kafi’de Hammad b. Vakid’den nakledilen rivayet de sana yeter. Hammad şöyle diyor: “Yol esnasında İmam Sadık’a (a.s) rastladım ondan yüz çevirerek geçip gittim. Daha sonra hizmetine vararak şöyle arz ettim: “Kurbanın olayım, sizi görünce yüz çeviriyorum, zira sizi sıkıntıya düşürmek istemiyorum.” İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Allah sana rahmet etsin! Ama dün bir kimse falan yerde beni gördü ve “selam olsun sana ey Eba Abdillah!” dedi. O iyi bir iş yapmadı.”
Dikkat et, bir şahıs selamı terk ederek ve şartları göz önünde bulundurarak İmam’ın (a.s) kendisine rahmet talep etmesini elde etti. Diğeri ise gerekli şartlara riayet etmediği için İmam’ın (a.s) şikâyetine sebep oldu ve İmam (a.s) onun hakkında “o iyi bir iş yapmadı” diye buyurdu. Bu ve benzeri hadislerden anlaşılan şu ki mümine saygı göstermek; kendisine haset edilen veya aleyhine fitne çıkarılan bir yerde ona saygıyı terk etmek iledir. Hatta bazen mümine ikramda bulunmak onun kınanmasına neden olur. Nitekim bazı imamlar (a.s) bunu bazı yakın dostları hakkında uygulamışlardır. Bu tıpkı yolcuları kurtarmak için gemiyi delme olayına benzemektedir.
Üçüncü hususu da zorluk ve sıkıntılarda tahammül göstermektir. Şüphesiz dünya müminin zindanıdır. Sahi, içinde huzur ve güvenin olduğu bir zindan düşünülebilir mi? İmam Sadık (a.s) kendisine şikâyette bulunan ve hacetini sunan bir kimseye şöyle buyurmuştur: “Sabırlı ol, Allah çok yakında işinde kolaylık yaratacaktır.” İmam (a.s) daha sonra sustu ve o şahsa dönerek şöyle buyurdu: “Bana Kufe zindanının nasıl olduğunu anlat.” O şahıs şöyle dedi: “Oldukça dar ve kötü kokmaktadır. Mahkumlar çok kötü bir halet içinde bulunmaktadır.” İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Şimdi sen de zindanda bulunuyorsun, ama buna rağmen rahat ve huzur içinde olmak istiyorsun; sen dünyanın müminin zindanı olduğunu bilmiyor musun?”
Mümin üç halet içindedir. Ya ahirete iştiyak duyan kimselerdendir ki bu durumda salt dünyada oluşu bile kendisi için zindan sayılır. Nerede kaldı ki karşı karşıya bulunduğu musibetler ve zorluklar sebebiyle! Veya dünyaya ve dünyanın içinde olan şeylere meyletme korkusu içinde bulunmaktadır. Bu durumda da hikmet sahibi olan Allah ona karşı lütfü ve ihsanı sebebiyle onu çeşitli zorluklara ve sıkıntılara düşürmektedir. Böylece onun dünyaya bağlanmasına engel olmaktadır. Bu şahıs dünyadan nefret ederek dünyaya dayanmamaktadır. Şüphesiz dünya zalimlerin yurdudur. Ya da amel ve itaatlerden çok az nasiplenen kimselerden biridir. Bu durumda da hikmet ve rahmet sahibi olan Allah ona duyduğu sevgi gereğince onu musibet ve zorluklara sabır sevabından nasiplendirmektedir. Bunun sevabı da o kadar büyüktür ki İmam Sadık (a.s) hakkında şöyle buyurmuştur: “Eğer bir sıkıntı içinde olan kimse bu musibetler karşısında nasıl bir mükâfatının olduğunu bilecek olsaydı bu durumda makasla parça parça edilmeyi arzulardı.
Hakeza İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Musibete uğramış ve buna sabretmiş olan bir mümin için bin şehidin sevabı vardır.”
Hakeza şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz kulum Allah katında öyle bir makamı vardır ki şu iki haslete sahip olmadıkça ona erişemez: “Malını kaybetmek veya bedeninde bir zarar görmek.”
Bu esas üzere musibetler mümin için ya sevap ve derece artışıdır ya da mümin ahirette rahat olsun diye dünyada kendisine verilen bir ceza ve bir kefarettir. Bu her ikisi de akıllı kimse nezdinde iyi ve sevimlidir. Sevabın güzelliği zaten bellidir. Cezanın güzelliği ise Ehl-i Beyt’in (a.s) rivayetinde yer alan şu gerçek sebebiyledir: “Allah mümin bir kuluna iki defa eziyet etmekten çok daha yücedir. Eğer kul dünyada bir iş için cezalandırılırsa ahirette artık bu il için ceza görmez. O halde müminin beladan kaçınması mümkün değildir. Sabretmekten başka çaresi yoktur. Allah sabrı beladan önce yaratmıştır. Aksi takdirde müminin kalbi bir yumurta gibi sert bir taş üzerinde kırılır giderdi. Kafi’de yer alan bir hadiste Ali’den (a.s) naklen Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sabır üç çeşittir: Musibetler hususunda sabır, itaat hususunda sabır ve günah hususunda sabır. O halde her kim rahat bir şekilde atlatmak için musibetlere sabrederse Allah ona üç yüz derece yazar ki iki derece arasındaki mesafe yerle gök arasındaki mesafe kadardır. Her kim de itaat hususunda sabrederse Allah ona altı yüz derece yazar ki, iki derece arasındaki mesafe yerin dibi ile arş arasındaki mesafe kadardır.”
Aynı şekilde Kâfi’de nakledildiği üzere İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Biz sabırlıyız ve bizim taraftarlarımız bizden daha sabırlıdır.” Ravi şöyle diyor: “Ben, “Nasıl taraftarlarınız sizden daha sabırlıdır” diye sorunca İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Zira biz bildiğimiz şeye sabrediyoruz, ama taraftarlarımız ise bilmedikleri şeylere sabretmektedirler.”
İşte bu merhamete bak! Taraftarlarının başına gelen musibetler, Ehl-i Beytin başına gelen musibetlerin karşısında hiçbir değer ifade etmese de bu şekilde taraftarlarını takdir etmektedir. Böylece taraftarlarının kendilerine katılmasını ve helak olmamaları için kendilerinden ayrılmamasını istemektedir. Bunlar taraftarları için yegâne kurtuluş yolunun kendileriyle birlikte olmalarında ve aynı yolda yürümelerinde olduğunu biliyorlar. Bu durumda hepsi red edilmeyeceği, için tümü kabul edilmek zorunda kalınacaktır. Ama herkes için bir hüküm olursa ve herkese hali gereğince davranılacak olursa taraftarları helak olacaktır. Bu yüzden taraftarlarından istedikleri en önemli şey zahiri de olsa kendileriyle bir benzerlik içinde bulunmalarıdır. Nitekim Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz bir gruba benzeyen bir kimse onlardan olmaya yakındır.”
Daha sonra onu şefaat ve tam bir dua ile geri çevirirler. Seyyid b. Tavus İmam-ı Zaman’dan (a.f) o mukaddes bodrumda taraftarları için dua ederken şöyle dediğini işitmiştir: “Ey Allahım! Taraftarlarımız bizdendir. Bizim balçığımızın arta kalanından yaratılmışlardır. Bizim velayet nurumuzla yoğrulmuşlardır. O halde onların işini bize bırak, bizim dostluğumuza güvenerek yaptıkları günahlarını bağışla. Eğer onların tartısı hafif gelirse onu kalan iyiliklerimizle ağır kıl.”
Bir bak, İmam-ı Zaman (a.f) nasıl da taraftarlarını kendine çekmeye önem vermektedir. Böylece taraftarlarını helak olmamaları için ayrı kalmaktan kurtarmaya didinmektedir. Bir defasında onların kendilerinin yaratılışından yaratıldıklarını dile getirmekte ve bir defasında da onların kendi sevgilerine güvenerek günah işlediklerini belirtmektedir. Daha sonra da Allah’ın dergâhına yalvarıp yakararak geriye kalan iyilikleriyle onların eksikliklerinin giderilmesini arzu etmektedir. Ey kardeşim! Onlar bizim bilmediğimiz bir takım şeyleri bilmektedirler. Onlar şöyle buyuran kimselerdir: “Günaha bakmayınız; kime isyan ettiğinize bakınız.”
İmamlarımız bizim günahlarımızın büyüklüğünü bildikleri için ve bizi düşündüklerinden dolayı bize esenliğin ümit edildiği kurtuluş yolunu göstermişleridir. Bu da onlara mümkün mertebe benzemeye çalışmaktır. Böylece insan bütün himmetini kuşanmalı ve bir an olsun onlardan ayrılmamalıdır. İmam Rıza’nın (a.s) bu bölümün girişinde naklettiğimiz hadisleri esasınca da insan sadece imamdan bir sünnet üzere olduğu takdirde hakiki imana erişecektir. İmam’ın (a.s) “İmamdan bir sünnet” ifadesi ile yetinmesinin sebebi de şudur ki bu sünnet, (sabır ve tahammül) bütün sünnetleri, yani sabır mertebelerini (musibetlerde sabır, itaatte sabır ve günahlar karşısında sabır) kuşatmaktadır. Hiçbir şeyi geri bırakmamaktadır…
Burada İmamların (a.s) önem verdiği bazı sünnetlere işaret etmek uygundur. İmamlar tıpkı farzlar gibi bu sünnetlere önem vermişlerdir. Allah bizlere de onlara uymak ve bu sünnetleri yerine getirmek hususunda başarı nasip etsin. Meğer ki güçlü bir engel veya daha önemli bir iş bizi bundan alıkoymuş olsun. Bu sünnetler şunlardır:
Dostları ilə paylaş: |