let-i aliyyeyi harb edecek hâli olmadığım bildiği hal-
de hiç olmazsa bir zaman oyalar diye düşünerek harbe
teşvik etti. İstanbul'da da Ragıp Paşa'nm ölümünden
sonra iktidardaki dalkavuk yaltakçı kimseler, muhare
benin mânasını lügat kitabında öğrenipde yapılacak ha-
zırlıklarla nelerin nerede nasıl olacağından haberi olma-
yanlar fırsat bularak, arzu edilmeyen zamansız bir har-
bin yapılması gelişmiş olunca, Rusya üzerine harb ilâ^
n-i konuşulmuş ve karara bağlanmışdı.
Fakat o vakit Sadaret makamında bulunan Muh-
sinbade Mehmed Paşa gençliğinde Rumeli tarafların-
TARİH-İ CEVDET
117
de dolaşmış ve muharebelerde Rus askerinin askerlik
değeri ile ne kadar asker çıkaracağını büdiği ve sınırla-
rımızın halini açık olarak gördüğü için, sınırdaki aske-
rin yiyecek ve mühimmatı yok5 derhal harb ilân edilir-
se ordu oralara varıncaya kadar birçok fenalıklardan
korkulur. Bari bir zaman oyalansa da hududa gereği ka-
dar kuvvet yığılsa ordu mühimmatı tamam olunduktan
sonra inşallahü teâlâ gelecek sene harb ilân ederiz de-
mişti.
Lâkin yöneticiler ve büyükler kendilerinin Özel men-
faatlerini yürütmek üzere üçüncü Sultan Mustafa'yı
harbe teşvik edip Sadrıâzamı da korkaklık ve gevşeklik
ile suçlayarak, işden el çekdirdikten sonra (1182) sene-
sinde Rusya'ya karşı harb ilân ettirdiler. Onlar kendi-
lerinin dediğini yaptılar ama Devletin bünyesinde bir bü-
yük yara açtılar.
Gerçekte yer ve gök götürmez askerle. Rusya üze-
rine yürünmüş ise de disiplinsiz, eğitimsiz asker; eğitim
görmüş muntazam ve disiplinli askere dayanamadığın-
dan başka, daha ordu Edirne'de iken başlayan kıtlık ve
açlık ortaya çıkmağa başlamış ve Tuna geçildikten son-
ra idare olunmaz yiyecek sıkıntısı orduyu zayıf düşür-
müş ve dağılmaya yüz tutar hâle getirmiştir. Gerçi öte
tarafdan Kırımgıray han Rus topraklarını çiğneyip ta-
lan etmiş bir taraftan Osmanlı ordusundan bir azı Özi
suyunu geçerek Rusya'yı epeyce sıkıştırmış, Serdar-ı
Ekrem ordusu da Hotin tarafına gelerek Turla ırma-
ğına köprü kurup asker geçirerek ilerlemeğe başlamış-
tı. Bu haberler Petersburg da korku ve dehşet uyandı
rarak az kalsın ihtilâle sebep olacaktı. Lâkin Kırımgiray
ölünce yerine geçen, gevşekçe olmakla onun yerini tu-
tamadığından ve o sene mevsimsiz yağışdan nehirler co-
şup taşınca Osmanlı ordusu bir kaç kısma ayrılıp par-
118
AHMED CEVDET PAŞA
çalanmış ve mühimmatı kayıplara uğradığından, Rus-
lar bundan faydalanarak Osmanlı ordusunu Tuna'ya
doğru epeyce kovaladılar. Böylece Prut yılından Rus-
lar Baltacı Mehmed Paşa'nm gafletiyle nasıl imha olun-
maktan kurtulmuşlarsa bu kere de Özi ırmağının böyle
vakitsiz taşması, Katerinayı tehlikeden kurtardı diye
bazı Avrupa tarih yazarları yazmıştır. Hele Kırımgi-
ray'm vefatından Ruslar çok istifade ettiler.
Böylece Osmanlı ordusu dağıldı. Ondan sonra her
sene tertip olunan ordular, bazen muharebe kazandılar-
sa da sonunda yenik düşüp bozulduklarından Tüna'nm
öte tarafından olan bütün topraklar ve kaleler Rusla-
rın eline geçti. Baltık denizinden gelen Rus donanması
Akdeniz adalarını yakıp yıktı ve (1185) tarihinde Kı-
rım da bütün bütün elden gitti.
Ordu-yu hümâyûnun ahvâl ve harekâtına ve Dev-
let yöneticilerinin bu yolda yaptıkları hatâlara dâir
(Adsız) ünvaniyle bir risale yazılmıştır. Yazarının kim
olduğu biliinmiyor, fakat yazı üslûbuna bakılırsa bu
işleri iyi bilen bir zat olduğu anlaşılıyor. Bu risalede
der ki, ötedenberi Devlet-i âliyyenin sinirleri, yerinde
olan zeamet sahibleri, tımar ve diğer ulûfeci askerlerin
\arbe koyulmaları, diyanet işlerinin himaye ve emir
lerinden, yahut kendilerine has, Padişahın vereceği ak-
çayı almağa bütün güçleriyle çalışır veya onları karı-
şıklık çıkarırlar da bastıramayız korkusu ile ürkerek
çağırılırlardı. Bu halde de Din icabı cenge giden azın
azı olup zeamet, tımar, ulufe ve diğer Padişah dirlik-
leri de akçaya, işinin görülmesine yahut bir yere hiz-
met karşılığı külfetsiz herkes tarafından alındığı için,
harb ve cenge böylece çok istekli olur bifşey kalmadı-
ğından, askerin, içine dışarıdan girenlerle nizamı bo-
zulmuştur.
TARİH-İ CEVDET
119
Bu muharebeye dair olan geniş bilglerle yapılan
batâlar bu risalede vesair tarihlerde ve özellikle Resmî
Ahmed Efendinin «Hulasa-tül İtibar» adlı risalesinde
yazılı olup, ancak Kırım ahvaline dâir bazı sergüzeşt-
namelerde fazla bilgiler çözüldüğünden bu yolda anla-
tılmağa başlanır.
Şöyle ki Ruslar, Tatarlara, hürriyet vaadederek
aldatmaya başlayıp, bir zamandan beri Kırım hanları
da çoğunlukla Kırım içinde oturmayıp Koşan'da yer-
leştiklerinden ve Devlet-i âliyye tarafından o yerlerin
gidişatı göz önünde tutulamadığından, Rus casusları
meydanı boş bulup Kırım içinde istedikleri gibi karı-
şıklık çıkairarak, Kırımın reis ve mirzalarını aldatmış-
lardı. Böylece, Tatarlar Kırım seraskeri, Silâhdar ib-
rahim Paşaya seni istemeyiz demeğe gelen ordu ulaş-
dırma işlerinde veregeldikleri arabaları vermemeğe ve
bize Osmanlı askerinin lüzumu yoktur demeğe başladı-
lar. Çünkü, Tatarlar Ruslarla yaptıkları gizli anlaşma-
ları açığa vuramadıklarından orduca yapılacak yardım-
dan uzak durdukları gibi ellerinden geldiği kadar da
ordunun bozulmasına gayret ederlerdi. Ordu emri al-
tında bulunan Tatar askeri de bir kenara çekilip muha-
rebede döğüşmezdi. Döğüşen yalnız Osmanlı askeri olup
onlar da azın azı idi. Bir taraftan ordunun mühimma-
tı yetersizdi. Olan da Defterdar ve Nüzul eminlerinin
yolsuz idarelerinden ötürü yok edilip yitirilmekde idi.
Böylece Kırım ordusu her yönden fena halde iken
serasker İbrahim Paşa, yine gayreti elden bırakmazdı.
Hattâ (1184) senesinde Ruslar Or kalesine taarruz
edince Paşa binbir güçlükle bulabildiği kadar araba ile
iki defa güçlükle orduyu götürüp muharebeyi kazan-
mış zafer gafleti ve Tatar halkının hilesinden haber-
siz Or kalesine gittiği zaman bir taraftan halk İbrahim
120
AHMED CEVDET PAŞA
Paşayı istikbale çıkmış, diğer yönden Tatarlar kale ka-
pısını açıp Rus. askerini içeri alınca, Han kaleye girme-
den kaçmağa mecbur oldu. Ve kaledeki askerin çoğu
şehîd olup Kırımın kilit yeri olan Or kalesi de Rusların
eline girdi.
Ruslar bundan sonra diğer kalelere dadanarak Kı-
rım içinde dağılma başladı. Selim Giray Han Kırım'da
da duramayıp bir gemiye binerek İstanbul'a geldi. O
vakit Ruslar, bazı Kırım ahalisinin seçimi ile ikinci Sa-
hip Giray Hanı Kırım hanı yaptılar. Bu suretle Sahip
Giray Han vekil olarak hükümete geçince kardeşi Şa-
hingiray Sultanı Kalgay yaptı. Serasker Paşa yine gay-
ret gösterip, kahramanca Ruslara dayanmışsa da Kal-
gay olan Şahin Giray bir hayli Tatar askeri ile gelip
Biz Ruslarla anlaşdık ordunuzu çekin çekmesseniz yağ-
ma edeceğiz deyince asker gözönünde kayıklara bine-
rek kaçmağa başladı. Kefe Valisi Mehmed Paşa da işi-
ne gelen havayı bulunca kaçtı. Serasker Paşa kendi
emrindekilerle yalnız kalınca uğraşıp esir düşerek Pe-
tersburg'a gitti.
Tatarlar da bir çok şartlarla Ruslarla andlaşma
yapıp ancak bazı maddeleri Kırımda henüz yapılmadı-
ğı için bu maddeleri yerine getirmek üzere Şahingiray
biraderi tarafından murahhas olarak elli altmış mirza
ve Tatar ile Petersburg'a gittiğinde eğer Rusya, Dev-
let-i âliyye ile sulh yaparsa Kırım ahalisi yine Ruslara
tabi olalar diye bir sened yapıldı. Şahingiray mühürle-
di, diğer mirza ve Tatarlar işin sonundaki kötülüğü arı-
layıp sezerek mühür basmadılar. Şahingiray'dan ayrı-
lıp, onu Petersburg'da bırakarak Kırım'a geldiler. Ola-
nı biteni anlattıkları zaman Kırım ahalisi tümen tümen
dağlara çekildiler ve asker toplamağa başladılar. Rus-
lar her tarafı ele geçirmiş olduğundan çare bulamayıp
TARİH-İ CEVDET
121
anlaşma yapılıncaya kadar bu karışıklık devam etti.
Bu sırada Şahingiray da Kırıma doğru çıkıp geldi ise
de Kırım'a girmekten korkarak, hatta kardeşi Sahip-
girayla bile görüşemeden anlaşma yapılana kadar
«Baltov» adlı kalede oturmak zorunda kaldı.
İşte Kırım bu suretle Ruslar eline geçerek diğer
yerleri de tarihlerde yazıldığı gibi Ruslar istilâ ederek,
Tuna'nın öte tarafı bütün bütün Ruslar eline girdikten
sonra, seksenaltı senesi sonunda ve Muhsinzadenin
ikinci sadaretinde, Ruslar sulh isteğinde bulununca
ordu efkânı da anlaşmadan başka çare olmadığını gör-
düklerinden, her iki tarafın kararı üzerine Bükreş'de
meclis kuruldu ve konuşuldu. Murahhas Abdürrezzak
Bahir Efendi eliyle bir andlaşma düzenlenip bir sureti
İstanbul'a gönderilmişti.
Ancak bu andlaşmada, Tatarların hürriyete kavuş-
ması Kerş ve Yenikale'nin Ruslar elinde kalması ve
Rus tüccar gemilerinin Karadeniz ve Akdeniz'de ser-
bestçe gezip ticaret yapmaları yazılmış, ve bunlar sulh
andlaşmasmın esası olarak öne sürülmüştü. Özellikle
Tatarlara hürriyet verilmesi, Rusların başta gelen is-
teklerinden olup, Ruslar bütün bunları elde etmek için
Kılburun kalesini yıkmayı, belki de geri verip yerinde
bırakmayı. Kırımda para basmak ve Hutbenin yine
Devlet-i aliyye adına olmasına ve Devlet-i aliyye Kı-
rım'dan bütün bütün ilişiğini kesmemek üzere yeni
kale ile Taman arasında bulunan adada bir kale bina
etmesine razı olmak ve ellibin kese akçe tazminat al-
mak isterken ondan da vaz geçmek gibi türlü kolaylık-
lar göstermişti.
Ordu erkânı o zamana ve gidişe bakarak bu anlaş-
maya hep birlikte razı olmuşlarken İstanbul'da olup da
ordunun halinden habersiz olan devlet büyükleri ve yö-
122
AHMED CEVDET PAŞA
neticiler Kırım'ın hürriyetine ve gemilerin seyri mad-
delerine razı olmadıklarından tekrar muharebeye baş-
landı. Olacağı şu idi; Rusların Tatarlara hürriyet ver-
mek maddesinde bu derece ısrarı, Lehistanda yaptığı
gibi bu vesile ile Kırım içine karışıklık ve kargaşalık
sokmak, ileride Kırım diyarını da Kazan ve Ejderhan
gibi ele geçirip oralara yayılmak maksadından ibaret
olduğunda şüphe yoktu. Eğer ordunun bir parça hare-
ket kabiliyeti olsa, hiç olmazsa Tunanm beri yakasını
elde tutup korumaya gücü yetse, o sırada Rusların da
bazı iç karışıklıkları ortaya çıktığından bize çok kötü-
lüğü olacak bu anlaşmadan kurtulmak mümkündü.
Çünkü Rus askerleri hernekadar bu ana gelinceye dek
galibiyet kazanmışlarsa da, seferlerden ötürü Ruslar
da malî sıkıntılara düşmüşler bunun için de halka zu-
lüm ve baskı başladığından, sonra orduda noksan erle-
rin yerine koymak için zaman zaman ahaliden asker
yazdığından, Rus halkı Katerina'ya kırılmış ve Rusya-
nm heryeri yıkılmağa yüz tutmuştu. Para yardımı için,
İngiltere tüccarına günden güne açık pazar olduğundan,
bunun da içde kendisine başlıca ziyanı olmuşdu. Kazan
taraflarında Tatarlardan bazıları itaatten çıkarak o ha-
valinin harab olmasına sebep olmuşlar, sonra da bir
takım çok miktarda asker toplayarak, Ruslar ile mu-
harebeye tutuşmuşlar ve karşı koymağa başlamışlardı.
Böylece Katerina de Devlet-i aliyye ile anlaşmayı ça-
buklaştırmağa mecbur oldu. (1188) senesinde Rus as-
keri Tuna'nm beri tarafına geçip Şumnu'da Osmanlı or-
dusunu kuşatmıştı. Ordu içine türlü ayrılıklar ve kar-
gaşalık girdiğinden, çaresiz sulha razı olup, konuşma
memurları da işi çabuklaştırıp ve her nasıl olursa olsun
bir yüze çıksın diyerek bu kadar asker ve mühimmat
kaybından sonra yine Bükreş'te kararlaştırılan madde-
TARİH-İ CEVDET
123
leri ziyadesi ile kabul edip, Kaynarca anlaşması gibi
muzır bir muahede yapılmasına mecburiyet hasıl oldu.
Sabık Kırım Hanı Dördüncü Devletgiray Han ile
Canikli Hacı Aü Paşa (1187) senesinde Kırım'ı kurtar-
maya memur edilip Taman dolaylarında Nogay ve Çer-
keş kabilelerini toplayıp (1188) senesinde Kırım'a gir-
mişti. Kırım ahalisi anlaşarak beraberlik içinde düş-
mandan intikam almak için ayaklandılar. Galibiyet Is-
lâmlara yüzünü göstermeğe başlamışken Kaynarca mu-
ahedesinde, Kırım serbesttir, şartı olduğundan çaresiz
Hacı Ali Paşa da kışlamak üzere Kefe kalesine döndü.
Bu seferin Devlet-i aliyyeye yaptığı fenalıklar say-
makla bitmez. Hattâ Osmanlı topraklarında at neslinin
bundan sonra kaybolduğu ve battığı söylenir.
FEZLEKE
Devlet-i aliyye şeceresini evvelâ Şah Osman G***
Hazretleri ekip, kendisinden sonra gelenlerin yeni geliş-
me himmetleriyle terbiye olunup Kanunî Süleyman Haz-
retlerinin zamanında yükseliş çağma ermiş ve sonra
ihtilâllerin karanlık ve kuşkulu günlerini kâh munta-
zam ve kudretli oluşun, baharım görmüş ve bazı sarsın-
tılara uğrayarak fena bir hale gelmiş iken, îkinci Mah-
mud Han Hazretleri, elinde tuttuğu yükseliş meş'alesi
ile hükümet şeceresine musallat olan keder verici mas-
rafları keserek Devleti bu zararlı sebeplerden temizle-
dikten sonra onun hayırlı halefi zamanında adaleti sa-
yesinde emin ve rahat olduğumuz ve iyi günlerini gör-
düğümüz Sultan Abdülmecîd Han Hazretleri, aldığı bil-
gili tedbirlerle Saltanat şeceresine yeni bir gelişme ve
hayat sağlamıştır.
BEŞİNCİ BÖLÜM
(Devlet-i aliyye kanunlarının ne veçhile bozulduğuma
dairdir).
Bizden önce gelenlere gizli olmayan incelenmiş ha-
berlere göre Devlet-i aliyye Kanunî Sultan Süleyman
Han Hazretlerinin saltanatı zamanına gelinceye kadar
sade bedevilerin durumuna yakın bir halde olup toprak-
lar genişledikçe usûl ve kaideler konulmuş, gerek sal-
tanatta gerek halk içinde süs, ziynet ve ihtişama, sefa-
hatin karışık sonlarına bir gün istek ve arzu duyulma-
mıştı.
Sultan Süleyman zamanında ise kısa zamanda bir-
çok memleketler daha Osmanlı toprağına katılmış dev-
letin sınırları genişlemiş ve memlekette üstün derecede
artan zenginlik, tabiî olarak durumun değişmesine se-
bep oldu. Bu da dünyada tabiatin gelişmesi icabı oldu-
ğu cihetle; niçin oldu? Bedeviler gibi kalınmış olsa da-
ha iyi olmaz mı idi, denilmekle zamanın zorunlu hüküm
ve emirlerini inkâr demek olur.
Zira her insan topluluğu zorlanarak bu köprüden
geçmiş ve zaman hükmünü anlayıp takdir etmeyerek
tabiatin gidişine karşı koyup da eski durumunda kal-
makta direnen ve ısrar eden kavimler, boşluk ve yok-
luk denizine düşmüştür. Şu kadar devlete göre en bü-
yük tehlike ve korku ve millet topluluğunun bedeninde
çok büyük tehlikeli hastalık bir durumdan diğer duru-
ma geçiş sırasında olup bir hastalığın iyiliğe dönüşü
zamanında ziyade dikkat ve ihtimam olunmazsa, hasta-
TARİH-Î CEVDET
125
İlk yeniden ortaya çıkar ve zaten zaif olan vücûdu bü-
tün bütün berbat etmesi, nasıl tecrübe ile biliniyorsa,
devletlerin de durum değişikliklerinde eski haliyle gir-
meye mecbur bulunduğu yeni duruma geçiş, dikkatle
incelenerek, akıllıca yapılmadığı ve hemen usûlleri de-
ğiştirmekle eski durumun sonu gelmiş olacağından,
bünyesi zayıf olan devlete, birdenbire sarsıntı verildiği
halde kolayca selâmete çıkmak kolaylaşır. Aksi halde
bu çabuk akışın su yolları tıkanmazsa etrafını basıp
harab eder. Zamanın icabeden değişikliklerine karşı du-
rub da değişiklik olmasın diye çabalamak bunun benze-
ri olup böyle düşünen hükümet yöneticileri devlet bah-
çesini sel altında bırakıp darmadağın edecekleri delille-
ri Ue görüşten uzak değildir.
Kısaca reformdan uzak kalmak Allahm namus has-
sası olup insanlık kanunları zamanın hükmü ile değiş-
mekle, ikiyüz sene evvel pek mükemmel ve hayırlı diye
kabul olunan bir kanun ve usûl, o vakitten beri kavmin
mizacında ve dünya milletlerinin gidişinde meydana ge-
len değişiklikler dolayısiyle bir işe yaramaz dereceye
gelmek tabiatin emri olduğundan, devlet bakanları için
asıl lâzım olacak, kabullenilecek olayı düşünüp tartış-
mak ve devletin bugünkü ihtiyaçlarına ve zamanın hük-
müne göre incelemek ve yorumlamakla idareyi ona uy-
durmak ve mevcud nizamları göz önüne alıp, ince yerin-
de duruma oturtmak mes'elesidir.
Bu istenilenlere yaklaşma yollarının biri ve belki
en kestirmesi bağlı oldukları devletin eski kanunları ve
eski durumu ile kabullenilecek gelişmeyi bilmek oldu-
ğundan, gerçekte saltanat-ı seniyyenin eski usûl ve ni-
zamları, tarih kitaplarında yazılı ise de ve bizim bu ta-
rihimizde tekrarı bazı mertebe sadetten hariç ise de
bunların aşağıda olduğu gibi yazılması ve adı geçen ni-
126
AHMED CEVDET PAŞA
zamlara vakit vakit aciz olan kargaşalığın sebeplerini
açıklamak hem iş görecek, gelecek kuşaklara küçük bir
hizmet ve hem de aşağıda bildirilen tarihimizde adı ge-
çecek olan «Nizamat-ı Cedide»nin icablarını anlamağa
kolaylık olur diye düşünüldü.
Her devletin esas vazifeleri iki gerekçeye dayanır.
Biri memleket içinde sosyal adaleti kurarak halkın hak-
larını hukuk çerçevesinde korumak. Diğeri, sınırları
düşman taarruzundan muhafazadır. Her devletin ünü
şerefi ve işlerinin yolunda gitmesi ile renkü parlak yük-
selişi bu vazifelerin güzelce yapılmasına çalışmak ve
gayretle üstün başarı göstermekle olur. Devlet-i aliyye-
de aslına bakılırsa bu gerekçelerin yapılmasına yüksek
bir önemle bakılır ve hiç bir şey gözden kaçırılmazdı.
Şöyle ki halk arasında adalet ile hüküm vermeğe me-
mur bilginler gayet toplu ve muntazam olduktan başka,
gelmiş geçmiş Âl-i Osman Sultanları da pek ziyade titiz
davranarak o zamanın gereği kendileri divan yerinde
hazır olup memleketin iş ve meselelerini din ve devlet
ile kayıt altında bulundururlardı. Hattâ Yavuz Sultan
Selim Han Hazretlerinin eski Divanhanede bizzat divan
eylediği tarih sahifelerini süsler.
Eyâletlerin idaresine memur olan beylerbeyiler ni-
ce zaman sancak beyliği etmiş, sıcak ve soğuk rüzgârı
görmüş emektar zatlar ve sancak beyleri Din ve Dev-
letin iyiliğini isteyen, iş bitirir, tecrübe görmüş durum-
da kimseler oldukları halde, suç ve günahları olmadık-
ça işten el çektirilmeyip, uzun zaman makamlarında sü-
rekli olarak kaldıklarından, güç ve kuvvetleri üstün
olup hazer günlerinde şehir ve kasabaları îmar ile özel-
likle halkm üstün seviyede geçimini gözden ayırmaz-
lardı. Seferde çok teçhizatlı ve silâhlı askerleri ile se-
fere koyulurlardı.
TARÎH-I CEVDET 127
O vakit Avrupa devletlerinde muvazzaf ve daima
eğitim gören harbe hazırlanmış asker olmayıp gerekir-
se etrafdan asker, çağırıp toplamışlar iken, mevkib-i
Hümâyûna özel Kapıkulu adlı ulufe alan daima hazır,
emir ve ferman bekler ocak birlikleri vardı ki bunların
yaya yürüyenleri Yeniçeri ortalan, atlıları altı bölük
yani Ebnâ-yı Sipahiyan ve Silâhtar ve Gureba-yı yemin
ve Gureba-yı yesar ve Ulûfeciyan-ı yemin ve Ulûfeci-
yan-ı yesar ocakları halkıdır.
Yeniçeriler, daima kışlalarında oturur, eğitim ve
harb san'atını disiplin içinde öğrenir, Sefer-i Hümâyûn
olunca hemen her orta kazan ve erlerini alarak büyük
bir istekle muharebeye giderlerdi. Subaylarının emirle-
rine baş eğip baş üstüne derler, itaatleri bu yüksek se-
viyede olarak gittikleri yollarda reayaya kötü denilecek
üzücü olaylardan kaçınırlardı. Böylece muharebe yeri-
ne geldiklerinde cenk pazarından can alıp, can vermek
hülyası ile kışlalarında bu günü beklemişler ve küçük-
lükten beri, canım feda olsun düşüncesiyle eğitilmiş,
cenge çok istekli ve hırslı bir birlik olup tehlikelerden
ve can korkusundan ürkmeyerek düşman karşısında
göğüs gerip durduklarında, galibiyet ve zafer kendüeri-
ne ayakdaş ve arkadaşdı.
Hepsi bekârdı fakat yaş haddini doldurup işe ya-
ramaz (amel-i mande) olduklarında tekaüt ulufesi ih-
san olunduktan sonra evlenirlerdi. Hazer günlerinde ye-
niçeri ocağı için yedi senede bir kere «Kapu» olup yani
defter açılıp ne kadar noksan ortaya çıkarsa acemi oğ-
lanları kışlalarından o kadar er çekilir ve yeniçeri ya-
zılırdı. Cebeci ve topçu ocaklarının nizamları da bu dü-
zende idi. Acemi oğlanları Devşirme çocuklardan ibaret-
ti. Bunlar küçük yaşta alınıp Türk dili ile eğitilir ve
İslâm terbiyesi ile yetiştirilir, bir çok zaman kışlada ka-
larak tam değerde kul oldukdan sonra Enderun-u Hü-
128
AHMED CEVDET PAŞA
mayûn Ağalığına uygun olanları Enderun-u Hümâyûna
diğerleri de Öbür ocaklara yazılır (tashih olunur) ve bu
suretle toplu olarak eğitim görürlerdi. Devşirme, mut-
laka Arnavut, Boşnak, Bulgar, Ermenilerden olup, baş-
ka milletten ve soydan ve şehir çocuklarından olmazdı.
Fakat yeniçerilerin oğullarını acemi oğlanları kış-
lalarına almak caizdi. Onlar da diğer devşirmelerle bir-
likte eğitim gördükden sonra alman tertiplere göre
ocaklara çıkarlardı. Evvelce adı geçen Süvarî ocakları
için de gene yedi senede bir defter açılıp nekadar nok-
sanları ortaya çıkarsa Enderun-u Hümayun ağalarının
eskilerinden yeniçeri, cebeci ve topçu birliklerinden ya-
rarlığı geçmiş olanlardan o miktar adam yazılırdı.
Yine söylersek Kapıkulu denilen ocaklar, halkı ge-
nel olarak Arnavut, Boşnak, Bulgar, Ermeni devşirme-
leriyle ocakzadelerden gelişmiş, ahalinin hiçbir sınıfı
ile ilişkisi olmayan bir toplum olarak, hepsi küçüklük-
ten beri gereği gibi eğitim gördükten sonra, yoluyla
ocaklara çıkmış ve sayesinde büyüyüp geliştikleri Dev-
let-i aliyye uğruna can ve baş vermek kendilerine alış-
kanlık olmuş, seçkin disiplinli askerler olup, içlerine
dışarıdan bir kimsenin girmesi mümkün değildi.
İşte bu ocaklar, halkı Saltanat-ı Seniyyenin muvaz-
zaf askeri ve Ordu-yu Hümayûn'un asıl birliği olup,
Devlet-i aliyyenin en büyük askerî kuvveti tımar ve
zeamet erbabı idi. Bunlardan 200.000'e yakın süvari çı-
kardı. Onlar iyi teçhiz ve ikmâl edilmiş, disiplinli ve
muntazam oldukları zaman çoğunlukla Kapıkuluna bi-
le iş bırakmazlar ve bunlar Padişah kulu olmaları ile,
memleket içinde asî ve haydutların, eşkiyaların, ortaya
çıkmasına engel olurlardı. Bunlardan yalnız Rumeli
eyâletinin timar ve zeamet erbabı bir Devlete yeterdi.
Zira önceleri yalnız Rumeli eyâletinde deftere geç-
TARİH-İ CEVDET
129
miş 12.000 kılıç olup, her kılıca mutasarrif olan tımar-
lı, her 3.000 okçu için birer tam techizatlı ve silâhlı ce-
belisi ile Sefer eşmek kanun olduğundan Rumeli eyâle-
Dostları ilə paylaş: |