Ahmed Hulûsi’de Kavramlar ahmed hulûSİ’DE


Hiç kimse senin merteben i orada artıramaz!



Yüklə 358,17 Kb.
səhifə4/5
tarix28.07.2018
ölçüsü358,17 Kb.
#61312
1   2   3   4   5

Hiç kimse senin merteben i orada artıramaz!.

Bu devirde en çok kullanılan bir söz de şudur, özellikle tarikatlarda;

Biz bu durumda ölsek de önemli değil. Şeyhimiz orada bizim elimizden tutar. Bize mertebelerimizi atlattırır, yükseltir."

Hayır!


Böyle bir şeye dair ne bir âyet vardır, ne de bir Hâdis vardır. Tamamen bir uydurma!.

Hiçbir şeyh, veli, evliyânın öbür tarafta, dikey bir yükselmeye dair, şefaati yoktur, şefaat edemez!.

Yatay genişleme olur. Ama, yatay genişleme kişiye mertebe getirmez. Yani, levvameden, mülhimeye; mülhimeden, mutmainneye; mutmainneden, radiyeye kişiyi geçirtemez! Velev ki, dünyada iken geçmiş olsun...

Dolayısıyla, nasıl bir gelişme umuyorsan, onu dünyada iken gerçekleştirmek zorundasın.



O enerji ise ancak bu dünya`da, bedenli yaşam içinde iken, beynin üretmesi ile elde edilir.



“BABAN OLDUĞUM HALDE BEN BİLE



SENİ KURTARAMAM!”

(Allah Rasûlü Muhammed Mustafa)

Sana, bugün ve yarın içinde yaşayacağın evrensel SİSTEM açıklanarak, buna göre kendini geleceğin tehlikelerinden koruman isteniyor!.

Oysa sen, hem sistemi anladığını söyleyip; hem de, “bana bir şey olmaz” demek hamâkâtini ortaya koyuyorsun!.

Kızım Fatma… Seni baban olduğum halde ben bile kurtaramam” diyor Allah Rasûlü,SİSTEM”=”Değişmez Allah sünneti” gerçeği ışığında… Bizim anlayışı kıt, sisteme kafa tutmanın “mârifet” olduğunu sanıyor!.

Güneşi batmış; yıldızı dökülüp sönmüş; kör olmuş; hayâlindekiyle avunuyor; kendini, “evrenin sırlarını görüyorum” diye kandırıp avutuyor!.



Hâla sistemi kavramayacak mısınız?

Hâlâ kişiye göre DİN=SİSTEM olmayacağını idrâk etmeyecek misiniz?

Ey ulaşabildiklerim…

Kendi iyiliğiniz için, içinde yaşadığınız SİSTEMİN GERÇEKLERİNİ fark etmek için, kozanızdaki hayâl dünyanızdan başınızı dışarı çıkartın!.

Sisteme uymadığınız zaman, nasıl bu dünyada perişan oluyorsanız; bilin ki, gelecek ölüm ötesi  boyutta da aynı EVRENSEL SİSTEME tâbi olarak, perişan olacaksınız!.

Hiç kimse de, buradaki inkârınızdan dolayı size orada yardımcı olamayacak!.

Kim, Sisteme kafa tutarsa, sonucuna çok ağır katlanır!.

Böylece biline!.



SONSUZ MUTLULUĞA ERMEK İSTEYENLER, ALLAH RASÛLÜ'NÜN EVRENSEL SİSTEM GEREĞİ UYGULAMALARINI ÖRNEK ALARAK YAŞAMLARINI DÜZENLERLER



Evren içre evrenleri sayısız boyutlar içinde yaratmış “ALLAH” adıyla işaret edilenin, senin ibadetine ihtiyacı yoktur!. Kesinlikle bil ki, ne yapacaksan hep, kendi orijinini tanımak, varlığına bahşedilmiş özellikleri ve kuvveleri açığa çıkarıp sonuçlarını yaşamak için yapacaksın!.

Mehdî, kurtarıcı bekleyerek, yaşadığın anları boşa geçirme gafletine düşme dostum!. Mehdî’n hakikatinde mevcuttur!. Arıya bile vahyeden Allah sana da özünden her an vahyetmektedir; lâkin veri tabanın bu vahyi sana fark ettirmemektedir!.

Hz. Muhammed aleyhisselâmdan bu yana geçen süreç içinde gelmiş çeşitli mertebelerde kalmış kişilerin o mertebelere dayanarak söylediği şeyler, seni asla Allah Rasûlünün bildirdiklerini uygulamaktan ala koymasın!.

İslâm Dini’ni hakkıyla anlayıp gereğini yaşamak için tek örnek Zât Hz. Muhammed Mustafa adıyla bilinen Allah Rasûlüdür!.

Ne mutlu O’nu anlayıp, O’nun düşüncelerini idrâk edip, O’nun evrensel sistem gereği uygulamalarını örnek alarak yaşamını buna göre düzenlemek suretiyle, sonsuz mutluluğa erenlere...



İBADETLER İLE



BÂTINÎ VE ZÂHİRİ YAŞAMLAR

ARASINDAKİ İLİŞKİ

TÜM İBADETLER

BEDEN-RUH-ŞUUR BOYUTLARI BİR ARADA

KEMÂLE ULAŞIR

İnsan, bu dünyada, bedeni, ruhu ve şuûruyla bir bütündür!.

İbadet adı verilen bütün çalışmalar dahi, beden-ruh-şuur boyutları bir arada olarak kemâle ulaşır.

Bunlardan yalnızca biriyle o ibadetin yerine getirilmesi eksikliktir; sonuçta, ihmal edilenin, o boyuttakinin karşılığını ağır bir bedelle ödemek zorunda kalır insan!.

   Sistemin sonucudur bu!.



BÜTÜN BÂTINÎ YAŞAMLAR, ANCAK



BEDENSEL BEYİN ÇALIŞMALARI”YLA

BİRLİKTE DEĞERLENDİRİLEBİLİR

Anlayışı sınırlı ve anlayışı kıt bazı tanıdıklara ve Sistemin Seslenişi yazıları ile diğer yayınlardaki bir kısım açıklamaları yanlış yorumlayanlara, son bir uyarıda bulunmak istiyorum.

Biz, Allah’ın lûtfu ihsanı, inâyeti ile, bugüne kadar çeşitli zâtlar tarafından yapılmış açıklamalara ilâveten, bugüne kadar hiç değinilmemiş bir kısım konulara değindik.

Bu güne kadar söylenmemiş bazı şeyleri söyledik…

Bu güne kadar açıklanmamış bazı sırlara işaret ettik…

Bu güne kadar pek üzerinde durulmamış Kurân âyetlerinin işaret ettiği bazı derûni muhtevalarına temas ettik…

Takdirimizdeki kadarıyla bunları ele alıp; ortamın ve insanlık bilgisinin kaldırabileceği nispette açıklamalar yaptık…

Ne var ki…

Bazı anlayışı sınırlı veya anlayışı kıt insanlar bütün bunlardan yanlış hükümler çıkardılar!.

Âdeta ibahaya sapacak oldular!.

Bilgi yüklü bilgisayarlara döndüler yazdıklarımızı ezberleyip!.

“Sistem”i açıklamaya çalıştık; sistemi fark ettiklerini söyleyip; sisteme kafa tutup, savaş açan bir zihniyet içine girdiler!.

Silindirin önünde durmayın, ezer geçer; dedik; “silindirin ezip geçeceğini fark ettik”, deyip; silindirin önüne uzandılar!!!

Ateş yakar, acıma duygusu yoktur ateşin; su boğar” dedik… “Anladık, fark ettik ateşin yakacağını, suyun boğacağını”, deyip; içine atladılar ateşin, suyun, göya sistemi anlamış(!?) olarak!.

Yuh olsun!.

Bu ne anlayış?.

Bu ne gaflet!.

Bu ne ters kavrayış!.

Akılla yaşadığını söyleyen göya hesap-kitap adamları, nasıl bu kadar akılsız olabiliyorlar!.

Sanırım bu da bir tür ters mûcize!?

Tüm yayınlarımda, Allah Rasûlü’nün “İKRA=OKU”yup bildirdiği “DİN”i=”Sistem”i bir kere  daha açıklamaya çalıştım…

Salât”ın bâtın boyutuna işaret ettim; ancak bütün bâtınî yaşamların bedensel beyin çalışmalarıyla birlikte değerlendirilebileceğini  defalarca anlattım!

Ayrıca, bedensel boyutuyla “salât”ın yeterli olmayacağını, gönül=şuur yanının yaşanmasının da şart olduğunu anlatmaya çalıştım… Bunu ters anlayıp, “beş vakit salât”ın bedensel yanını rafa kaldırdılar bazıları!.



İBADET VE KULLUK



İBADET,

ÖTEDE-ÖTENDE BİR TANRIYA DEĞİL…



ÖZ”ÜNDEKİ YARADANIN OLAN ALLAH’ADIR!

De ki: “Muhakkak ki salat’ım (namazım),

nusuk’um (yaklaştırıcı işlevi olan şey; kurban, ibadet gibi), hayatım ve mematım Rabbul’Alemiyn olan Allah içindir” (Allah’a ait özelliklerin ve Allah ahlâkının açığa çıkması içindir)(Enam/162)



De ki: “Muhakkak ki ben, sizin Allah’dan gayrı çağırdıklarınıza ibadet/kulluk etmekten nehyolundum”...



De ki: “Sizin hevalarınıza (felsefi inaçlarınıza, beşeri safsatalarınıza) asla uymam... O takdirde gerçekten sapmış olurum, ve ben doğru yolu bulanlardan olmam”.(Enam/56)



En büyük ibadet, “Öz”ündekine yönelmektir. O yönelişin sonunda ÖZ’E ERENlerden olursun elbette!.





Algılanan ve algılanamayan tüm yapıyı, ilminde ilmî suretler halinde kendi sıfat ve esmasıyla yaratan, “yok”tan “var” kılan; onların, her an yeni bir şe’n (oluş) ile sonsuza dek kulluklarını ortaya koymalarını dilemiştir.

Bu nedenledir ki, evren içre evrenler, belli bir sistem ve düzen içinde açığa çıkmışlardır; ve dahi varoluş amaç ve sistemlerine göre de varlıklarını oluşturan sıfat ve esmâ varoldukça yaşayacaklardır!.

İşte bu “sünnetullah” kapsamında, dünya üzerinde açığa çıkmış insan bilinci, bir yandan varlığın ve varlığının hakikatini anlamaya çalışırken; diğer yandan da, varlığını nasıl ve ne şekilde sürdürmesinin, yarını için nasıl daha hayırlı ve olumlu olacağını sorgulamak durumundadır!.

Buna cevap ise, en mükemmel şekliyle Allah Rasûlü ve son nebisi Muhammed Mustafa aleyhisselâm tarafından gelmiştir.

Vahye dayanan Muhammedî öğreti; tanrısal kökenli olmadığı içindir ki “LA İLAHE = TANRI (tanrısallık kavramı) YOKTUR” ile başlamış; ve “illâ ALLAH” diyerek devam etmiştir!. Tanrısallık kavramı yoktur yalnızca ismi “ALLAH” olan vardır, ki bu yüzden de bir dış varlığa tapınma söz konusu olmayıp; “sünnetullah” gereği yapılası uygulamalar yani “ibadet” gereklidir; denmiştir anlam itibariyle.

Evet, geçmişteki bazı tesbitlere artı olarak gelen “sünnetullah” bilgisi, konunun, ismi “ALLAH” olanı fark ettikten sonraki, en önemli bölümüdür.

İnsanın yaşamını ve geleceğini cennet edecek olan da; cehennemi yaşatacak olan da, kişinin “sünnetullah”ı değerlendirip değerlendirmemesine bağlıdır. Yaratılışı elverenler, “sünnetullah”ı değerlendirirler ve yaşamları, gelecekleri cennet adıyla tanımlanan mutluluk ve huzur ortamı olur!. “Sünnetullah”ı değerlendirmeyenler de yaşadıkları günden başlayarak türlü şekillerde yanma ortamı içinde ömür sürerler.

Yani, tüm öncekilerle adı “İSLÂM” olan yegâne “DİN” arasındaki en önemli fark, ismi “Allah” olanı fark ettikten sonra, “sünnetullah”ı fark edip, ona göre, yaşayıp yaşayamama farkıdır!.

Çünkü, ismi “ALLAH” olanı tanımakla, varlığın, kişiliğin, bilincin, suda şekerin eriyip yok olması gibi, asla yok olmamaktadır!

Taoizm’in sözettiği “HİÇ”liğe eren de; Nirvana’ya ulaşan da, Yehova’yı bulan da; ismi “Allah” olanın idrak edilemeyecek bir ahadiyyet, derûnundaki özündeki “hiç”lik mertebesi olduğunu farkedip hisseden de, sonsuza kadar, kişilik sahibi bir ruh olarak yaşamak durumundadır dünya yaşamında ayrıldıktan sonra; adı “ölüm” olan dönüşüm ile; gideceği hangi ortamda olursa olsun!.

Bu yüzdendir ki kişi, hakikatini ne düzeyde fark ederse etsin, sonuçta, SON NEBİ’nin bildirdiği Sistem ve düzen gerçeklerine göre yaşantısına ve uygulamalarına yön vermek zorundadır. Ki bunun bir adı da “sünnetullah”ı anlayıp ona göre yaşamaktır!.

Yaratış Sistemi gereği, herkes, yalnızca kendisinden açığa çıkanın (elleriyle yaptıklarının) sonuçlarını yaşayacağı ve yaşamakta olduğu içindir ki; SON NEBÎ Muhammed Mustafa’nın ne anlatmak istediğini kavramak herkes için en önemli yaşam gerçeğidir!.



TANRI OLMADIĞINA GÖRE,



KİME VE NİYE İBADET?

ALLAH’IN SENİN İBADETLERİNE

İHTİYACI YOKTUR…

YAPTIĞIN HERŞEY,

KENDİ “HAKİKAT”İNİ TANIMAK İÇİNDİR!

Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratmış olan Rabbinize kulluk ve ibadet ediniz ki, gerçek korunanlardan olasınız!(Bakara/21)



Oysa göklerde, yerde kim varsa O'nundur, O'nun huzurundakiler O'na ibadet etmekten ne çekinirler ne de yorgunluk duyarlar. (Enbiya/19)





-Peki, lûtfen söyler misin o zaman, Allah'ın bir tanrı olmadığını açıklayan kişi, niçin ibadet adı altında bir çok fiilden sözetmiş!

Tanrı varolmadığına göre, kime ve niye ibadet edilsin?

Tanrı varolmadığına göre, tanrılık kavramı da yoktur elbette!

Öyle ise, dindeki ibadetler niye?

Elf, bu sorunun cevabını vermeden önce öyle bir tavır takındı ki, Cem'e, sanki abes bir şey sormuş gibi geldi.

Elf, tavrıyla, böyle basit bir sual de olur mu, gibilerden omuz silkti ve yüzünü buruşturdu. Suali çok ilkel bulmuştu sanki!

- Niye yemek yiyip su içiyorsunuz?...

Cem, dünyalar kadar önemli büyük balonuna iğne saplanmış gibi oldu!

Cevap beklerken son derece basit bir sual ile karşılaşmıştı...

Otomatik olarak cevapladı:

-Vücudumun ihtiyacı için öncelikle! Sonra da zevk almak için!

Elf, onun bu cümlesine ayna tuttu:

- İbadet de dalga bedeninin ihtiyacı için öncelikle!. Sonra da bilincinin zevki için!

Bu kadar basit bir cevabın olabileceğini hiç düşünememişti Cem!

-"Allah'ın sizin ibadetlerinize ihtiyacı yoktur; ne yaparsanız kendinizedir, kendiniz içindir" diye büyüklerinizden hiç işitmediniz mi bu gerçeği şimdiye kadar Cem!

diye devam etti Elf!



İBADETLER, KENDİNİ VAREDENLE ARANDAKİ



PERDELERİ KALDIRIR

"ALLAH" kelimesi bir isimdir ve bir varlığa işaret etmektedir sadece...

"ALLAH” İsminin işaret ettiği Varlığın özelliklerine, yani sıfat ve özelliklerine de yine çeşitli isimlerle işaret edilmektedir. Öyle ise bizim isimlerle uğraşmayı bırakıp, isimlerin işaret ettiği anlamlar doğrultusunda, işaret edilen ZÂT’ı anlamaya çalışmalıyız ki, bu da somut bir ismi olan obje değildir!

Dolayısıyla bizim çok iyi anlamamız gereken husus şudur:

Evrende bir nokta bile olmayan Dünya’da yaşayan varlıklar, "ALLAH" ismiyle işaret edilenin özelliklerinin yanında; o isimlerin (Esmâ’nın) işaret ettiği özelliklerle yaratılmışlardır ki, sonsuz varlık içinde bir hiçtir!. Tüm algılananlar, O`nun yarattıkları içinde bir hiçtir!

Bizler, gene onun dilediği özelliklerle, ve KENDİSİNİ düşünebilecek bir kapasite ve özellikle yaratıldığımız için de bu yönden KULLUK yapmaktayız.

Gerçek kulluğumuz budur!.

“İbadet”adı altında yapılan çalışmalar ise, ”Kulluk” kapsamında değil, yeme-içmenin insana yararı gibi değerlendirilmek zorundadır.

Bu çalışmalar, yani, zikir, namaz, oruç; bilinçli yapılmak sûretiyle beyni geliştireceği için, kendini “Var eden”le arandaki perdeleri kaldırır.

Denizdeki bir bardak suyun, kendini kızdırarak camı çatlatıp-kırıp denizle bütünleşmesi misâlinde olduğu gibi!

Yani, ana konu, sen bardaktaki su olarak; denizle bütünleşmeni engelleyen camı yani beşeri değer yargıları ve şartlanmalarını kırarak, "ALLAH" ahlâkıyla ahlâklanırsın ki; böylelikle denizle bütünleşmenin yolu açılır.

Musa aleyhisselâma, -SEN, “B”ENİ göremezsin- denmesinin sebebi, bardaktakini denizden ayıran cama işarettir.

Kendini, şeffaflığından dolayı fark edemedikleri cam sananlar!!! Ya da camı görüp, içinde su olduğunun farkında olmayanlar...

Denizin bereketinden mahrûm kalmış bir halde geçip giderler bu Dünya’dan...

Su her ne kadar deniz suyu ise de, bardak onu sınırladığı için, cam kayıtları içinde yaşayıp; kendi varlığını da; Teklik bilgisini almış olduğu için, deniz sanıp; öylece avunarak ebedi yaşamlarına geçerler!



“ALLAH  İSİMLERİ”NİN VARLIĞINA HÂKİM OLDUĞUNU GÖREN, RASÛLULLAH’IN BİLDİRDİĞİ BÜTÜN EMİRLERE TÂBİ OLMAK MECBURİYETİNDE KALACAKTIR



Bkz.İ/İman

İBADETİN,

ÖTENİZDEKİ BİR TANRIYLA İLİŞKİLER

OLMADIĞINI FARK EDİN…

“ÖZ”ÜNÜZDEKİ ALLAH’A YÖNELİP,

“O”NU TANIMAYA ÇALIŞIN...

Zikrin, yani kelimelerin beyindeki tekrarının, beyinde yeni hücre bloklarını devreye sokma çalışmaları olduğunu tasdik eden ilk bilimsel makale ise 1993 yılı aralık ayında Dünyanın en ünlü bilim dergisi olan “Scientific American”da John Horgan imzasıyla yayınlandı...

Uzun yıllar yapılan yoğun laboratuvar çalışmaları sonucu açıklanıyordu bu makalede...

Sonuç, her yeni öğrenilen ve tekrarlanan kelimeler, beyinde o zamana kadar boş-âtıl duran hücre guruplarını devreye sokarak beynin çalışan kapasitesini arttırıyordu!.

Siz, Allah`ın belirli isimlerini beyninizde, bir süre, belirli bir düzen içinde tekrar ettiğiniz zaman, otomatikman beyninizde o anlam doğrultusunda bir kapasite oluşuyor; böylece kişiliğinizi o anlam istikametinde geliştiriyorsunuz.



İster inançlı olun, ister inançsız, bu hiç farketmiyor!.

Çünkü bu, “Allah`ın Sistem ve Düzeni”!.



SİSTEMİN ve düzenin işleyişinin sizin inançlarınızla hiç alâkası yok!.

Bu konunun anlaşılamayışının en büyük sebebi, Allah’ın güzel isimlerinin işaret ettiği mânâlardan oluşmuş bir formül olduğunuzun farkında olmayıp; “ibadet”i, “ötenizdeki bir tanrıyla ilişkiler” zannedişiniz!.

Oysa, Ahmed Yesevî`den Yunus Emre`ye, Abdulkadir Geylanî`denimam Gazalî`ye, Hacı Bektaş Velî`den Erzurumlu İbrahim Hakkı`ya, Mevlâna`ya kadar her gerçeğe ermiş zât, Allah`ın insanın “Hakikat”ında olduğuna dikkati çekmiş; ötendeki tanrıya değil, özündeki Allah`a yönelip O`nu keşfetmeye çalışmanın zorunlu olduğu gerçeği üzerinde durmuşlardır..

Nitekim, zikirden amaç da ötendeki bir tanrıyı hoşnud etmek değil; beyin kapasiteni ve buna bağlı olarak anlayış ve idrak kapasiteni arttırarak, özündeki Allah`ı tanımak; o güzel isimlerin anlamlarının sende kuvvetli olarak açığa çıkmasını sağlayarak “hilâfet sırrını” yaşamaktır!.



DOĞUMDAN ÖLÜME KADAR



SECDEDE OLSAN…

O’NUN İÇİN BİR HİÇ!

Şurasını kesin olarak bilelim ki; “ibadet” adı altında yapılan tüm fiiller tamamıyla kişinin ölüm ötesi yaşantısı için kendisinin ihtiyaç duyacağı ve oradan da temin edemeyeceği şeylerle alâkalıdır. Yoksa, yüzmilyonlar kere yüzmilyonlarca güneşin yer aldığı kâinatın Mutlak Mutasarrıfına karşı, birimin varlığı tek kelime ile “HİÇ”tir. Sen iman üzerine olup doğumdan - ölüme secdede olsan, O'na ne ekleyebilirsin?.. Ya da tüm yaşamın boyunca tepetakla durup devamlı tükürsen ne olur?..

Ne olacak… tükürdüğün kendi yüzünü yıkar!.



İBADETİN ÖZÜ



EN BÜYÜK İBADET,

ÖZÜNDEKİNE YÖNELMEKTİR!

(Soru: 'Dua ibadet'in özüdür.'' Hadisini, ibadeti abdiyet olarak ele alınca nasıl anlamalıyız?..)

Dua ibadetin özüdür” sözünde, önce "DUA" kelimesiyle neye işaret edildiğini iyi anlamalıyız.

"DUA" yöneliştir!

Dua, Allah'a yapılır... "ALLAH” ismiyle işaret edilen ise, âfâkta aranacak bir obje TANRI değil, kişiye şah damarından yakın olan "ÖZÜNDE" de mevcut olandır!

Bu durumda “DUA” demek, özündekine yönelmek demektir... Bundan da şu sonuç çıkar:



En büyük ibadet özündekine yönelmektir! O yönelişin sonunda ÖZ’e ERENlerden olursun elbette...



KİBİRLERİ YÜZÜNDEN İBADET ETMEYENLER



  • Hakikat bilgisini inkâr edenler (Hakikatlerinden, Sünnetullah'tan perdeliler)

  • Hak'tan döndürülenler

  • Allah'ın işaretlerinde mücadele edenler

  • Rasûlleri onlara apaçık deliller olarak geldiklerinde, kendi bildiklerine dayanarak sevinip şımaranlar...

  • Kibriyâ'nın farkındalığına asla ulaşamayacaklar olanlar…

  • Kendilerine gelmiş bir reddedilemez delil olmaksızın Allah'ın işaretlerinde mücadele eden kimseler…

  • İçlerinde, asla ulaşamayacakları bir kibirden başka bir şey olmayanlar…

  • Yeryüzünde haksız olarak sevinip şımaran ve kasılıp böbürlenenler

  • Alay etmekte oldukları şey kendilerini kuşatanlar...

  • Hüsrana uğrayanlar



İBADETLERİ TERK ETME YANILGISI



  • Mârifetullah'a dayanan sırlara vâkıf olamayanları, tam Allah'a erme noktasına gelmişken herşeyini yitirme noktasına düşüren(Vahdet bilincinden mahrum bırakan) yanılgı

  • Cinlerin de sahip oldukları "mülhime irfanı

  • Tarikat ve gerekse hakikat ehli olduklarını kabullenen kişilerin; o hissettikleri halin veya saptırıcı fikirler ilham eden cinnin etkisi altında, yapılması zorunlu çalışmaları ihmal etmeleri…

  • Tekliği anlamana rağmen bedenin istek ve arzuları-içgüdüleri-dürtüleri istikametinde davranışlara girmek…

  • "Mülhime irfanı"yla "emmare"ye dönmek

  • Tabiatla mücadeleyi terk etmek

  • Bedenin istek ve arzularına yenik düşmek sûretiyle Teklik yaşamından uzaklaşmak…

  • Bedenin tabiatına, biokimyasal özelliklerine tâbi olmak

  • Beden kabulüne dayanan fiiller içinde boğulmak

Vahdet konusu,

şuur boyutunda yaşanan bir gerçektir…

Zâhir boyutu ise

kendi kanunları içersinde akar gider!.

Eğer hakikat bilincini taşıyan madde bedenin, o bilinci taşıyacak dalga(wave) bedeni, yani ruh gücünü dünyadayken elde edememişse; vay haline!.

Zira ruh bedenin, bu enerjiden yoksun kaldığı için, güçsüz bir hal ile son derece güçlü bambaşka varlıkların ortamına gidecektir!.

Yani, şu anda sen hakikat bilincini ruhuna yükledin ama maddi çalışmalar yapmadın, namaz, oruç, zikir, hac gibi... Dolayısıyla da bunların sağlayacağı enerjiden de mahrum kaldın!.

O ortamdaki şartlar içinde, mevcut olan yüklenmiş tüm bilgiler, kendini tüketip gidecektir; çünkü o ilmi değerlendirecek yeterli enerjin yok!. Hakikate dair bildiğin bilgilerin hepsi de, güneşin altındaki buzdan heykelin yavaş yavaş eriyip buhar olması gibi eriyip buhar olacaktır... Sana öbür tarafta bir yararı olmayacaktır.

CİNLERİN de sahip oldukları "mülhime irfanı"; aynen "mülhime"den "emmare"ye dönmüş kişilerin hakikate dair irfanının bir süre sonra kayboluşu gibi, cehennem ortamında yok olup gidecektir...

İşte bunun basit misâli...

Şu anda hakikate dair bilgilere sahipsin, ama giriyorsun öyle bir toplumun içine ki, kavga gürültü, üstünde yoğun baskılar; ve o fiiller devamlı sürüp gidiyor... Derken yavaş yavaş sendeki o hakikat bilinci, azalıp hafifliyor; ve nihayet o ortama kendini kaptırıp; oranın bir bireyi gibi davranışlar ortaya koymaya başlıyorsun!.

İşte aynı şekilde, öbür dünyada, yani ikinci bedenle yaşamda, eğer bu hakikat bilincini taşıyabilecek düzeyde bir enerji potansiyeline sahip değilse ruh bedenin; içine gideceği ortamda ister istemez karşılaşacağı şartlar altında, o hakikat bilgisi yavaş yavaş kaybolup silinecek; neticede, azap verecek olan bir ortamın yaşamı seni kuşatacaktır.

İşin bu yanlarına, yani mârifetullaha dayanan bu sırlarına vakıf olmayan gerek tarikat ve gerekse hakikat ehli olduklarını kabullenen kişiler; o hissettikleri halin veya saptırıcı fikirler ilham eden cinnin etkisi altında, yapılması zorunlu çalışmaları ihmal ederler.

İşte bu ihmal, onların öbür tarafta pek çok şeyleri yitirmelerine; ve bildiklerinin gereğini yaşayamamalarına yol açar, ruhlarındaki güç yetersizliği dolayısıyla!.işte işin bütün püf noktası buradadır.

İşte ister Hz. Rasûlullah olsun; ister Muhyiddin A`rabi olsun, ister Abdulkadir Geylâni olsun; üst düzey mârifete ermiş kim olursa olsun, çalışmalarına devam etmelerinin kökeninde bu sır yatar.

"Mülhime nefs" bilincinde karşılaşılan bu vartalar son derece önemli olduğu için sık sık bu konu üzerinde duruyorum...

Sayısız insan, Teklik temasının getirdiği anlayış içinde, tabiatla mücadele dediğimiz olayı terketmek yüzünden, beden kabulüne dayanan fiiller içinde boğulmuştur...

Teklik anlayışı, kesin kez, yaşam boyunca tabiatla mücadele ile birlikte sürdürülecek bir olaydır!

Bu yüzdendir ki Rasûlullah eriştiği dereceye rağmen yoğun ibadete vermiş kendini! Tabiatla mücadele yolunda yoğun çalışmalar yapmış...

Şimdi, bilgi veya ilham yollu gelen düşünceler vehimle karışınca iltibasa -ikileme- düşersin; senin içinde vesvese uyanır, dersin ki :

"Benim varlığım Hakkın varlığıdır! Hakkın varlığı dışında da bir varlık yoktur! Öyleyse, tabiat diye bir şey de yoktur... Dolayısıyla, "tabiatla mücadele" de bu idraktan sonra sözkonusu olmaz!


Yüklə 358,17 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin