Ahmed Hulûsi’de Kavramlar ahmed hulûSİ’DE



Yüklə 358,17 Kb.
səhifə5/5
tarix28.07.2018
ölçüsü358,17 Kb.
#61312
1   2   3   4   5

Ben zaten tabiatla mücadele etmeye kalktığım zaman; Teklik görüşünün içinde olmama rağmen tabiatla mücadeleye kalktığım takdirde kendimi bu beden kabul etmiş olurum! Ben, kendimi bu beden kabul edip, onu kontrol altına almak için tabiatla mücadeleye girdiğim takdirde şirke düşmüş olurum..."!!!

Bu anlattığım olay çok hassas bir olaydır! Ve "mutmainne nefs" bilincine yaklaşmış, evliyalık derecesine yaklaşmış, "veli" olacak kabiliyette bir çok insan, buradan geri dönmüş; "mülhime irfanı"yla dönmüş olduğu "emmare" batağında boğulmuştur!

Sırf, açıklamaya çalıştığım bu ikilem yüzünden!

Evet, burada birçok doğru var; doğrulardan geliniyor buraya...

"Mademki benim varlığım Hakkın varlığıdır, ve varlık da Tek`tir. Benim varlığım da Hakkın varlığıdır. Öyleyse ben bu beden değilim, eğer ben kendimi bu beden kabul edersem bu bedenle bir mücadeleye girmek, bu bedenin tabii arzularını sınırlamak için ben bu mücadeleye girersem, kendimi bu beden kabul etmiş olurum.

Ben bu beden olmadığıma göre, bu bedenin davranışları da beni hiç ilgilendirmez. İster yesin içsin, isterse seks yapsın, ne yaparsa yapsın beni hiç ilgilendirmez"

Ne var ki, bu defa da bu bedenin istek ve arzularına yenik düşmek sûretiyle neticede o Teklik yaşamından uzaklaşmış olursun!



Teklik konusunu en güzel şekilde açan, yayan Muhyiddin-i Arabi de dahil bu konunun bütün uzman kişileri, tabiatla mücadeleyi bütün yaşamları boyunca devam ettirmişlerdir...

Çünkü, bu mücadelenin olmadığı anda, bilinç, farkında olmadan kendini beden kabul etmek ve sadece onun isteklerine cevap vererek gerçek mertebesinden düşmek durumuyla karşılaşır.. Bilinç, beyinden geliyor, dikkat edin! Burayı hiç unutmayın!

Mevcut olan bilinciniz, beynin eseri, beyin faâliyetinin eseridir. Beyin ne ile meşgul olursa bilinç o şekilde oluşur ve gelişir.

Bu yüzdendir ki sen, Tekliği anlamana rağmen ne zaman ki bedenin istek ve arzuları, içgüdüleri, dürtüleri istikametinde davranışlara girdin; o andan sonra da o beden istikametinde, bedenin çalışmalarıyla yaşam tarzı istikametinde bir kişilik bir düşünce, bir bilinç oluşacaktır sende; böylece de Vahdet bilincinden mahrum bir hâle geleceksin.

İşte bu nokta, bu yolda ilerlemiş sayısızca kişiyi yolundan alakoymuş, tam bulma, erme noktasına gelmişken her şeyini yitirme durumuna düşürmüştür.

Öyleyse bizim, özellikle bilincimizi, şartlanmaların getirdiği değer yargılarından korurken; saf bilincimizin sınırsız mânalarını değerlendirme idrakına yükselirken, en önemli olarak üzerinde duracağımız husus, bedenin tabiatına, biokimyasal özelliklerine elden geldiğince tâbi olmamak hususudur..

Bu, öyle bir mücadele, öyle bir savaştır ki bütün yaşamın boyunca devam edecektir.

İşte, Rasûlullah Aleyhisselâm’ın yanındakilere,

"Biz küçük cihaddan, büyük cihada dönüyoruz"

Cümlesi, bu mânâya işaret eder..



KİBİRLERİ YÜZÜNDEN İBADET

ETMEYENLER, BOYUNLARI BÜKÜK OLARAK

CEHENNEME GİRECEKTİR

O hâlde sen,

Esmâ'sıyla hakikatin olan Allah'a sığın!

Kendilerine gelmiş bir reddedilemez delil olmaksızın Allah'ın işaretleri hakkında mücadele edenler var ya, onların içlerinde, asla ulaşamayacakları bir kibirden başka bir şey yoktur (Kibriyâ'nın farkındalığına asla ulaşamayacaklardır)! O hâlde sen, Esmâ'sıyla hakikatin olan Allah'a sığın... Muhakkak ki O, "HÛ"; Semî'dir, Basîr'dir.

Semâların ve Dünya'nın yaratılışı, insanların yaratılışından elbette fevkalâde büyük! Ne var ki insanların çoğunluğu bilmezler.

Kör ile gören, iman edip imanın gereğini uygulayan ile inkâr ile kötülük yapan bir olmaz! Ne kadar da az hatırlayıp düşünüyorsunuz!

Kesinlikle o Saat elbette gelecektir; onda kuşku yoktur... Ne var ki insanların çoğunluğu iman etmezler!

Rabbiniz dedi ki: "Bana dua edin, size icabet edeyim! Muhakkak ki kibirleri yüzünden ibadet etmeyenler, boyunları bükük olarak cehenneme gireceklerdir."

Allah ki, sizin için, geceyi onda sükûn bulasınız; gündüzü de görüp değerlendiresiniz diye yarattı! Muhakkak ki Allah insanlara lütuf sahibidir... Ne var ki insanların çoğunluğu şükretmezler!

İşte budur Rabbiniz Allah, her şeyin Hâlik'i! Tanrı yoktur; sadece "HÛ"!(Mu’min/56-62)



“İBADET” VE “UBÛDET



GERÇEĞİ GÖRENE-TADANA KADAR

“İBADET” HÜKMÜYLE FİİLLERİNE

DEVAM ET…

SONRA DA,

KENDİNİ ORTADAN KALDIRMIŞ OLARAK

BIRAK ONLAR

"ALLAH’IN FİİLLERİ" ŞEKLİNDE

DEVAM ETSİN...

Başta Kur'ân-ı Kerîm'deki sayısız âyetler ve bunlara açıklık getiren çeşitli hadisler olmak üzere Hz. Ali'den Abdülkâdir Geylanî'ye, Muhyiddîn A'rabî'ye ve nihayet "İnsan-ı Kâmil" yazarı Abdülkerîm el-Ceyli'ye kadar sayısız zevât, varlığın aslının, orijininin, Allah olduğunu; varlıkta Allah'tan gayri mevcûd olmadığını ispatlamışlar ve açıklamışlardır.

Zaten günümüz ilmî çalışmaları dahi bu TEK asıldan gelme görüşünü, varlığın orijinde TEK olduğunu lise düzeyi eğitiminde öğretmektedir.

Bu, artık günümüzde gizli saklı sır olmaktan çıkmıştır. Bunu çok gizli tarikat sırrı imiş gibi saklamak, çağımızda değil, asırlar öncesindeki hayal dünyasında yaşamaktan ileri gelir.

Ancak…


Burada dikkatlerden kaçmaması gereken çok çok önemli bir husus da vardır ki o da şudur:

Varlık, dün ne ise, bugün de odur; ve yarın da o olacaktır!.

Yani, varlıkta nasıl dün yürürlükte olan bazı kanunlar, nizamlar, sistemler, tabiî denen âdetler mevcut idiyse; bunlar aynı ile bugün de mevcuttur.

"ALLAH'IN KANUNLARINDA (SÜNNETULLAH) ASLA DEĞİŞME OLMAZ"

âyetini hatırlayalım.

Senin varlığın, her ne kadar "HAK"kın varlığı dışında değilse de; buna rağmen yeme-içme kanununun dışına çıktığın zaman, nasıl bu beden ayakta duramaz hale geliyorsa; aynı şekilde ölümötesi bedeninin de tâbi olduğu kanunlar sözkonusudur. Onlara uymak zorundasın!.

Şayet sen, "ibadet" ismi ile tanımlanan bu çalışmaları yapmazsan; kim olursan ol hangi mertebede kendini kabul edersen et, gittiğin ortamın değişmez şartlarına tâbi olacaksındır!.



BÂTIN ismi yönünden varlığın TEK'liği ne kadar gerçek ise; ZÂHİR ismi yönünden de, kanunlar ve nizâmlar dünyasının varlığı o kadar gerçektir!.

Kendini hangi mertebede hissedersen hisset, bugün bu beden şartları içinde yaşıyorsan, yarın da bugünkü bedeninin yeteneklerine sahip ikinci bir beden içinde ölümötesi ebedî yaşama devam edeceksin.

Bugün su seni boğuyor, ateş yakıyorsa, yarın da o ortamın suyu seni boğacak, ateşi yakacaktır!. Bu kaçınılmazdır!.

Rasûlullah aleyhisselâm bugünkü beden dolayısı ile alınması gerekli tedbirler konusunda nasıl uyarıda bulunmuş ise; ölümötesine dair şartlar için de öylesine uyarılarda bulunmuş; o ortamın zarurî kıldığı tedbirler ne ise, onları "İBADET" adı altında bizlere iletmiştir.

Şimdi bir kişi, ben "HAKK'IM" diyerek, bir takım tedbirlere başvurmadan ateşe kendini attığında nasıl yanarsa; "BEN HAKK'IM" diyen bu kişi aynı şekilde ölümötesinde de o günün ateşi içinde, çaresizlik içinde yanacaktır!. Bilgisi hissedişi asla kendini kurtaramıyacaktır.

"İBADET ET RABBİNE YAKÎN GELENE KADAR!" (Hicr-99)

 âyetine gelince ise.

"YAKÎN" gelene, yani gerçeği görene, tadana kadar "İBADET" hükmüyle fiillere devam et, demektir bu!.

Demek değildir ki, yakîn gelince, ibadeti terk et!.

Bu şu demektir: Gerçeği görene, hissedene, tadana kadar "İBADET" hükmüyle fiîllerine devam; bundan sonra da "Kendini ortadan kaldırmış olarak bırak Allah'ın fiîlleri şeklinde onlar devam etsin!."

Buna geçmiş hakîki vahdet ehli zevât "UBÛDET" ismini takmışlardı.

Tasavvuf, fenâfillah ve bekâbillah isimli iki aşamaya dayanır.

Birinci aşamada varlığın aslına özüne erişilir; ikinci aşamada da Orijinal varlığın bakışı ile âlemler seyredilir.

İşte birinci seyir, "BÂTIN" ismi manâsı içinde yapılan bir seyirdir; ikinci seyir ise "ZÂHİR" ismi yönüyle yapılan bir seyirdir.



Tasavvufa girenlerin pek çoğu bu ikinci seyir devresine geçemezler!. Bu sebeple de işin sadece Tevhid görüşü denen, birinci seyir yanında kalarak; pekçok şeyin hakkını vermekten geri kalırlar!. Oysa bu kişiler dairenin ikinci yarısına geçip, şuûr boyutunda, "Bâtîni" gerçeklerin "Hak" olduğu gibi; "Zâhir" boyutunda da bu ortama ait gerçeklerin "Hak" olduğunu görebilselerdi mutlaka fiîlleri başka olacaktı.

Vahdet konusu şuur boyutunda yaşanan bir gerçektir!

Zâhir boyutu ise kendi kanunları içersinde akar gider!. Bu sebeple, bugün zâhir yönünde nasıl bir takım şeyler yapmak mecburiyeti sözkonusu ise, aynı şekilde ölümötesi yaşam bakımından da, aynı şekilde bir takım fiîlleri yerine getirme mecbûriyeti vardır; ve bunları tatbik etmeyenler, bu eksikliklerinin azâbını çekerler!.



“GÖRMEDİĞİM ALLAH’A İBADET ETMEM!”



(Hz. Ali r.a)

"Âlemler" isminin müsemmâsı da O`dur! Çünkü gayrısı yoktur!

"Lâ mevcûda illâ Hû" demek, "mevcûdat yoktur, O vardır", demektir!

Yoksa, mevcudat vardır da, işte o mevcut olan şeylerin toplamı O`dur, demek değil...

"O ve O`ndan meydana gelmiş bir âlemler" müşahedesi, perdesi kalkmamış olan kişideki, Nur perdelerinin meydana getirdiği düşüncelerdir.

Tek tek, her nesnenin, "Allah" dediğini duymak, kesrette olana ait bir hâldir. Ve bunu ifade eden kişi henüz Tek`liğe ulaşamadığının, perdeli olduğunun açıklamasını yapmaktadır.

Gerçekte, âlem Tek varlıktan ibarettir; yani, tek bir yapıdır! Tek`in teklerinin tek tek zikri olmaz!

Hz. Âli, “ Görmediğim Allah`a ibadet etmem “ demiştir.

Hiç bir şey görmem ki, evvelinde Allah`ı görmüş olmayayım.” demiştir Hz. Ebû Bekr.

O”, her şeydir ve her şey “O”nun ef`al mertebesindeki görüntüsüdür.. Kesret âlemi de budur! Vahdeti anlamak üzere yola çıkmış kişilerce çıkılan ilk basamak budur!

Ama dikkat edin, ”ilk basamak” dedim...



KARŞISINDA ALLAH NURUNU GÖRMEYENİN



YAPTIĞI İBADET, KENDİNE ZULÛMDÜR!

Namazdan amaç, Allah'ı görebilmektir!. Ama körlere de namaz yasaklanmamıştır!. Zira kör de olsa, sağır değildir hiç olmazsa!. Namazı kılamayan; yani âfâkta, karşısındakinde Allah nûrunu göremeyenin yaptığı ibadet kendine ZULÜMDÜR!.






Yüklə 358,17 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin