Ahmed hulûSİ’de kavramlar av. Asuman bayrakçI


Allah ismiyle işaret edilen ZÂT



Yüklə 1,79 Mb.
səhifə9/25
tarix01.11.2017
ölçüsü1,79 Mb.
#25088
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   25

Allah ismiyle işaret edilen ZÂT’ın Hüviyetine ise “HÛ” ismi işâret eder. AHADİYYET sıfatıyla idrâk edildikten sonra, gerçek mânâsıyla “Allah’a iman” meydana gelir ve “yakîn” hasıl olur; iş taklitten çıkar, tahkike varır… Aksi halde, hep Allah “İSMİNE” iman edilir ki, bu da ehli taklidin mertebesidir… Tahkike ermişlerin ismi ise “müferridûn” veya “mukarrebun”dur ki; Allah “İSMİNDE” değil; ALLAH’IN AHADİYYETİNDE benlikleri yok olmuş; “el ân öyledir” sırrına binâen, “Allah Bakîdir” mânâsı yaşanır olmuştur.

İşte bu yaşantı içinde olanlar, “İsm-i Âzâm” sırrına ermiş olanlardır ki; her nefeste “HU” diyenin mutlak bilinciyle yaşarlar.

Bu zevâtı kirâm, dua edip de “Yâ ALLAH”, “YÂ HÛ” dedikleri zaman;

dillerinde söyleyen ben olurum” Hadîs-i Kudsî’si mânâsınca; dileyen kendi olur ve elbette kendi dileği de havada kalmaz, yerini bulur!.

Peki ya bizler?..



ESMÂ CENNETİ



Esmâ cenneti ise bedenî değil, düşünsel zevkler cennetidir. Ki, dünya hayatı sırasında bu şekilde yaşamaya başlamış kişilere has bir yaşam şeklidir.



Bir de 5 duyunun ötesinde tefekkürle ilhamla yaşanacak olan ilâhi isimlerin mânâlarından oluşan âhiret var… Buna tasavvufta “Esma cenneti” derler… “Efal cenneti” değil; beden boyutuna karşılık olan cennet değil! Allah’ın isimlerinin mânâlarından oluşmuş cennet, “Esma cenneti” denilen yaşam!





ESMÂLARIN SAVAŞI

Esmânın birbiriyle savaşımı ile sürekli bir savaş yürürlüktedir, evrende ve beyinde!.



EŞREFİ MAHLÛK

(YARATILMIŞLARIN EN ŞEREFLİSİ)

İnsana, “Eşrefi Mahlûk” deniyor. Niçin?..

Yaratılmışların en şereflisidir. Ancak, yaratılmışların en şereflisi olabilmesi için aklını kullanabilmiş olması lâzım.

Aklı olmayanın imanı da olmaz!. İman da, akla bağlıdır. İman olabilmesi için şuurun yerinde olması lâzımdır.





(ZEVC)

Cennette kadın-erkek ya da karı-koca kavramları var mı ki? Nitekim Kurân'da cennetlikler için "zevc"="EŞ" diye geçiyor "onlara tertemiz EŞLER vardır", diye. Adem'in cennetinde bile hitab: "ya Adem sen ve EŞin şu cennette iskân edin" deniyor.

Eşinin imanını paylaşmıyorsa ona "karı" diyor... "Nuh'un ve Lut'un KARISI", diye...

Yani cennette her insan için EŞLER sözkonusu... artık kadın'a erkek, erkek'e kadın lafları ilkel kalıyor...



EŞYA”



EŞYANIN HAKİKATİ

(GÖRÜLENİN ARDINDAKİ GERÇEK)

İşte beş duyunun verdiği madde kabulünü bir yana bırakıp, boyutsal idrâklara yönelirsek; zulmet perdeleri yavaş yavaş basiretimizden kalkmaya başlar.



"Allah’ım, bana eşyanın hakikatını göster."

şeklindeki Rasûlullah aleyhisselâmın ettiği dua, hakikatta bize bir gerçeği vurgulamak gayesine mâtûftur…

Eşyanın hakikatı”, görüp bildiğim her şeyin hakikatı demektir ki; bu da en dar görüşlü insanın bile anlayacağı şekilde, görülenin ardındaki gerçek, demektir!.

Nedir eşyanın ardındaki hakikat?.. Ki, biz ondan perdeliyiz..?

Eşyayı, zulmet perdeleri dolayısıyla görmekteyiz!.

Zulmet perdelerinden kurtulunca, eşyanın ardındaki hakikatı görürüz ki, o da, Allah isimlerinin mânâlarıdır. Ki aynı zamanda işte bunlar da Nur perdeleridir!



EŞYANIN HAKİKATİNİ KAVRAMAK İÇİN

GEREKLİ OLAN ANAHTAR

Eşya, yani ef'âl âleminde bulunan her şey, “Allah'ın esmâ-ül hüsnâsı” diye bildiğimiz, özetle 99 isminin mânâlarının terkiplerinden ibarettir. O mânâlar, terkipler şeklinde algıladığımız veya algılayamadığımız şeyleri meydana getirir!. Burayı iyi anlamak lâzımdır, çünkü çok önemli bir anahtardır bu husus. Ki ancak bu anahtar ile eşyanın hakikatı kavranabilir.



EVHAM

İnsan denilen varlığın zaaflarının en başında, evhamlı ve hayâlci olması gelir.

Vehim” kelimesinin çoğulu olan “evham”, bizim çeşitli konulardaki gerçekleşmesi asla mümkün olmayan şeyleri, sanki gerçekleşecekmiş gibi düşünüp, yaşamımıza ona göre yön vermemize sebep olur. Bugünkü deyimle “gerçekçi olmamayı” bizde oluşturur.

Not: Geniş bilgi için V / Vehim bölümüne bakınız.



EVREN”



KÂİNAT”

ORİJİN “ANA KİTAP”

ÂLEMLER”

İNSAN-I KÂMİL”

RUH-U A’ZÂM”

AKL-I EVVEL”

NOKTA”

Mevcud olan her şey, Allah’ın bu 99 isminin mânâsından meydana gelmiş değişik formüllerle meydana gelmiş değişik varlıklar.

Yani temelde, algılayabildiğimiz bütün varlıklar tek bir orijinin kendisinde mündemiç özelliklerinin başka bir biçimde algılanmasıyla alâkalı.



Herbirimiz, bir diğerlerimize göre var, dıştan bakışla!

Ama olayın içinden bakarsak, TEK bir varlık ve o tek varlığın kendi kendini seyretmesi ve kendi özelliklerini açığa çıkarması, bunu seyretmesi olayı sözkonusu.

2 ana yapıda düşünelim…

Yani “Din”i, Tasavvufi tâbirle; Allah’ın Zâtı, sıfatları ve esmâsı diye bildiğimiz bir soyut yapı olarak düşünelim….

Bir de, Allah’ın bu isimlerinin özelliklerinin mânâlarının ortaya çıktığı alan olan ef’al âlemi olarak düşünelim.

Ef’al, Arapçada “fiiller” demektir. Yani çeşitli oluşumların meydana geldiği yapı.

Çeşitli oluşumların meydana geldiği yapı, bizim bugünkü dilimizde EVREN kelimesiyle ifade ediliyor .



EVRENİN ZÂTI

EVRENİN ZÂTI,

KAYYUM OLANIN ZÂTI İLE KAİMDİR!

Hazreti Muhammed Mustafa’nın bahsedip bize fark ettirmeye çalıştığı gerçeklik, tanrı ve tanrılık kavramının olmayışı gerçeği yanı sıra; ismi “ALLAH” olanın ne olduğudur!.  Kur’ân-ı Kerîm bunu açıklar ve anlatır!. O yüzden biz de, sürekli olarak “ismi ALLAH” diyerek, yalnızca isminin “ALLAH” olduğunu; ismin, resim yapılmaktan kaçınılmasını; bu isimle neye işaret edildiğinin iyi anlaşılması gerektiğini yazıp duruyoruz. Yazdıklarımızı “OKU”makta yetersiz olanların tüm eleştirilerine rağmen!

Evet...

Evrenin zâtı, Kayyum olanın Zâtı ile kâimdir!.



Ama evren, tanrı değildir!

İnsanın zâtı, Kayyum olanın Zâtı ile kâimdir!



Ama insan, tanrı değildir!



EVREN,


TANRI DEĞİLDİR!


Kur’ân-ı Kerîm’i anlamak için dikkat etmemiz gereken öncelik, O’nun ötedeki bir tanrıdan gelen ferman olmadığını fark etmektir!. Bundan sonra yapılacak iş ise, o yüce Kitabın, “Allah” ismiyle, evrenin ve insanın hakikatindeki özelliklerden ve “sünnetullah”tan söz ettiğini idrak ederek, olgunluğa giden yolda yürümeye başlamaktır..

Kesinlikle bilinmesi ve göz ardı edilmemesi zorunlu gerçek de şudur ki, ismi “ALLAH” olan, evren içre evrenleri ve insanı, ilminde kendi isimlerinin işaret ettiği özelliklerle yaratmış olandır!.

Ne insanın, ne de evrenin “tanrısallığından” asla söz edilemez!

Zaten bugüne kadar hiçbir şuur sahibi de “ALLAH” olduğunu iddia etmemiştir!.



KUANTSAL BOYUT”UYLA



TEKİL BİR YAPI OLAN EVREN

ALLAH” İSMİYLE İŞARET EDİLENE BAĞLANIR!

Algıladığımız madde boyutunun ve her “şey”in orijini ve hakikati, aslı olan kuantsal boyutta-evrende, her parçacık ÇİFT olarak vardır.

Şimdi önce şunu hatırlayalım…

Allah” kelimesi bir “isim” kelimesidir ve bir işaret kelimesidir.

Atan Allah’tı âyetinde olduğu gibi, her şey, aynı orijin ve hakikatten meydana geldiği için, madde, et-kemik kol boyutunda olay bu kelimeye bağlanmakta olduğu gibi; Nokta diye târif edilen “Kuantsal boyut”uyla TEKİL bir yapı olan evren de, elbette ALLAH” kelimesiyle işaret edilene bağlanır.

Ancak ne var ki, gene “ALLAH” İsmi ile işaret edilenin, yaratmış olduğu her “şey”den münezzeh-beri olduğu da başka bir gerçektir.

Yâni…


Kuantsal boyut olan, “RÛH” ya da “Rûh-u Â’zâm” ismiyle tasavvufta işaret edilen mertebe, tüm algıladığımız ya da algılayamadığımız her şeyin hakikati olan TEKİL bir yapıdır; ve Vitriyet” mertebesidir; ki, bundaki bilinç “her an yeni bir şân'dadır”; kuantların her anki değişkenliği dolayısıyla!.

Tüm Kuantlar bir çift hâlinde ve algılayana göre foton ya da dalga biçiminde yaşamlarına devam etmektedirler… Her an birbirleriyle iletişim hâlindedirler biri galaksinin öbür ucunda olsa bile!



KÂİNAT” İSMİ ALTINDA



ZÂT’INDAN BAŞKA BİR VARLIK YOKTUR!

Kesret; ilâhi isimlerin mânâlarının değişik terkiplerle âşikâre çıkmasından başka bir şey değildir!. Ve bu terkiplere göre seyredilen, âlem, “fiiller âlemi” dediğimiz “ef’al âlemi” dediğimiz âlemdir!.

Kâinat” ismi altında Zâtından başka bir varlık yoktur! Kâinatın ardında, özünde, zâhirinde veya bâtınında, zâtından gayrı bir varlık yoktur!..

Kısacası



Kâinatın hüviyeti, O’dur!

Kâinatın benliği, O’na aittir!.. O’na ait mânâlar, değişik terkipler şeklinde, değişik isimler olarak, “kesret “ dediğimiz görüntüyü meydana getirir!



AHAD”OLAN ALLAH’IN



ULÛHİYET KEMÂLÂTININ ORTAYA ÇIKTIĞI YER,

ORİJİNALİYLE “EVREN”DİR!

Bizim bu konudaki müşahedemize göre ise;

-"Elif", "Ahad" isminin mânâsına;

"Laaam", "Lâtif" ismi yönünden "Ulûhiyet"e;

"Miiiym" ise "Hakikatı Muhammedi"ye işaret etmektedir..

"Elif", "Laaam" ve "Miiiym" dikkat edilirse, "Fâtiha" sûresi’nin hemen akabindeki ilk âyettir; ve sanki iki sûre-metin arasında bir köprü teşkil etmektedir.

"Fâtiha" Sûresi, "Allah" indindeki âlemlerden ve içindekilerin yerinden; "Allah"ın "RAB"olarak onlar üzerindeki tasarrufundan; ve dahi yarattıklarının genel ve özel rahmetle hidâyet üzere kulluklarını yerine getirişinden bahsederken...

Bu harfler, "AHAD" olan "Zât"ın "ULÛHİYET" kemâlâtının "LÂTİF" olarak, tüm varlığın özü ve aslı olan "Muhammedi Hakikat"tan zuhûrunu özetlemektedir...



İlk yaratılmış olan "Ruh-u A'zâm"dır!.

"Ruh-u A'zâm"dan, bilinci yönüyle "Akl-ı Evvel" diye de bahsolunur... Hazreti Rasûlullah Aleyhisselâm’ın ruhunun hakikatı, özü, aslı, orijini de budur... Bu mertebede henüz bireyler ve bireysel ruhlar sözkonusu değildir...

Burada, "AHAD ", olan "ALLAH"ın "ULÛHİYET" kemâlâtının, "Muhammedî hakikat"tan zuhûru, yani "kesrete" dönüşmesi ifade edilmiş; ve bunun arkasından da, kesretin tafsili mâhiyetindeki ana metne girilmiştir...İşte bu ilk üç harf ile...

"AHAD" oluşu, sonsuz-sınırsız varlığıyla kendisinden gayrının mevcut olmayışına işaret edilmektedir...

"AHAD" olan "ALLAH"ın, kendisinde bulunan sayısız özelliklerin toplamıyla oluşan sonsuz kemâlâtı, O'nun "ULÛHİYETİ"ni yani "ALLAH"lık kemâlâtını teşkil etmektedir... Bu sonsuz kemâlâtın ortaya çıktığı yer ise, orijinaliyle evrendir!... Yani, Hakikatı Muhammedi!...



EVRENİN YAPISINI ANCAK

ALLAH” İSMİNİN MÂNÂSINI

ANLAYABİLDİKTEN SONRA KAVRAMA

ŞANSINA SAHİBİZ!

Öncelikle ve kesinlikle şunu belirtelim ki, kim “ALLAH” isminin mânâsını anlamamışsa, mevcûdâtın yapısını öz değeriyle bilmesine asla imkân yoktur!

Esasen, evrenin ve insanın yapısını dahi, ancak, “ALLAH”ın ne olduğunu anlayabildikten sonra kavramak şansına sahibiz. Aksi halde, lokalize değerlendirmelerle yetinmek zorunda kalacak ve konunun özünden mahrum olacağız!..

Öyle ise, bu gerçeği farkederek, şimdi, "İHLÂS" Sûresi’nde “ALLAH”ı anlatan ve hepsi de âdeta birer şifre olan kelimeler üzerinde duralım, anlayışımız ölçüsünde...



KÂİNAT” DİYE ALLAH’TAN AYRI



KENDİ BAŞINA VÜCUD VE VARLIĞI OLAN

BİR YAPI YOKTUR!

Kâinat yoktur sadece Allah vardır demek; bu algıladığımız kâinat yoktur değildir! Kâinat, diye Allah'tan ayrı kendi başına vücûd ve varlığı olan bir yapı yoktur, demektir.

Zira her zerrede ve noktada, mahal ve mekân sözkonusu olmaksızın mevcut olan vâcib-ül vücûd Allah'tır. Algılanan ise, O'nun isimlerinin işaret ettiği mânâlardır.



BİR ÂLEMLER, KÂİNAT



BİR DE ALLAH MEVCUD DEĞİL!

"ALLAH", insanın dışında, ötesinde; ve hattâ bu vargördüğümüz varlıkların dışında ve ötesinde tapınılacak bir TANRI değildir!.

"ALLAH"ın "AHAD" oluşunu şâyet iyice idrâk edersek, görürüz ki (bâsiretle), bir ALLAH, bir de yanısıra kâinat gibi iki ayrı yapı mevcut değildir!..

Yani, bir “ALLAH” var, bir de âlemler mevcut; değil!.

Başka bir deyişle; bir içinde yaşadığımız âlemler, kâinat mevcut; bir de bunların ötesinde, bunlardan ayrı, bunların dışında bir "TANRI mevcut" anlayışı, tümüyle bâtıldır!..

Hazreti MUHAMMED'in açıkladığı “ALLAH”, bir TANRI değildir!

Hazreti MUHAMMED'in açıkladığı “ALLAH”, AHAD'dır!.

Hazreti MUHAMMED'in açıkladığı “ALLAH”, sonsuz mânâlara sahip olup, her an bunları seyir hâlindedir!.

Bu “SEYR”in mahalli de, “esmâ” âlemidir!.

ZÂT'ı itibariyle Vâhid-ül AHAD...

Sıfatları itibariyle HAYY, ALİM, MÜRÎD, KADİR, SEMİ, BASÎR, KELÎM'dir.

Kendisinde bulunan özellikleri itibariyle, sayısız mânâlara sahiptir ki; bunların bir kısmı gene Hazreti Muhammed tarafından “esmâ-ül hüsnâ”da açıklanmıştır.



ÂLEMLERDE TASARRUF SAHİBİ

ALLAH” İSMİYLE İŞARET EDİLEN ZÂT’TIR!

Öncelikle farkedecek ve idrâk edeceğiz ki;



Algılamakta olduğumuz her şey, Allah’ın ilmi, dilemesi ve kudretiyle meydana gelmektedir!. O’nun dilemesi dışında hiç bir birim hiç bir şey dileyemez!. Hakîm olan olan Allah, her olayı bir hikmetle ve yerli yerinde olarak oluşturmaktadır; biz onu yersiz veya yanlış olarak nitelendirsek dahi!.

Allah’ın muradı ne?… İkinci olarak bunu çok iyi anlamak zorundayız!.

Allah ismiyle işaret edilen ve Âlemlerde tasarruf sahibi olan Zât, her an dilediğini tüm varlıklar adı altında ortaya koymaktadır; ve kendisine soru sorabilecek, kendi dışında ikinci bir varlık da mevcut değildir!.




HOLOGRAFİK EVREN

EVREN,

AKAN DEV BİR HOLOGRAMDIR!

Davit Bohm'un evrenin holografik yapıya sahip olduğu iddiası, atomaltı parçacıkları araştırması sırasında başladı.

Kuantum fizikçilerinin şaşırtıcı gerçeği, maddenin bölünebilir en küçük parçasına geldiğiniz zaman, ulaştığınız, parçanın normal davranış göstermediğidir.

Çoğumuz elektronun, çekirdeğin etrafında dolaşan minicik bir küre olduğunu düşünürüz. Fakat gerçek bu değildir!. Elektron bazen parçacık davranışı gösterebilir, ancak en-boy-derinlik gibi hiç bir ölçümlemeğe gelmez.

Yani bildiğimiz objelerden değildir. Fizikçilerin diğer bir keşfi de elektronun gerek parçacık, gerekse dalga özelliği gösterdiğidir.

Bir elektronu kapalı bir televizyon ekranına yönlendirirseniz küçük ışık noktası elde edersiniz. Bu onun parçacık özelliğindendir ama tek özelliği de değildir. Aynı zamanda enerji bulutu şeklinde uzayda dağılan bir dalga gibi de davranır. Hiç bir parçacığın yapamayacağı şekilde, iki deliği olan bir engelden, ikisinden de aynı anda geçebilir.

Elektronlar birbirleriyle çarpıştıklarında girişim örnekleri meydana getirirler. Yani hem parça hem de dalga özelliği gösterirler. Bu bukalemun özelliği bütün atomaltı parçacıkları için geçerlidir. Daha önce yalnız dalga hareketi gösterdiği zannedilen herşey içinde geçerlidir. Gama ışınları, x ışınları, radyo dalgaları gibi. Hepsi dalga ve parçacık özelliği gösterir.

Bu iki özelliği gösteren şeylere fizikçiler "Kuanta" demektedirler ve evrenin ana dolgusunun olduğuna inanmaktadırlar.

Belki de en hayret verici olay kuantanın sadece, bizim baktığımız zaman parçacık özelliği göstermesidir.

Fizikçiler, elektronun bakılmadığı zaman, daima dalga hareketi gösterdiğini deneyle bulmuşlardır. Bir yılanın çölde kum üzerinde gittiği gibi, düz hareket ettiğini sandığımız şeylerin aslında, dalga hareketi yaptığını, düşünün.

Fizikçi Nick Herbert, dünyayı, sadece baktığımız zaman madde görüntüsü veren, aslında durmaksızın akan bir dalga çorbası olarak ifade etmektedir. Midas'ın dokunduğu herşeyi altın yapan elleri gibi.

Bohm'un bulduğu en enteresan hâllerden biri de bağımsız görünen atomaltı parçacıkların birbirleri ile ilişkisidir.

Kuantum fizikğinin kurucu babalarından Neils Bohr, atomaltı parçacıkların sadece bir gözlemci tarafından izlendiğinde meydana çıktığına göre, parçacıkların özellikleri ve karakteristikleri hakkında görüş bildirmek anlamsızdır sonucunu çıkarttı. Bu görüş bir çok fizikçiyi rahatsız etti.

Einstein bu görüşe karşı çıktı. Ona göre atomaltı parçacıkların izlenmelerinde meydana çıkan, parçacık çiftleri, benzer veya aynı özellikleri gösteriyorlardı.

Örneğin bir positronium atomu (Bir elektron+bir positron) çözüldüğünde, iki zıt yöne giden fotonlar oluşturur ve her ne uzaklıkta olursa olsun her iki foton da aynı polarizasyon açısına sahiptir. (Polarizasyon, bir fotonun kaynaktan uzaklaşırken gösterdiği dalga şeklindeki harekettir)

Einstein kısaca EPR paradoksu denen görüşle, eğer iki foton belli bir mesâfede aynı polarizasyon açısını veriyorlarsa, aralarında ışık hızından daha hızlı bir iletişim olması gerektiği, bunun da imkânsızlığı nedeni ile Bohr'a karşı çıktı.

Bohr ise buna aldırmadı!. Işık hızından daha hızlı bir iletişim yerine başka bir açıklama getirdi. Atomaltı parçacıklar, sadece gözlendikleri sürece var olduklarına göre, bunlara bağımsız şeyler denemezdi ve bu nedenle Einstein'ın ikiz parçacıklar hipotezi yanlıştı. Onlar görünmez bir sistemin parçalarıydı.

Fizikçilerin çoğu bu görüşle yetindiler. Einstein ise teknik imkânsızlıkları nedeni ile görüşünü ispatlayamadı.

Bohr'un atomaltı parçacıkların görünmezliği ile ilgili görüşleri gerçeğin bulunmasında önemli sonuçlar doğuracaktı. Fakat bunlar ihmal edildiği gibi iletişim konusu da ihmal edildi.

Bohm, Bohr'un tezini kabul etti. Ancak iletişime gösterilen ilgisizlikten de üzüldü. Bohm, Berkeley'de plazmalar üzerine çalışmalar yapıyordu. (Plazma yüksek yoğunlukta elektron ve pozitif iyonları içeren "+" değerli bir gazdır.)

Bohm, tek başlarına hareket eden elektronların, plazma içine girdiğinde bu özellikleri yitirip, büyük bir iletişim hâlinde olan bir bütünün özelliklerini gösterdiğini gördü.

Her ne kadar bireysel hareketleri gelişi güzel gibi görünüyorsa da elektronların çoğu çok iyi organize edilmiş etkiler yapıyordu. Plazma devamlı kendisini yeniliyor ve içindeki bozuklukları, bir kistteki yabancı madde gibi durduruyordu.

Bohm o kadar etkilendi ki, elektron denizinin "CANLI" özellikleri gösterdiğini söyledi.

1947 de Bohm, Princeton'da yardımcı profesörlüğü kabul etti. Ve metallerdeki elektronları incelemeğe devam etti; ve elektronların çok yüksek değerde, birlikte hareket özellikleri gösterdiğini buldu!.

Berkeley'deki plazmalar gibi artık iki parça arasındaki iletişim olduğunu değil; her elektronun diğerlerinin hareketini bilir gibi hareket ettiği; ve parçacıklar okyanusunun da bilinmeyen trilyonlarca diğerleri ile ortak hareket hâlinde oldukları üzerinde çalıştı.

Bohm, elektronların bu toplu hareketini "Plazmon" olarak adlandırdı ve bununla da fizikçi olarak yerini bilim dünyasına kabul ettirdi.

Bohm, daha sonra yaptığı çalışmalarla Bohr'un teorisini yetersiz buldu ve atomaltı parçacıkların daha derinlikli gerçekleri olması kanaâtıyla Einstein'la görüşmeler yaptı. Bu görüşmeler ışığında da Bohr'un teorisine bir alternatif geliştirdi.

Elektronların gözlemci olmadan da var olduğunu baz aldı. Bu bazla atomaltı parçacıkların bilimle açıklanmayı bekleyen bir boyutu olduğunu keşfetti.

Bu duruma "KUANTUM POTANSİYELİ" adını verdi. Bütün uzayda mevcut olduğunu; yer çekimi ile manyetik sahaların aksine, etkisinin uzaklıkla azalmadığını ortaya koydu. Fizikçilerin çoğu bu görüşe karşı çıktı. Fakat yeni bir teori olarak bilim adamları arasında kabul gördü.

Bohm, hiçbir teorinin sonsuzluğu açıklayacak güce sahip olmadığını ve buna karşı çıkılmasının da doğru olmadığını söyledi.

Bilimin, etki-tepki gibi çok sınırlı verilerden hareket ettiğini, oysa sonucun birçok sebebe bağlı olabileceğini belirtti.

Bohm, kuantum fiziği ve kuantum potansiyeli konusunda çalışmaları devam ettikçe, ortodoks düşünceden ayrıldı.

Klasik bilim, sistemi, karşılıklı parçaların birbirleri ile etkileşimi olarak inceler.

Kuantum potansiyeli ise bunu akılda tutarak, parçaların tüm tarafından organize edildiğini söyler!.

Bohm, atomaltı parçacıkların bağımsız olmadıklarını söylemekten öte; görünmez herşeyi düzenleyen bir sistemin varlığına öncelik verdi.

Bu plazmadaki ve süper iletkenlikteki elektronların hareketlerini açıkladığı gibi, ilişkilerini de göstermektedir.

Yani Kuantum Potansiyel, elektronların gelişi güzel dağılmadığını, kendi başına hareket eden bireylerin oluşturduğu bir pazar kalabalığı gibi değil, organize bir bale dansı gibi olduğunu açıklamaya çalışır.

Parçaların, birleşerek meydana getirdiği bir makine değil, yaşayan bir organizmanın, bütünlüğünü oluşturan parçaları görür.

İlginç bir sonuç da, Bohm'un kuantum fiziği açıklamasına göre; atomaltı parçacıklarında sâbit bir yer söz konusu olmayacağı için uzayda her yer eşittir ve herhangi birşeyi başkasından ayırmak imkansızdır. Bu özelliğe fizikçiler "mekânsızlık" (Non-Locality) demektedirler.

Bohm, mekânsızlığı açıklamak için şöyle bir deney geliştirdi. Bir akvaryum içindeki balığı iki ayrı kamera ile iki ayrı açıdan görüntüledi. İki kamerayı, ayrı ayrı izleyen birisi, önce bu iki balığın ayrı olduğunu düşünebilir ama zamanla hareketlerin benzerliğinden, iki görüntünün de aynı balığa ait olduğunu anlayacaktır.

Bohm, bunu pozitronium atomunun iki zıt yöne ayrılmasındaki özelliğin ışığın hızı konusuna girmeden, açıklanması olarak izah etti. Gerçekten Kuantum Potansiyeli uzayda geçerli olduğuna göre, bütün parçacıklar, mekânsız olarak birbiri ile ilişkidedir.

1950`lerde Bohm, Bristol Üniverstesine araştırmacı olarak gitti. Ve Yaki Aharanov ile tanıştı. Beraber yaptıkları çalışmalarda, şartlar uygun olduğunda, bir elektronun, elektron bulunmasının sıfır ihtimal dahilinde olduğu bir yerde, manyetik sahanın mevcudiyetini hissettiğini buldular.

Klasik fen, parçacıkları genellikle iki kısımda inceler, düzenli ve düzensiz.

Yüklə 1,79 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   25




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin