BEDENİN KENDİSİ KÂİNAT,
ÖZÜ-RUHU DA KOZMİK BİLİNÇ!
-Yâ Gavs-ı Â'zâm. İNSANI meydana getirdim beni hâmil olması için... Ve kâinatı da, İNSANI hâmil olması için meydana getirdim!"
………
İnsanı meydana getirdim beni taşıyan olması için... Yani, benim vasıflarımla meydana getirdim insanı ki, benim isimlerimin mânâlarını taşıyıp onları zâhire çıkartması için. Ve tüm boyutlarıyla evreni de insanı taşıması için meydana getirdi!
Günümüzde Kozmik Bilinç diye tanımlanan İNSAN-I KÂMİL'in tüm özelliklerinin, her an değişik bir şekilde ortaya çıkışıyla, varlığını devam ettiren kâinat dahi, bu özelliğiyle İNSANI taşıyan olarak mevcuttur!
İnsan-ı Kâmil'in sahip olduğu özelliklerin ve mânâların kuvveden fiile dönüş mahalli olan kâinat, bu yönüyle elbette ki, insanı taşımak üzere meydana getirilmiş olarak târif edilmiştir.
Bunu daha değişik bir ifade ile şöyle de dile getirebiliriz.
İNSAN'ın sayısız vasıf ve özelliklerinin ortaya çıkması için meydana getirilmiş yapıdır kâinat. Sanki, bedenin kendisi kâinattır, özü ruhu da İNSAN-I KÂMİL ya da bugünün deyimiyle Kozmik Bilinç!
EVRENİN İSTİDAT VE KÂBİLİYETİ
MUTLAK EVRENİN ALGILANAN SIFATLARI
-ESMÂSI VE MÜŞAHEDE EDİLEN EF’ALİ,
”HÛ”NUN HER AN YENİ BİR ŞENDE
OLUŞUNDAN KAYNAKLANIR!
Bkz. E / Evren / “Nokta” Evren… Ve İndindeki sayısız öte “Nokta”lar… /“Nokta”nın “Allah” İsmiyle işaret edilenden gayrı bağımsız bir varlığı ve vücudu söz konusu değildir!
KÂİNAT, ALLAH’IN VARLIĞININ
ZÂTI VE SIFATI İTİBARİYLE
FİİLDE ÂŞİKÂR OLABİLECEĞİ
EN ŞEREFLİ MAHAL OLMUŞTUR!
Bu kâinat içinde meydana gelen her bir fiil, bir mânânın fiile dönüşmesinden başka bir şey değildir... Öyle ise, bu âlem içinde, bu kâinat içinde varolan her bir varlık. ilâhi isimlerin mânâlarının fiile dönüşmesiyse; Allah’ın varlığının Zât’ı ve sıfatı itibariyle fiilde âşikâr olabileceği en şerefli mahal olmuştur!
Âlemi yaratmıştır; kendindeki mânâların âşikâre çıkması için; Âdem’i yaratmıştır âlemini seyir için!
Sıfat mertebesi itibariyle, zaten böyle bir seyir sözkonusu değil! Zâtı itibariyle konu zaten ele alınamaz! Neticede mesele, isimlerin mânâlarının müşâhedesi meselesi oluyor! “İsimlerin mânâlarının müşâhedesi” meselesi dediğimiz anda da olay kâinata girer! Kâinat isminin içine girer.. “Âlemler” isminin içine girer
EVREN,
ALLAH’IN DİLEDİĞİ TÜM MÂNÂLARI
ÂŞİKÂRE ÇIKARTABİLECEK İSTİDAT
VE KÂBİLİYETTEDİR!
"Allah" isminin bütün mânâlarının "İnsan"da zuhûrundan birinci mânâ, Evrende ilâhî isimlerin zuhûrudur.
Evren, varoluş kâbiliyet ve istidat itibariyle Allah'ın dilediği, takdir ettiği bütün mânâları âşikâra çıkartabilecek durumdadır. Daha önce yaşamışlar bu durumu; Allah, ilmine ayna olmak üzere "İnsan-ı Kâmil"i yaratmıştır; diye târif etmişlerdir.
Dolayısıyla, İnsan-ı Kâmil, "Allah"ın tüm isimlerinin bizâtihi zuhur mahallidir ki, bu yüzden de, onun dışında hiç bir zuhur mahalli mevcut olamaz.
Bu itibarla, evrende algıladığımız her oluş ve onun taşıdığı anlam bir ilâhî ismin ya da isimler bileşiminin ortaya çıkışından başka bir şey değildir.
EVREN,
HER AN YENİ OLMAK ÜZERE
SAYISIZ ÖZELLİKLERİNİ ORTAYA KOYAR!
Evet, evren adını verdiğimiz, gerçekte Tek tümel yapı, kendi programı içinde her an yeni olmak üzere sayısız özelliklerini ortaya koymaktadır. İşte, evrenin bu ışınsal ana yapısı; bizim kendimizi madde zan edişimize ve madde dünyamıza nisbetle, “HAYÂL” olarak nitelendirilmiştir...
Nitekim, madde âleminin, gerçekte, bir “sanış” olduğunu ve gerçek yapının, “ışınsal yapıdan başka bir şey olmadığını” açıklayan Hazreti Muhammed (sallallahu aleyhivesellem) madde yapının ve yaşantının bir “RÜYA” hükmünde olduğunu vurgulayarak şöyle demiştir:
“İnsanlar uykudadır; ölünce uyanırlar!”
KÂİNAT,
“İNSAN”IN SAYISIZ VASIF VE ÖZELLİKLERİNİN
ORTAYA ÇIKMASI İÇİN MEYDANA GETİRİLMİŞ
YAPIDIR!
"Ve daha sordum.
-Ya Rabb-i Gavs, hiç seni hâmil bulunur mu?..
Dedi:
-Yâ Gavs-ı Â'zâm. İNSANI meydana getirdim beni hâmil olması için... Ve kâinatı da, İNSANI hâmil olması için meydana getirdim!"
"Beni hâmil olması" beyânından murad, maddi ya da fiziki taşıma değildir elbette ki. "Varlığında barındıran" anlamında.
Ancak unutmayalım ki, bir insan var, bir de ondan ayrı bir mekânda veya boyutta mevcut Tanrı var da; birincisi ikincisini bünyesinde barındırıyor, değil!
Bir fiilin, o fiilli oluşturan mânâyı hâmil olması gibi bir taşımadır burada kastedilen mânâ. Yani, mânâ fiilin içinde nasıl mevcut ise, İNSAN'ın da rabbini hâmil olması öylecedir.
Yoksa, olayı mekân ve madde boyutları içinde anlamak son derece ilkel ve yetersiz bir düşünce şekildir. İnsanın, ilâhî isimlerin zuhûr mahalli olması, yukarıdaki şekilde ifade edilmiştir, mecâzî bir anlatım ile.
Veya şöyle de bunu ifade edebiliriz;
İnsanı meydana getirdim beni taşıyan olması için. Yani, benim vasıflarımla meydana getirdim insanı ki, benim isimlerimin mânâlarını taşıyıp onları zâhire çıkartması için. Ve tüm boyutlarıyla evreni de insanı taşıması için meydana getirdi!
Günümüzde Kozmik Bilinç diye tanımlanan İNSAN-I KÂMİL'in tüm özelliklerinin, her an değişik bir şekilde ortaya çıkışıyla, varlığını devam ettiren kâinat dahi, bu özelliğiyle İNSANI taşıyan olarak mevcuttur!
İnsan-ı Kâmil'in sahip olduğu özelliklerin ve mânâların kuvveden fiile dönüş mahalli olan kâinat, bu yönüyle elbette ki, insanı taşımak üzere meydana getirilmiş olarak târif edilmiştir.
Bunu daha değişik bir ifade ile şöyle de dile getirebiliriz.
İNSAN'ın sayısız vasıf ve özelliklerinin ortaya çıkması için meydana getirilmiş yapıdır kâinat. Sanki, bedenin kendisi kâinattır, özü ruhu da İNSAN-I KÂMİL ya da bugünün deyimiyle Kozmik Bilinç!
EVRENDE HALK EDİLMİŞLER
Evrende, cansız, ya da şuursuz, tek bir zerre mevcut değildir!.
Algılamak istiyorsan, "perdeni" terket!.
“SİZ”LERİ
(“İSİMLERİNİZİ”)
VE FİİLERİNİZİ
HALK ETMİŞTİR!
Bkz. E / Esmâ
SINIRSIZ PLATFORMDA
SADECE BİR “NOKTA”DAN MEYDANA GELEN
SONSUZ AÇI…
“HALK EDİLMİŞLER”!
Ben, anlatma sadedinde “K” diye verdim misali...
“K”daki açının meydana geldiği “NOKTA”nın üzerinde varolduğu çizgiyi de tek bir çizgi diye anlama!.
Bunu, sınırsız bir plâtform olarak düşün!.. Bu sınırsız platformun bir noktasından meydana gelen bir açı olarak algıla!. Bir çizgi olarak alırsan, nihâyet belli açılardır.
Kolay anlaşılsın diye ben böyle söyledim. Esasında bunu sınırsız bir plâtform düşün, öyle bir geometrik şekil düşün ki sonsuz olsun! O sonsuzda bir “nokta”dan meydana gelen bir açı diye düşün...
Şimdi, bunun biraz daha ilerisine gidelim...
O noktadan meydana gelen açının içinde, -o açı, boyutsal olarak sonsuz bir açı-, meydana gelen sayısız “NOKTA”lardan oluşan sonsuz açılar düşün! O Tek açının içinden meydana gelen sonsuz açılar, “halk edilmişler”dir işte!.
EVRENDEKİ TÜM BOYUT VE
KATMANLARDAKİ VARLIKLAR ANCAK VE SADECE,
İLİM BOYUTUNDA VE “İSMEN” VARDIR!
Gerçekte, var olan tüm varlıklar, ancak ve sadece, ilim boyutunda ve “İSMEN” vardır.
Bunun dışındaki varlıkları ise, “yok”tan ve “hayâl”den ibârettir!.
İlim boyutunda varlarsa, bu da “var kabul edilişleri” itibariyledir!.
Yâni, varlıkları emanettir!. Konulan isimler dolayısıyla, onların Allah dışında bir varlıkları varmış gibi kabul edilirler.
Oysa gerçekte sadece Allah vardır!.
Kime göre?...
“Mardiye Nefs” bilincinde, “Velâyeti Kübrâ” ihsanına ermiş, “feth” sahibi Zevâtın gözünden gören “O” olması durumuna göre!.
İşte bu bakışta anlaşılmalıdır ki, var kabul ettiğin her şey O`nun ilminde yarattığı kendi esmâ sûretinden başka bir şey değildir!. “Şey”ler bağımsız bir “var”lığa sahip değildir.
Duyulara göre varsanılan her şey, ilim boyutunda değerlendirilmeye alındığı zaman farkedilir ki, o sadece bir “ilmî sûret”tir!.
Bir esmâ terkîbi ile kayıtlı varlıklar söz konusudur evrendeki tüm boyutlarda ve katmanlarda...
Bu mânâların sûretleri ve sûretlerin oluşturduğu yapıların kaydından kurtulmuş, “Hiç”lik deryasında varlığını yitirmek sûretiyle, “Hiç” olmuş; böylece de “hep” durumundakilerdir “Nefsi Sâfiye” durumundakiler!.
EVRENDEKİ MİLYARLARCA TÜR
SAYISIZ ANLAMLAR TAŞIYAN
DALGABOYLARI FARKLI MİKRODALGA YAPIDAN
İBARETTİR!
Biraz daha derine inerek konuya yaklaşalım... Gözün algılama boyutunda milyarlarca tür görülmesine rağmen, bir milyar defa büyüten elektron mikroskobunun bakışıyla aynı varlıkları değerlendirdiğimiz zaman görmekteyiz ki varlık sayısı yüz küsûr atom türüne inmektedir.
Eğer biraz daha derine inersek, evrende bulunan milyarlarca türün sayısız anlamlar taşıyan dalgaboyları farklı mikrodalga yapıdan ibaret olduğunu göreceğiz.
İşte bu noktada kesret yani çokluk tekliğe dönüşmüş olacaktır. Pek çok fikir ve hayal sahibi tek bir şuur gibi!.
KÂİNAT İÇİNDE VAROLAN
HER BİR VARLIK
İLÂHİ İSİMLERİN MÂNÂLARININ
FİİLE DÖNÜŞMESİDİR!
Bu kâinat içinde meydana gelen her bir fiil, bir mânânın fiile dönüşmesinden başka bir şey değildir... Öyle ise bu âlem içinde, bu kâinat içinde varolan her bir varlık ilâhi isimlerin mânâlarının fiile dönüşmesiyse; Allah’ın varlığının Zât’ı ve sıfatı itibariyle fiilde aşikâr olabileceği en şerefli mahal olmuştur!.
MAKROKOZMOSTAN MİKROKOZMOSA KADAR
HERŞEY, BİRBİRİNİ MEYDANA GETİREN
TERKİPSEL KATMANLARDIR!
Evren, tümüyle ışınsal yapı orijinlidir de; biz, " madde" âleminde mi yaşıyoruz?...
Bu konuda en önemli soru ile karşı karşıyayız şu anda!.. Ve cevabının anlaşılması da oldukça güçtür...
Soruyu biraz daha açalım...
Evrende, "madde" âlemimiz, ve "madde olmayan" âlemler mi var?... Canlılar, sadece "madde" âleminde mi var?...
Bilimsel veriler gösteriyor ki, makrokozmos denilen kozmolojik sistemlerden, mikrokozmos denilen müonlara-kuantlara kadar -yardımcı araçlarla da olsa- göz veri sınırları içerisinde kalan herşey, birbirini meydana getiren terkipsel katmanlardır..
Oysa bu katmanların her biri, kendi katman algılayıcısına GÖRE maddedir!. Yani, madde ve maddeötesi kavramı tamamiyle algılayıcısının kapasitesine GÖRE değişen, "GÖRESEL KAVRAM"dır!.
Bizim algılama araçlarımızın iki puan üstündeki algılama araçlarına sahip birimler için, bizim dünyamız ve yapımız, maddeötesi iken; bizim iki puan altımızdaki algılama araçlarına sahip bir başka türe göre, yaşadığımız ortam, mevcut bile değildir!..
EVRENDE Kİ EN MÜKEMEL VARLIK,
“İNSAN” DEĞİLDİR!
İnsan, bu sistem içindeki en mükemmel varlıktır!. Yoksa, sadece, bizim Samanyolu dediğimiz Galaksimizde 400 milyar yıldız var!. Bunların her birinde de kendine has hayat sistemleri var!. Onlara, sadece, "Melekler" deyip geçmiş, detayına girmemişiz...
-Aynha, evrende Dünyalılar ve bizden başka aklı olan, yani bizler gibi düşünebilme yeteneği olan varlıklar mevcut değil mi?
-Elbette mevcut!... Hem de sayısız!... Meselâ Güneş sistemindeki Setri'liler!. Ama onlar, Dünya'lılar gibi yoğunlaşmış bir bedensel yapıya sahip değiller... Ancak zaman zaman, bazıları yoğunlaşmış görüntüye sahip olabilirler...
-Anlayamadım...?
-Bak Elf, sen henüz gelişme devresindesin... Bunların hepsini çok kısa bir sürede anlayabilmene imkân yok... Ancak zamanla, çok çeşitli meseleler arasındaki bağlantıları tamamlayabilecek ve tümel aklın eserlerini ortaya çıkartabileceksin...
Önümüzdeki ay imtihanın var!... Şâyet onu kazanırsan, bir süre için dünya ile iletişim kurup, onların yaşamlarını; daha sonra da Setri'ye geçip onların hayat şartlarını daha yakından görebilirsin...
Ama unutma ki, bu önündeki imtihanı başarı ile vermene bağlı...
-Söz veriyorum Aynha, bu imtihanı verecek ve seninle oralara gitmeğe hak kazanacağım.
- ÖZDE!
- ÖZDE Aynha!...
EVRENDE VAROLAN HERŞEY,
SADECE ALLAH’I TESBİH İÇİN YARATILMIŞTIR!
“HİÇBİR ŞEY HÂRİÇ OLMAMAK ÜZERE HER “ŞEY” HAMDİYLE TESBİH HÂLİNDEDİR… ANCAK, SİZ ONLARIN TESBİHLERİNİ KAVRAYAMAZSINIZ. O HOŞGÖRÜLÜDÜR, BAĞIŞLAYICIDIR.” (17 /44)
“GÖKLERDE VE YERDE NE VARSA, HEPSİ DE ALLAH’I TESBİH ETMEKTEDİR… O AZÎZDİR, HAKÎMDİR.” ( 57/1 )
Evrende var olarak algılanan ve algılanamayan her ne var ise, sadece ALLAH’I TESBİH ETMESİ için yaratılmıştır… İyi veya kötü, güzel ya da çirkin, mükemmel veya mükemmel kabul edilmeyen her ne var ise!.
KÂİNAT VE İÇİNDEKİLERİN HEPSİ
ALLAH İNDİNDEKİ
BİR “AN”LIK YARATIŞTIR!
Bütün bu varolmuş olan kâinat;
ilk insanlar değil:
tüm insanların üzerinde yaşamakta olduğu dünya ve dünyada varolmuş canlılar değil;
bütün güneş sistemi değil;
güneş sisteminin içinde bir zerre olduğu 400 milyar yıldızdan oluşan galaksi değil;
milyarlarla galaksiden varolduğunu hissettiğimiz algıladığımız kâinat, ucu-bucağı, başı-sonu olmayan kâinat, esas itibariyle Allah’ın indindeki bir “AN” lık bir düşüncenin hâsılasıdır!
Tasavvufta, İnsan-ı Kâmil veyahut da “Ruh-u A’zâm”- veyahut da “Akl-ı Evvel” diye hakikat itibariyle anlatılan; bizim “KÂİNAT” adını verip, o şekilde algıladığımız, sonsuz-sınırsız olarak değerlendirdiğimiz, tüm yaratılmışlardan oluşan evren, Allah indindeki “BİR AN’LIK YARATIŞ”dır!
EVRENDE SAYISIZ BOYUTLAR
VE O BOYUTLARA AİT SAYISIZ DEĞERLER
VE O DEĞERLERLE KENDİNE ÖZGÜ CANLILIK SAHİBİ
SAYISIZ TÜRLER MEVCUTTUR!
Evrenin, sonsuz dalgaboyundan meydana gelen, bilemediğimiz sayıdaki boyutta olan gerçek yapısına karşın; insanın, sadece kesitsel algılama araçlarıyla(beşduyu) değerlendirme yapmak zorunda olması nedeniyle; gerçekte, asla "Evren"den sözedilemiyeceği; ancak "İnsanın evreni”nden bahsedilebileceği, kesinlik kazanmıştır!.
İşte acı ama kesin olan bu gerçek karşısında, insan için geriye ne kalıyor?
Beşduyu sınırlarıyla kayıtlı insan beyinlerinin, bilimsel veriler ve bulgular eşliğinde, yeni düşünce sistemleri ile çevresini ve içinde yaşadığı boyutun gerçeklerini doğruya en yakın biçimde tesbit edebilmek…
İşte sorunumuz burada başlıyor...
Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, beşduyunun kendisine ulaştırdıklarıyla değerlendirme yapmak mecburiyetiyle yüzyüze olan beyin, günümüzde şu gerçeği tesbit etmektedir...
Algılanan boyutların ötesinde, sayısız boyutlar ve o boyutlara ait sayısız değerler, ve o değerlerle, kendine özgü canlılık sahibi sayısız türler mevcuttur! Öyle ise biz, bilimsel verilerin doğrultusunda düşünürsek, göreceğiz ki, bizim madde boyutumuzun dışında; kendi madde boyutlarında, fakat bize GÖRE ışınsal yapılı canlılar ortamı hadsiz hesapsızdır...
EVRENİ VAREDEN TÜMEL AKIL,
ENERJİ BİRİMLERİNE ÖZ VASFI OLAN
KUDRET VE AKLI BAĞIŞLAMIŞTIR!
Bkz. E / Enerji / Her birim, idrâkının kapsamı oranında enerjiye ulaşır
EVRENDE BİRBİRİNDEN KOPUK,
AYRI, MUSTAKİL VARLIKLAR VE
ONLARIN ÖZGÜR BENLİKLERİ VE İRADELERİ
MEVCUT DEĞİLDİR!
Evet, evren orijininde TEKİL bir yapı; ve gerçekte, tüm zerreler birbiriyle ilintili durumda olduğu için, her bir yoğunlaşma ve aktivite, hiç düşünemediğimiz bir noktada bambaşka şeyleri etkilemekte ve harekete geçirmektedir... Yani evrende, birbirinden kopuk, ayrı, müstakil varlıklar ve onların özgür benlikleri ve iradeleri mevcut değildir!.
EVRENDE “ZAMAN”
KÂİNAT
TEK BİR ZAMAN BOYUTUNDAN İBARETTİR!
Bir hadis-i kudsi ’de Allahû Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu naklediyor Rasûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem:
"-İnsanoğlu bana eziyet eder! Ey kahpe dehr (zaman), der. Kimse, Ey kahpe DEHR, demesin. Şüphesiz ki BEN DEHR’im!. Geceyi gündüze çevirenim".
DEHR, “an” kelimesinin karşılığıdır. Ancak burada, “an”ı şartlanma yollu kabullendiğimiz izâfi, yâni nesneye göre “zaman” olarak anlamamak gerekir.
Bize göre, dünyanın kendi çevresindeki bir dönüşü bir günü, 365 dönüşü bir seneyi, 365x100 dönüşü de yüzyılı, “asr”ı oluşturur. Bunlar insanın hükümlerine göre kabullenilmiş, “göresel-izâfî zaman”dır.
Gerçekte ise ZAMAN “tek”tir. Ezel-ebed tümüyle Allah katında tek bir “an”, “DEHR” kelimesiyle ifade bulmuştur.
Göresel zaman, yâni, izâfî zaman, bizim “vehim” yollu var kabûllendiğimiz bir ölçüdür. Bu süreç ise, içinde yaşadığımız ortama, hıza, bir diğer ifade ile boyuta göre değişir.
Madde boyutundan yola çıkıp, salt şuur boyutuna doğru ilerledikçe izâfî zaman birimi de sürekli olarak değişir ve kapsamı genişler.
Esasen DEHR kelimesiyle anlatılmak istenen boyut, tüm varlığın kendisinden oluştuğu bir tür evrensel enerjidir, (kudret sıfatıdır) eğer tâbiri câiz ise.
Normal günlük zaman birimiyle şartlanmış ve kayıtlanmış beyinlerin bu zaman birimini anlaması elbette ki imkânsızdır!
İşte bu gerçek dolayısıyladır ki, Kur’ân-ı Kerîm’de ileriye dönük olarak gerçekleşeceği bildirilen pek çok olay olmuş-bitmiş şeyler olarak “geçmiş” zaman ifadesiyle anlatılmıştır.
Zirâ, Ezel-Ebed esasen tek bir varlık olması itibariyle, ilâhî bakış boyutunda; ya da eski ifade tarzı ile “İlm-i ilâhî” de, tek bir bakıştır!
Ehli hakikatın tasavvufta bildirmiş olduğu şu sır da buradan kaynaklanmaktadır:
-Esasen tecellî tek bir tecellîdir! “Tecellî-i Vâhid”dir! İkinci bir tecellî olmamıştır! Görülen, yaşanan, hissedilen, idrâk edilen, tahayyül ve tefekkür edilen her şey bu Tecellî-i Vâhid’in tafsilinden ibarettir!
İşte bu anlatılan husus tasavvufta “Ân-ı dâim” tâbiri ile dile getirilmeye çalışılmıştır.
Aslında işin orijinine ulaşabilen “Zâtiyyûn” için bu “an-ı dâim” dahi bir “ân-ı muhayyel” diye izaha çalışabileceğimiz, “İlm-i Allah”tan başka bir şey değildir.
Ve varlığın tümü, Allah katında bir ilmî hükümden başka bir şey değildir!. Yâni, o boyut itibariyle âlemin bir varlığı söz konusu değildir!.
Bu sebepledir ki, bu hakîkata işaret etmek isteyen ehlullah, “Âlemler tümüyle hayâlden başka bir şey değildir!.” demişlerdir.
Bunu kavrayabilmek, tamamiyle bir “zevk” işidir. Yâni sezgi yoluyla, bu gerçeği algılayıp, bunu yaşayabilme işidir. Bu dahi ancak “İLM-İ LEDÜN” denilen ilâhî bir ilim türünün kişide izhârı ile mümkündür.
Demek ki...
Gerçekliği itibariyle, Kâinat tek bir zaman boyutundan ibarettir… Algılayabilene!
Bu zaman boyutu içinde, hükmü ilâhî ile sayısız boyut yoğunlaşmaları gerçekleşmiş algılayıcısına göre ve bundan da sayısız isimlerle anılan varlıklar meydana gelmiştir.
Bu noktada, çok büyük bir yanılgıyı da bu kitapta yazmış olmak için, ifadeye çalışalım.
Âlemde mevcût varlıkları tümünün, ilmî ilâhî de mevcût bulunması hükmünün, yanlış anlaşılması dolayısıyla, şu yanlış kanâate varılmıştır: İlim mâlûma tâbidir!.
Yâni, bilinen tüm varlıklar, ezelde, ilmi ilâhide mevcut olduğu için, Allah onların neler yapabilme kabiliyet ve kapasitesinde olduğunu biliyordu; ve bu yüzden de onların kaderlerini, bu istidat ve kabiliyetlerine göre yazdı!.
Bu aslında, “Allah yaratıklarına zulmetmiyor, onların ilmi ezelîde görülen durumlarına göre verilen bir hükümdür. Dolayısıyla da Allah kimseyi zorla cehenneme atıp zulmetmiyor”, diyebilmek için icat edilmiştir.
Bir hadîs-i şerîfte Rasûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
-Allah var idi. Ve onunla beraber hiçbir şey yok idi!
Bu açıklaması Hazreti Ali’ye ulaştığı zaman, o da bu ifâdeye şu şekilde bir açıklık getirmiştir:
- “An”, o “ân”dır!. (El ân kemâ kân!)
Evet, “ân” Rasûlullah aleyhisselâtu vessellâmın bahsetmiş olduğu o “ân”dır!. Yâni, tüm varlık O tek “ân” içinde yerleşiktir!. Tecellî, tek bir tecellîden ibarettir!.
Ve...
İlm-i ilâhî’de mevcût olan, sayısız isimlerle isimlendirilmiş bütün varlıklar ilim yolu ile, “kendini seyretme” gâyesine mâtuf olarak “yoktan varedilmiş” yâni, “yaradılmış” varlıklardır!.
“Hayy” vasfıyla kastedilen mânâda hayat sıfatı sahibi varlık, “ilim” sıfatıyla kendinde seyretmek istediği mânâları o mânâlara uygun sûretler ile müşahedeyi “MÜRÎD” ismince irade etmiş; “Kudret” sıfatıyla onlara birimsel görüntüler ve izhar etmek istediği mânâlara uygun “akıl” hibe etmiş; kendi ilminden varetmesi dolayısı ile onlara ve onlardan her an bir bakış açısı oluşturmuş böylece “SEMΔ ve “BASÎR” isimlerinin mânâları ortaya çıkmış; birimsellikleri daha önce “kelâm” vasfından “kelime”ler şeklinde oluşmuş; ve nihâyet “tekvin” vasfıyla da ef’âl âleminde yaşam oluşmuştur.
Buna rağmen.
"Allah" ismiyle işaret edilen indinde...
“An” tek bir ândır , DEHR’dir!. Her şey, bu boyut itibariyle olup bitmiştir!. Gerisi ise, suya atılan bir taşın etrafında oluşan küre halkalar gibi sayısız boyutlardaki oluşlardan başka bir şey değildir.
Bir boyutta yaşanmakta olan, bir önceki boyutta yaşanmış olaydan başka bir şey değildir!.
Beynin üst düzeylerdeki çalışma kapasitesine ulaşması sonucu yapabildiği “Şuur sıçramaları” ise, o birimin bir üst boyuttaki yaşama ve gerçeklere erişebilmesi anlamını doğurur.
Hakikat ehli olan “tahkik ehli” zevât, bu “şuur sıçramaları” ile bir üst boyutlara intikal ederek; içinde bulunduğu boyutta oluşagelen şeylerin, nasıl, neden ve hangi gayeye dönük olarak gerçekleştiğini lütfû ilâhi yollu seyredebilir.
SAYISIZ EVRENLERİN İÇİNDE YER ALDIĞI
AÇININ YARATILDIĞI TEK AN…
DEHR!
Realite!…
Dünya…
“Dünya” adını taktığımız uydunun tâbi olduğu, kendinden 1.333.000 defa daha büyük olan Güneş!…
Güneş türünden, 400 milyar yıldızdan oluşan bir galaksi…
Bu galaksi gibi milyarlarla galaksiyi barındıran, varlığını algıladığımız evren!
Algılama boyutumuza GÖRE, bize hitap eden bu evren gibi, sayısız algılama boyutlarına hitap eden, evren içre nîce evrenler!
Nihâyet, bu sayısız boyut algılayıcılarının algıladığı sayısız evrenlerin içinde yer aldığı açının yaratıldığı TEK NOKTA, TEK AN… DEHR!
İndinde, sayısız “an”lar ve “nokta”lar; ve o “nokta”lardan meydana gelen açılar içinde sayısız evren içre evrenler yaratan varlığa işaret amacıyla kullanılan “ALLAH” ismi!
Dostları ilə paylaş: |