EVRENİN ANA DOLGUSU
Bkz. E / Evren / Evren , akan dev bir hologramdır!
UZAYDA HER YER EŞİTTİR!
İlginç bir sonuç da, Bohm'un kuantum fiziği açıklamasına göre; atomaltı parçacıklarında sâbit bir yer söz konusu olmayacağı için uzayda her yer eşittir ve herhangi birşeyi başkasından ayırmak imkansızdır. Bu özelliğe fizikçiler "mekânsızlık" (Non-Locality) demektedirler.
Bohm, mekânsızlığı açıklamak için şöyle bir deney geliştirdi. Bir akvaryum içindeki balığı iki ayrı kamera ile iki ayrı açıdan görüntüledi. İki kamerayı, ayrı ayrı izleyen birisi, önce bu iki balığın ayrı olduğunu düşünebilir ama zamanla hareketlerin benzerliğinden, iki görüntünün de aynı balığa ait olduğunu anlayacaktır.
Bohm, bunu pozitronium atomunun iki zıt yöne ayrılmasındaki özelliğin ışığın hızı konusuna girmeden, açıklanması olarak izah etti. Gerçekten Kuantum Potansiyeli uzayda geçerli olduğuna göre, bütün parçacıklar, mekânsız olarak birbiri ile ilişkidedir.
SONSUZ ENERJİ DENİZİ,
KUANTLARDAN KİŞİNİN BEYNİNE KADAR
HERŞEYİN ASLIDIR… VE
BUNUN GERİSİNDE DE VAROLUŞUN
SONSUZ BASAMAKLARI MEVCUTTUR!
Bugünkü fizik anlayışımıza göre, evrenin her bölgesi, değişik dalga boylarının meydana getirdiği, farklı boyutlarda oluşmuştur. Her dalganın da bir enerjisi vardır.
Fizikçiler, bir dalganın sahip olacağı minumum enerjiyi hesapladıklarında, “uzaydaki, bir cm3`lük boşluk, evrendeki bilinen tüm maddenin enerjisinden daha çok enerjiye sahiptir” sonucuna varmışlardır.
Bazı fizikçilerin, bu hesapta bir yanlışlık olması gerektiği savına karşın; Bohm, bunun, gizli iradenin çok büyük ve saklı doğası hakkında küçük bir fikir verdiğini söyler. Bu fizikçileri de, okyanusta, yüzdüğü denizin farkında olmadan, içindeki maddelerle ilgilenen balıklara benzetir.
Bohm, bu sonsuz enerji denizindeki, uzay-madde ilişkisini şu benzetme ile anlatır:
Mutlak sıfır derecesinde soğutulmuş bir kristal, elektronlarının hiç dağılmadan içinden geçmesine izin verir. Isı biraz arttırılırsa, kristaldeki çeşitli çatlaklar, elektron dağılımına neden olur.
Burada eğer elektron gözüyle bakarsak, bu çatlaklar, sonsuzluk denizinde yüzen maddeler olarak görünür. Oysa her ikisi de aynı yapının “DERİNDEKİ KRİSTALİN” farklı görüntüleridir.
Bohm, aynı şeyin bizim, mevcut boyutumuzda da geçerli olduğunu söyler... Yani, uzay boş değil, doludur!. Ve biz dahil, tüm mevcûdatın mekânıdır!.
Görünen muazzam, maddesel yapısına rağmen evren, kendi kendine mevcut değildir!. Ancak, çok uzak ve güçlü bir vasînin üvey evlâdıdır!. Daha da kötüsü, bu vasînin önemli bir uğraşı da değil, geçici bir gölgesidir.
Sonsuz enerji denizi, gizli iradenin tek yönü değildir. Çünkü, gizli irade, atomaltı parçalardan, maddenin her şekline, enerjiye, hayata ve bilince, kuantlardan kişinin beynine kadar herşeyin aslıdır.
Bohm’a göre bu, herşeyin sonu da değildir, belki de gerisinde hayâl bile edemeyeceğimiz başka düzenleyici katlar vardır. Yani varoluşun sonsuz basamakları...
Fizikçiler, uzayın, ışık ve birbirini kesen-içiçe geçen bir sürü elektromanyetik dalgalarla dolu olduğunu kabul etmektedirler. Daha önce de gördüğümüz gibi parçacıklar, aynı zamanda dalgalardır.
Bu da gördüğümüz her fiziki objenin ve herşeyin gerçekte girişim örnekleri olduğunu ispatlamaktadır. Bir gerçek ki, bu ifadeler tartışmasız holografik yapıyı anlatmaktadır.
Bir başka tespit de 1982 de fizikçi Alain Aspect tarafından yapılan deney sonucu elde edildi. Kalsiyum atomları lazerle ısıtılarak ikiz fotonlar elde edildi ve bu fotonların 6.5 metrelik bir boru içinde zıt yöne doğru hareket etmeleri ve özel filitrelerden geçerek iki polarizasyon analizörüne yönlendirilmesi sağlandı. Her filitrenin, bir analizörden diğerine yön değiştirtmesi, saniyenin on milyonda biri kadar süre aldı. Işığın, iki foton dizisini ayıran 13 m’lik boruyu geçmesi ise, saniyenin 30 milyonda biri kadar süre aldı. Buradan da fotonların, bilinen herhangi bir fiziksel yöntemle haberleşemeyeceği anlaşıldı.
Aspect, kuantum teorisinin de önerdiği gibi, her fotonun ikiziyle aynı polarizasyon açısını bildiğini buldu. Buradan çıkan iki sonuçtan biri Einstein’ın aksine, ışık hızından daha hızlı bir sürat olabileceği idi ki bunu kabul etmek zordu. İkincisi ise, yersiz olarak iki fotonun iletişimde bulunduğu idi.
İngliz fizikçi Paul Davis’e göre parçacıklar devamlı olarak birbirlerine geçme ve ayrılma durumlarında olduklarına göre, kuantum teorisinin yersizlik görüşü, doğanın genel özelliği idi. Bu bilgiler de Bohm’a büyük destek sağladı.
EVRENİMİZ, DERİNLERDEKİ BİR
GİZLİ İRADENİN SOLUK GÖLGESİ İSE,
GERÇEĞİN ATKI VE ÇÖZGÜLERİ İÇİNDE
BAŞKA NELER GİZLİ ACABA?
Eğer evrenimiz, derinlerdeki bir gizli iradenin soluk gölgesi ise, gerçeğin atkı ve çözgüleri içinde başka neler gizlidir?
Bu günkü fizik anlayışımıza göre, evrenin her bölgesi, değişik dalga boylarının meydana getirdiği, farklı boyutlarda oluşmuştur. Her dalganın da bir enerjisi vardır.
Fizikçiler, bir dalganın sahip olacağı minumum enerjiyi hesapladıklarında, "uzaydaki, bir cm3`lük boşluk, evrendeki bilinen tüm maddenin enerjisinden daha çok enerjiye sahiptir" sonucuna varmışlardır.
Bazı fizikçilerin, bu hesapta bir yanlışlık olması gerektiği savına karşın; Bohm, bunun, gizli iradenin çok büyük ve saklı doğası hakkında küçük bir fikir verdiğini söyler. Bu fizikçileri de, okyanusta, yüzdüğü denizin farkında olmadan, içindeki meddelerle ilgilenen balıklara benzetir.
UZAYIMIZ…
Algılamadığımız boyutlar, uzayımızdır!
BEŞİNCİ ELEMENTİMİZ
“UZAY”DIR!
UZAY’DAN GELDİK, UZAY’A GİDERİZ;
VARABİLİRSEK!
Hava yoktur uzayda!…
Su da, yoktur!.
Yerçekimi de!
Karanlıktır uzay!… Soğuk!… Duygusuz!.
“Can”lıdır uzay!…
“Şuur”lu…
“Dalga”lı!.
Kuşatmıştır cehennemi; hiç kalır indinde cehennem!…
Kucaklamıştır cenneti, sütüyle besler, hünerlerini seyreder!. Uzay kapsamlıdır…
Varlığıyla var etmiştir insi cinni, melâikeyi… Seyreyler onlarda kendini…
Havada, ateşte, toprakta, suda!. Bunlardan meydana gelen tüm varlıklarda…
Varlığıyla “can”lı kılar hepsini!…
Havayla yaşarız biz; suyla yaşarız; toprakla, ateşle yaşarız biz!. Beşinci elementimiz, uzaydır bizim!.
Uzaydan geldik; uzaya gideriz, varabilirsek!.
“ESM”DIR UZAY!...
MAZHARI SIFATTIR UZAY!...
HAYÂLDİR UZAY!
“Esmâ”dır uzay!. Mazharı sıfattır uzay!. Hayâldir uzay!.
Sükûndur; barıştır; hoşgörüdür uzay!.
Kozasız yaşayamazsın uzayda!. İçinde yok olup kozasız kalamazsın uzayda!.
Gerçeğiyle yüzyüze gelemezsin uzayın… Çünkü sen, insanısın dünyanın!..
Çamurdan yaratıldın; toprakla gıdalandın, suyla beslendin, ateşle yaşıyorsun!.
Yiyorsun, yeniliyorsun, bir fâsit daire içinde yaşamını sürdürüyorsun!.
Sen ey beşinci element…
Bilir misin kendini?.. Sudan, topraktan, havadan, ateşten öte benliğini? Uzay kökenliliğini!.
Uzayın bölünmez parçalanmaz tekilliğini!.
Sanırsın ki uzay bir havasız boşluktur… Karanlıktır… Cansız, şuursuz bir varlıktır!
Oysa uzay, nefesi Rahman; saltanatı Subhan’dır!.
Onunla vardır, boyutlar; onunla kâimdir dünyalar… Onunla dâimdir bitmez tükenmez yaşamlar!.
Cennetin onunladır; kozan onunla!… Yemeğin onunladır, suyun onunla… Nefretin onadır, sevgin onunla!.
KURTARIRSAN
BEŞİNCİ ELEMENTİNİ DÖRDÜNÜN KAYDINDAN,
ALGILARSIN Kİ,
HERŞEYİNDİR UZAY!
Kurtarırsan beşinci elementini dördünün kaydından; algılarsın ki, herşeyindir uzay!.. Dalgalarıyla kâim her şey…Dalgalarıyla açığa çıkmada… Dalgalarıyla seyretmede… Dalgalarıyla “ben” olup yaşamada yine kendinde!.
Ne biliriz biz kozalılar, uzayı!..
Suyu biliriz… Kâh, pınar olur kaynar, diplerden gelip açığa çıkar… Kâh, Gayzer olur, derinliklerden, kızgın fişkırır yeryüzüne!. Kâh, akar yol boyuna hayat dağıtır, ırmak olup; kâh toplanır göl olur, canlı yetiştirip sular insanları… Bazen toplanır büyük büyük; deniz olur, okyanus olur; ötesinde nice bilmediklerimizi barındırır, ayrı dünyalar yaşatır… Bazen artezyenle açılmış kuyu olur, kovayla çıkıp yeryüzüne insanlara derman olur!.
Bazıları gidip okyanus ötelerine, görürler yaşarlar ayrı dünyaları; farkederler derin sular ötesindeki bambaşka değer ve yaşamları… Bazıları, kör, sağır, mukallit, köyünde-mahallesinde, derin suların ardındaki dünyalardan bîhaber…
Ayırır insanları başka dünyalardan, sular!.
Toprak suyla evlendi, sen doğdun!. Bilmez misin anan topraktır, suydu baban!.
Bedenin topraktır, içindeki su!.Yaşamın toprakladır, yeşerteni su!.
Ya nasıl, topraktan ateş doğdu da, seni sağlıklı kodu!. Organlarında, damarlarında ısısıyla seni korudu!. Beyninden tüm hücrelerine akıp, onları gene sahibine bildirdi!… Uzaya yayılıp beyninden, seni içyüzünle yüzleştirdi!.
Ak ateş kara ateş birbirini dengeler!… Sonunda, bakalım hangisi diğerini elemine eder!
Hava!.. Dünyanın yaşamını koruyan nesne…
Hücrelerin onunla yaşar, beynin onunla!.. Ateşin onunla yanar, suyun vardır onunla!. O sevdiğindir duygulandığın; bazen de düşmanındır kaçtığın!. Tanımadığın, ya da tapındığın!.
Toprak ondan meydana gelmiştir, ateş ondan; su ondan meydana gelmiştir, varlığın ondan!
Toprağın toprağa gidecek; suyun havaya!.
Ya sen nereye gideceksin, havan gidince havaya?
Tenezzül etti hava oldu; tenezzül etti ateş oldu; tenezzül etti toprak oldu, su oldu; tenezzül etti “sen” oldu; ya sen nereye gideceksin beşinci element?
Toprağı mı mekân tutacaksın, suyu mu; havayı mı mekân tutacaksın ateşi mi?
Yoksa uzay mı mekânın olacak, mekânsızlıktır mekânım, diyerek!.
TEK’LİĞİ BİLMEYEN,
RASÛL’E KULAK VERMEYEN,
KURÂN’A YÖNELMEYEN
“UZAY” NEDİR BİLESİ DEĞİL!
Sen ey beşinci element…
Sen ey maddeden doğma, beşinci boyut varı!…
Bil ki, vatan sevgisi imandandır.. Gel dön vatanına!… Mekânsızlık otağına; DOST katına!…
“Can”la canlanmış olarak… “Ruh”la, ruhlanmış olarak…
Tanı kendini, aş bedeninini; seviyorsan özün olan “Ben”ini..
Uzayı tanı, uzayı bil!.
Uzaydır, Rahim; uzaydır Halîm; uzaydır Kerîm, uzaydır Azîm!.
Yansıdı aynaya, uzay koydu, adını; yarattı mahlûkatı, “adı”yla ayrı koydu varlığını…
Gel dostum, urûç eyle… Yaşamını mi’râc eyle…
Salât eyle, selâm eyle; salât ile rahmet eyle!.
Gayzer oldu Celâliyle, pınar oldu Cemâliyle; okyanustan Kemâliyle, ilmi irfân saçtı bize!.
Değerlendirmezsek bu nimeti; aldığımız bu nefesi; dünyamızın tüm ziyeti, yarın hepten vebal bize!.
Gelin canlar, “cân” olalım… Hak’ta, hâk olalım!. Varlığımızı uzaya salıp; deryada bir dalga olalım!.
Sevelim, sevilelim; sevindirip, bölüşelim; yaşam O’nun içindir, her dem O’nunla seyredelim!.
Kin tutma, ardından konuşma; hakkın olmayana el uzatma; yaban gözle bakıp ta, özünün-uzayın gazâbını alma!.
Beden sanma boyutunu; gökte sanma konutunu; “sen” mekânsız varlıksın, çıkar artık, poturunu!
Rasûl gelmiş uzayından; haber verir Yâr’ından; dersin, bana dünya gerek, neyleyeyim ben o Yâr’ı …
Bak dostum, bunca sözün kısası…
Hep, gönüller BİR olası…
Uzay bağı, HAK bahçesi!.
Erenleri, gül goncası!.
Sanma uzay gayrıdır!. Hak ayrıdır, Uzay gayrıdır!. Sen seni bilmezsen, HAK, zannında ayrıdır!.
Bil ki sözün amacı…
TEK’liği bilmeyen; RASÛL’e kulak vermeyen; Kurân‘a yönelmeyen, “uzay” nedir bilesi değil!.
“KOZMİK”
(BOYUTSAL)
Esasen bizim kullanmakta olduğumuz “KOZMİK” kelimesi dahi günümüzdeki kullanım şekliyle, “BOYUTSALLIĞI” ifade içindir... Yoksa kastımız, bu kelimenin orijinalinden gelen “Evrene ait” anlamında olarak “mekân” ifade eder bir anlam değildir.
KOZMİK IŞINIM ETKİLERİ
(MELEKLERİN TASARRUFU)
(ASTROLOJİK ETKİLER)
(Soru: İnsanların melekî boyut ile ilişkisi bir bölümüyle de “astrolojik tesirler” adı altında gerçekleşirken, melekî boyutta meleklerin etkileşim sistemine nasıl yaklaşımda bulunabilir ve ona nasıl bir isim verebiliriz?...)
Meleki etkileri yalnızca astrolojik etkiler olarak değerlendirmek çok yetersizdir...
İnsanın orijin varlığı, melekî boyut kökenlidir ve bu algılanan boyuta kadar olan tüm katmanlar melekî boyutun eseridir.
“İnsan” adıyla anılan melekî kökenli varlık, ayrıca “dış” diye kabul edilen boyutla da her an iletişim hâlindedir ve ondan da etkilenmektedir ki, buna bugünkü dilde “astrolojik etkiler” ifadesi kullanılabilir...
(Soru: Astrolojik tesirlerin formasyonu YALNIZ âfâki midir?...)
Evet...
NOT: Geniş açıklama için E / Evren / Burçlar bölümüne bakınız.
“DALGALAR ÂLEMİNDE“
BİZİM BEŞ DUYUYLA TESBİT EDEBİLDİĞİMİZ
DALGALAR-IŞINLAR
Fakat bizim değerlendirebileceğimiz şeyler de yok değil bu "dalgalar âleminde!"
Gelin bizim bazılarını beş duyuyla tesbit edebildiğimiz dalgalar-ışınlar bütününün bir kısmına şöyle bir göz atalım...
İşte,
1.numarada, köpek kulağının değerlendirdiği dalgalar yer alıyor.
2.numarada insan kulağının değerlendirebildiği dalgalar var.
3.numarada ise kedi kulağının değerlendirebildikleri... Bundan sonra sırasıyla:
4.Ultrasonik dalgalar,
5.Radyo dalgaları (L - uzun, M - orta, S - kısa dalgalar ki bunları ancak radyo dediğimiz bir çeşit adaptörün vasıtasıyla değerlendirebiliyoruz).
6.Televizyon dalgaları ( VHF - UHF - SHF - EHF ki bu dalgaları da televizyon denen adaptörün gözümüze adaptasyonu ile almaktayız).
7.Radar dalgaları...
8.Şerare dalgaları...
9.Hareket dalgaları...
10.Ve nihâyet gözümüzün degerlendirebildiği kırmızı-mor arası renk olarak tesbit edebildiğimiz ışınlar...
11.Morötesi ışınlar...
12.Rontgen (X-Ray) ışınları...
13.Kozmik ışınlar (dalga boyu santimetrenin 10.000.000.000.000'da birinden kısa).
14.Herşeye rağmen tesbit edemediğimiz meçhul ışınlar...
Yukarıda belirtilen, bilimin tesbit ettiği dalgalar ışınlar dışında daha pek çok dalgalar-ışınlar bulunmaktadır ki, insanlık bunların yapımıza göre neye karşıt olduğunu bilememektedir.
Ve insan duyularının kabalığı, kesitsel algılama araçlarıyla kayıtlılığı dolayısıyla, evrende mevcut bulunan hadsiz hesapsız orandaki ışınsal yapıları, pek çok yerde ve pek çok zaman, idrâk edemediği için, inkâr etmekte, yok saymaktadır...
Halbuki bu doğru mudur?
Görebilmek ile görememek arasındaki fark, ancak santimetrenin yüzbinde üçü kadar bir yer tutar...
Şöyle ki, insan gözünün görmeye başladığı saha morötesi ışınların dalga boyunun başladığı 0,0004cm. ve görme işlemlerinin son bulduğu saha da kırmızı ışınların dalga boyunun başladığı 0.0007cm. lik sahadır...
Halbuki güneşten daha çok çeşitli ışınlar yayılmaktadır...
İşte kırmızı ışınlardan ötede, dalga uzunluğu 0,0008cm'den başlayıp 0,032 cm'de biten ışınlardır...
Kezâ bundan daha kısa olan bazı ışınlar dahi aynı usûlle film üzerine tesbit edilebilmektedir...
Keza morötesinde dalgaboyu 0,0003 cm'den başlayıp 0,0001 cm'de son bulan ışınlar bulunmaktadır ki, sadece fotoğraf plakasına tesbit edilmektedir... Keza bundan daha kısa olan ışınları dahi aynı usülle film üzerine tesbit edilebilmektedir.
Evet, insan beşduyusunun ve tefekkür gücünün ve bunlarla meydana getirdiği araçların sayesinde yukarıda sayabildiğimiz kadar dalgaları yani ışınları bulabilmiştir. Ya bulamadıkları?..
Evet, insan denilen varlık elindeki algılama araçları nisbetinde, ancak, bu dalgaları ve bu dalgaların meydana getirdiği evreni, tesbit edebilmiştir. Ancak araçların kapasitesi değişik olsaydı. Meselâ göz sadece kırmızı ile morötesi arası ışınları değerlendirecek sûrette olmayıp da, röntgen dediğimiz X-Ray ışınlarını da değerlendirecek kapasitede olsaydı, bu günkü şekillerden ibaret bir dünyada ve böyle bir evren kavramında iddialı olmaya devam edebilecek miydi?...
Elbette ki kesinlikle hayır!.
Ve eğer ki tüm dalgalara açık bir algılama aracımız olsaydı, belki de beynimiz âleme tek bir kütle olarak bakacak ve bu zâviyeden değerlendirmelere gidecekti.
BEYİN
PEKÇOK KOZMİK DALGALARI DEĞERLENDİREBİLECEK
KAPASİTEDE BİR YAPIDIR!
Dünya üzerinde bilebildiğimiz kadarıyla yukarıda saydığımız dalgalar; bilemediğimiz kadarıyla da bunun sayısız misli dalgalar her an çeşitli etkiler meydana getirmektedir.
Hiç olmazsa en azından Güneş radyasyonunun dünya ve canlılar üzerinde pek çok tesirini artık kesinlikle bilebilmekteyiz. Bundan kıyasla, sistem dışındaki tüm güneşlerin de sayısız tesirleri olduğu ortaya çıkar. Ayrıca bilimin henüz tesbit edemediği güneşin çok daha değişik tesirleri olduğu gibi, diğer yıldızların dahi pek çok değişik tesirleri sözkonusu olmaktadır. Madde kendi kanunları içerisinde yaşamını yürütürken, maddeler üzerindeki tesirleriyle kozmik ışınımda da kendi oluş prensipleri ve kanunları içersinde tesirlerini ortaya koymaktadırlar. Kâinatı meydana getiren yüce kudret ise, bize nisbetle her an, kendine nisbetle tek bir an içinde tüm varlıkta hükmünü icra etmektedir.
Gaz kütlesinden, enerjinin türlü dönüşümleriyle meydana gelen madde dünyamıza kadar olan bütün safhalar nasıl dalga hareketleriyse, dünya üzerinde meydana gelen tüm aksiyon ve olaylar dahi aynı biçimde dalga hareketleri sonucudur.
Bu takdirde, dalgaları değerlendirme merkezi olan beynin, sadece algılama araçlarıyla (beş duyu) kayıtlı bir değerlendirme merkezi olmayıp; belki de, kullanılabilmesine bağlı olmak kaydıyla, pek çok dalgaları değerlendirebilecek kapasitede, insanlığın bugünkü idrakının fevkinde bir yapı olduğu ortaya çıkar.
BURÇLAR
Eskilerin “BURÇ” kelimesiyle adlandırdığı takımyıldızlar yaklaşık 500-600 milyon ile milyarı geçen sayılarda biraraya gelmiş güneş benzeri yıldızlardan oluşmuştur. Ve bunlar, Evrene, kendi yapılarına uygun bir biçimde çeşitli kozmik ışınlar yayarlar.
Bunların yaydıkları ışınlar ise Güneş çevresinde dönmekte olan dünyayı ve üzerindekileri, tüm sistemle birlikte sürekli bombardıman altında tutarlar.
BURÇLAR, GERÇEKTE.
MELEKÎ VARLIKLARDIR!
Az önce dedik ki, taş, yıldız, hayvan gibi isimlerin ardında, Hakk’ın varlığından başka bir şey mevcut değildir!. Bir yıldız ya da takımyıldız, ‘’Burç’’ dediğimiz sistemler dahi belirli mânâları ihtiva eden yoğunlaşmış kitleler.
Burçlar, meleki varlıklardır gerçekte...
Burçlar, orijini itibariyle “meleki boyut” olması hasebiyle, bu boyut itibariyle Cennet boyutunda tesirlerini icra ederler.
BURÇLARIN BEDENLERİ
SÜREKLİ DÖNÜŞÜR…
RUHLARI İÇİN İSE
ÖLÜM YOKTUR!
“Burçlar” dediğimiz sistemler sürekli dönüşüm hâlindedir, bedenleri itibariyle; ruhları ise esmâ kökenli meleklerdir ve onlar için ölüm kavramı geçersizdir.
"BURÇLAR" HAKKINDA
TASAVVUF EHLİNİN GÖRÜŞLERİ
Önce Tasavvufun en önde gelen simâlarından Muhyiddin A’râbî’nin âlemin ve burçların oluşu hakkındaki görüşlerini dinleyelim özetle; Fütuhatı Mekkîye isimli eserinden...
MUHYİDDİN A’RABİ DİYOR Kİ:
“Hak Teâlâ, kendinde bir şey yok iken, mevcûdiyet sıfatıyla sıfatlanmıştır. Diyebilirim ki, Hak Teâlâ, mevcûdiyetin ta kendisidir.
Rasûlullâh sallullahu aleyhi ve sellem efendimiz:
“Allah vardı ve onunla beraber hiçbir şey yoktu.”
Buyurmuşlardı.
Hak Teâlâ kendi nefsi ve hüviyeti yönünden bilinmez; bu bilinmezlik ve görünmezlik keyfiyetine de “İLİM” denmiştir.
Hak Teâlâ’nın evvelki şekli, buluta benzer bir duman şeklinde olmasıdır. Burada âlem, “Bâtın” hükmüyle mevcuttu. Bâtınî hükümden ise âlemin zuhûru imkânsızdır.
İşte bu ilk duman da Rahman’ın “Zâhir” adı olmuştur. Bu durumda kendi nefsini görerek ilmî ve özel bir tecellî ile ruhî şekillerden birini seçmiştir. Bundan sonra Zâtıyla nefsine bakınca nefsini sayısız sıfatlarla muttasıf olarak buldu. İşte bu buluşu meydana getiren ilk bakış, İLİM’di.
İlimde mevcût olan bu sıfatlara da “mâkûlât” dendi. Aynı zamanda “Aklı Evvel” adını bu bakışı yapması hasebi ile aldı. Bu akıl, âlemlerin duman ve bulut içinde gizli olan sıfatlar olduğunu, bunun da kendi nefsi olduğunu seyreyledi. Ve bu sanki gölge olan aklın zâtından uzanan varlık, o tecellinin nûrundan oluştu.
Buna da “Levhi Mahfuz” veya “Zâti Tabiat” denildi. Bununla beraber bu boyutta bunun tümüne Hayat, İlim, İrade, Kelâm denildi.
Rükûnler boyutunda ateş-hava-su-toprak; cisimler âleminde sıcaklık, rutûbet, soğukluk, kuruluk; Canlılar düzeyinde de kan, safra, sevda, balgam denilir.
Bundan sonra “Akl-ı Evvel”, çehresini o dumana çevirerek, kendisinden neler kaldığını görmek istedi. Fakat bu sıfatların varlığının dışında hiçbir şey göremedi. İşte bütün âlemin sûret ve şekilleri bu zulmet ve gizlilik içinde bulunmaktadır. Hak Teâlâ’nın ARŞ’I da bu zulmet içindedir. Arşın etrafında da kürsü, felekler, cennetler, semâlar, rükûnler ve doğurucular vardır. Bu varlığın babası Akıldır, anası Nefs.
“Şunu da bil ki, Hak Teâlâ daha evvelce anlattığımız kürsü içinde şeffaf dairevî bir cisim yaratmıştır. Bunu da 12 eşit parçaya ayırmış ve bu parçalara BURÇLAR adını vermiştir.”
Bu burçlar toprak, su, hava, ateş gibi unsurlardan olup, tıpkı dünya ehlinin unsurlarına benzer.
Hak Teâlâ her bir burçta cennet ehlinden bir melâikeyi orada iskân ettirir. İşte bu burçlardan cennetlerde tekevvün edecek şeyler tekevvün eder. Değişiklikler ve karışıklıkların tümü bu burçların değişmesiyle ve kurulan düzenin bozulmasıyla olur.
Gerçek olarak âlemimizin öncülüğünü bu 12 burçta bulunan 12 melâike yapmaktadır. Böylelikle bu 12 burç, âlemlerimizin gerçek olarak imamlığını yapmaktadır. Arşın esası 4 kaide üzerine oturtulduğundan, bu burçlar 12 olmasına rağmen, 4 mertebe üzerine bulunurlar.
Konaklar üçtür. Dünya, Berzah, Âhiret. Bu konaklardan her bir konağın dört menzili vardır. Bu konaklarda bunların hükmü geçer. Üç konağı dört menzile çarparsak 12 eder bu da 12 burca delâlet eder.
Şu anda bize cennet gibi gelen dünyamız, âhıret günü itibariyle ateşe döneceği için Berzah da bu dört menzilin hükmü altındadır. Cennet de bu dördün etkisindedir.
Bunlardan Koç, Aslan, Yay aynı mizaç ve mertebededir.
Boğa, Başak ve Oğlak başka mertebede ve aynı mizaçtadır.
İkizler, Terazi ve Kova başka mertebe ve aynı mizaçtadır.
Dostları ilə paylaş: |